Son günlerde çocuklarını arayan anneleri kıyaslayarak, müziğin politik fonksiyonu üzerine karşılaştırmalar yaparak, ormanları kimin söndürmediğinin karşısına kimin yaktığını koyarak iki yüzlülük suçlamaları, samimiyet testleri yapılıyor. En hafif siyasi tartışmanın hainlik, döneklik gibi bir seviyeden açıldığı bir atmosferde, iki yüzlülük suçlaması fazla hafif, hatta naif bulunabilir belki. Ancak sokakta çevirip sorsanız hemen herkesin “içi dışı bir” olduğunu iddia ettiği bu ülkede, kişisel olarak hala kana dokunan veya dokunacağına inanılan bir itham olmaya devam ediyor. Suçlamanın hedefindekini örselemek için çok etkili olmasa bile, itibarını düşürmek ama en çok da iddiasını çürütmek için çok kullanışlı olduğu düşünülüyor. Hemen her türlü tepkinin arkasına, bir başka zamandaki bir başka hadisedeki tutum hatırlatılarak, itirazın sahici veya samimi olmadığı iddia ediliyor. Çünkü iki yüzlülük iddiası için en çok kullanılan kanıt da bu tür kıyaslamalar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumartesi Anneleri’ne destek veren ama Diyarbakır’da HDP binası önünde eylem yapan annelere sesiz kalanların iki yüzlülüğünden bahsediyor. Rapçilerin “Susamam” klibini terör örgütlerine de iki “diss” atmamakla eleştiren bir parti yöneticisi, çektiği video mesajla sosyal medyada boy gösteriyor. Akademik ünvan taşıyan biri çıkıp eşcinselliğe -daha aşağılayıcı olsun diye “oğlancılık” diyor- hoşgörü gösterenlerin tarikatlara itirazının vicdanlara sığmayacağını savunuyor. Birileri sahiden rahatsız olduğu için haykırdığında, onun sesini bastırmaya kalkan aşırı hassas “asalım gitsin” tayfası gürültü çıkartıyor.Haksızlıktan, hukuksuzluktan bahsedenlere, yıllardır bıkmadan usanmadan “iki laf da teröristlere söyleyin” deniyor. Hak denildikçe, demokrasi denildikçe daha bir yüksekten açılıyor masa. Diplomasiden ekonomiye her tarafta, herkesin birbirine karşı kullandığı kalıp suçlama, sadece konuşulanı anlamsızlaştırmaya yarıyor. Her tartışma başlığında, eleştirileri yapan herkes için kullanılabilecek geniş bir kıyas havuzu devreye giriveriyor. Her iki yüzlülük iddiası, öncesi ve sonrasından bir başka hadiseden türemiş bir kıyasla cevaplanıyor. Olay bir tenis maçına dönüp, “ama siz de…” silsilesiyle bitmeyen bir sarmala dönüşüyor. Herkes tatmin oluyor belki ama ortada ikna eden veya olan kimse yok.
Kıyasa yaslanmış iki yüzlülük iddiası, kendi de iki yüzlü bir mesele aslında. İki yüzü de sapı da keskin bir iki yüzlülük. Kendince daha önemli bir olaydaki tavır eksikliğini suçlamaya çevirmek, diğer insanların önemsedikleri olaylardaki eksiğinin itirafı bir bakıma. Biraz daha ilerletilirse, kıyasa dayalı bir iki yüzlülük suçlaması ancak başka önceliklerle iki yüzlülük yapmayı kabullenmekle mümkün. Birilerinin acıları, başkalarının mağduriyeti veya duyarlı olunması gereken meseleler için kategoriler oluşturmak, hiyerarşi kurmak, kıyaslama yapmak, asgari bir haksızlığı ve iki yüzlülüğü göze almayı gerektiriyor.
“Ne oldu hani orada konuşanlar vardı, nerede onlar şimdi?” dendiği anda, onların olduğu yerde bulunmadığınızı, bulunma gereği hissetmediğinizi söylemiş olursunuz. “Biz ordayken onlar neredeydi” derken de benzer bir durum söz konusu. Kıyas yoluyla iki yüzlülük suçlamasını tetikleyen asıl motivasyon, meselenin kendisine dair bir eksiklik, zayıflık, savunmasızlık hissi genellikle. Bu suçlama yapıldığında verilen “ama siz de..” ile başlayan cevaplar da benzer bir çaresizlikle malul. Sonsuza kadar sürecekmiş gibi görünen bu döngü, üstünlüğünü kabul ettirmekten çok, zayıflıkla baş etme çabası aslında.
