(...)
Kentin kendine özgü “yerel” bir kültürü olması, ancak, kültürel ögelerin köklü bir geleneğe göre, o kentte yaşayan bütün toplumsal sınıf ve tabakalar için ve sınıfsal farklılıklara rağmen gözlemlenebilir bir ortak payda oluşturuyorsa ve bu diğer kentlerde yaşayanların aynı konulardaki düşünce ve davranışlar biçimlerinden ayrılmalar gösteriyorsa, söz konusudur. “Kent kültürü” denildiğinde ilk akla gelenin, ortak paydada yer alan mimari-mekân, zenaatlar, müzik, yeme-içme biçimleri vb. gibi ögeler olması daha olasıdır.* Ancak bu tür ögeler, modernleşmenin gelmesiyle birlikte, modern yaşamların bütün kentleri eşitleyen ve düzleyen, yerel özellikleri ortadan kaldırarak standardize eden etkileriyle, büyük ölçüde (sera içinde yaşatma çabaları dışında) ortadan kalkmıştır; son birkaç kent için de, ortadan kalkmaktadır.
Ankara ise, çok yakın geçmişteki bir tarihe kadar, zaten “kent” tanımına girmekten çok, “kasaba” tanımı içinde düşünülebilecek bir yerleşmedir. Ankara’nın kültürel kimliği bakımından ayırt edici olan yön, modernleşme serüvenine ilk giren, çok kararlı ve toptan bir proje olarak modernizmi yaratmaya yönelen kent veya daha doğru bir ifadeyle, yönetici seçkinlerin, modernleşme projesini bir kent ölçeğinde yaşam, makam, altyapı vb. bakımlarından ele aldıkları bir model olmasında olabilir. Ankara, bir anlamda, hiç yoktan var edilmiş bir kenttir. (Ankara marşı zaten böyle söyler: “Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin.”) Bu anlamda yaratılmış olan bir “ortak kültürel payda”dan, belki daha çok, ancak 1960’lı yıllara kadar olan dönem için söz edilebilir. Bu da zaten, bütünüyle “modernist” bir serüvenin öyküsü olarak ele alınabilecek bir “ortak kültür”dür. 1960’lara kadar, modernleşme girdabına sürüklenen hiçbir Anadolu kenti, Ankara kadar yeni baştan yaratılmamıştır.
(...)
“Kültürel ve sanatsal üretimlerin” bir kentte gerçekleşmesi, diğer bazı ögelerin varlığı ve niteliği ile yakından ilgilidir. Bunlar, kısaca, kentin toplumsal yapısı ve nüfusun demografik nitelikleri, kentte yürütülen sosyal-ekonomik ve politik faaliyetlerin çokluğu, çeşitliliği, kültürel değişmelerin hızı ve niteliği, başta devlet olmak üzere çeşitli kurumların ve örgütlenmelerin, kültürel ve sanatsal etkinlikler üzerindeki pozitif veya negatif etkisi ve kentin sunduğu kültürel-entellektüel çerçevenin veya başka bir deyişle kültürel altyapının niteliği olarak sıralanabilir.
Kentin sunduğu toplumsal çerçeve bakımından, Ankara sürekli olarak büyüyen, şişen bir nüfusa sahiptir. Yüzyılın ilk çeyreğinden beri, nüfusu hiç durmaksızın artmaktadır. Bu, göçün getirdiği bir artıştır. Bu durumda göç, kuşkusuz, kentin kendine özgü kültürünün oluşması bakımından önemli bir faktördür. Kırsal kökenli bir nüfus, kültürel bakımdan, iki temel seçenekle karşı karşıyadır: Kendi kültürel kökenine sadık kalmak ve onu korumaya çalışmak veya kentte tutunabilmek amacıyla bütün kaynaklarını yaşayabilmek ve gelişebilmek üzere seferber ettiği için “kentin kültürüne” eklemlenmek ve onu yeniden üreterek dönüştürmek. Bu durumda göçle gelen nüfus, modernleşme projesini benimsemek (ve dönüştürmek), onun kıyısında kalmak veya red, ya da zorunlu olarak dışında kalmak doğrultularında yaşam biçimleri kurmaktadır.
