Aşağıda okuyacağınız metin, İran’da yayımlanan Asr-ı Ma (Bizim Asrımız) dergisinin 7 Haziran 1997 tarihli 71. sayısından alındı ve biraz kısaltılarak Farsça’dan çevrildi. Asr-ı Ma İran siyasetinde radikal kanatta yer alan ve “Yeni Sol” diye bilinen İran İslâm devriminin Mücahitleri Örgütü’nün (Sazeman-e Mücahidin-e İngilab-e İslâmi İran) resmî yayın organı. Başyazarlığını Mir Hüseyin Musevi’nin başbakanlığı döneminde Ağır Sanayi Bakanlığı yapan ve bu örgütün önde gelen ideologları ve liderlerinden biri olan Behzat Nebevi’nin yaptığı Asr-ı Ma İran siyaset sahnesi ve İran’daki siyasî akımlarla ilgili kapsamlı ve çığır açıcı yorumları ile biliniyor. Örneğin, bugün İran siyaset sahnesindeki siyasi akımlar için kullanılan sağ, muhafazakâr, yeni sağ, eski sağ, sol, yeni sol gibi terimleri ilk kez Asr-ı Ma kullandı ve bu terimler daha sonra yaygınlaştı.
Bütün dünyada ve İran’da büyük tartışmalara yol açan 23 Mayıs’taki İran cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında Asr-ı Ma’dan çevrilen yazıdaki değerlendirmeler de oldukça ilginç ve bilgilendirici. Seçimleri kazanan Muhammed Hatemi’yi destekleyen sol-liberal koalisyona dahil olan İran İslâm Devriminin Mücahitleri Örgütü’nün seçim sonuçları ile ilgili resmî değerlendirmesini içeren bu bildiri-yazı, bu çok tartışılan konunun (Hatemi’nin seçim zaferi) İran siyasetinde ne gibi etkileri olduğu, ne gibi nedenlerden kaynaklandığı, bundan sonra iç ve dış politikada ne gibi sonuçlara yol açacağı ve benzeri soruları, içerden, vukuflu bir bakışla, ama aynı zamanda uzun zamandır gadre uğrayan bir muzafferin kendisini uzun süredir aktif siyaset ve yönetim sahnesinden (neredeyse zorla) uzak tutan muhafazakâr kanada karşı,“sonunda layığınızı buldunuz” diyen üstten edasıyla yazılmış bir değerlendirme.
Yazıda sürekli olarak “özel bir aday”, “belirli bir aday”, “bilinen aday” gibi ifadelerle bahsedilen kişinin, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden muhafazakâr kanadın lideri Meclis Başkanı Ali Ekber Natık Nuri olduğunu belirtmekte fayda var. Metnin “süslü” ve hamasi dilinin de sağ-sol-İslâmcı vb. ayrımların ortadan kalktığı bir “İranî” özellik olduğunu söyleyebiliriz!
SERHAT GÜLMEZ
İran İslam Cumhuriyeti 7. dönem Cumhurbaşkanlığı seçimi cesur İran milletinin tarihî iradesini açık bir şekilde sergilediği sahnelerden biriydi. 1997’nin 23 Mayıs’ında kahraman ve bilinçli halkın yarattığı destan sadece düşmanları şaşırtmakla kalmadı, belki devrimin dostlarını da hayrete düşürdü. Tarihî ve hassas bir dönemde, cumhurbaşkanlığı seçimine geniş ve daha önceden benzeri olmayan bir katılımda tecelli eden İran milletinin karar ve iradesi sadece İslâm cumhuriyeti seçimleri açısından yeni bir rekor olmakla kalmayıp, Batılı ülkeler ve liberal demokrasiler ölçüsünde de benzersizdir.
30 milyon kişinin, yani bu seçimde seçmenlerin yüzde 88’inin katılımı Amerika’nın yüzde 60’lık katılımı ve Alman ve İtalya gibi ülkelerin 80-85’lik yüzdeleri ile karşılaştırıldığı zaman, halkın katılımının yüksekliği, İran İslâm Cumhuriyeti’nde halkın kendi kaderini belirlemedeki sorumluluk duygusu ve müdahale ölçüsünü ispatlıyor.
Tabiî ki, İran İslam Cumhuriyeti referandumu halkın yüzde 98 katılımı ile gerçekleşmişti. Fakat eğer devrimden 18 yıl sonra ve yavaş yavaş devrim atmosferinin azaldığı faktörünü dikkate alırsak, Müslüman İran milletinin son destanı açık bir şekilde anlaşılır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya çıkan bilinç ve millî karar unsuru önceki seçimlerle karşılaştırılamaz ve bu yüzden değişik yabancı ve yerli yorumcular tarafından son seçim, referandum, sakin devrim, parlamento devrimi, barışçı devrim, barışçı değişime yönelik irade, sakin millî şahlanış ve benzeri sıfatlarla anıldı. İslâm devriminin de tüm yorumlara rağmen şimdiye kadar tüm gerçek boyutlarının ortaya çıkmaması gibi, İran milletinin son hareketi de tarihin akışında ve etkilerinin ortaya çıkmasından sonra tamamen anlaşılabilir ve yorumlanabilir ve bu yüzden şimdi tüm boyutlarını, zerafetini ve ayrıntılarını ortaya çıkaramayız. (...)
7. SEÇİMİN ÖZELLİKLERİ
Bu seçim döneminin ilk özelliğini siyasî-ideolojik değişimlerde ve sosyal güçlerin yeni kompozisyonunda aramak lazım. Toplumumuz son iki yılda siyasî-ideolojik farklılıkların ayırdedilebilmesi ve değişik kanatların oluşumuna şahit oldu ve belirgin bir şekilde düzenin içindeki dört kanat, değişik sosyal, ekonomik, siyasî, kültürel ve ideolojik konulardaki tutumlarını ve görüşlerini parlak bir şekilde toplumun bilgisine ve yargısına sundular. Partiler, örgütler, cemiyetler ve değişik siyasî gruplar da bu yelpazede kendi yerlerini belirginleştirdiler ve adet olan genel konuşmalardan bir yere kadar uzaklaşıp, siyasî şeffaflığa yöneldiler.
Bu iyi gelişme ilk kez (Mart 1996) 5. Meclis seçiminde belirtilerini gösterdi ve kendi mükemmelleşme sürecinde cumhurbaşkanlığı seçimine vardı, yani ayrışma süreci ve toplumda bilinçli seçim imkân ve zemininin ortaya çıkmasını sağladı.
