Seçimin Esas Mağlubu: FP

Önce bir itiraf: Her ne kadar Birikim’in seçim arifesindeki geçen sayısında yazıma “FP’nin birinciliği artık çantada keklik değil, DSP ciddi bir biçimde oyunu arttırıyor” diye başlayıp “FP’nin Türkiye’nin en önemli ve en büyük siyasî hareketi olmayı bundan böyle daha fazla sürdüremeyeceği de kestirilebilir” diye bitirmiş olsam da, bu yazıda “ben demiştim” demeye yüzüm yok.

Çünkü FP’nin bu kadar -altı puanlık- bir düşüş yaşayacağını asla tahmin edemedim. Geçen yazıyı kaleme aldığım 20 Mart’ta, FP’nin, RP’nin dört yıl önce aldığı oyun etrafında bir sonuç elde edeceğini, DSP’nin de onu geçerek birinci parti olacağını düşünüyordum.

Milli Görüş hareketinin 28 Şubat yenilgisinin çarpıcı sonuçlarının bir radyoaktif serpinti gibi hemen değil, belli bir süre geçtikten sonra, yani 18 Nisan seçimlerinde değil ondan bir sonraki seçimlerde, ortaya çıkacağını öngörüyordum.

İşin ilginci, Recai Kutan’ın Samsun, Ordu, Adana, Gaziantep, Trabzon, Manisa, Bursa, Elazığ, Konya, İstanbul, Kayseri ve Malatya gezilerine katıldığım andan itibaren FP’nin birinci parti olamayacağı yolundaki düşüncemden uzaklaşmaya başladım. Bu mitinglerin tümünün çok kalabalık ve coşkulu geçtiklerini söyleyemem. Zaten bu gezinin ortasında kaleme aldığım ancak yayımlanmayan bir izlenim yazısının başlığını da şöyle atmıştım: Şaşkın, suskun, durgun ama hala güçlü.

Genel başkanından milletvekiline, il başkanından sıradan üyesine kadar görüştüğüm onlarca FP’li, kampanyanın RP dönemindekilere kıyasla alabildiğine durgun geçtiğini, tabanının bir dizi şikâyeti olduğunu kabul ediyor, ama cevapsız kalan şu soruyla içlerini rahatlatıyorlardı: “Bizim seçmenimiz bizden başka hangi partiye oy verebilir ki?”

Aslında bu sorunun cevabı-cevapları mevcuttu. Nitekim Mart başında gittiğim Güneydoğu’da HADEP’in daha önce RP’ye yönelmiş oyların önemli bir kesimini geri alacağını gözlemiştim. Ayrıca DYP ve ANAP’ın devlet yanlısı aşiretlerin oylarını almada ciddi bir atak içinde oldukları da görülüyordu. Nitekim Milliyet’te “FP’nin oy deposu boşalıyor” başlıklı yazım FP’lilerin tepkisini çekecekti.

İç ve Doğu Anadolu’da da MHP’nin FP’den bir miktar oy alacağı da belliydi. Örneğin Kutan’ın gezileri sırasında FP’lilerle sohbetlerimiz mutlaka MHP üzerinde odaklanıyordu. FP’liler MHP’liler için “Bizim RP döneminde çalıştığımız gibi çalışıyorlar” diyor bu partiden ciddi olarak ürktüklerini itiraf ediyorlardı. Hattâ Konya, Kayseri ve Malatya’ya girişte FP konvoylarını karşılayanlar arasında, içlerinde başörtülü kadınların da bulunduğu MHP’liler de vardı. “Hoşgeldiniz Sayın Kutan, ama bu sefer MHP” pankartları taşıyan ve bozkurt işareti yapan bu grupların cüreti herkesi şaşırtmıştı. Fakat sandıklar açılınca bu kendine güvenin kaynağı anlaşıldı.

YENİLGİNİN COĞRAFYASI

Sonuçta RP 1995’te yüzde 21.4 oy almışken, FP yüzde 15.2’de kaldı; RP’nin 158 milletvekiline karşılık 111 milletvekillinde kaldı. Evet, FP yerel seçimlerde en yüksek oyu aldı, İstanbul, Ankara başta olmak üzere belediye başkanlıklarının önemli bir bölümünü korudu, ancak Erzurum’u MHP’ye, Diyarbakır’ı HADEP’e kaptırdı. Ayrıca 10’dan fazla il belediyesinin de başta MHP ve HADEP olmak üzere başka partilere gitmesini engelleyemedi; üstelik fazladan hiçbir il belediyesini kazanamadı.

Tablodan da görüleceği gibi MSP 1973 genel seçimlerinde en büyük başarıyı İç ve Doğu Anadolu illerinde göstermişti. Dört yıl sonra bu illerde inisyatifi MHP’ye kaptıran MSP teselliyi Güneydoğu’da bulmuştu.

1995 genel seçimlerinde de RP, büyükşehirlerde duraklar, Güneydoğu’da gerilerken en büyük patlamayı İç ve Doğu Anadolu’da yapmış bu sayede sandıktan birinci parti çıkmıştı. Bu bölgenin MHP eğilimli seçmeninin önemli bir bölümü Alpaslan Türkeş’in listelere yakınlarını doldurması, MHP adayı DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral’ın “Türkçe ezan” istemesi ve daha önemlisi MHP’nin yüzde 10 barajına takılacağı kanısının egemen olması nedeniyle dönemin yükselen partisi RP’ye yönelmişti.

18 Nisan’da bir nevi tarihin tekerrür ettiğine tanık olduk. Erzurum, Konya ve Sivas’ta birinci parti olma özelliğini korumakla birlikte FP bütün bu bölgelerde, ülke ortalaması olan altı puanlık kayıbın çok ötesinde oy kaybı yaşadı. Alfabeye göre sıralayacak olursak, FP, Afyon, Aksaray, Bayburt, Bingöl, Çankırı, Çorum, Elazığ, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, K. Maraş, Karaman, Kars, Kayseri, Kırıkkale, Kırşehir, Konya, Kilis, Malatya, Nevşehir, Niğde, Sivas, Tokat ve Yozgat’ta on puanın üzerinde kayıp yaşadı.

18 Nisan seçimleri, İç ve Doğu Anadolu’da MHP ile FP tabanlarının ne denli içiçe ve geçişken olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ayrıca buralarda merkez sağın erimesinin sürdüğünü, FP-MHP-BBP gibi bir zamanların “marjinal” partilerinin oy toplamlarının yüzde 50’yi aşıp yüzde 60 sınırına dayandığını gösterdi.

Aynı şekilde FP’nin oylarının ülke ortalamasının üzerinde gerilediği iller arasında Ağrı, Batman, Mardin, Muş ve Siirt’in de bulunması, 1995’te başlayan düşüşün sürdüğünü gösteriyor. 18 Nisan’ın bir diğer sonucuysa FP’nin Güneydoğu’daki belediye başkanlıklarını asıl sahiplerine, HADEP’e iade etmesi oldu.

FP yalnızca Şanlıurfa, Iğdır ve Hakkari’de oylarını arttırırken İstanbul, Ankara, Sakarya, Rize, Bursa gibi merkezlerde ülke ortalamasının altında oy kaybetti.

28 ŞUBAT KAZANDI

Seçim arifesindeki yazımda FP’nin kampanyasını “28 Şubat mağduru” olma üzerine oturttuğunu söylemiş ve şöyle devam etmiştim: “Bunun hiç de akılcı bir strateji olduğu söylenemez. Birincisi; Türk halkı FP’lilerin iddia ettiği gibi ‘mazlumları seviyor’ olabilir, ama aynı halk bizim gözlemlerimize göre mazluma değil, zalime itibar eder. Buna bağlı olarak mağduriyet edebiyatı, ‘Bunlara seçilseler bile iktidar vermezler’ yolundaki giderek güçlenen kanıyı pekiştirmekten başka bir işe yaramaz. Sonuncusu ve belki de en önemli olanı, ‘size zulmederlerken siz ne yaptınız’ sorusuna FP’lilerin verecek pek bir cevabının bulunmamasıdır.”