Toplumun yapısındaki sınıflaşma, son yıllarda, alt sınıf ve tabakalarla üst sınıf ve tabakaların birbirinden iyice ayrılmasına neden olan iyice kutuplaşmış bir gelir dağılımı tablosu, sınıfların kendi kültürel değerlerinin birbiriyle iletişim kurmadan (birbirine değmeden) aynı kentte yaşamasına doğru bir eğilimi güçlendirmektedir. Ancak, yatay hareketliliğe paralel olarak, bütün kentlerde, bu arada Ankara’da da çok güçlü bir dikey hareketlilik gözlemlenmektedir. Bu yaşam biçimlerinin kesişmezliğini ortadan kaldıran veya sınıflar arasındaki kültürel duvarları aşındıranlar, sınıf atlayanlar veya sınıfsal piramide tırmananlar olmaktadır. Sınıf atlayanlar, Türkiye’nin her tarafında olduğu gibi, kendi kültürel değerlerini de birlikte getirerek, daha üst sınıflara dayatmakta, yeni girmeye başladıkları sınıfın kültürünün popüler kanadını etkilemekte/genişletmektedir. Bu son önermeyi, sanat alanları bakımından, sadece bazı alanlarda çok net (örneğin müzik) görmek mümkündür.
Kırsal alandan alınan kalıcı göçün dışında, bir üniversite kenti olması dolayısıyla aldığı mevsimlik göç de, kültürel yaşam üzerinde etkili olmaktadır. Genç ve göreli eğitimli bir nüfus, kentte etkinliklerin oluşumunda ve tüketiminde, önemsenecek bir öge olarak görülebilir.
Toplumun yapısı, dinamizmi, yenilenme hızı, kent toplumunda egemen olan arayışlar, kültür bakımından önemli olduğu gibi, kentteki ekonomik uğraşların çeşitliliği ve ekonomik ilişkilerdeki çeşitlilik de, kültürel bakımdan önemlidir. Bir kent ne kadar farklı üretim faaliyetleri barındırıyorsa, kültür ve kültürel etkileşim de o kadar farklılaşacak ve çeşitlenecektir. Bu bakımdan Ankara’nın, ne yazık ki pek şanslı bir kent olduğu söylenemez. Ankara’nın ekonomik yapısına egemen olan hizmet sektörü ve özellikle devlet hizmetleri, kültürel etkinlikler bakımından, ileride tartışılacak olan bazı özelliklerin ortaya çıkmasında etkili olmaktadır.
Kent toplumunun dışa açıklığı, dış dünya ile etkileşim düzeyi, dış dünya ile bilim ve sanatlar, entellektüel alış verişler bakımından ilişki düzeyi de, kuşkusuz, kültürel ortamın niteliği ve değişimi bakımından önemli bir faktördür. Ankara, dış dünya ile bütünleşme bakımından, açık bir kent görünümü vermekle birlikte, bu açıklığın derecesi (talebin miktarı ile ilgili olarak) oldukça cılız bir görünüm vermektedir. Yine de bu açıklık, bilimler ve sanatlar bakımından dünyada ne olup bittiğini anlamak isteyen kişiler için (daha çok üniversiteler, TÜBİTAK, YÖK ve benzeri kamu kurumları aracılığıyla) belirli bir düzeyde mevcuttur. Dışarıya açılan kapının genişliğini, İstanbul gibi bir kentle karşılaştırmak zor olsa da, bir dünya kenti olmayan Ankara’nın (taşradaki bir başkentin) sanatçıları, kendi standartlarını dünyanın diğer sanatçılarıyla karşılaştırabilecek enformasyon sistemlerine bir ölçüde sahiptir.