Diğer taraftan değişik eğilimlerdeki siyasî-ideolojik kanatlara ait adayların bulunması, bu dönemde rekabeti ciddi ve gerçek bir rekabet haline getirdi. Özellikle toplum tarafından ciddiye alınan asıl adayların arasında başlangıçta fazla mesafe yoktu.[1] Tabiî biz Hatemi’yi cumhurbaşkanı adayı olarak desteklediğimizde, her ne kadar kazanacağını ümit etsek de, hiçbir şekilde oylarının böyle hızla yükseleceğini kesin ve güçlü bir çoğunluk beklemiyorduk. Çünkü Hatemi öyle şartlarda seçim ortamına girdi ki, asıl rakibi iki yıl öncesinden iç ve hattâ dış yolculuklarda seçim faaliyetine başlamıştı ve kendisince ve onu destekleyenler tarafından gelecek cumhurbaşkanı olarak kabul ediliyordu. Buna rağmen Hatemi’nin karakteri ve toplumsal zeminler hızla etkisini gösterdi ve onu birinci ve asıl adaya dönüştürdü. (...)
Gerçi Hatemi eğitimliler, üniversiteliler, öğretmenler ve toplumun aydın kesimi tarafından Kültür ve İslami İrşad Bakanlığı’ndaki parlak karnesi nedeniyle az-çok tanınmıştı, fakat biz ve siyasî yorumcular üniversitelerdeki nabız yoklamalarını ve aydın çevrelerdeki yüzde 70’lik oyu toplum düzeyine genelleştiremiyorduk. Hatemi’nin 1997 Nevruz’undan önce ve özellikle sonraki siyasî propaganda faaliyetleri ve ülkenin değişik kent ve köylerine yaptığı gezileri ve halkla yakın bağlantı kurması -ki halka ait bir tarzla, yani otobüsle yolculuk yapıyordu- hızlı bir şekilde belirsizlikleri ortadan kaldırdı ve halkın tarafından sevilmesine yol açtı.
Hatemi sadece rakibinin iki yıllık yolunu, en az masraf* ve örgütlenmeyle 2 ayda kat etmekle kalmadı, hattâ öne geçti ve gün geçtikçe kazanma ihtimali arttı. Hatemi’nin aydın, köylü ve kentli arasındaki desteğinin artması rakip kanadı bir kez daha ağır bir biçimde endişelendirdi. Bu kanat, kendine güveni azaldıkça ve önceden belirlenen amaçlarına ulaşmaları konusunda ümitsizliğe düştükçe Hatemi ve onu destekleyen güçlere karşı yıkıcı faaliyetlerini arttırdı ve amaca ulaşmak için birçok şeyi kullanmayı mübah gördü.
7. cumhurbaşkanlığı seçimi bu açıdan da örnekti. Bir cumhurbaşkanı adayına karşı yıkıcı çabalar bu denli şiddet, ve yaygınlık içermemişti. Hatemi’nin kazanmasını engellemek için tüm sermayeler, imkânlar, yollar, yöntemler ve mümkün olan tedbirler kullanıldı. Bunlar öyle teşebbüslerdi, ki sadece şeriat, kanun ve siyasî mücadele ilkeleriyle açıklanamamakla kalmıyordu, mertlik ve insafın en ilkel temellerinden de uzaktı. Hatemi’nin Meşhed ve İsfahan’daki konuşmalarına saldırıdan tutun da milyonlarca tirajlı yalan, hakaret ve iftirayla dolu kitapların yayımlanmasına, çirkin görüntülerin montajından geniş dedikoduların yayılmasına, Hatemi’yi liberal** kültürel saldırı amili, Velayeti Fakih’e ve liderliğe karşı olarak göstermeye, komplo amacıyla Hatemi taraftarlarının yürüyüşü adıyla video kasetleri hazırlamaya ve o kasetlerin camilerde gösterilmeye ve dağıtımına kadar.
Bunların dışında denetim ve icra tedbirleri özel bir adayın*** yararına alınmıştı. Örneğin ülkenin tümünde denetim heyetlerinin üyelerinin bir çoğunun özel bir kanada**** bağlı olanlardan seçilmesi, değişik eyaletler ve kentlerde yetkililerin kanunsuz çabaları, birçok kurumun yetkililerinin özel bir adayı desteklemeleri için tehdit edilmeleri, Şurayı Nigehban’ın (Koruyucular Konseyi) bazı üyelerinin özel bir aday yararına geniş faaliyetleri, Besiç komutanının genelgesi ve tüm ülkedeki Cuma namazı komitelerinin özel bir kanadın yararına kullanılması, resmen liderlik bürosu tarafından tek aday yararına faaliyetten men edilen ve beytülmal [devlet hazinesi] parasıyla beslenen gazetelerin tek taraflı ve yıkıcı propagandaları.
Hattâ herkesi hayrete düşüren bir şekilde, seçimdeki adayların listesi alfabetik sırayı dikkate almadan oy kullanma merkezlerine asıldı ve birçok insana öyle geldi ki alışagelmişin dışında olan bu davranış bir adayın Londra radyosuyla röportajına olumlu yanıttır! Hatemi’yi Beni Sadr’a benzetme, ruhaniyat ve ulemayı başka kesimlere özellikle üniversitelere karşı gösteren sahte iki kutupluluk yaratma, özellikle iki meşhur ruhani merkez olan Came-i Müderrisin (Kum Medreseleri Hocaları Derneği) ve Came-i Ruhaniyat’ı Mübariz’ın (Militan Dinadamları Birliği) da özel bir adayı desteklemeleri; bunların hepsi Hatemi’yi halk zihninde problemli, şüpheli durumu düşürmek için örgütlenmiş yaygın çabalardı.
Fakat bu girişimler işe yaramadı, çünkü Hatemi de ruhani ve Ayetullah çocuğuydu ve hem de birçok tanınmış ve yüce ruhani ve ulema onu destekliyordu. Üstelik, bir taraftan devrim dönemindeki ve İslâmi düzenin istikrarı sırasındaki fedekârlıkları ve hizmetleri, diğer taraftan Münafıklar [Halkın Mücahitleri] ve Beni Sadr’a karşı kesin ve akıllı tutumları herkes tarafından bilinen ülke düzeyindeki en devrimci ve asaletli güçler onu destekliyordu.[2] (...)
