Neşe
Tanıl Bora

Taçlı Yazıcıoğlu, Neşeli Günler nostaljisine takıldığı yazısında, bugün tükenmez neşe kaynağı olarak iş gören o filmlerin çekildiği yılların pek özlenecek bir neşesi olmadığını hatırlatmıştı (Taçlı Yazıcıoğlu-Neşeli Günler). Belki, Zehra Çelenk’in bir hikâyesinde tabir ettiği gibi, “bir tür şeffaf zırh” idi o neşe…[1] Ama bazen de neşe, “en kafasız çocuğu bile kandıramaz…”[2] 

Beteri, bir keresinde Sevinç Doğan’ın bu sayfalarda konu ettiği, Nazilerin Kraft durch Freude (Neşeyle kuvvetlenme) kampanyasıdır, mesela (Sevinç Doğan-Otoriter Rejimlerde Mutluluk Propagandası). Ahaliyi toplu gezilerle eğlencilerle “kaynaştıran” organize neşe.

Daha beteri, Orhan Koçak’ın mizahın ilericiliğini teslim ederken[3] dikkat çektiği tuzak: “hiç yüzü kızarmadan, neşeyle...” gülmenin içine düşürebileceği rezillik: siz “somurtuk” muktedirlere dil çıkarırken, ya onlar “size alt tarafıyla ve katıla katıla gülmekteyse? Ya da düpedüz söyleyelim: kapitalizmin kendisi, herhangi bir Moliere’e, Neyzen’e fırsat bırakmayacak kadar komik ve anarşikse?” (Gülerek Sağ Kalmak

***

Onun da beteri olabilir mi? Murat Özyaşar’ın Diyarbakır Hikâyeleri’nde bir ‘avare’de geçtiği gibi: “Dert görüp neşe sanmak”…[4]   

***

20 yüzyılı kat etmiş Fransız kabareci-hicivci Pierre Desprogres söylemiş: “Her şeye gülebilirsiniz, ama herkesle gülemezsiniz.” (Alaaddin Şensoy’un nihavend şarkısı aynı hikmeti terennüm eder: “Seninle gülmek istemem.”)

***

Bir de, sebepsiz hatta sebeplerle inatlaşan neşe var… “Her şeye rağmen”-neşesi. Selçuk Kozağaçlı’nın hapishaneden kamuya yazdığı mektuplarda hep zikrettiği direniş neşesi… Yine bu sayfalarda Sebahattin Şen’in bahsettiği “tuhaf neşe” (Tuhaf Neşe): 

Demiryolcular’da filmin başlarındaki işçilerin ortak neşesi, Güneşli Pazartesiler’in işten çıkarılmış işçilerinin bütün zamanına yayılmış sanki. İşsizliğin, işten çıkarılmanın ortaya çıkardığı tahribatlar, yol açtığı gerçek ve sembolik şiddetten arta kalan, ondan kurtarılmış neşe. Karıncaların telaşlı çalışmasından değil, ağustos böceğinin sesinden ve pazartesilerin güneşinden gelen tuhaf neşe.”

***

Erken Cumhuriyet, eyleme şevkinin mayası olan neşeyi, yaşama sevincini, “Şarklılıktan” sıyrılmanın ödevi olarak koymuştu. Yakup Kadri mesela, “Şarklılara mahsus hakimâne rehavete… kısır ciddiyete, menfi aklıselime, uyuşuk rüşde” karşı “çocukça şevk” ister; “Avrupalıyı bu kadar ileri atan şey” başka bir şey değil, “şevki ve neş’esi”dir.[5] Ondan yarım yüzyıl sonra Melih Cevdet Anday, Ege (İyonya) köylerini bile neşesiz görüp üzülecektir: “Neşe, çaba ister çünkü.”[6]   

***

Sait Faik, bir hikâyesinde diyor ya, “Neşe de galiba erkek kısmına genç kadınlardan geçen bir hastalıktır.”[7] Nezihe Meriç’in ilk hikâyelerinde (Bozbulanık, Topal Koşma) neşe kelimesi kol gezer.[8] Evet, onda bilhassa kadınlardır neşe eminleri: “Entarisinin önü daima kirli, yemek lekeli, pasaklı, neşeli ve kocaman memeli…” (63) “Özsu” hikâyesinin zaten küçük bir neşe epiği, kahramanı Hayriye, bir neşe jeneratörü. Meriç’te zil “neşesi ile” çalar (55), “neşeli bir kar” yağar (86), “neşeli düşler” görülür (75). Kişinin tarifi, şöyle verilir: “dişleri, gözleri, saçları, kolundaki koca saati, neşesi…” (76) “Aşkı tatlı bir neşe içinde karşılamak” (93) özlenir; “aşkı neden sevinçle, neşeyle karşılamıyorlar?” (112) diye hayıflanılır. “Her ânı değerlendirilmiş büyük bir yaşama neşesi”dir düstur (177) .

***

Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü’nde sayılan birinci anlamı, neşenin kudretini hatırlatır: “yeniden oluşmak” demektir. Sonraki anlamlar: 2. Gülme, eğlenme eğilimi; dışa vuran sevinç; keyif; şetaret. 3. Hafif sarhoşluk; çakırkeyif olma. 4. Yiğit olma. 5. Yüksek olma.