Eğer yanında görmeyi arzu edilenlere dönük sahici bir hayal kırıklığı veya samimi sitemden kaynaklanmıyorsa -ki neredeyse hiçbir zaman böyle bir anlamda kullanılmıyor- iki yüzlülük suçlamasını yapanlar daha baştan samimiyetsiz sayılabilir. Çünkü aynılar aynı, ayrılar ayrı yerde meselesi, gerçek iki yüzlülük testi. Sahiden orada olması beklenmeyen, hatta istenmeyen birilerinin orada olmaması, olsa olsa “gerçek yüzünü” göstermesidir. Bütün toplum olarak ortak tepkiler verilmesinin beklendiği olaylarda bile “aynı tepki” talebi çok gerçekçi değilken, herkes için anlamı ve tarihi farklı karmaşık meselelerde standart tepki hiç mümkün değil. Bu sahte tutum da bunu zorlamak da düpedüz iki yüzlülük.
Şu veya bu tepkinin yerindeliği tartışması açmak ya da mecburiyetinden söz etmek kadar tartışmayı karşı kıyaslamalarla karşılamaya kalkmak da fazlasıyla anlamsız. Bütün meselelerin pek çok yüzü var ve hepsini aynı tepkiyi – örneğin “kaygıyla izliyoruz”- vermek, iki yüzlülükle değil ancak yüzsüzlükle isimlendirilebilir. Bir hukuk ve demokrasi soyutlaması olarak, kamuyu temsil edenlerin bütün vatandaşlara eşit mesafe, eşit muamele mecburiyetini ihlal eden “çifte standart” ise tamamen ayrı bir başlık. Devlet yöneticileri çocuklarını arayan annelere çifte standart uygulayamayacağı gibi toplumsal-siyasal tepkiler konusunda da iki yüzlülük standartları koyamaz.
Türkiye’nin son yıllarında ama özellikle son günlerinde çok yakıcı sorunların, geniş bir alana yayılmış mağduriyetlerin, yaşanan haksızlıkların etrafında hiç bitmeyen iki yüzlülük tartışmaları açılıyor. Herkes birbirini suçluyor, duyarlılığa davet ediyor. Ancak başta devlet yöneticileri olmak üzere bu tartışmaların en hararetli taraftarları, mesele ettikleri olaydaki gerçek duyarlılıkla değil ortaya koydukları çarpık kıyaslamalarla yaratmayı umdukları baskıyla ilgileniyorlar. Kavramların, kelimelerin imhası böyle başlıyor; içeriksizleşme, giderek amaca kilitlenmiş bir fonksiyona yer açıyor. Bu yüzden sorunlarla, acılarla ilişki kurmanın, vicdani bir tutarlılık yaratmanın, kıyaslarla beslenmiş iki yüzlülük tartışmalarının dışına taşınmasının bir yolunu bulmak gerek. Kötü niyetli kullanım gerekçesiyle meseleleri görmezden gelmek gibi bir “iki yüzlülük” yapmadan elbette.
Konuşma yasağı ödetilen bedelleri çeşitlendirerek genişletiliyor. Yıllar öncesindeki paylaşımlar, uydurulmuş, üretilmiş deliller kullanılarak intikam davaları açılıyor. Canan Kaftancıoğlu olayında gördüğümüz gibi “ibret” hükümler veriliyor. Diğer yandan da “söz söyleme mecburiyeti” ısrarlı ve zorlama kampanyalara dönüşüyor. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nden medyaya, tüm siyasi aktörler, sanatçılar ve herkes üzerinde, “duyarlılık” talimatlarına uyma baskısı yaratılmaya çalışılıyor. Şimdiye kadar kendiliğinden ve başarılı biçimde sürdürülen gündem belirleme artık gündem talimatlarıyla yönetiliyor. İki yüzlülük isnatları ve kıyas bu yeni zeminin gözdeleri. Karşı duruşun formülü, kıyas zorlamasına benzer argümanlarla cevap yetiştirmek olmamalı.