Mouffe Sol Popülizm’inde kendini Batı Avrupa bağlamıyla sınırlıyor. Orta Avrupa’yla ilgili bile ‘görevsizlik’ ilan ediyor. Frederico Finchelstein ise popülizmi Latin Amerika tecrübesi olmadan düşünemeyeceğimizi, ayrıca öteden beri popülizmin Avrupa’da sağ, Latin Amerika’da sol bir misyonla bilinegeldiği kabulünü -eleştirerek- hatırlatır.[1]
Aslına bakılırsa son yıllarda solda popülizm bahsinin revaç bulmasının asıl sebebi, Latin Amerika’daki gelişmelerdi. Oradaki popülist solculuk, yoksulluk, sömürgecilik geçmişi, ırkçılık, diktatörlük dönemiyle hesaplaşma ve insan hakları gündemlerini irtibatlamayı başardı; böylelikle de köylü hareketlerini, işsizlerin örgütlenmelerini, yerli halkların mücadelesini, kadın hareketini ve fazla ayrıcalıklı olmayan bir bileşen olarak geleneksel işçi sınıfı hareketini de lehimledi. Bu, yer yer, zaman zaman hem “halk” hem “sınıf” kavrayışlarına dönük bir meydan okumayı da içeriyordu. Halk ve ulus oluşumundan dışlanagelmiş, sınıf kategorisine de genellikle buyur edilmemiş toplulukları dahil ediyordu zira. İşin bu iyi yanını takdir eden yorumcular, sol iktidarların –en moral bozucusu Brezilya olmak üzere– kabiliyetsizliği veya çaresizliği içinde, yükselişlerini sağlayan popülist uğrağın, onların çuvallamalarının da sebebine dönüştüğü kanısındalar. Esasen, lehim zayıf kaldığı için.[2]
***
Popülizmden sola fayda ummayan siyaset bilimcilerden Nadia Urbinati, onun ancak demokratik olmayan (veya demokrasisi zayıf, diyelim) toplumlarda olumlu bir işlev görebileceği kanısında.[3] Türkiye’de popülizmle ilgili çalışıp yazan Toygar Baykan da, Cezayir, Mısır, Afganistan’la kıyas ederek, ‘asgarî’ bir olumlu bir işleve dikkat çekmişti:
“Sol ve liberal beklentinin aksine, popülizmin olmadığı bir Türkiye siyaseti dengeli bir sol-sağ eksenine değil, hayli kutuplaşmış, illegal yöntemlerin ve şiddetin merkezî öneme sahip olduğu, hem demokratik bakımdan, hem de toplumsal düzen bakımından olumsuz bir bağlam olarak tahayyül edilebilir.”[4]
***
Bir de şunu hatırlatayım: ‘bir zamanlar’ (60’lar/70’ler), yurtta ve cihanda sağcılar solcuları popülizmle suçlardı. Solun, somut ve teknik politikalar yerine afâkî lâflar, genel formüller, basitleştirmeler ve tabii “fukara edebiyatı” ile, -bazen bu lâfla, daha çok meâlen- popülistlik yaptığını söylerlerdi.
***
Şu soruya varmak istiyorum: Solda yakın zamanda sanki bir “dinsizin hakkından imansız gelir” taktiği gibi konu edilen popülist tarzı-ı siyaseti, yoksa öyle değil de solun kayıp hazinesi gibi mi düşünmeli?
***
Birkaç örnek hatırlatacağım.
