Belgrad Raporu, 12 Ekim 1998
Bombalamak ya da bombalamamak? Bu soru uluslararası olaylarla ilgilenen her ağda ve haber grubunda yer almakta ve birçok arabulucu grup tarafından ve elbette Belgrad sokaklarında tartışılmakta.
Birçok Sırp bombalamaya hararetle karşı çıkarken, şu anki (bakiye) Yugoslav toprağının, birkaç yüz Kosovo** köyünün Şubat 1998’den bu yana mezbeleye çevrilerek, halihazırda bombalanmış olduğunu genellikle unutuyor. Temel sorun şu: neredeyse tüm Yugoslavlar için, Kosovo (toprağı) Yugoslavya’nın dahili bir parçasıyken, Kosovo Arnavutları ve onların mülkleri böyle değildir. Pratikte, genel (Yugoslav) kamuoyu için öldürülmüş binden fazla (çoğu kadın ve çocuk) Arnavut öyle korkunç bir kayıp olarak algılanmamaktadır. Burada, kitlesel kıyımlar ve yıkımlar nadiren yerel medyada yer almaktadır, bu yüzden bazı cesur gazeteciler (özellikle Belgrad’da haftalık Vreme’de) bunlar hakkında yazmış oldukları halde, birçok Sırp basitçe “onların” (polisin ve ordunun) masum Arnavutları öldürdüğüne inanmayı reddediyor. Arnavut siyasî partilerinin birkaç yüz Sırp sivilinin Arnavut gerillalarca öldürülmesini ve kaçırılmasını açıkça kınamayı reddettiği gerçeği, işleri kolaylaştırmadı.
Toprakla onun üzerinde barınan insanlar arasındaki fark, büyük ölçüde, insanların kafalarında; ama, aynı zamanda (resmî) tarihin, geleneğin ve kültürün de dahili bir parçası olmuş durumda. Ortaçağa ait ilk Sırp devletinin kurulduğu toprak olarak (ki bu aslında yanlıştır: Ortaçağa ait olan ilk Sırp krallığı Ras, Kosovo’nun hemen kuzeyinde kurulmuştur) Kosovo’dan çıkarılan hayali değerler, Yugoslavların bunlar üzerinden “gerçekliği” değerlendirdiği temeli ve modeli oluşturur. “Gerçeklik”, kamuoyuna Kosovo’ya dair anlatılanlarla uyum içinde değilse, eh, bu “gerçekliğin” kaybıdır. Aslında hem Sırplar, hem de Arnavutlar, Kosovo’yu kendi tarih, kültür, egemenlik ve ulusal gururlarının şeceresinde zaruri bir simge kabul ederek, onun tamamen kendi “kutsal topraklar”ı olduğunu iddia ederler. Bununla birlikte sorun sadece bir tarafın ona sahip olabileceği; fakat, efsanevi “köken yeri” statüsüne sahip olduğu için, kesin olarak üzerinde pazarlık yapılamaz. Bu yüzden, Kosovo Arnavutları’nın lideri İbrahim Rugova, defeatle “kendi tarafı”nın bağımsızlıktan daha az bir şey istemediğini belirtmiştir. Bununla birlikte, bu süreçte kaç kişinin ölmesi gerektiği kimsenin pratikte alakadar görünmediği bir şeydir.
ACİL DURUM
Sırp otoritelerinin en son hareketiyle, yabancı radyo ve TV programlarının yayınları yasaklanmış, yabancı gazeteciler ve bunlar gibi yabancı medya için çalışan Yugoslav yurttaşları tehdit edilmiş, etnik olarak Sırp olmayan kişiler baskı altına alınmış, savaş-karşıtı bazı NGO’lar (The Women in Black, Helsinki Committee for Human Rights in Serbia, The Belgrade Circle) “yüksek sesle konuştukları” için özellikle seçilmişlerdir. Dışarıdan gelecek etkilere karşı pratik önlemler de alınmıştır: (çok popüler olan Belgrad Radyo Endeksi gibi) ilk radyo istasyonları cebir yoluyla kapatılmıştır ve Yugoslav devlet otoriteleri Internet kullananlar gibi, uydu anten kullanan yurttaşlara karşı da bir fetva hazırlamaktadır.
Bu asabiyet çağdaş siyasal rejimler için iletişimin önemini kanıtlıyor. Ignacio Ramonet (Le Monde Diplomatique) “iletişim”in “dünyamızın önde giden hurafesi” olduğunu kaydediyor. Bunun bir sonucu olarak, iletişimi denetleyenler nüfusu denetleyebilmeyi de umuyorlar. Yugoslavya, resmi medya ve devlet kurumlarının saldırısı topyekün bir panik ve histeri atmosferi yaratmayı başarmış olduğu için gözümüzün önündeki bir vakadır - suçlanacak olanların daima “ötekiler” olduğu ve (şüphesiz, Vukovar, Dubrovnik ve Saraybosna’dan hayatta kalanların memnuniyetle teyit edeceği gibi) “bizim” (Sırpların) kendimizi Hıristiyan Ortodoks, nazik, sakin, barışçıl [insanlar olarak] düşünmeye devam ettiğimiz bir atmosfer. “Dünya”ya gelince, o yanlış, kötü ve anti-Sırp’tır. Sırp liderliği (ilgili tüm muhalefet partilerinin yardımıyla), seçici bir cadı avıyla birleşik olarak, her türlü iletişim üzerindeki nüfuzunu güçlendirerek, insanlar kendi kendilerini denetleyecekleri için, artık insanları denetlemenin gerekmeyeceği ideal bir Orwellci (1984) saadet durumu yaratmayı umuyor.