Yukarıdaki tartışmaların, yani, nüfus yapısındaki özelliklerin ve göçün, toplumsal yapıdaki tabakalaşmaların ve sınıflar arasındaki devingenliğin, gelir dağılımındaki bozulmanın, bazı sınıfların dış dünya ile etkileşim içinde olabilmesinin sonuçlarından biri olarak, kültürel üretimler ve tüketimlerdeki yarılmalar (cleavages) ve kutuplaşmalar da ele alınmalıdır. Bu tartışma, son derece geniş kapsamlı olduğu için, sadece ana başlıklarla yetinilecektir. Türkiye’nin bütün kentleri için olduğu kadar, Ankara için de, kültürel bir yarılmanın tartışılması gerekmektedir. Ankara kenti için yapılacak kültür incelemelerinde, kültürün sınıf ve toplumsal cinsiyet boyutunun ele alınması gerektiği kadar, giderek bütünleşen ve küreselleşen dünyadaki modernleşme eğilimlerinin ve ideolojik dayatmaların yarattığı kültürel yarılmaların da önemle ele alınması gerekmektedir.
Yerel kültürler, geleneksel kültürler, doğu kültürleri, İslâm kültürü ile evrensel kültür, modernleşmenin getirdiği kültür, Batılı/batıcı kültürler arasındaki çatışma ve eklemlenme örüntülerinin içinde bulunduğu ortam olarak yarılmaların incelenmesi mümkündür. Bu ortam, Türkiye’nin ve dünyanın pek çok kenti için tipik bir ortamdır. Ankara (başkent tarihsel birikimin sürekliliğindeki kopuş kararı anlamında) ideolojik bir başkent olarak, geleneksel değerlerin sürekli olarak yeniden üretildiği bir hinterlandın ortasında, bu yarılmayı kıyı veya liman kentlerinden daha farklı bir biçimde barındırmakta ve üretilmektedir. İleride tartışılacak bazı sanat alanlarında, bu yarılmanın etkilerini görmek mümkün olacaktır.
Ankara için, yarılmanın varlığı ve yoğunluğu bakımından en önemli faktör, kentin “resmî” kurumların sunduğu çerçeve ve bunun kültür sanat politikaları aracılığıyla yarattığı etkidir. Sanatın ve kültürün “kamusal alanının” belirleyicileri, başkent Ankara için, her şeyden önce, devlettir ve bunun önemsiz bir uzantısı gibi düşünülebilecek belediyelerdir.
Başkentini Ankara olarak seçen cumhuriyet rejimi, belirgin bir biçimde, modernleşme, çağdaşlaşma ve Batılılaşma projesini temel bir tercih olarak benimsemiş ve bunu devletçi yöntemlerle gerçekleştirmiştir. Ankara da, cumhuriyetin başkenti olarak, bir anlamda bu projenin vitrinini oluşturacak biçimde ele alınmış, tasarlanmış ve planlanmıştır. Bu bakımdan Ankara, diğer kentlerden farklı bir özellik taşımaktadır: Modernleşme/modernizm Ankara’ya kendiliğinden, kentlilerin ekonomik-ticari, sosyal faaliyetlerinin dış dünyalarla ilişkileri aracılığıyla, yerel mikro tercihlerin zaman içinde gelişen bir birikimi olarak gelmemiştir. Toptan, hızlı, tek ve makro bir iradenin (devletin ve onun seçkinlerinin, bürokrasinin) ideolojik tercihi olarak gelmiştir. Bu bakımdan, Ankara’nın kültür-sanat yaşamının temelinde, bugün de, devletin güçlü varlığını/etkisini/belirleyiciliğini görmemek mümkün değildir.
Devlet, kendi vitrinini mekânsal olarak kurarken (Ankara kentinin mekânsal olarak planlanması ve hızla altyapının ve mimari yapıların gerçekleştirilmesi) kentin toplumsal ve kültürel yaşamının niteliklerini belirleyecek kurumları ve örgütlenmeleri de gerçekleştirmiştir.