FP aleyhine “seçilseler bile iktidar olamazlar” propagandasını, esas olarak, bugün “FP bir müddet dinlenmeli” diyen MHP yürüttü ve bunun meyvelerini, özellikle devlete itaat noktasından pek şaşmayan İç ve Doğu Anadolu’da devşirdi.

Bizce FP’nin yenilgisinin temel nedeni bu imajı yıkamaması ve 28 Şubat sürecinde devletle kavgalı duruma düşmüş ve bu kavgadan yenik çıkmış olmasıdır.

Yeni Şafak başyazarı Ahmet Taşgetiren şöyle yazıyor: “RP’nin hükümetteki performans düşüklüğü, söylemdeki radikalizme karşılık sergilediği zaaf, 28 Şubat gibi özgürlükler alanını daraltan, ‘40 yılın birikiminin yok olması’na yol açan baskı dönemine fırsat veren politikalar, RP’den FP’ye ödenmesi gerekli bir fatura bırakmıştır.”

Taşgetiren, “40 yılın birikimi” diye, İslami kesimin çok partili hayata geçişle birlikte elde ettiği kazanımları adlandırıyor. İslâmi cemaatler, 28 Şubat kararlarına uygun olarak çıkartılan 8 yıllık eğitim kanunu ve birtakım kararnamelerle, ayrıca BÇG, SÇG gibi kuruluşların faaliyetlerini ciddi biçimde denetlemesiyle çok büyük yara aldılar ve bunlardan “uyuyan devi uyandıran” RP’yi ve Erbakan’ı sorumlu tuttular.

FP’nin 28 Şubat süreci boyunca yakınmanın dışında hiçbir şekilde ciddi bir direniş içine girmemiş olması da onun seçim yenilgisinin önde gelen nedenlerinden biri.

Yine Taşgetiren, “FP, 28 Şubat iradesiyle karşı karşıya geldiği için değil, burada zaaf gösterdiği için cezalandırılmıştır. ‘Bir daha yetki verirsem bunu gerektiği ölçüde değerlendirebilecek misiniz?’ sorusu FP tabanını tatmin edecek biçimde cevaplandırılmamıştır” diye yazıyor.

FP Danışma Meclisi üyesi Prof. Nazif Gürdoğan’ın “Dayatmaya karşı durmayan ruhunu koruyamaz” sözleri FP’nin sorununun yalnızca seçim kaybetme değil bir var kalma sorunu olduğunu da ortaya koyuyor.

KİMLİK SORUNU

“Seçmen diyor ki” diye sandıktan çıkan mesajları deşifre etmeye çalışanlar furyasına katılan Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç FP’lilere şöyle akıl veriyor: “Türk seçmeni FP’ye açıkça şunu diyor: Sen daha bir süre yerel yönetimlerde hizmet vermeye devam et; genel siyasetle ilgili temel politikalarını, sözcülerini, programlarını gözden geçir ve yepyeni bir profille karşıma çık! Kısaca ‘kendini değiştir de gel!”

Bulaç da birçokları gibi FP’nin temel sorununu “yanlış” bir kimlik ve imaja sahip olması şeklinde tanımlıyor ve onu değişime davet ediyor. Ama nasıl bir değişim? Bulaç’ın kastettiği, kendisinin yaşadığı, ama pek de açıkça ifade etmediği gibi bir değişim olsa gerek. Yani sistem karşıtı yönleri alabildiğine budanıp yumuşatılmış, radikallikten iyice arınmış, liberal ve kentli bir orta sınıf muhafazakârlığı. Sonuçta bu grupta yer alanlar FP’nin RP’den artık kopmasını, bambaşka bir parti olmasını istiyorlar.

Bir diğer değişim çağrısı da “radikal” görünümlü çevrelerden geliyor. Onlara göre de FP temel İslâmcı politikalardan uzaklaşmıştır. Daha başörtüsü sorununa bile sahip çıkmamaktadır. Dolayısıyla FP bir an önce aslî kimliğine geri dönmelidir; yani RP olmalıdır. Bu çizgi Akit gazetesi ve onun bir kısım yazarları tarafından savunuluyor. İşin ilginci bu kesimler seçimler öncesi bir müddet DYP kuyrukçuluğu yapıp, BBP’nin sırtını sıvazlamayı da ihmal etmediler; şimdiyse MHP’yi keşfetmiş durumdalar.