- “Merkez”-soldan başlayalım. 60’ların ve 70’lerin Ecevit hareketi, davullu zurnalı popülistti. Bu yolda belki Ecevit’ten daha ‘samimi’ olan Turan Güneş, Demokrat Parti’nin tek parti rejimine dönük “bulanık” isyan seli içindeki “somut özgürlük arayışına” hitap edişini “bir çeşit halkçılık” olarak tanımlamıştı. Güneş’in popülizmle ilgili yalın bir tarifi var: “halkın içinde iş görmek veya böyle görünmek politikası”[5] – “veya öyle görünme” yanı oportünizm ve sinizmdir, “halkın içinde iş görme” ise evet, demokratik siyaset için gayet yalın bir tarif. CHP’nin bürokratik elitini sarsalayan bir başka çıkışında, “halka hoş görünme” çabasını hor görenleri sinizmle suçlar. Güneş’ten uzun bir parça aktaracağım: “Hem demokrasi yapalım hem de halka hoş görünmekten vazgeçelim diyenler aslında ya demokratik düzen konusunda pek romantik bir anlayışa sahiptirler yahut da bundan vazgeçecekler ama pek cesaretli davranmıyorlar. (...) Türkiye’de halka hoş görünmenin etkisi İngiltere’de, Fransa’da olduğundan fazla değildir. Ne var ki o ülkelerde aydın kişiler halkı anlamak, dertlerine sağlam teşhis koymak için büyük çaba içindedirler. Fransız devlet adamı Herriot’nun[6] bir sözü var: "Halkın ne dediği önemli değil, ne istediği önemlidir. Vatandaşın derinde yatan istemlerini bulabiliyor muyuz, onlara karşılık verebiliyor muyuz? İş burada, başarı burada.”[7]
- Mehmet Ali Aybar, “halkı kendi iktidarına inandırma” misyonu yüklediği “halkın öz partisi” TİP’in davasını anlatırken, popülist dili ustaca konuşmadı mı? Halkın topraktan önce şeref ve haysiyetinin tanınmasını istediğini, bir numaralı problemi halkın horlanması, adam yerine konmaması olarak koyuyordu.[8] 12 Eylül’den sonra, bunu daha karamsarca söylerken, belki popülist uğrağın yani momentin kuvvet eksiğini de (sun’i denge?) ikrar edecektir: “Yüzyıllar boyunca bey ve paşa takımının buyruklarına boyun eğmiş olmanın halkımızda, nasıl desem, bir çeşit aşağılık kompleksi yarattığı görülmektedir.”[9] (Burada en acı söz, o “nasıl desem…”)
- TİP’i bölen hattı, günümüzün kavramsal edevatıyla, popülist uğrağı önemseyenlerle ona ‘uğramak’ istemeyenler arasına da çekebiliriz. Behice Boran, 1968’deki bir dizi yazısında Aybar’ın “romantik halkçılık politikası”na karşı çıkar. “Halkla haşır neşir olarak onu kendi durumunun temel nedenlerinin ve sınıf mensubiyetinin bilincine vardıramayan bir çalışma”nın beyhudeliğini savunur. Şu sözleri, günümüz popülizm tartışmaları için ders malzemesi berraklığında: “Halkın hislerine hitap ederek oy avcılığı” ile değil “halkı örgütleyerek, onun bilinçli oylarıyla” iktidar olmak gerektiğini söyler Boran.[10] E zaten popülist aklın taşıyıcı sütunlarından biri, bilinç-duygu ikiliğini reddetmek ve muhakkak hislere de hitap etmektir!
- O dönemin adı öyle konmamış popülizm tartışmasında Hikmet Kıvılcımlı’nın yine hem nalına hem mıhına vuruşu güzeldir. O, “Aybarizm”i “sendikalizm ve parlamentarizm”le itham ederken, -yine adını öyle koymadan-, popülist uğrağı kollar. Zaten Türkiye’de sosyalizmin popülist lehçesinin tarihi “Doktor”suz yazılabilir mi? Kıvılcımlı “Halka inmek kürsü sosyalizmiyle olmaz” derken, “halka inme”nin sahici taban dinamiğine işaret eder. Seçim dönemleri haricinde halkı “yeniden cöngüle düşmüş çocuk şaşkınlığı ve Etiler çağından kalmış sosyal yalnızlığı ile baş başa bırakmama” icabından söz eder. “Bilinç götürme” ile “halktan öğrenme” popülizmi arasında ‘eytişen’ şu nasihatin altını çizelim: “Halkla yan yana gelme… Halkın içine inerek işçi sınıfı dayanağı ile siyasal terbiye alıp verme…” [11] (abç.)