Devletin kültürel yaşama müdahalesi veya bu alandaki varlığı, kuşkusuz, devlet kadar eskidir ve Ankara, devlet tarafından yaratılan tek kent değildir. (Mezopotamya’daki kent kültürünün başlangıcından, Petersburg’a ve bağımsızlıklarını son yarım yüzyılda elde eden pek çok üçüncü dünya ülkesi başkentlerine kadar, devlet tarafından yapılmış/yaratılmış kent sayısı çok fazladır.) Burada üzerinde durulmak istenen nokta, devletin kültürel alandaki varlığının, başkent Ankara’nın kuruluşunda (ve bugün de) en önemli belirleyici ögelerden biri olduğudur.
Devlet Ankara’da kültür alanındaki varlığıyla, modernleşme projesini desteklemek istemekte, bunun için Batı’nın örnekleriyle ilişkiye geçmeyi/onların tanınmasını hızlandırmaya çalışmakta, standartları Batı ölçülerine göre koyarak (ve böylece yükselterek) sanat-kültür alt yapısını geliştirmekte ve örgüt (tiyatro, müzik, dans, folklor, resim, heykel konularında doğrudan ve edebiyatla ilişkili olarak dil ve çeviri çalışmalarıyla dolaylı olarak) yaratmaktadır.
“Yarılmalar” konusunda devlet, sanat politikaları ve popülist politikalarla, Ankara’da sanat-kültür etkinlikleri üzerinde etkili olmaktadır:
Devletin kendi üretimi,
Kendi üretimi dışındaki sanatsal üretimleri sübvanse etme politikası ve bu sübvansiyonların koşulları/getirdiği kurallar,
Devletin sanatsal üretimlerin altyapısı için yer seçimi politikaları,
Devletin içindeki yarı bağımsız/görece özerk kurumların, üniversitelerin kendilerine özgü politikaları (CSO, korolar, opera, tiyatrolar, TRT radyo ve televizyonu, Bilkent, Hacettepe, AÜ, GÜ, vb.).
Belediyeler ise popülist politikalar ve bunların paralelindeki sübvansiyon politikaları, özellikle amatör üretimlerin desteklenmesine yönelik politikalar ile devlet ile aynı kulvarda olmasa bile aynı yaklaşımla, sanat yaşamı üzerinde etkili olmaktadır.
Kentin, sanatlar ve kültür üretimleri bakımından sivil veya ticari olarak örgütlenmesi, örgütlülük düzeyi ve etkinlik düzeyleri ise (sinema hariç), oldukça düşük düzeydedir. Dernekler, vakıflar, enstitüler, kurumlar vb. aracılığıyla yaratılan sivil örgütler de, temelde aynı yarılmayı yansıtmakla birlikte, kültür ve sanat alanını da (Türkiye’nin diğer kentlerinde olduğu gibi) oldukça güçsüz bir varlık sergilemektedir. Ticari kâr amacı olmayan sanat merkezleri içinde programlı çalışan ve belirli bir sürekliliği olanlar sadece, yabancı ülkelerin elçiliklerine bağlı çalışan kültür merkezleridir. Ticari girişimler veya özel sektörün yönettiği ve/veya işlettiği sanat kurumları bakımından ise, bir-iki özel tiyatro ve resim galerileri dışında, düzenli programlı bir etkinliğe rastlamak güçtür.