Radyo-Televizyon ve üst düzey yöneticileri bu dönemde tek taraflı ve tahrif edici propaganda da yeni bir rekor kırdılar. Radyo ve televizyonun bir aday yararına ve öteki aday zararına propaganda bombardımanı ve yas meclislerinin [Muharrem ayında halk arasında düzenlenen, ilahi ve ağıtların okunduğu okunduğu toplantılar] yayımından ve tek taraflı dini konuşmalardan tutun, ta propagandavari haber ve basın programlarına kadar en küçük fırsatları kullanması 7. cumhurbaşkanlığı seçiminin unutulmayan özelliklerindendir. Radyo televizyon, sadece dört tanınmış ve hepsi de Şura-yı Nigehban’ın onayladığı [adayların bulunduğu] açık oturumlarda halkı liberalizm ve Batının kültürel saldırısı ve devrimin iyi olmayanların eline düşmesi ve benzeri şeylerle korkutuyor ve onları cumhurbaşkanı seçiminde bu tehditlere karşı uyarıyordu.[3]
Fakat tüm bunlar etkili olamıyor ve rakip kanadı kabus ve endişeden kurtarmıyordu. Birdenbire Pazar kanadının en alt sıradan güçleri tarafından, liderin bir adaya yakınlık duyduğu ve onun kazanmasını istediği şeklinde geniş bir dedikodu yaratıldı, öyle ki bu dedikodu özel bir kanadın meşhur ruhanisi tarafından açıklandı ve o kanada bağlı gazetelerin manşeti oldu.[4]
Gerçekte belirli bir kanat rejimin liderinden tutun ulema, ruhaniyet, cuma imamlarına kadar herkesi ve her şeyi feda etmek pahasına ve birçok organ ve makamları ve hattâ -resmen seçim propagandalarına herhangi bir aday yararına karışmaktan men edilen- İstihbarat Bakanı ve ayrıca bazı Sepah (Devrim Muhafızı) komutanlarının[5] konumlarını kullanarak, ki bu 5. Meclis seçiminin endişe verici tecrübesinin bir tür kopyasını akla getirer, kendi adaylarını cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtmaya hazırdılar ve böyle teşebbüslerin tehlikeli sonuçlarını asla düşünmediler.
Böyle geniş ve ağır bir saldırıya rağmen, kendi seçtikleri adaya oy veren halkın tepkisi bu seçimin başka bir özelliğidir. Aslında devlet ve halk medyasının karşı karşıya gelmesi ve ikincisinin birinciye üstünlüğü 7. halk seçiminin bariz özelliğidir.
Bu seçimde halk, etkilenen seyirciler ve sadece oy veren bir faktör olmaktan çıkıp, hassas, aktif ve yaratıcı bir faktöre dönüştü. Toplum ve sosyal dokunun tamamı, kentliler, köylüler, okumuş, cahil, aydın, genç yaşlı, kadın erkek, işçi, çiftçi, kendi hesabına çalışan esnaf, memur, öğretmen öğrenci, hoca, alim, medrese talebesi; hepsi seçim rekabetinin sorumlu ve aktif aktörleri oldular, bu seçim dalgasında İran toplumunun atmosferi niteliksel bir değişime uğradı. Böyle bilinçli, istekli ve aktif bir katılım dalgasında, bu dönemde sandığa atılan her oy ve her kâğıt parçası başka dönemlere göre daha farklı ve yüce bir anlam ve değer taşımaktaydı.
Burada 7. seçimde gençlerin rolünü anmak lazım. Devrim nesli ve 1979 İslâm devriminin zaferinden sonra dünyaya gelenler, 7. cumhurbaşkanı seçiminde siyaset sahnesine, yani kaderin belirlenmesine adım atma ve kendi istek ve eğilimlerini oylarıyla açıklama fırsatı buldular. İran toplumunun ortalama yaşı ve ülkenin genel nüfusunda gençlerin büyük oranı dikkate alınırsa, 7. seçimde genç unsurun varlığı gerçekten gözalıcıydı. (...)
HALKIN BENZERSİZ KATILIMININ NEDENLERİ
Son seçimde halkın katılımının artmasının ilk nedenini ’90’lı yıllar ve özellikle son yıllarda İran toplumunun yapısındaki değişimlerde aramak gerek. (...) Bir taraftan İslâm devriminin zaferi ile doğan nesil şu anda kaderi belirleme alanına girmek için yasal bir izne sahip oluyor, diğer taraftan ise bilinçlilik ve okuma-yazmanın, kentte yaşama ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, toplumun değişik kesimlerinin önünde yeni ufuklar açıyordu. İran toplumunun sosyal yapısının altındaki gizli siyasî-sosyal dokunun derin tabakalarında başkalaşma ve kaymaya yol açan değişim süreci ilk kez olarak 5. meclis seçiminde belirtilerini göstermişti.
Özellikle bazı kentler ve eyaletlerde, geleneksel, tanınmış ve güçlü rakipler karşısında kadın adayların rekabeti ve seçimlere kadınların katılımı ve sahnede yer alması sonucu sosyal yapının diğer yarısı olan kadınlar tedricen bilinçliliğe ulaştı, kimlik kazandı ve “kendini bilen” bir kesime dönüştüler. Bu yasal, tarihî ve dinî haklarının tamamını istemeye başlamaları gerçeğinin göstergesiydi.
Bu değişim süreci, kendi evrim yollarını kat etmiş ve son seçimde sosyal değişimin ve büyümenin yeni bir aşamasını ortaya çıkarmıştır. Eğer (1996) 5. Meclis seçimini “kadınların seçimi” olarak adlandırmamız hoşgörülürse, şüphesiz 7. cumhurbaşkanlığı seçimi “gençlerin seçimi” sayılır. Genç, bilinçli, sorumluluk yüklenen ve İslâm devrimine bağlı nesil şimdi sınırlamalardan, yaygın telkinlerden ve eskimiş okumalardan uzaklaşarak İslâm ve devrime karşı yeni bir okuma ve bakış deniyor ve yeni bir yol ve taze bir hava peşindedir, ama İmam Humeyni’nin, devrimin ve İslâm’ın doğrultusundadır. (...)