- ’71’ devrimciliğine giden yolda Harun Karadeniz’in popülist uğrağa ilgisini Murat Belge hatırlatmıştı (Birikim Haftalık-Harun Karadeniz). 70’lerin devrimci hareketinde “halkımız” (ve “halklar”) ve “kitle çizgisi” mefhumlarının yaşattığı bir popülist ‘minimum’dan söz edebiliriz herhalde. Minimumdan fazlası için, Devrimci Yol’a bakmak gerekir. Necmi Erdoğan, Ecevit hareketiyle mukayese ederek, Devrimci Yol’daki popülist uğrağın[12] zihin açıcı bir tahlilini yapmıştı.[13] Halk-oligarşi kutuplaştırması, yere-yöreye ve popüler hissiyata göre esneme kabiliyeti, 70’lerin en kitlesel devrimci hareketi olan Devrimci Yol’a popüler-demokratik bir karşı-hegemonya kapasitesi kazandırmıştı ona göre. Bu tecrübenin çok kıymetli kaynakları, 70’ler hakkında son on yılda art arda yayımlanan anılardır; özellikle de yerel-bölgesel “orta kadroların” günlük tecrübeyi işleyen anıları.[14] Necmi Erdoğan, Devrimci Yol’daki popülist uğrağın Ecevit’inkinden farkını, vesayetçi-velâyetçi tutumu kırarak halkı muktedir kılma cehdi olarak görür. Burada da, Leninist “bilinç götürme” icabı ile halkı bizatihî değer olarak gören popülist uğrak, birbirine dolanmıştır.[15]
- Popülizm, Devrimci Yol’un soldaki hasımları –ve kendi içindeki eleştiricileri- tarafından -yine kâh bu adla kâh mealen-, popülizmle ‘suçlanmıştır’ zaten. Doğru, zaafları popülizmle alâkalı düşünülebilir, bu tartışılıyor da – ama güçlenmesinin olmazsa olmaz bir uğrağı/momenti oydu. Belki de mesele, popülist momentumun düşmesinde, -veya, fizik tabiriyle atalet momentinin kendini göstermesinde!-, karşı-hegemonya kapasitesini kemale erdirememesindeydi.[16] Bunun sadece o ‘camiayı’ değil bütün solu ilgilendiren bir mesele olduğunu söylemeye gerek var mı?
- 70’ler sosyalist hareketindeki popülist uğrağın önemli bir farkı, Ecevit-Devrimci Yol mukayesesinde de bariz görüldüğü üzere, liderin varlığı yokluğudur. Ecevit popülizminde karizmatik lider, olmazsa olmaz bir etkendi. Genel olarak devrimci sosyalist harekette bir örgütsel karizmadan söz edilebilir; bu karizmanın popülizmde lidere atfedilen karizmatik işleve hayli yaklaştığı da ileri sürülebilir; yerel ya da ‘sektörel’ liderler-kahramanlar da vardır ama kitlesel bir duygulanımsal bağ ve özdeşleşme etkisi yaratan lider figürü yoktur. Bu da, 70’ler sosyalist hareketinin ortak konusu: bugün “liderlik eksikliğini” daha ziyade stratejik bir zaaf olarak tartışanlar var[17] ama belki popülist momentumu düşüren bir etken olarak da düşünmek gerekir.
- Sol popülizmin (ilk yazıdan tekrarlayayım, bence daha doğrusu popülist solculuğun) milliyetçilikle imtihanı meselesini ihmal etmemeli. Bu yazı serisinin ilkinde vurguladığım mesele... Popülist uğrak, ne derece ve ne zaman sola milliyetçiliği perçinledi; ne derece ve nasıl Millet’in yerine Halk’ı geçirmeyi başardı?
- Ve tabii solun yarımlıklarında, ‘nabza göre şerbetçilik’te, düşünsel gayretsizlikte, ‘dersini çalışmamak’ta, siyasî hısımlık ve husumet hatlarının tayinindeki ezberlerde, otomatizmde… popülist yordamın katkısını unutmadan.
***
Türk sağcılığının sola dair tasavvurunun “Kemalizm-elitizm, halka yabancılık” vs. ezberiyle görmezden geldiği, ‘bastırdığı’ hakikat, solun 60’lardan 70’lere uzanan dönemdeki halksallaşma kabiliyetidir. Bu illâ popülizm demek değildir tabii ama yine de solun bu ‘altın çağının,’ popülist uğraktan bağımsız düşünülemeyeceği kanısındayım. ‘Kayıp hazine’ deyişim, hem güncel popülizm bahsinin bir yeni modadan ibaret olmadığına, hem de bu mirasın yeterince üzerine düşünülmemiş, süzgeçten geçirilmemiş olduğuna dikkat çekmek için. Popülist usulde bir hayır görenin de ondan fayda ummayanın da kaçınamayacağı bir muhasebe.