Örgüt çatısı olmayanların ürettiği veya bireysel olarak üretilen sanatsal-kültürel etkinlikler (ad-hoc performanslar) Türkiye’nin bütün kentlerinde, yok denecek kadar azdır. Ankara, devletin özellikle sıkı denetimi altında olan bir kent olarak, sokaklarını, meydanlarını veya çadırlarını, salonlarını bu tür özgür ve bütünüyle denetim dışındaki kesimlerin gösterilerine açmak bakımından olağanüstü kuşatılmış bir kenttir. Bütün gösteriler (bütün Türkiye’de olduğu gibi) sıkı bir izin ve denetim sistemine bağlıdır ve izinsiz her gösteri, sokak çalgıcılığı (para kazanmak veya dilenmek amacıyla metro istasyonlarında bile olsa), kamusal açık alanlarda yapısal festivaller vb. Ankara’da hiç görülmez.
Kentte güncel enformasyon, bilgi, belge, program üretimi: Gazete, radyo ve TV’ler bakımından da Ankara, devletin dışında önemli bir varlığa sahip değildir. Ankara’nın kendine özgü günlük gazetelerinin (piyasa koşullarında) yaşatılması mümkün olamamaktadır (kapalı devre yayın yapanlar dışında). Ankara, merkezi İstanbul olan ve ulusal yayın yapan gazeteleri okumaktadır.
Televizyon yayını bakımından, devlet Ankara’dan yayın yapmayı tercih etmektedir: 5 TRT kanalı. Buna karşılık, Ankara’da ulusal yayın yapan bir tek özel TV istasyonu vardır (ulusal yayın yapan 16 istasyonun 14 tanesi İstanbul’da) ve Ankara, özel televizyon kanallarını izlemek istediğinde, aynı gazeteler gibi, merkezi İstanbul’da olan yayınları izlemektedir. Bunların dışında (1999 başı itibarıyla), Ankara kentinde yerel yayın yapan özel TV’lerin sayısı 7 olmakla birlikte, bunların 3 tanesi henüz yayında değildir. Özel yerel TV sayısı bakımından Ankara, birçok kentin (Antalya 12, Adana 8, Muğla 8, İstanbul 8, Tokat 8, Hatay 7, Malatya 6, Gaziantep 6, Bursa 6, Ordu 6, Samsun 6, Trabzon 6, Diyarbakır 5, İzmir 5) gerisindedir.
Ulusal yayın yapan özel 36 radyonun sadece 5 tanesi Ankara kentindedir (30’u İstanbul’da). Ankara’da bölgesel yayın yapan 7 (İstanbul’da 44), yerel yayın yapan 53 (İstanbul’da 62, İzmir’de 49, İçel’de 39) radyo vardır.
Bu tablonun ortaya koyduğu durum, en kalın çizgileriyle, Ankara’nın resmî yayıncılıkta uzmanlaştığı, özel yayınların da, İstanbul gibi daha karmaşık (ve belki bu nedenle daha özgür?) bir kent yapısını tercih ettikleridir. Ankara okuyucuları ve izleyicileri, merkezi İstanbul olan gazeteleri ve resmî kanallar dışında, merkezi İstanbul olan TV ve radyo istasyonlarını tercih ederek, yerellik konusunu önemsemediklerini göstermektedir (yerel radyolar dışında). Ankaralıları asıl ilgilendiren, ulusal iletişim ağındaki çaptaki enformasyondur.
Kentin sanatsal-entellektüel sunuşlar için sağlayabildiği mekânsal imkânlara ve bu imkânların niteliğine (bir anlamda kültür-sanat altyapısının varlığına) bakıldığında, kütüphane, müze, galeri, konser salonu vb. ile, tartışma-yüzyüze gelme mekânlarının varlığı (toplantı salonları, vb.) gibi kullanışların incelenmesi gerekmektedir.
Ankara’da, hepsi her zaman açık olmasa da (veya “halka açık olmadığı” belirtilmiş olsa da, büyük veya küçük kolleksiyona sahip olmalarına bakılmaksızın) 28 müze vardır. Kaba bir sınıflandırmaya göre, bu müzelerin önemli bir bölümü (yaklaşık 18 tanesi) devletin kendi ideolojisini kurmak-pekiştirmek amacıyla kurduğu müzelerdir. Tarih ve etnografi ve gündelik yaşam müzeleri ile, bazı uzmanlık alanlarında kullanılan teknik araç-gerecin sergilendiği müzeler ise, müzelerin daha küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Ankara’nın, Anadolu Medeniyetleri Müzesi dışında, gerçekten müzecilik kaygısı ile, uluslararası standartlara uygun düzenlenmiş müzelere sahip olduğunu söylemek oldukça güçtür.