Halkın geniş katılımının ikinci nedeni ciddi ve gerçek bir rekabet unsurunun varlığıdır. Öyle bir rekabet ki liderlik makamı, “halkın oylarını kazanan aday halk meşruiyetine sahiptir ve kanuni cumhurbaşkanı olacaktır” açıklamasını yaparak rekabete uygun zemin yaratmaya çalıştı ve kendi tercihini açıklayarak özellikle resmî propaganda faaliyet döneminin son günlerinde rekabeti daha da kızıştırdı. (...) İran milleti ciddi bir şekilde vereceği oyun, yapıcı ve belirleyici olduğunu ve her türlü tercihin, gelecek 4 yıldaki kaderine derin ve gerçek, etkisi olacağını hissetti.[6]
Bu arada bu bilgi ve hissin tamamlayıcı faktörü olarak Hatemi’nin karakteri ve açıklanan programından söz etmeli, ki bunlar, cumhurbaşkanı seçimindeki oyların nedeni olmalarının yanı sıra, kendi paylarına seçim atmosferinin kızışmasında ve toplumda sorumlu ve etkili heyecanın doğuşunda etkin olmuşlardır. Cüretle söylenebilir ki, eğer güçsüz ve cazip olmayan bir karakter bu sahaya girseydi, İran milleti bu kadar yaygın bir şekilde neşeyle cumhurbaşkanlığı seçim sahnesine girmezdi. Öte yandan eğer İran milleti seçim yarışının önceden planlanmış ve sonuçları önceden belirlenmiş bir senaryo olduğunu ve seçimin sadece düşmanların ağzını kapatmak için halkın katılımıyla (sahnelenen) bir oyun olduğunu hissetseydi hiçbir şekilde 7. seçimi böylesine ciddiye almazdı ve kaderinin belirlenmesinde iradesini ortaya koymazdı.[7]
Katılımın dördüncü nedeni de özel bir kanadın sergilediği davranış ve siyasî kültür, tarz ve propagandaydı. İran halkının olağanüstü katılımı ve Hatemi’ye verdiği belirleyici oy, bir milletin çeşitli hakaretlere, iftiralara, aşağılanmalara karşı olan tepkisiydi ve ayrıca kendini, karakterini, büyümesini ve olgunluğunu kanıtlama çabasıydı.
Cumhurbaşkanının daha önceden belirlendiği şeklindeki propagandalar, bir adayın, halkın alfabetik [sıraya göre] oy vereceğine dair halka yaptığı haince açıklamalar,* büyük İran toplumunu küçük sayma ve millete karşı pederşahi girişimlerde bulunmak demekti. Seçim-propaganda faaliyetleri alanında, özünde milletin kimliği, karakteri ve iradesini olumsuzlama, saklı olan imkân ve araçların kullanılması, halkın aksi yönde geniş ve protestocu tepkisini doğurdu. (...)[8]
7. dönemin seçilen cumhurbaşkanı, seçmenlerin yüzde 69’unu ifade eden 20 milyonluk oy desteğiyle mümtaz bir durumdadır. Halkın tercihinin değişik boyutları ve kapsamlılığı, hayret vericiliği Hatemi’yle asıl rakibi arasındaki rekabete hâkim olan belirgin eşitsizliği gözönüne aldığımız zaman daha iyi anlaşılır.
Bir tarafta en azından 2 yıllık çaba ve her türlü malî, (resmî ve gayrıresmî) propaganda ve teşkilat imkânlarının olması, öbür yanda seçime 4 aydan daha az kala [rekabet] sahnesine giren, en zayıf ekonomik, medya ve teşkilat imkânlarına sahip, neredeyse tanınmayan bir aday. Böylesine eşitsiz bir savaş, İran toplumunun içsel değişimlerinin derinliğinden habersiz ve İran milletinin genel ruhunu anlamaktan aciz her yüzeysel yorumcuyu aldatıyordu veya yanılgı ya da ümitsizliğe sürüklüyordu.
Fakat İran milletinin çoğunluğu, kendi beklentileri ve isteğinin yönünü Hatemi’ye oy vererek ifade etti. Tüccar ve tekelci kanadın kuruluşunda ve gidişatında etkin rol oynadığı teşebbüslerden duyduğu hoşnutsuzluğu Hatemi’ye oy vererek yansıttı.
Müslüman ve devrimci İran halkı, ispat etmek ve olumsuzlamak, evet ve hayır demek için fırsat arıyordu. Tekelciliğe, kabalığa, tahribata, baskıcılığa, akılsızlığa, dar görüşlülüğe, yasayı çiğnemeye, İslâmi yüce değerlerin iyi davranış kurallarının ve insan haklarının ihlaline, yüzeysel bakışa, gericiliğe, adaletsizliğe ve yoksulluk mantığına hayır demek akılcılığa, özgürlüğe, kanun egemenliğine, dinî aydınlık, manevi yücelmeye ve insanca davranışa, adalete, İslâmî birarada yaşama ve hoşgörüye ve çok taraflı gelişmeye evet demek için. Hatemi böyle isteklerin ifade aracı oldu. (...)
Şu anda radyo ve televizyon kurumu, propagandalarında, halkın oyunun “kültürel saldırıya karşı savaşa verilen oy olduğu” iddiası üzerinde ısrar ediyor. Fakat nasıl oldu da geçen haftaya kadar bu kurumun, kültürel saldırının sembolü olarak tanıttığı ve oy vermemesi için halkı uyardığı aday, bugün kültürel saldırıya karşı oyların toplandığı yer olmuştur, sorusuna yanıt vermiyorlar! (...) seçilen cumhurbaşkanına milletin verdiği oyların kimliğini kültürel saldırı ile savaş konusuna bağlamak millî seçimin bariz anlamının yorumunun bir tür saptırılmasıdır.
Ayrıca, “halkın oylarının anlamı, sadece Velayeti Fakih’e verilen oyda ifadesini bulur” iddiaları, milletin oyunun amaçları bakımından yorumlayıcı, inandırıcı ve detaylı bir yanıt olmamanın yanısıra problemin görünüşte ortadan kaldırılması demektir. Velayet-i Fakih’in bizim siyasî düzenimizin temeli ve anayasanın önde gelen temellerinden ve İslâm Cumhuriyeti ve Anayasası’nı kabul eden tüm insanların kabul ettiği bir şey olduğu açıktır. Ama acaba son seçim Velayeti Fakih’e inanma ve inanmama arasındaki rekabet miydi ki, şimdi milletin oyu sadece Velayeti Fakih’e verilen oy olarak yorumlanıyor? Tabiî ki İslami düzenin Veliyi Fakih’i (İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney) adayların rekabeti için uygun zemin yaratmakla, halkçı ve geniş katılımın zeminini yarattı ve halkın oyu da düzenin çerçevesinde billurlaştı. Başka bir deyişle halkı seçime istekli ve aktif katılıma iten şey, liderlik makamının akıllıca tutumu ve cumhurbaşkanı adaylarına karşı tarafsızlığını koruması ve Velayet makamının kendi kanatlar üzeri konumundaki tutarlılığı idi.[9] Yoksa geçen 18 yıldaki seçimlerde de Veliyi Fakih’in var olmasına rağmen, 7. seçimin eski benzer durumlarla nitelik farklılıkları nasıl ortaya çıkarılabilir?