Acil durum (ya da “savaş hali”) resmi olarak açıklanmamakla birlikte, hükümet yetkilileri halihazırda (anayasal olmayan, ama kimin umurunda?) acil durum önlemleri ilan etmiş ve tüm “bozguncular”ın hızla cezalandırılacağı sözünü vermişlerdir. Ülkeyi 1987’den bu yana ele geçirmiş olan kuşatma zihniyeti, nihayet topyekün zaferini ilan etmiştir. Sırbistan hem dünyaya, hem de kendine karşı hiperreal bir savaş başlatmıştır.
İnsanlar korkuyor. Amerikan “Tomahawklarının” doğruluğu, muhtemel yaralanmaların ihtimali gibi, yaygın bir şekilde tartışılıyor. Birçok insan şehir merkezlerinin bombalanacağına [cruise] inanıyor ve resmi propaganda bu inancı körüklemek için yapabileceği her şeyi yapıyor. Gerçekte, sivil yaralanmalar Sırp hükümetinin dünyanın geri kalanına karşı yürüttüğü propaganda savaşı için şahane bir destek olacak. Kitlesel histeri, haberlere ve olaylara yönelik garip bir görecelik duygusuna (“hepsi yalan söylüyor”, bunların hepsi aynı”) döndüğü gibi, “farklı” olarak algılananlara karşı da çabucak nefrete döner (Balkanlarda Arnavutlar her zaman için nihai Öteki olarak algılanmışlardır). Bu garip “görecelik” kinizmi, hükümet otoritelerine korku imparatorluklarını güçlendirmeleri için çok bereketli bir psikolojik zemin sağlar.
HEGEL VE SIRPLAR
Bakiye Yugoslavya’daki korku, önceki Yugoslavya’nın parçalanmasına yol açan savaşların dolaysız bir sonucudur. Sırplar, diğerlerini (Slovenleri, Hırvatları, Bosnalı Müslümanları), (Bay Slobodan Miloseviç tarafından temsil edilen) kendilerinin haklı olduklarına ikna etmek için daha sert güç kullandıkça, (Sırplar) daha güçsüz hale geliyorlar. Hegel’in meşhur Efendi-Köle diyalektiği kinayesinde olduğu gibi, baskıcı güce dayanan rejim, güçsüzlükle sonuçlanacak bir şekilde, tedricen ona bağımlı oluyor. İronik bir şekilde, bu güçsüzlük onun asli karşı konulamaz gücünün dolaysız bir sonucu. Bu yüzden, “adalet adına” daha çok suç işlendikçe, daha çok insan (bazı insanlar) bu “adalet”in ne olduğunu kendine soruyor. Kadınların, çocukların ve yaşlıların (bunlar resmi Sırp propagandası tarafından “terörist” olarak yaftalanmış olsalar da) öldürülmeleri, adalet midir?
Elbette bombalama hiçbir şeyi çözmeyecek. Kosovo krizini halletmeyecek: aksine, muhtemelen Kosovo polisine ve ordu birliklerine, nispeten kısa bir sürede, mümkün olduğunca çok Arnavutu öldürmek için iyi bir mazeret sağlayacak. Bununla birlikte garip bir şekilde, Hırvat eski Başbakanı Stipe Mesic’in bir zamanlar söylediği gibi, daireyi tamamlayacak: “Savaş Belgrad’da başladı ve Belgrad’da bitecek.” Bu kehanet nihayet gerçekleşebilir. Aynı zamanda sapkın bir biçimde cellatlarla idam edilenler arasındaki farkı da bulanıklaştırabilir. Sırplar, sonunda kendi adlarına düzenlenmiş tüm suçlardan “kurtulacaklar” ve kendilerini kurban olarak gösterme durumunda olacaklar. Herhangi bir siyasî sözleşme yapılacaksa, her zaman için bunların karşı konulamaz bir güçle ve uluslararası topluluğun yoğun baskısı altında yapıldıklarını iddia edecekler. Bu yüzden, Baudrillard’ın Sırpların aslında küresel Batı siyasetinin bir aracı olduğu iddiasına inanılacak olursa, onlar aynı zamanda mükemmel bir araç: kendilerini tahrip etmeye meylediyorlar.
Nato’nun vurmasını beklerken Belgrad korku ve panikle yanıyor, gizli polis seçilmiş NGO’ları “ziyaret ederek” baskıyı artırıyor ve resmi siyasetin parametreleri arasına denk düşmeyen bir şey söylemek hattâ düşünmek, Sırp olmayan medyayı dinlemek ya da izlemek, ya da Nette sörf yapmak çok tehlikeli (Hırvatistan ve Bosna’daki savaşlar döneminden bile daha tehlikeli) bir hal almaya başlıyor. Aslında Belgrad halihazırda bombalanmış gibi: varolan bir parça kendine saygı da yok oluyor ve öyle görünüyor ki, bir zamanlar milliyetçi çılgınlığa karşı koymuş insanlar da yok olacaklar.
(*) Bu metin, internet üzerinde yer alan uluslararası teori, teknoloji ve kültür dergisi ctheory tarafından abonelere iki defa gönderildi: 13 Ekim 1998’de ve Mart 1999 sonunda, Yugoslavya’da Nato harekatı başladıktan sonra baskı altına alınan bağımsız radyo B92’ye destek kampanyası sırasında. Boskovic’in öngörüsünü haklı çıkarır bir şekilde 2 Nisan’da kapatılan B92’ye internet üzerinden ulaşılabilir: http://www.b92.net/. Metnin orijinali için ctheory’ye bkz.: http://www.ctheory.com/.
(**) “Bizim Kosovamız”ın Sırplar için Kosovo olduğu biliniyor. Avrupa’da tarafsızlık iddiasında olanlar kelimeyi Kosov@ olarak yazıyor. Burada kelimeyi Boskovic’in yazdığı gibi bırakıyoruz.