Genellikle her seçim sonrası, kendisini “yorum yapmakla” yükümlü sayanlar açısından öne çıkan birkaç husus bulunuyor - burası zengin bir toprak. Geçen seçimlerde, abartılı bir gerginliğin sonunda Refah Partisi bu yükümlülüğün giderilmesine katkıda bulundu. Bu seçimler süresince, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla (kamuoyuna “yansımayan” bir şeyler olduğundan artık emin sayılırız) somut herhangi bir endişenin varlığına tanık olmadık. RP’nin yerine kurulan parti, haddinin bildirilmişliğinin bilinci içerisinde davrandı. HADEP, bir süredir Kürt meselesi karşısında epeyidir “başarılı” bir şekilde sürdürülen “bekleyelim, görelim” politikasının baskıcı hoşgörüsü içerisinde seçimlere girdi. İsmet Özel’in isabetli bir şekilde vurguladığı gibi, idare edebilirlik yeteneğinden yoksun yeni bir hükümet teşkili için gerekli bir formalite olarak seçime müracaat edildi.Sonuçta yeni bir sürprizle karşı karşıyayız - acı da olsa.
MHP SÜRPRİZİ
Sevr Anlaşması ile Türklere bırakılan coğrafyayla MHP oyları arasındaki birebir ilişkiyi öteden beri gülme nesnesi olarak düşünenler açısından, sanırım, bu seçim sonuçları komediyi trajediye çevirebilecek o eşiği gösterebilmiştir. Bu bölgede daha önce büyük oranda FP ve öncüllerine giden oyların çoğunun MHP’ye gitmesi ise Türkiye’nin Özal’la birlikte yaşadığı sürece verdiği tepkinin bu sefer reaksiyoner bir ifadesi olarak anlamlıdır. Bu tepki, kapitalist süreçlerin gelişmesine karşı negatiftir ve Anadolu sermayesi olarak bilinen oluşumu bile kötülüğün kaynağı olarak değerlendirmeye eğilimlidir. Birçok yerde rızk kapısına bile hınç duyabilecek kadar kalınlaşan bu tepkinin (İtalya’ya karşı yapılan gösteriler sırasında İtalyanca çağrışımlar taşıyan birçok markanın Anadolu kaplanlarına ait olması, “gazetelerde ismimiz İtalyanca ama, alında biz Türk firmasıyız” yollu açıklamaların yayımlanmasına yol açmıştı) sadece Kürt milliyetçiliğinin yükselmesiyle açıklanması güç gözüküyor. MHP’nin “öngörülemeyen” yükselişi, bu tepkinin gelişme biçimini belirsizliğiyle âlâkalıdır. Tanıl Bora ve Kemal Can’ın öteden beri yazageldikleri gibi MHP’nin içerisinde ikincisi lehine bir ivme olmakla birlikte bir kavruk Anadolu milliyetçiliğiyle, beyaztürk-metropol milliyetçiliği birbirine eklemlenemeyen bir biçimde hüküm sürmekte oluşu da bu belirsizliği desteklemektedir.
Seçim neticeleri açıklanır açıklanmaz Ertuğrul Özkök ve benzerlerinin beğenilerine mazhar olduğu öteden beri bilinen, özel yaşamları konusunda türbanlılar, cumartesi anneleri vb. konularda hayli hassas medya bağımlı kentli orta sınıfların korku alanlarına henüz nüfuz etmeyen beyaztürk milliyetçiliğinin kimi vesilelerle ortaya çıkan mikro görünümlerinin yarattığı tedirginlikleri hatırlamadan edemedik. Dolayısıyla bu türden bir milliyetçiliğin dönüşmüş olduğu ve kolayca denetlebileceği konusundaki düşünceleri ihtiyatla karşılamak durumundayız. Çünkü devşirilmeleri ve beslenmeleri MHP’nin bildik ideolojik kalıpları ve geleneksel otoriter hiyerarşik ilişkiler ağı içerisinde gerçekleşmemiştir. Üstelik giderek görünürlük kazanmaları, “davanın çilekeş takipçileri” açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Aradaki sosyolojik mesafe, kendi karşılığını değişik biçimlerde bulacaktır. Değişik biçimlerde derken her seferinde dış dünyaya yönelik bir hınç ve öfke hareketi olarak. Ama meselenin diğer boyutu kanımca daha önemli. İç Anadolu’nun gelir dağılımından nasibini alamamış, kapitalist pazarın yerleşmesini kendi değerlerinin ve geçim kaynaklarının kuruması olarak yaşamış, İstanbul burjuvazisinden ve TÜSİAD’dan, bürokrasiden, umarsız devlet ricalinden eşit derecede nefret eden, kabaca modernleşmeyi, kapitalist pazarın gelişmesini “Türkün düşüş tarihi”, “kapitülasyonların devamı” olarak algılayan böylesi bir grubun varlığı, sadece MHP’nin iç dinamikleri açısından değil, aynı zamanda Türkiye için de büyük bir mesele teşkil edecektir. Eğer Türkiye’de gerçekten bir reaksiyoner eğilimden bahsedilecekse, bu grup ve temsil ettiği değerlere ve siyasete eğilmek zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Şunu belirtmek gerekir ki, elbette yetiştirilmelerinde geleneksel parti değerleri ne kadar baskın olursa olsun, MHP’nin Orta Anadolu’daki mobilizasyonunu garanti altına alan kavruk milliyetçilik, talepleri ve şikayetlerinin keskinliği nedeniyle aynı denetlenilemezlik ortak paydasına sahiptir. İş ve aş çerçevesinde dönebilecek bir klientel ilişkinin de bu kesimi tatmin etmesi zor gözüküyor.