Kütüphaneler bakımından da, benzer kaba bir sınıflandırmayla, mevcut olduğu görülen 65 kütüphaneden halka açık olanlarından bir bölümünün Kültür Bakanlığı’na bağlı “halk kütüphanesi”, bir bölümünün ise “çocuk kütüphanesi” olduğu, geriye kalan önemli düzeyde bir bölüm kütüphanenin, devlet dairelerinin kendi bünyelerinde oluşturdukları uzmanlık kütüphaneleri veya dokümantasyonlar olduğu görülmektedir. Ankara’daki kütüphanelerin, Milli Kütüphane’den ve YÖK Kütüphanesi’nden sonra, en önemli olanları, üniversite kütüphaneleridir (Bilkent, ODTÜ, fakültelere göre çeşitli AÜ kütüphaneleri, HÜ kütüphaneleri, GÜ Kütüphanesi). Bu kütüphanelerin bazıları, yeni ve geniş kolleksiyonlara sahiptir. Ancak, son iki kategoriye giren kütüphaneler, belirli kullanıcı gruplarına yönelmiş kütüphanelerdir.
Bunların dışında, Ankara’da daha sivil kesimlere ait olan kütüphaneleri de, belediye kütüphaneleri (AB Belediyesi Tuzluçayır, Keçiören vb.), meslek odalarının kütüphaneleri (Mimarlar Odası), yabancı elçiliklerin kültür merkezlerine bağlı kütüphaneler (Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan kütüphaneleri) ve kâr amacı gütmeyen özel kütüphaneler (İskenderiye, Bilim-Sanat Kitabevi, Alperen Kitabevi Okuma Salonu) olarak sınıflandırmak mümkündür.
Nitelikleriyle ilgili bir tartışmaya girmeksizin, kütüphaneler bakımından Ankara’nın “yoksul” sayılamayacağı, bununla birlikte, kütüphane kullanımının daha çok, öğrenimle özellikle üniversite öğrenciliği ile ilişkili olarak düşünülmesinin gerektiği (diğer bir deyişle, kütüphanelerin daha çok çocuklara ve gençlere ait olduğu) uzmanların yaptıkları işler için kütüphane kullanma alışkanlıklarının sınırlı düzeyde olduğu, okuma alışkanlığının sıradan kentliler bakımından, önemli bir ihtiyaç düzeyinde olmadığı söylenebilir.
Kapalı mekânlarda yüz yüze kültürel etkileşimin sağlandığı toplantı salonları bakımından, Ankara’nın sahip olduğu potansiyel kabaca şöyle sınıflandırılabilir. Devlet dairelerinin (bakanlıklar, genel müdürlükler, kültür merkezleri veya kurumlar) sahip olduğu toplanma yerleri, üniversitelerin salonları, otellerin toplantı salonları, sendika ve meslek odalarının, kültür merkezlerinin toplantı salonları ve belediyenin toplantı salonları. Bunlardan ilk iki kategori, Ankara salon kapasitesinin önemli bir bölümünü meydana getirmektedir ve bütünüyle “resmî” bir denetime tâbidir; kullanımı kısıtlıdır. Oteller ise, her kesime açık olmakla birlikte, oldukça pahalı olduklarından sadece elverişli bütçesi olan toplantılar için kullanılabilirler. Bütün bu etmenleri bir araya getirince, Ankara’nın “sivil” kültürel etkileşiminin ancak, sonuncu kategoriye giren bazı salonlarda gerçekleşebildiği ve bunun da, oldukça sınırlı bir kapasite olduğu görülebilir.