FP ise RP’den bambaşka bir parti olduğunu kanıtlayamadığı gibi RP’nin devamı olduğu iddialarını da başta hukuki gerekçelerle, sürekli olarak reddetti. Dolayısıyla ne olduğu belli olmayan FP’ye yönelik ilgi ciddi biçimde azaldı.

Aynı şekilde partinin Erbakan mı, yoksa Kutan tarafından mı yönetildiğinin anlaşılmamış olması da FP’nin imajını derinden sarstı. Bu noktada Erbakan’ın direktifiyle TBMM’de seçimleri erteletmeye çalışan FP’nin bu yüzden seçim kampanyasına geç başlayıp, aynı zamanda güvenilmez bir parti intibaı yarattığını da eklememiz gerekiyor.

DİĞERLERİ GİBİ BİR PARTİ

Erbakan hep RP’nin diğer partilerden farklı olduğunun altını çizerdi ki, büyük ölçüde de haklıydı. Ama şimdi FP’nin diğerlerinden pek de farkının kalmadığını görüyoruz. Aslında bu Refahyol iktidarıyla başlayan bir süreç. Çünkü RP’nin denenmemiş olması ona efsanevi bir özellik katıyordu. Fakat RP’nin, önce hükümet olmak için Çiller’i aklamaya razı olması, ardından Erbakan’ın dış gezilerinde yaşanan skandallar ve nihayet 28 Şubat kararları büyüyü bozdu.

FP’nin diğer partilerle nasıl aynılaştığına çarpıcı bir örnek olarak, Milli Gazete’nin tavizsiz Milli Görüşçü yazarı Zeki Ceyhan’ın şu satırları verilebilir: “Aday adaylarının belirlendiği günlerden başlayan kırgınlıklar seçim çalışmalarını bir hayli etkiledi. Küsenler, aleyhte çalışanlar... Yani enaniyet ve nefsaniyet ön plana çıktı. Enaniyet ve nefsaniyet ön plana çıkınca da olacağı buydu (...) Sanki Uhud olayını bir kez daha yaşadık. Seçim atmosferine girer girmez herkes ganimet peşine düştü. Herkes milletvekili olmak, herkes belediye başkanı olmak, herkes il genel meclis ve belediye meclis üyesi olmak istedi. Ve herkes, herkesten çok bu görevin kendisine layık olduğunu düşündü. Bu tür görevleri müktesep hak gibi görenler de vardı. ‘Bunca yıldır bu davaya hizmet ediyorum’ diye yola çıkanlar umduklarını bulamayınca elbette bir küskünler ordusu oluştu ve sonuçları menfi şekilde etkiledi.”

RP döneminde de liste sorunları yaşanır, ama Erbakan bir şekilde bunların krize dönüşmesini büyük ölçüde engellerdi. Halbuki bu seçimlerde FP liste krizini diğer partiler gibi yaşadı. Bunu Güneydoğu’da, ayrıca Kutan’la birlikte gezdiğimiz illerde çok açık bir şekilde gözlemledik. En büyük şikâyet milletvekilleri ve belediye başkanlarının büyük kısmının yeniden seçilecek yerlerden aday gösterilmesineydi. FP yönetiminin, başka partilerin elinde olup da bu kez kazanma şansı yüksek olan belediye başkanlıkları için milletvekillerinden aday göstermesi teşkilatta daha fazla huzursuzluk yaratmıştı.

Ceyhan’ın da belirttiği gibi, bu kişilerin makamları “müktesep hak” gibi görmesi sonucunda önlerinin ilelebet kapalı olduğu hissine kapılan yerel parti kadroları seçimlere asılmıyordu.

Aynı isimlerle seçime girmek FP’nin seçmen nezdinde itibarını da ciddi biçimde zedeliyordu. Çünkü bu kişilerin önemli bir bölümü seçim bölgelerinde yıpranmıştı. Genel merkezin aday belirlemek için yaptırdığı teşkilat ve kamuoyu yoklamaları sayesinde gerçekleri görmesi de epey zordu, zira bunlar bilimsellikten uzak ve manipülasyona son derece açık şekillerde gerçekleştiriliyordu.