Bugünlerde, bilinen gruba bağlı basın, medya ve sözcüler tarafından yayılan başka bir yorum ise, sanki halkı katılım ve tercihiyle sadece ruhaniyete oy vermiş sayıyor. Ancak soru yaratan da şu ki, ruhaniyetten kastettikleri tüm gücüyle bir adayı korumaya kalkışan ve sonra halkın sert ve olumsuz yanıtıyla karşılaşan aynı kanat ve kesimdir. Evet bizce 23 Mayıs’ta halkın sandıklara attığı oylar, İslâm ve ruhaniyete verilen oylardı, fakat hangi İslâm ve ruhaniyete?
7. cumhurbaşkanlığı seçiminde en azından iki İslâm anlayışı ve iki çeşit ruhaniyet, milletin seçimi ve yargısı önüne çıktı. Millet birine hayır, diğerine evet dedi. İki çeşit siyasî ahlâk ve kültür, gerçek bir rekabette halk nezdindeki şanslarını ve desteklenme derecelerini sınadı ve sonunda millet birini seçti. Millete ergin olmayan ve (hukuki bakımdan) kısıtlı gözüyle bakmayan, onları en iyiyi ayırdedebilecek kadar ergen, akıllı ve kendi kaderine sahip gören, siyasî meşrûiyeti onların özgür ve bilinçli kabulünde gören ve cumhuriyeti de İslâmiyet gibi düzenin temellerinden biri olarak kabul eden, Velayeti emir verircesine ve yukarıdan aşağıya doğru bir ilişki olarak okumayan, milletin liderlikle olan iki taraflı ve sıkı, gönüllülük ve bilme üstüne kurulan bir bağ olarak gören, halkın reayalar gibi değil vatandaş gibi olmasını isteyen, vazifenin yanı sıra milletin hakkından söz eden, “siyasî merca”nın propagandası yerine “siyasî içtihad” yaymaya uğraşan ve merca-müçtehid ilişkisini* dinî hükümler alanından siyasî ve sosyal hayatın tüm alanlarına genelleştirmeye çalışmayan ve İmam Humeyni gibi, milletin teşhis ve seçim yetkisine ve hakkına sahip olduğuna inanan** ve bu seçimde her şeyden önce oy verenlerin sorumluluğunu, ilmi ve araştırmayı vurgulayan ve tek kelimeyle halkın oyunu ölçü bilen bir İslâm ve ruhaniyeti seçti.
Halk bu seçimde, kendi oyuyla, bir siyasî ahlâk ve kültürü reddetti ve diğer bir ahlâk ve kültürü onayladığını kanıtladı. Kanunsuzluğu, sert, tekelci ve taşlaşmış siyasî kültürü reddetti; tahrip, iftira, çamur atma ve Makyavelist ahlâkı kovdu ve akılcı, kanunlara saygılı, dinî ahlâki ölçülere ve usûllere bağlı özgürlükçü, katılımcı, yenilikçi ve araştırıcı, çoğulculuk eğilimini savunan siyasî ahlâk ve kültürü onayladı ve sonuçta bağımsızlık, adalet ve kalıcı gelişmenin gerçek koruyucusu, sömürücü Amerikan ve İngiliz güçleriyle uzlaşmaya karşı millî birlik içindeki güçlere dayanan ve inanan, yabancı desteğine muhtaç olmayan kültürü onayladı.
7. SEÇİMİN ETKİLERİ VE GETİRDİKLERİ
Eşsiz cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk etkisi, adayların seçim rekabeti sırasında biçimde, toplumun tüm düzeylerde ve çeşitli sosyal kesimlerde yaygın siyasileşmesiydi. Başlangıçta bilim ve aydın çevrelerimizi ve üniversitelerimizi kapsayan bu olay, hızlı bir şekilde yayılıp genişledi ve şehirler ve uzak köylerdeki evlerin içlerine kadar yayıldı. 2-3 aylık seçim faaliyetleri döneminde, toplumumuzun siyasî atmosferi bir kez daha devrimin ilk yıllarının hatıralarını canlandırdı. (...)
Bu siyasî ahlâk ve kültürün etkisi altında, halkın ilişkileri ve münasebetlerine benzeri az bulunan bir dayanışma hâkim oldu ve siyasî düşünce çeşitliliği ve çokluğuna rağmen bir çeşit ortak birlik ve bağlılık herkesi sardı. Bu nedenle toplumsal ve bireysel ahlâk ve davranış da değişime uğradı, öyle ki bu atmosfer etkisini ahlâkî fesat, suç ve çeşitli kuralsızlıkların sayısının azalışında gösterdi.* Halk canlı, özgür, umut edici ve sorumluluk üstlenilen bir atmosferde rahatlıkla en zor ekonomik koşullara, enflasyona ve pahalılığa vb... sorunlara tahammül ediyor, çünkü özgürlük, katılım ve rekabet gelecekte günlük sorunların çözümü için ümit verici bir manzarayı halkın önüne seriyor ve onları olumsuz tepkiler yerine, daha fazla faaliyet ve çabaya teşvik ediyordu.
Toplumumuzun birkaç ay içindeki siyasî eğitim ve terbiyesinin yıllar süren bir dönemden daha dopdolu ve yüklü olduğu cüretle söylenebilir. Böylesine siyasî ve toplumsal şartlarda İslam devrimi, bir sonraki nesile tecrübelerini nakletme sorununu çözebilir ve kendi devamlılık ve sürekliliğini garantiye alabilir.
İran toplumu ve devrimi, 7. cumhurbaşkanlığı seçiminde bu önemli tecrübeyi yaşadı. Fakat bunun tamamen gerçekleşmesi bu atmosferin devamlılığı ve genişlemesine bağlıdır. Bu tecrübe, toplumun siyasileşmesinin, kültürel saldırı, ahlâki fesat, gençlerin yoldan çıkması vb. ile en önemli savaş mekanizmalarından biri olduğuna dair iddiamızı en iyi biçimde ispatlıyor, İslâmî üniversite siyasî bir üniversitedir ve sadece siyasî bir toplumda gerçekleşebilir iddiasını da onaylıyor. (...)