Sokaklar-meydanlar, parklar vb.’nin kültürel anlamlar yüklenmesi, kentin tarihsel, kültürel ve mimari mirasının kültürel üretimlerle etkileşimi, kent kamusal alanlarının/açık alanlarının sanatların sunulduğu veya yeniden üretildiği bir atmosfer oluşturma bakımından performansı konularına ise, Ankara bakımından zaten “yok” denilecek düzeyde olduğundan, hiç değinilmeyecektir.
Özetle, Ankara, daha önceki bölümde tartışılan özellikler bakımından, kültür ve sanat faaliyetlerinin biçimlenişinde ve gerçekleşmesinde, belirgin özelliklere sahiptir. Bunlar, Ankara’nın varlığı ile ilgili kurguyla, devletin Ankara’ya yüklediği rolün niteliğiyle uyumludur. Ankara’da yaşayanlar ise, yarılmanın ortaya çıkardığı bölünmeler bakımından, birinci büyük bölümü, ya kendi kültürel değerlerinin devlet tarafından etkilenmesini istemediklerinden veya devletin onlara ulaşacak teknolojiyi geliştirememesinden ötürü, oldukça sığ, yerel ve folklorik tarzda bir modernleşme kültürlenmesiyle oluşturulan/üretilen sanat yaşamıyla yetinmektedirler. Bu grup, göç ederek Ankaralı olmuş ve sosyal tabakalaşmanın alt katmanlarında bulunan büyük bir gruptur. Kitle iletişim araçlarının etkisine açık ve arayış içinde olan bir geçiş grubu olarak düşünülebilir.
İkinci bölüm ise, modernleşme projesinin içinde Batılılaşma ve evrenselleşme/küreselleşme çizgisinde, devletin genel ideolojik desteğini alarak, ancak onun sınırlamalarını da genel anlamda kabullenerek, kültür ve sanat yaşamının daha çok yeniden üretimini gerçekleştirmektedir. Bu bölümde de göç ile Ankaralı olmakla birlikte, önceden kentsel bir kültüre sahip olanlardan veya sınıf atlayarak yeni sınıflarına iyice yerleşmiş olanlardan oluşmaktadır. Sosyal tabakalaşmanın üst düzeylerinde yer alan bu grupta daha çok sivil-asker bürokratlar veya hizmet sektörünün çeşitli kesimlerinde çalışanlar bulunmaktadırlar.
Ankara’da kültür ve sanat yaşamı bakımından bunun dışında kalan çeşitli marjinal kesimlerden bahsedilebilir. Bunlardan bir bölümü, aynı yarılma paradigması çerçevesinde Batı kaynaklı ideolojilerden kaynaklanan özgürlükçü, liberter sol grupların veya insan hakları, feminizm gibi daha özel grupların haklarının savunulmasıyla ilgilenenlerin kültürel kategorisini oluşturmakta, diğer grup da, daha çok İslâmcı ideoloji veya onun belirli bir tarikat çerçevesindeki yorumundan kaynaklanan grupların kültürel kategorisini oluşturmaktadır.
(*) Ankara ile ilgili yayımlanmış pek çok kitap, kılavuz veya tanıtma broşüründe, kültür ve sanat başlığı altında yer alan bilgiler, çoğu kez, yukarıda nitelenen türdeki bilgilerdir. Ancak, Ankara için bu tür bilgiler, genellikle, bu yüzyılın başında bitmiş olan Ankara’nın, yani geleneksel Osmanlı kasabası Müslüman kesiminin sahip olduğu yaşama ve üretme biçimlerinin idealize edilmiş klişeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, bir bölümü resmî olan bu yayınlarda “kültür” başlığı altında yer alan bilgilerin, “kentli/kasabalı Müslüman kesime ait folklor, ya da kültür tarihi” olarak adlandırılması, görüşümüze göre, daha doğru olacaktır.