İKTİDAR SAVAŞLARI

Birikim’de seçimlerin arifesinde kaleme aldığımız yazıda şöyle demiştik: “Bu partide ideolojik, politik ve örgütsel çözülme kaçınılmaz gözüküyor. Bu parti içinde hiziplerin ortaya çıkması, hattâ partinin bölünmesi şeklinde kendini gösterebilir. Ama artık Erbakan’ın kontrol edebileceği bir hareket olmaktan çıkmıştır Milli Görüş hareketi.”

18 Nisan’ın açık ve net yenilgi tablosu FP içinde ciddi iç hesaplaşmaların yaşanacağını daha da aşikâr kılıyor. Özellikle Genel Başkan Recai Kutan ve Başkanlık Divanı’nın hedef alınması kuvvetle muhtemel, ancak bu sürecin başlaması geciktirileceğe benziyor.

Kutan’ın istifasını Necmettin Erbakan’ın engellediği biliniyor. Erbakan’ın küskünler operasyonu sırasında Kutan’ın tavrından rahatsız olduğu, hattâ onu gözden çıkardığı söyleniyordu. Fakat Erbakan da önümüzdeki koalisyon görüşmelerine partinin birlik içinde ve Kutan gibi ılımlı ve uzlaşmacı bir isimle girmesinin daha doğru olduğunu düşünüyor. FP’nin muhalefette kalması durumunda Erbakan, “daha sert” bir başkan arayışına ışık yakabilir.

İç hesaplaşmanın gecikmesinin diğer bir nedeni FP’de hiçbir kişi veya kanatın seçimlerden güçlü çıkmaması. Örneğin daha önce Genel Merkezi sert bir şekilde eleştiren ve seçimlerden üç gün sonra genel başkanlığa adaylığını ilân eden Bülent Arınç, Manisa’da hiç de iyi sınav vermedi ve zor seçildi. Adı genel başkanlık için geçen Abdullah Gül de Kayseri’de partisinin 10 puan ve iki milletvekilliği kaybetmesini engelleyemedi.

KONGRE TELAŞI

Fakat FP içi iktidar savaşlarının uzun süre ertelenmesi de mümkün gözükmüyor. FP Aralık ayına kadar ilk olağan kongresini yapmak zorunda. Bu amaçla Mayıs ayından itibaren ilçe ve il kongreleri yapılmaya başlanacak. İşte buralarda çok ciddi tartışma ve çekişmelerin yaşanması bekleniyor.

Bilindiği gibi RP’de 1996’da yapılan il kongrelerinin önemli bir kısmında listeler yarışmış, Genel Merkez, seçimi kazanan çok sayıda il yönetimini feshetmişti. Fakat FP’nin, bir kısmı sağdan transfer, bir kısmı siyasete yeni girmiş isimlerden oluşan Başkanlık Divanı’nın kongre sürecine müdahale edebilecek güç ve meşrûiyete sahip olduğu söylenemez.

Dolayısıyla FP’de hizip ve kliklerin ortaya çıkması kaçınılmaz gözüküyor. Birinci sırada Erbakan’a kayıtsız şartsız itaat edenler geliyor. Süleyman Arif Emre, Fehim Adak, Oğuzhan Asiltürk, Temel Karamollaoğlu, Şeref Malkoç gibi isimlerin, partinin Hoca’nın çizgisinden sapmasını engellemek için “en geniş yetkiyle”, her türlü inisyatifi geliştirecekleri biliniyor.

“Yenilikçiler” olarak adlandırılan ekibin geleceğiyse Tayyip Erdoğan’a bağlı. FP’nin bir tek İstanbul kalesinin yıkılmamış olmasıyla gücü daha da artan Erdoğan yasaklı olduğu için bir ekiple hareket etmek zorunda. Daha önce Erbakan korkusuyla Erdoğan’dan uzak durmaya özen gösteren çok sayıda FP’linin “yenilikçi” saflara katılması bekleniyor.

