“AKP’de taban kaymıyor, tavan uzaklaşıyor” başlıklı bir önceki Birikim yazısında, iktidar bloku ve özellikle AKP’nin politik hamleleriyle kendi tabanından uzağa düşmeye başladığını savunmuştum. Ekonomiden dış politikaya kadar birçok proje ve iddianın, iktidar tabanında artık karşılık bulmadığını, onay almadığını gösteren verileri paylaşmıştım. Şimdiye kadar milletin nabzını çok iyi tuttuğu iddia edilen iktidarın (Erdoğan’ın), bir süredir nabız tutmayı bırakıp ritim düzenlemesiyle işi yürütmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bu idare yönteminden kısmen sonuç alabildiği de söylenebilir. İktidar inatlaşma konularını, neden desteklenmesi gerektiği üzerinden tartışmayıp, kimin karşı olduğu üzerinden konuşturmayı hala başarabiliyor. Pek çok meselede, “itirazcı muhalefet” tezinin alıcısı seçmenler bulunabiliyor. Kendisini destekleyen tabanın önemli bir kısmını, yapılanları onaylamasa da destekten vazgeçmemeye razı edebiliyor. Bu beceride, medya imkanlarının oransız üstünlüğü ile yürüyen gündem kontrolünün etkisi elbette çok fazla. Muhalefet aktörlerinin iktidarın destek kalabalığına nüfuz etme zorlukları ve kültürel barajları da bilinen gerekçeler. Alternatifsizlik (veya sadece hissi), endişe ve risk algısının yapıştırıcılığı gibi unsurlar da sıralanabilir. Bütün bunların yanında -çoğunlukla dışarıya karşı bir dinamik olarak tartışılan- kutuplaştırma siyasetinin içe dönük bazı sonuçlarını da koymak gerek: Destek muhafazakarlaşması, yaşlanması ve taşralaşması.
Menderes Çınar, yıl biterken yazdığı “Yerli ve Milli Sığ-ınağı” başlıklı yazısında, “siyasetin demokrasiyle medenileştirilmesinin reddi olarak” tarif ettiği “yerli-milli” söylemiyle, iktidarın nasıl bir “sığlığa” sıkıştığını özetliyor: “AKP, yukarıda bahsettiğim reddiyeci karakteri nedeniyle kendisini sığ bağnazlıklar arasına çekilmeye mahkum etmiştir” (...) “’Yerli ve milli’, tarihle hesaplaşıyorum derken toplumla barışmayan, böylece parantezi kendisi içinde kalacak şekilde kapatarak, Türkiye’yi otoriterizme demirleyen AKP’nin sığınağıdır.” Çınar’ın da işaret ettiği üzere her sığınak, burada korunacağını düşünenler için gönüllü veya mecburi olarak kendisini kapattığı alanı da tarif eder. Oldukça uzun bir süredir, iktidarın yarattığı konsolidasyonun diğer blok karşısındaki dayanıklılığı üzerine tartışılıyor. Ancak bu konsolidasyon sürecinin iktidar tabanına ne yaptığı, nasıl bir dönüşümle sürdürülebildiği konusu biraz ihmal ediliyor. İktidar, kendisini savunmak, “ötekilere” hayatı zindan etmek ve bütün bunlar yüzünden bedel ödememek gibi “başarılar” elde ediyor olabilir. Fakat bu kadar uzun kalınan sığınağın atmosferinin bozulmaması zaten zor ama artık bunun hissedilmemesi de pek mümkün olmuyor.
AKP’yi tek başına iktidar yapan, daha sonra oy tabanını genişleten, muhafazakar kalabalıkları hiç de muhafazakar olmayan (gösterilmeyen) beklentilerin arkasına takabilmesiydi. AKP, muhafazakarları sığınaklara çağırmıyor, aksine onlara sığınaklarından güvenli biçimde çıkma fırsatı vadediyordu. Şimdi, iktidarın savunulması her şeyin önünde, destekçileri için de bir beka davasına dönüştürüldü. İktidar, en korunaklı olduğunu düşündüğü “sığ” zemine çekilirken, destekçilerinden de etrafında toparlanma ve daha fazla “muhafazakarlaşma” talep ediyor. Tavan, tabanının beklentileri ve taleplerinden uzaklaşırken, onları –en azından reflekslerini– biçimlendirme çabasından vazgeçmiyor. Tabanına desteğe mecbur olduklarını hatırlatırken, bu desteğin nerede ve nasıl olacağının çerçevesini de çiziyor. Savunmanın demografisini ve coğrafyasını dayatıyor. İktidarın siyasi liderliği, tabanının talep ve beklentilerinden uzaklaşmakla yetinmiyor, onları da buralardan uzaklaşmaya zorluyor. Bunun doğal sonucu, tabanın ağırlık merkezindeki yaşlanma ve taşralaşma olarak karşımıza çıkıyor. Neredeyse bütün araştırmalarda, iktidar tabanında gençler ve büyük kentlerden başlayan destek gevşemesi çok net biçimde ölçülebiliyor. 24 Haziran 2018 seçimlerinde kısmen görülen bu eğilim, 2019 yerel seçimlerinde iyice belirginleşti. AKP ortağıyla birlikte, en güvenli sığınağı olan yaşlı taşraya çekiliyor.
Yerel seçimdeki oy dağılımı, iktidar partilerinin tutunabildikleri alanların ve ağırlık merkezinin artık “siyasi” taşra olduğunu çok net biçimde ortaya koyuyor. Bu sıkışılan coğrafya, tekrar değiştirilmesi zor bir kader yaratmaya da aday. Aynı şekilde, Metropoll Araştırma’nın son rakamları, AKP’nin gençler arasındaki desteğinin, genel ortalamanın on puandan daha fazla gerisine düştüğünü gösteriyor. Gerçek hayatta olduğu gibi siyasette de “Benjamin Button” (giderek gençleşmek) pek görülmüş vaka değil. Sonuçta iktidarın ayakta kalma başarısını temin için müracaat ettiği -aslında bir şekilde sonuç da aldığı- stratejinin, sadece dışarıya karşı değil kendi içine doğru işleyen gerekleri ve sonuçları var. Ancak aynı paradoks, bu dinamiklerin yarattığı riskler ile vazgeçmenin getireceği maliyetlerin kıyaslamasında da ortaya çıktığı için, durum bir komplikasyon olarak değerlendirilemez. Konsolidasyonu sürdürmek için tabanın itildiği alan, iktidar desteğinin dinamizmini emiyor, hatta yavaş yavaş öldürüyor. Fakat taşraya çekilen daha yaşlı ve daha muhafazakar reflekslere sıkıştırılan taban, ancak bu yolla daha güvenilir bir alanda tutulabiliyor. Muhafazakarlıktan dinamizm üretmekle, desteği muhafazakarlaştırmak çok başka şeyler. Taşradaki özüne (köküne) yaslanmakla, taşraya büzüşmek de öyle. Gençlere ulaşamamakla, yaşlanmak da epey farklı. Bir önceki yazıyla bağlayarak bitirirsek; İktidarın tavanı, kendi tabanı için hangisini tercih ediyor veya hangisine mecbur? Sonuç açısından bakılırsa da hangisi daha hızlı?