5. Meclis seçiminden sonra gelen 7. cumhurbaşkanlığı seçimi, örgütümüzün kenara çekilme çizgisini reddetme ve aktif, pozitif, yasal ve barışçı siyasî mücadele ve çaba stratejilerinin uygulanması gerektiği çizgisinin doğru ve gerçekçi olduğuna dair başka bir açık kanıt sundu.* Şimdi tüm kişiler, gruplar ve kanatlar, tecrübeyle toplumun olgunlaşma ve düzelmesinin tek yolunun anayasa ve İslâm cumhuriyeti düzeni çerçevesinde yasal-siyasî çaba, çoğulculuk ve demokrasinin gelişmesi olduğunu anladılar. Kahredip bir kenara çekilme siyaseti bir yere varmaz ve millet, ülke, düzen ve devrim için hiçbir şey getirmez. Halkın oyu ve 7. seçimin tecrübesi öylesine etkili olmuştur ki, tekelci kanat da çoğulculuk isteme, yasallık, birlikçi ve sağlıklı zeminin gerekliliği ve yasal rekabetten söz ediyor ve herkesi kanat ötesi davranışa ve dargörüşlülükten sakınmaya çağırıyor. (...)
Gerçekte şu anda özel bir eğilimin ve İslâm ve ruhaniyeti özel (bir şekilde) okumanın taraftarları da İran toplumunu doğru tanımadıklarını ve bugünün ve yarının İran’ını kapsayan yapısal ve derin değişimlerden aciz olduklarını anladılar. (...)
Halkın benzersiz katılımının, başka bir ciddi sonucu daha var; ülkenin gücünün, güvenliğinin ve istikrarının artması, rejimin dünya ölçeğinde itibar kazanması ve istikbar (emperyalizmin) komplolarının birçoğunun etkisiz kılınması ya da ertelenmesi. Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri İngiltere ve Siyonizm, şimdi, İslâmî İran’da dünyanın en halkçı ve meşrû siyasî rejimiyle karşı karşıya olduklarını ve bundan sonra, İran milleti ve hükümetiyle başka bir dil ve tarzla konuşmaları gerektiğini iyi anladılar.
SEÇİMİN MESAJLARI
A. Amerika ve yabancı güçlere mesaj: İran halkı 7. seçimle, devrimden 18 yıl sonra ve İslâmî düzenin yerleşmesinin ardından sonra hâlâ devrim ve düzene bağlı olduğunu gösterdi. Yüksek sesle İslâm cumhuriyeti için İngiliz, Amerika ve benzeri alternatifler aramadığını açıkladı. Amerika ve İngiltere bu seçimle, İran milletinin mesajını anlamanın ve ülke içi ve dışındaki unsurlara ümit bağlama vehminden vazgeçmelerinin gerektiğini de anladılar. Seçim zaferi umuduyla Nik Browne ve İngilizlerin desteğine umut bağlayan bazı çaresiz insanların,* İran milletinin kaderinin Washington ya da Londra’da belirlenmediğini ve zafer yolunun o kentlerden geçmeyip, belki Müslüman İran halkının gönlü, itikadı ve inancından geçtiği gerçeğini anlamaları gerektiği gibi. (...)
B. Özel bir kanada mesaj: İran milleti 7. seçimle, kendi kaderini belirlemede, taklitçi değil müçtehit olduğunu ilân etti. Siyasî taklidin propagandasını yapanların, bakış açılarının yenilgisi ve çıkmazını halkın pratikteki mesajında tecrübe etmiş olmaları gerekir. Halkın bu kanada mesajı ergenlik, bilinçlilik, irade ve bağımsız, devrimci ve içtihadî karar verme mesajıdır. İran toplumunun gerçeklerinin değiştiğinin mesajıdır. Şimdi sadece üniversite ve aydınlarımızın hattâ cahil halkın, çiftçilerin, köylülerin ve ev kadınlarımızın da kendi seçiminde içtihat yeteneği gösterdiği ispatlanmıştır.
Sözü edilen kanat ayrıca, taraftarı olan bazı yetkililerin Kürdistan ve Lorestan eyaletlerinde ortaya koydukları gibi, sertlik, iftira, yalan ve grup çıkarlarını millî yararlara tercih etme tutumlarının İran milletinin nazarında mahkûm olduğu ve reddedildiği mesajını almalıdır. Bu kanadın görüş, tutum ve çizgisini temel bir şekilde gözden geçirmeye ihtiyacı var. Halk onların yasacılık, çoğulculuk, hoşgörü ve birarada yaşama iddialarını, kendilerini dürüst, ciddi ve açık bir şekilde eleştirdikleri ve yetkilerini suistimal ederek kendilerine emanet edilen halk oyunu korumayan bazı suçlu taraftarlarını cezalandırdıkları zaman kabul edecektir.
C. Yetkililere mesaj: 7. seçimin İslâm Cumhuriyeti rejimine mesajı “Güçlü millet-güçlü hükümet”tir. Halkın kendi kaderini (belirlemeye) katılımı ve sahnede olması ne kadar artarsa, düzenin kalıcılığı, emniyeti, itibarı ve gücünün de o kadar artar ve komplolara karşı daha çok dokunulmazlık kazanır. Şimdi herkes millî egemenliğin sembolü olan Velayet-i Fakih’in, gücünü kendi kaderine hâkim, bilinçli ve cesur halktan aldığını anladı. Seçimin yetkililere mesajı, milletin rejimdeki rolü ve yerini dikkate almalarıdır. Rejim şimdi, çoğunluğu üniversite öğrencisiyle aynı seviyeye gelmiş bağımsız ve cesur bir halkla yüz yüzedir.[10]
D. Seçimin, İmam çizgisindekiler* ve Hatemi’ye mesajı: İran’ın bilinçli, devrimci ve Müslüman halkı benzersiz oyuyla, istek ve beklentilerini dile getirdi ve istediği değişimlerin yönünü gösterdi. Şimdi bu ümitler, beklentiler ve isteklere olumlu ve pratikte bir yanıt vermek ve halkın himmet ve gayretinin değerini bilmek bizim görevimizdir. Eğer bu istekler yeterince yanıt bulamazsa, halkın 20 milyonluk oy desteğini yavaş yavaş azaltabileceğini ve eritebileceğini bilmek gerek. (...)