Cemil Çiçek, Ali Coşkun, Nevzat Yalçıntaş gibi sağ kökenli genel başkan yardımcıları da, seçim yenilgisinin faturasını eski İslâmcı politikalar ve politikacılara çıkararak parti içi iktidarlarını sağlamlaştırmak isteyebilirler. “Yenilikçiler”e yakın gözüken bu sağcı ekip önümüzdeki günlerde Erbakancı kanadın boy hedefi olacağa benziyor.

FP içindeki iktidar mücadelesinin anahtarı bütün kanatlara eşit mesafede durmaya özen gösteren yöneticiler olacak. Bunların başında Recai Kutan ve yardımcıları Aydın Menderes ve Abdülkadir Aksu geliyor.

İster Recai Kutan, ister bir başka isim, kim seçilirse seçilsin, FP’nin ilk kongresinden çıkacak genel başkan, meşrûiyetini Erbakan’dan değil, parti örgütlenmesinden almış olacak. Her ne kadar bu durum, Erbakan’ın hareket liderliğini tehdit etmese de, böylelikle “emanetçi genel başkan” devrine son verilmiş, dolayısıyla FP’nin üzerindeki RP ipoteği kaldırılmış olacak. Böyle bir genel başkanın parti üzerinde tasarrufta bulunma noktasında, Erbakan’la en azından pazarlık etme şansı doğacak.

KOALİSYON HESAPLARI

Seçim sonrasında FP’de iki eğilim ortaya çıkıyor:

1) Her ne pahasına olursa olsun kurulacak koalisyon hükümetinde yer alıp hem bir yandan “derin devlet” ile olan sorunları gidermek, hem de seçimin yaralarını iktidarın imkânlarıyla birlikte sarmak. Bu alternatif farklı koalisyon formüllerini içeriyor. Çoğunluk yeni bir Milliyetçi Cephe’yi arzuluyor gibi görünse de, başta Kutan olmak üzere önemli ve etkili bir grup DSP ile ittifaktan yana. Bu kişiler FP’nin başarısının MHP’nin başarısızlığına endeksli olduğunu düşündüğü için daha baştan bu partiyle yollarını ayırmayı düşünüyor.

2) Muhalefette kalma yanlıları da MHP’nin yıpratılmasını temel strateji olarak önlerine koyuyorlar. En çok propagandası yapılan DSP-MHP koalisyonunun kurulması durumunda FP’nin ana muhalefet partisi olmanın avantajlarından yararlanabileceğini düşünen bu grup içinde iki farklı siyasî perspektif öne çıkıyor.

Bunlardan birinci grup FP’nin tekrardan sistem karşıtı İslâmcı bir kimliğe sarılmasını savunuyor. Diğerleriyse DSP-MHP koalisyonunun Türkiye’yi iyice Batı’dan uzaklaştıracağı, demokratikleşmeyi gerçekleştiremeyeceği vb. öngörülerden hareketle daha Batıcı ve liberal politikaların geliştirilmesini, diğer bir deyişle FP’nin savunageldiği görüşlerin daha inandırıcı ve etkili bir biçimde kamuoyuna maledilmesini istiyor.

SONUÇ

18 Nisan’ın en önemli mağlubu, oyları dibe vuran ANAP ile DYP veya barajı aşamayan CHP değil FP’dir. Çünkü diğer üç partinin gerilemesi çok önceleri başlamıştı ve bu seçimde de bunun devam ettiğini gördük. FP ise sürekli oylarını arttıran bir partinin, RP’nin devamı olarak, ilk kez geriledi; hem de altı puan birden. 1980 sonrası Türk siyasî arenasında bir kez seçim kaybeden bir partinin bir daha belini doğrultamadığını görüyoruz. Bu anlamda FP’nin yenilgisi çok daha büyük bir mağlubiyetin habercisi olarak görülebilir.

Hiç kuşkusuz FP’lilerin bu seçimlere RP’nin kapatılmasının şoku ve kendi partilerinin de her an kapatılabileceği endişesiyle girdiklerini; bu yüzden daha baştan rakiplerine karşı dezavantajlı durumda olduklarını asla akıldan çıkartmamak gerekiyor.