Türkiye’nin bir müddettir sürdürdüğü “sırtını dünyaya çevirme” politikasının, kendisini hangi temellerle haklılaştırdığını hatırlayacak olursak sözünü ettiğimiz keskinliğin kullanılma biçimlerinin, toplumsal hayatı etkileme konusunda hangi boyutlara varabileceğini kestirmek güç olmayacaktır. MHP’de hemen seçim sonrasında ortaya çıkan temkinli tavrın, bir tür soğukkanlılıktan değil, ne yapacağını bilememekten kaynaklandığı, MHP’nin kendi beklentileriyle bulunduğu yer arasındaki uçurumdan kaynaklandığı açıktır. Bu bilememezlik halinin politik somutlaşımı hangi sonuçları doğuracaktır?
MERKEZ SAĞIN ÇÖKÜŞÜ
Bu başlıkla başlayan her türlü yargıyı yeniden gözden geçirmek durumundayız. Anlatılmak istenen eğer ANAP’ın ve DYP’nin oy oranlarındaki azalmaysa bu zaten beklenen bir şeydi. ANAP, Genelkurmay Başkanının seçimlerin ertelenmesi üzerine serdettiği görüşleri, “biz söyleyince olmuyor, ama artık herhalde inanırlar” diyerek onaylayan bir genel başkana sahipti. Oysa klasik merkez sağ açık ya da örtük her zaman bir tür muhalefet dozu içerir, bu muhalefetin popülizmine güvenir, ve daha sonra devşirdiği oyları gerçek sahiplerine teslim ederdi. Tansu Çiller, merkez sağ denilen siyasal kategorinin işlevsizliğini ve geniş yığınlar üzerinde herhangi bir cazibesinin kalmadığını keşfetmişti, ama artık siyaset yapacak alanının kalmadığını görmenin hırçınlığıyla kâh saldırmakta kâh geri çekilmekte, ancak her halükârda tıkanmışlıktan ileri gelen bir çaresizlik içerisinde debelenmekteydi. Seçim sonuçları bu çaresizliği belgeledi. Türkiye’de merkez sağ denilen oluşum neyi belgeliyor? Kendi tarihini ’90’lı yıllarda nasıl yeniden üretebildi ya da üretebildi mi? Bir önceki seçimde RP’nin, bu seçimde MHP’nin ve DSP’nin aldığı oylar siyasal yelpazenin bildik standartları içerisinde bile aldığı oylar, üstelik pis bir öjenizme de kucak açarak, neresinde duruyor? ANAP’ın, DYP’nin, MHP’nin ve FP’nin aldığı oyları parmak hesabıyla topladığımızda ne elde ediyoruz?
FAZİLET’İN KORKUSU
FP hakkında, tüketici olmama iddiasıyla, şunu söylemek mümkün gözüküyor: Parti, merkez partisi olma, dolayısıyla “sağcılaşma” projesini tamamlamak zorundadır. DYP ve ANAP’ın yaşadığı çöküntü, FP’yi bu konuda zaten yüreklendirmiştir bile. Seçimlerden önce devşirdiği kadro, böylesi bir eğilimi kuvveden fiile çevirebilecek siyasî akrobasiye sahiptir. Ayrıca partinin geçmişte durduğu yeri savunabilecek gücünün ve mecalinin kalmaması, bu eğilimi güçlendirecektir. İ. Melih Gökçek’in sergilediği üzere, zaten açık bir kapı vardır. Bağırarak başlayıp, susarak bitirdikleri bir tartışmanın mirasını kendi kitlesinin hafızasından çıkarmak konusundaki ahlâki engelleri zaten yoksayan FP, geleneksel politika yapma kalemlerinin cariliğine bel bağlamaktan başka bir tutumu geliştirebilecek gibi de gözükmüyor. FP kendi korkusunu, söndürmekten aciz kalarak, kendisine oy verenlere taşımış, böylece büyük bir kesimin daha radikal bir irade talebiyle MHP’ye yahut daha popülist istemlerle DSP’ye transferine gözleri kapalı razı olmuştur. Belediye seçimlerinde elde ettiği başarının, partinin öteden beri savunageldiği ve siyaseti bir tür teknolojiye indirgeyen edilgen yaklaşımı kuvvetlendireceği tahmin edilebilir.