[1] Frederico Finchelstein: Faşizmden Popülizme. Çev. Ali Karatay. İletişim Yayınları, İstanbul 2019, s. 183-185.
[2] Sandro Mezzadra - Mario Neumann: Jenseits von Interesse und Identität – Klasse, Linkspopulismus und das Erbe von 1968. LAIKA-Verlag, Hamburg 2017, özell. s. 39-42.
[3] Akt. Karin Priester: Rechter und Linker Populismus. Campus Verlag, Frankfurt a. M. 2016, s. 209.
[4] Toygar Sinan Baykan: “Popülizm, personalizm, patronaj,” Toplum ve Bilim sayı 147 (2019), s. 21.
[5] Turan Güneş: Türk Demokrasisinin Analizi. Agora Kitaplığı, İstanbul 2009, s. 43-5.
[6] 1930’larda anti-faşist Halk Cephesi’nin önde gelen siyasetçilerindendi.
[7] “Halka Hoş Görünme”, Hür Vatan, 30.7.1962, s. 3. Akt: Cemal Fedayi: “Turan Güneş: Siyasal yaşamı ve siyasal düşüncesi,” Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayımlanmamış doktora tezi, Ankara 2003, s. 207.
[8] Mehmet Ali Aybar: TİP Tarihi. İletişim Yayınları, İstanbul 2014, s. 202.
[9] Mehmet Ali Aybar: Neden Sosyalizm?, İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s. 183.
[10] Behice Boran: Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar. Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul 2010, s. 686, 693, 698.
[11] Hikmet Kıvılcımlı: Uyarmak İçin Uyanmalı Uyanmak İçin Uyarmalı. Derleniş Yayınları, Ankara 1980, s. 76-78.
[12] Bilvesile tekrarlamakta fayda var: ilk yazıda da belirttim, popülizm kavramıyla topyekûn bir siyaset, bir program değil, bir yordam, bir uğrak/moment kastediyoruz.
[13] Necmi Erdoğan. “1970’lerde sol popülizm üzerine notlar,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce/Cilt 8: Sol içinde, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 262-274 veya Toplum ve Bilim, sayı 78 (Güz 1998), s. 22-37.
[14] Bu kaynağın kıymetine daha önce değinmiştim: https://www.birikimdergisi.com/haftalik/8511/12-eylul-sol-muhasebe#.XTHu-OgzaUk. Şu konuştuğumuz bağlamda, gayet canlı bir hatırat örneği: Mustafa Korkmaz: Ha Bu Nasul Dev-Genç’tur Uşağum? Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2018.
[15] 70’lerin sonlarından bir iç tartışma metninde tek bir paragrafta “halk” kelimesinin kullanılma sıklığı ve ‘şekilleri’, bu dolanmaya dair bir fikir verir: “Halkın belirli sorunlar karşısında tutarlı tavır alması(nı sağlamak)”… “diğer siyasetlerin halka empoze etmeye çalıştığı hatalı eğilimlerin ortaya çıkması”… “Halkın birliğinin sağlanabilmesi”… “halkın kendi kendini yönetme alışkanlığını kazanması için… mutlaka halktan kişileri istihdam etmek”… “halk içinde çok değişik ve başlangıçta akma gelmeyen imkânların ortaya çıkabileceği”… Fahrettin Engin Erdoğan (der.): Direniş Komiteleri. Patika, Ankara 2013, s. 531-532.
[16] Başka bir kavramsal avadanlıkla da olsa bence neticede bu soru etrafında tartışan bir kitap: Mehmet Süreyya Karakurt: THKP-C Devrimci Yol Geleneğinde Öncülük Olarak Politika. Belge Yayınları, İstanbul 2017, özel. 367 vd. Karakurt, 1977’de anti-faşizm temelinde başarılan hegemonik hamlenin, 12 Eylül arifesinde, demokrasi ve insan hakları mücadelesi temeline oturtulmuş olmasının gerektiğini savunur.
[17] Mesela, yeni bir örnek: Erdinç Obuz: Yüreğim Sol’madan. Nota Bene, İstanbul 2019.