Birikim dergisinin Mayıs (1999) sayısında, “Üniversite Sendikacılığı Üzerine Bazı Değerlendirmeler” başlıklı yazısı yayımlanan Mete Çetik, Öğretim Elemanları Sendikası’nın (ÖES) üyesiyken istifa ederek, Eğitim-Sen Sendikası’na katılmış, sendikamıza ilişkin eleştirilerini çeşitli platformlarda yazılı ve sözlü olarak ifade etmişti. Biz de görüşlerimizi ÖES sendika bülteninde dile getirmiştik. Bu nedenle tüketilmiş bir tartışmayla Birikim sayfalarını fazla işgâl etmek niyetinde değiliz. ÖES’e yönelik haksız eleştirileri bir yana, yazarın gerek dünyadaki üniversite sendikacılığının sorunları, gerekse Türkiye’deki üniversite sendikacılığının sorunları üzerine (hem ