Bundan önceki Birikim haftalık yazısında, AKP içinden çıkacak yeni partiler etrafında başlayan tartışmalardan bahsetmiştim. Davutoğlu ve Babacan’ın ismiyle anılan iki ayrı parti girişiminin “yenilikleri” hakkındaki tartışma hız kesmedi. Özellikle muhalefet çevrelerinde daha çok ilgi gören bu tartışmalar, partilerin tüzel kişilik kazanmasıyla daha da artacak gibi görünüyor. Davutoğlu ilk adımı attı ve “gelecek” partisinin kuruluş dilekçesini verdi. Babacan da yıl bitmeden dilekçeyi vereceklerini açıkladı. Bu yüzden mesele, bir yazıyı daha ve tartışmayı biraz daha ilerletmeyi hak ediyor. Önceki yazıda, partilerin ve lider aktörlerin “yeni olup olmadığı” bahsinden çok siyasi zeminde yaratabilecekleri yeni durum üzerine düşünmenin –muhalefet açısından- daha anlamlı olacağını ileri sürmüştüm. Bu tartışmayı, geçen sürede gazeteduvar’da yazdığım üç yazıdaki verilerle biraz daha genişletmek istiyorum.
Ortaya çıkan yeni bir siyasi hareketin (partinin) veya mevcut siyasi yapıların bölünmesinin, süreci ortaya çıkartan şartlar kadar siyasi zeminin genelinde meydana gelen değişimlerle irtibatı önemli. Bu tür gelişmelerin ortaya çıkarttığı sonuçlar, söz konusu siyasi aktörlerin iddialarından veya zayıflıklarından çok farklı rotalar izleyebiliyor. Önceki yazıda, yeni kurulacak partilerin -niyet ve kabiliyetlerinden bağımsız olarak- siyasi aritmetik ve hakim siyaset dili üzerinde etkileri olacağına değinmiştim. Aynı şekilde, bu partilerin siyasi zeminde yaratabilecekleri etkilerden önce –veya onlardan bağımsız olarak- zaten başlamış olan hangi değişimlerle nasıl ilişkilenebileceklerine bakmak gerekir. Bu çerçevede, bu partiler olsun olmasın siyasi alanda nasıl değişim dinamiklerinin işaretleri olduğuna bakalım:AKP iktidarının 2011-2013 arasındaki -çoğu negatif bazıları pozitif motivasyonla beslenen- süreklileştirilmiş çoğunluk stratejisi, aslında politik iddiayı yenileyen bir hikaye değişimi denemesiydi. Cemaatle sert çatışma, Gezi protestoları, 7 Haziran 2015 seçimi, dış konjonktürde ve ekonomide trendin değişmesi negatif motivasyonu büyüttü. Biteceği görülen, içeride ve dışarıda desteği zayıflayan, müttefikleri artık daha az güvenilir hale gelen AKP hikayesinin yerine bir Erdoğan hikayesi öneriliyordu. Bahçeli’nin uzattığı el, 15 Temmuz darbe girişimi ve sistem desteği sağlayacağına inanılan Başkanlık referandumu gibi faktörler bunu bir denemeden mecburiyete doğru taşıdı. Kronolojiye bu dinamik üzerinden bakılınca, siyasi dengenin değişmeye ve hatta değişme ihtimaline bile direncinin arttırılması, en önemli mesele haline geldi. Pek çok faktörle birlikte, otoriterleşme ve onu destekleyecek kutuplaştırma hızla yükseldi.
Bu sürecin muhalefet cephesindeki okuması, iktidarın değiştirilebilmesi için blok siyasetinin kırılması gereğiydi. 2011-2019 arasında gündelik konuşmalardan akademik tartışmalara kadar geniş bir alanda, iktidarın (siyasi dengenin) değiştirilebilmesinin imkanları –ve imkansızlığı- tartışıldı. Ekmelettin formülü gibi buluşlar, haftalarca süren istikşafi görüşmeler böyle üretildi. Fakat iktidarın stratejisinin değiştirilemez çoğunluk yaratma mecburiyeti, çözüm sürecinin buna katkısının olmayacağının algılanmasıyla birlikte asıl olarak Erdoğan’ın meselesi haline geldi. 400 vekil talebi karşılanmayan Erdoğan’a piyango gibi gelen başkanlık formülü, bu zorunlu sıkışmayı bir süreliğine perdeledi. Sistemin Erdoğan’a açtığı imkanlar, sıkıştırdığı mecburiyetleri bir süre görünmez hale getirdi.
Başkanlık referandumu ve ardından gelen seçimler, siyasi zeminin temel sorusunu, muhalefetin değişiklik yolu bulmaktaki zorluklarından iktidarın yerini korumak için aradığı çarelere çevirdi. Erdoğan iktidarının ekonomik kriz karşısındaki tutumu, özel olarak AKP için zehirli bir etki yaratan milliyetçiliğe ölçüsüz müracaatı, muhalefet ittifakını bozma çabaları bu arayışın çeşitli görünümleri olarak karşımıza çıktı. Özellikle ekonomik krizin siyasi etkilerini engellemek, geciktirmek veya zayıflatmak için, dayanıklılık ve sürdürülebilirlik meselesine özel bir önem verildi. Yaygın beklentinin aksine, görüntüyü kurtarmak için bile revizyon, reform tarzı bir değişikliğe yönelmek yerine uygulanan politikalar aynen hatta sertleştirilerek devam ettirildi. Ümit Akçay’ın birdirbir.org’da yayınlanan “Otoriter konsolidasyonun kapısı aralandı”(Umit Akcay-birdirbir) makalesi, 2019 yılındaki uluslararası konjonktürdeki değişiminin bu konuda yarattığı imkanlara dikkat çekiyor.
Erdoğan iktidarı için önceden başlamış destek erimesinin yerel seçimle fazla görünür hale gelmesi, önemli bir riski gündeme getirdi. Korkulan, bazı çevrelerin umduğu gibi toplumsal muhalefetin yükselmesi değildi. Siyasi alandaki güç kaybının ekonomik krizle eşzamanlı yaşanması, hakim sınıfların iç çatışmalarının, iktidar ittifakındaki etkinlik geriliminin ve dış çevrelerin sıkıştırma fırsatlarının artmasına yol açabilirdi. Biraz da diğer seçeneklerin zorlukları yüzünden, önemli bir siyasi tercih kullanıldı. Bazı şeyleri değiştirmeyi kabul etmenin (sadece böyle görünmenin bile), kendisiyle ilgili değişmezlik hissini bozacağını değerlendiren iktidar, “beceriklilik” yerine “dayanıklılık” gösterisini seçti. Bu tercih –dünyanın bütünü ve Türkiye muhalefeti anlamında- dışarıya karşı başarılı da oldu. Ancak şimdi bu tercihin kendi içine doğru oluşan çatlağı ne kadar derinleştireceğini göreceğiz. Yeni parti girişimlerinin düşük profil muhalefet tercihleri ve sorunlara yöntemsel cevaplar vermeye kalkmaları, iktidarla beklenmedik bir başka kontrast oluşturabilir.Önceki yazıda siyaset dili açısından AKP’den çıkan partiler, “Akşener’in gönüllü olarak mevcut karşıtlık şablonuna yerleşmesine ve daha çok muhalefet blokunda etki yaratmasına benzemeyebilir” yazmıştım. Ancak yeni parti girişimlerinin, belli açılardan Abdüllatif Şener veya Has Parti gibi muhafazakar kopuş hareketlerinden daha çok İyi Parti’ye benzediği söylenebilir. Çünkü hazır bir ihtiyaç ortaya çıkmadan gelişen kopma hareketleri genellikle çok etkili olamıyor. Ortaya çıkışıyla ihtiyacı tetikleyen değil, bir ihtiyacın veya arayışın zorladığı seçenekler daha etkili oluyor. Bunun önemli örneklerinden biri AKP’nin kendisi. Yeni parti girişimleri bütünlüklü bir parti görüntüsü vermeden, yeni ve iddialı bir program oluşturamadan -hatta tam da böyle yaptıkları için- beklenmedik bir etki yaratabilirler.
Yapılan son araştırmalar, Türkiye’de seçmen bloklarının yüzde 50/50 şeklinde bölünmeyip, kararsızların üçüncü büyük grubu oluşturmaya başladığını gösteriyor. Dolayısıyla yeni partiler, iktidardan kopartabildiklerinden çok gri alana kaymış iktidar seçmeninin geri dönüşünü durdurduğu için etkili olacak. İktidarın, krizleri “sürdürebilirliği” öne çıkartarak karşılama tercihi, dışarıya karşı pozisyonunu güçlendirirken içerdeki konsolidasyonu gevşetmiş görünüyor. Sorunların sadece güç-dayanıklılık meselesi olarak ele alınması, duruma yöntem ve kadro düzeyinde yaklaşan “yumuşak” muhalefet çıkışlarına alan açabilir. Çünkü Erdoğan iktidarının, tabanının önemli bölümünün de yakıcı biçimde hissettiği sorunları –liyakat ve diğer sistem sorunları da buna dahil– önemsememiş olması (görünmesi), krizin etkileri yavaşlasa bile kolay tamir olmayacak. Bu partilere dönük saldırganlığı yükseltme mecburiyeti de Erdoğan’ın aleyhine işleyebilir.