Halk güçsüzlük ve zaafımızın en yüksek noktasında tüm eksiklikleri telafi etti. Öyleyse, böylesine büyük ve fedakâr halkın her zaman sahnede olması sağlanmalı, varlığı ve katılımını kalıcı kılmalı sorunları çözmek, engelleri aşmak için tükenmeyen, büyük ve kutsal ilahi gücünden yardım istemeli. Sadece millet desteğiyle, pratikte yardım isteyerek, ülke işlerinde onları sır ortağı bilerek ve onların millî ve genel işlerdeki gerçek katılımıyla İslâmi İran’a daha iyi yarınlar armağan edilebilir.* (...)
İran milleti, uygar bir toplumu, siyasî çoğulculuğu ve İslâm ilkelerine ve ölçülerine dayanan demokrasiyi inşâ etmek için kendi yetenek ve kapasitesini açık bir şekilde ispatladı. O zaman, İslâmî, bağımsız, gelişmiş ve özgür bir toplumun gerçekleşmesi için, tüm Müslüman ve devrimci güçler ve cumhurbaşkanının görevi, halkın katılımına uygun araçlar ve zemini yaratmaktır.
E. İran İslâm Devriminin Mücahitleri Örgütü’nün İran’ın devrimci ve Müslüman halkına mesajı: İran’ın bilinçli ve kahraman milleti! Şimdiki başarılar sizin sorumlu ve bilinçli bir şekilde sahnede olmanızın sonucu olduğu gibi, gelecekteki ilerleme de sizin aktif katılımıza bağlıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimi işin sonu değildir. Belki de güçlü ve sağlıklı devamı, sizin siyaset ve toplum sahnesinde iki kat daha fazla olmanızı ve uyanıklığınızı talep eden yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Ne yazık ki şimdiden özel bir kanat, halkın zamanı gelmeyen beklentilerini alevlendirme ve akıllıca olan isteklerini saptırma çabalarına başlamıştır. Uyanık bir şekilde ve bir taraftan imkânları, diğer taraftan engelleri dikkate alarak muhaliflerin seçilen cumhurbaşkanını yenilgiye uğratma planlarını etkisiz kılmak gerekiyor. (...)
[1] Oylamadan birkaç ay önce seçim sonuçlarını tahmin etmek çok zordu ve daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aksine, (birinci dönem hariç, ki tanınan bir adayın olması ve toplumsal ve siyasî güçlerin nisbeten onun üzerinde birleşmesi nedeniyle rekabet isteği o kadar güçlü değildi) bu dönemde (adaylar arasındaki) seçim rekabeti yakın ve sıkı bir düzeyde geçti. Tabiî, eğer İmam çizgisindekilerin ilk adayı olan Mühendis Musevi [eski başbakan, Mir Hüseyin Musevi] seçime girmeyi kabul etseydi ve cumhurbaşkanı adaylığını kabul etmekten çekinmeseydi, öteki adaylara galip geleceği herkes için kesindi. Ve bu sebepten dolayı rakip kanat İmam çizgisindeki güçlerin Mühendis Musevi'yi cumhurbaşkanı adayı olarak açıkladığı ilk saatlerden itibaren telaşlandı ve kendine olan güvenini kaybetti ve onu sahneden çıkarmak için açık, doğrudan ve de gizli, dolaylı geniş çabalara girişti.
(*) Hatemi'nin toplam seçim kampanyası masrafları, Seçim Karargahı Başkanı'nın açıklamasına göre, 4.5 milyar riyal (yaklaşık 1 milyon dolar) nakit harcama ve 500 milyon riyal (106 bin dolar) ayni yardım. Ayrıca seçim karargahı olarak kullanılmak üzere, 300 daire, dükkân v.b de bedelsiz olarak Hatemi'nin kampanyasına tahsis edilmiş. (Iran News, 11 Haziran 1997).
(**) İran'da muhafazakârlar, “liberal” kelimesini, Batı yanlısı, kültürel yozlaşmışlık yanlısı anlamında, kötü anlamda kullanıyorlar.
(***) Natık Nuri'nin denmek isteniyor.
(****) Natık Nuri'nin lideri olduğu, Pazar kanadı diye de bilinen muhafazakâr kanada.
[2]Öyle görülüyor ki, bu seçim döneminde oylama gününü öne almanın da bir hikmeti varmış. Ve Muhtemelen Humeyni'nin ölüm yıldönümü törenleri ve buna hâkim olan devrimci atmosfer ve İmam çizgisinin getireceği avantajın Hatemi'den alınması ve bunun yerine rakip adayın geleneksel ruhaniyet taraftarlarına Muharrem ayının yas günlerinden yararlanma avantajının verilmesinin, alışılmadık bir şekilde seçimi öne almanın hedeflerinden olduğu görülüyor. Tabiî ki gençlerin camiler ve tekkelerde bulunmasıyla, bu merkezler de, tıpkı pazarda olduğu gibi hep birlikte Hatemi'yi desteklemeye başladılar.
[3]Atmosferi bulandırmak ve Hatemi’ye karşı, tahrif, çarpıtma, kaset ve film arşivlerini suistimal ve İmam Humeyni, Şehit Beheşti ve başkalarının sözlerini yanlı ve kasıtlı bir şekilde yayımlamak ve zaman zaman aşağılayıcı bir hal alan isteklerini ve amaçlarını seyirciye empoze etmek, İran'ın seçim-siyasî tarihinde tv ve radyo yetkilileri ve bazı yardımcılarının başka bir benzeri görülmemiş karnesi olarak tarihe geçti.
[4]Ayetullah Mehdevi Keni'nin konuşması. Resalet ve Abrar gazeteleri, 31.2.1376 (21 Mayıs 1997).
[5]Tüm Silahlı Kuvvetler Komutanlık Karargahı Başkanı'na, silahlı kuvvetlerin seçimlere karışmamasını isteyen genelgesi için teşekkür ediyoruz ve umarız bu genelgeye uymayan komutanlar yasal olmayan teşebbüslerinin hesabını verirler.
[6]Tüm adaylara, seçimlerde aday olarak katılım ve rekabet zemini yarattıkları için teşekkür ederiz.
(*) Alfabetik sıraya göre seçim listesinin başında Natık Nuri'nin adı yer alıyordu.
[7]Burada, “liderlik ve rejimin kendi kararını aldığı ve her halükârda sandıktan onların adayının çıkacağı ve halkın oyu ve isteğine rağmen cumhurbaşkanlığı makamına oturtacağı” yalan iddiasını aylar öncesinden yayan Pazar kanadının tehlikeli propaganda yollarına değinmek gerek. Eğer halk bu iddiaya inansaydı seçimin sonuçları, oy yüzdesi ve katılım açısından bayağı farklı olurdu.
[8]Bize göre, tüm bunlara rağmen, eğer yetkililer bazı ölçüsüz kararlar almasa ve doğru olmayan teşebbüsler uygulamasaydı, halkın katılımı daha fazla ve geniş olurdu ve yüzde 88'den daha da öteye giderdi. Çünkü, rekabet çerçevesinin daraltılması ve çok az adayın seçimlere katılmasına izin verilmesi, Hatemi'nin sabahın ilk saatlerinden itibaren kazanması kesin olan bölgelerde oylamanın durdurulması ve yetkililerin belli bir çizgiyi kollayan ve hizipçi davranışları, genelde oyları azaltıcı bir etki yaptı.
[9]Tam da bu sebeplerden dolayı biz defalarca yazdık ve söyledik: liderlik makamını, özel bir kanadın lideri olarak göstermek, liderlik ve rejimin büyüklüğü, gücü ve emniyetine zarar veriyor ve kendi geçici grup çıkarları ve yararlarını sağlama amacıyla, siyasî bir kanat ve partinin lideri olarak [göstererek] Velayet-i Fakih'in itibar ve mevkiini düşürmeye çalışan gruplar ve çevreler, sadece liderliğe hizmet etmemekle kalmayıp, belki liderliğin etkileyiciliğini, gücünü ve düzenin temellerini de zayıflatıyorlar. Liderlik millî egemenliğin sembolüdür ve kendi birleştirici rolünü tüm kanatlar ve siyasî partilerin üstünde korumalıdır. Ne yazık ki, 7. seçimde Pazar kanadı ve onlara bağlı olan çevreler liderliğin itibar ve mevkiini kendi hizipçi rekabetleri için harcamaya ve Hatemi'nin rekabetinin, kendi adaylarıyla değil, sanki liderlikle olduğunu göstermeye çalıştılar. Eğer bu tehlikeli hata, toplum tarafından kabul edilseydi ve liderlik makamının akıllıca karşılık vermesiyle etkisiz hale gelmeseydi, sonunda seçilen Cumhurbaşkanının 20 milyonluk oyu nasıl yorumlanırdı ve hangi güçler ve kimler böyle bir sonuçla amaçlarına ulaşırlardı?
(*) Şii inancına göre, bütün Şiiler dini konularda “taklit mercii” olarak gördükleri bir dinî liderin (Merce-i Taklit) hükümlerine uymak zorundadır. Ve her türlü yeni durum karşısında onun fikrini alarak, ona danışarak ya da onun genel ve özel fetvaları doğrultusunda davranmaları gerekir. Merce-i Taklitler, genellikle Ayetullah-ı Uzma (büyük Ayetullah) olarak anılan, sayıları oldukça az kişilerdir.
(**) Burada üstü örtük de olsa herkesin anlayacağı bir şekilde eleştirilen, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin mağlup kanadı muhafazakârların önde gelen liderlerinden İran Yargı Erki Başkanı Ayetullah Muhammed Yezdi'nin, 1997 Temmuz ayı içinde Tahran Üniversitesi'nde verdiği bir Cuma hutbesinde, “'Ruhaniler [yani dinadamları] dışındakiler siyasete karışmamalıdır. Siyaset sadece ruhanilerin işidir” şeklindeki sözleri üzerine, rakip kanadın basındaki sözcüsü Selam gazetesinin, Ayetullah Yezdi'nin sözlerini, “Humeyni'nin görüşlerine ters” diyerek eleştirdiğini görmek oldukça ilginçtir. Selam, Humeyni'nin “'siyasetin sadece üst düzey dinadamlarının hakkı olduğu fikrinin, siyasetle sadece 500 kişinin uğraşabileceği, halkın sadece kendi işine bakabileceği, dolayısıyla siyasetle sadece birkaç yaşlı adamın uğraşabileceği anlamına geldiğini ve bunun siyasetin dinden ayrı olduğu fikrinden daha da yanlış olduğunu” söylediğini hatırlatıyor.
(*) Asr-ı Ma, bu kadar kısa bir süre içinde, bu tür bilgilere hangi araştırmalarla ulaşıldığını elbette açıklamıyor!
(*) 1996 Mart'ındaki 5. Meclis seçimleri öncesinde, Asr-ı Ma dergisinin sözcüsü olduğu İran İslam Devriminin Mücahitleri Örgütü, solun ana örgütü Mecma-yı Ruhaniyun-u Mübariz'in tersine, sol-radikal kanadın içinde bulunduğu pasiflikten çıkmasını savundu ve milletvekili seçimlerinde liste sundu. MRM bu seçimlerde liste sunmamıştı.
(*) Seçim öncesi dönemde İngiltere Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu masası başkanı. Daha sonra İngiltere'nin Tahran Maslahatgüzarı olarak atandı. Bu ima ile, muhafazakâr kanadın önde gelen simalarından ve kendini Natık Nuri cumhurbaşkanı olacak umuduyla Dışişleri Bakanı olmaya hazırlayan milletvekili Muhammed Cevad Laricani'nin Nick Browne ile 1997 Nisan'ında yaptığı ve seçim öncesi dönemde basına sızdığında büyük gürültü koparan, sert eleştirilere marûz kalan görüşmesi hatırlatılıyor.
(*) Sol radikal kanadın diğer bir adı; “İmamın Çizgisindekiler.”
[10]Biz üniversitelerde yapılan [kamuoyu] yoklamalarının toplumun genelinin göstergesi olamayacağının anlatıldığı yazımızı düzeltiyoruz ve siyasî seçimde toplum ve üniversite arasındaki boşluğun kapandığını ve halk kitlesinin siyasî olgunluğa sahip olduğunu ve bilinçlenme açısından okumuş kesimle aynı seviyeye geldiğini açıklıyoruz. Bunu kamuoyu yoklamaları ve cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları söylüyor.
(*) “İslami İran İçin daha İyi Bir Yarın”. Muhammed Hatemi'nin cumhurbaşkanlığı seçimindeki temel sloganı.