O hafif sarhoşluğun, dinî bir ‘yolu’ da var; tasavvuf neşvesi denen, melâmet neşvesi denen dinî cezbe. Nefsi yenmiş, hüzünle dost olmuş bir vecd hali. (Eski dildeki yazımı ve telâffuzu: neş’e, uhrevî havayı yoğunlaştırır gibidir!)

***

Hüzünle dostluk, tasavvuf neşvesine mahsus değil, “beynelmilel bir şey”dir. 2001’de kurulmuş Polonyalı rock grubu var, mesela: Happysad

Evvelinde, Nietzsche var. Tan Kızıllığı’nda, neşe kelimesi kırka yakın defa geçer. Neşe karşısında duyulan kuşkuyla cebelleşir – ki bu kuşkunun güçlü bir kaynağı dindir. Neşeye ilenenlerin, hayattan derin yara almış acınası insanlar olduğunu söyler. Dünyaya sırtını dönmeyen tefekkürden, “böylece kendi suyuna atlayıp, kendi neşesine erme”yi umar.[9] Nietzsche’ninki, trajikle birleşmiş dinamik neşedir. “Trajik olan, neşedir” – ki bu, trajiğin de neşeli olduğu anlamındadır.[10]   

***

Tabii asıl, Spinoza var. Erdemli davranma makamında yapabileceğimizi yapıyor olmanın iç huzuruna dayanan içkin Stoik neşeyi daha dünyevî, daha kanlı canlı kılan, bedenlendiren Spinoza. Çetin Balanuye, Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor? kitabında (Ayrıntı, 2016) neşeyle anlatıyor. “Varkalma çabası”nın ifadesi olarak sevinç ve bizzat bir erdem olarak sevinç. Balanuye bunu, Spinoza’nın düşüncesinde gezerek anlattığı gibi, kendi varlık koşulunu yerine getirircesine kazık atan memleket esnafıyla cebelleşmesi gibi tecrübelerde de gezinerek anlatıyor - o ilişkiden de sevinç devşirebilmenin (“her fırsatta sevinçli” olabilmenin) hiç de kolay olmayan ve sersem bir hoşnutlukla asla karıştırılmaması gereken fikrî ve ahlâkî cebelleşmesini anlatıyor.

***

Balanuye, arada neşeyi de kullanmakla beraber sevinci tercih ediyor. Sözlükte eşanlamlılar. Benim meylim, “sevinç”i dış etkenleri daha bariz, “neşe”yi ise görece içkin olmasıyla ayırt etmek. 

Schadenfreude’nin, başkasının eleminden derdinden alınan kirli sevincin bir zıddı olabilirse, o, neşedir diye hissederim. Galibi mağlubu olmayan, salih bir sevinç; mütevazı ve içkin bir sevinç. 

Rilke’den bir dizeyi çevirmeyi deneyip buraya –modern deyişle– bırakırken ama, ben de sevinç’le ‘yetineyim’:

Kelimeler yetmez, sevincin nasıl da mutluluktan daha fazla bir şey olduğunu anlatmaya,

Mutluluk sökün edip gelir insanlara, mutluluk kaderdir 

Sevinciyse, insanlar kendi çoğaltır içlerinde,

Sevinç, kalpte bir güzel mevsimdir, basitçesi,

Sevinç, insanların güç yetirebildiğinin azamîsi.



[1] “Bir tür şeffaf zırh sağlayan müthiş bir enerjisi, neşesi vardı…” Zehra Çelenk: Hayatta Kalma Rehberi. Everest Yayınları, İstanbul 2019, s. 45.

[2] “Onun neşesi en kafasız çocuğu bile kandıramaz…” Ian McEwan: Fındık Kabuğu. Çev. İlknur Özdemir. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2019, s. 73.

[3] Murat Özyaşar: Aslı Gibidir – Diyarbakır Hikâyeleri. Doğan Kitap, İstanbul 2019, s. 29.

[4] Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Alp Dağları’ndan ve Miss Chalfrin’in albümünden. İletişim Yayınları, İstanbul 2015 [ilk basımı 1942], s. 67.

[5] Melih Cevdet Anday: Anadolu’da ve Sosyalist Ülkelerde. Çağdaş Yayınları, İstanbul 1977, s. 94.

[6] Sait Faik Abasıyanık: Lüzumsuz Adam, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2016, s. 84.

[7] Nezihe Meriç’i hatırlamayı, Orhan Koçak’ın Sezen Ünlüönen vesilesiyle onu hatırlamasına (Kıymetli Şeylerin Tanzimi) ve sevgili arkadaşım Tolga Arvas’a borçluyum. Aşağıda parantez içinde belirtilen sayfa numaraları şuradan: Nezihe Meriç, Toplu Öyküler I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2017 (6. Basım). Önümüzdeki pazar, 18’i, ölümünün onuncu yıldönümü.

[8] Friedrich Nietzsche: Werke in drei Bänden. Münih 1954, Band 1, s. 1198, 1227.

[9] Gilles Deleuze: Nietzsche ve Felsefe. Çev. Ferhat Taylan. Norgunk, İstanbul 2016 (2. Baskı), özell. 8. ve 15. bölümler.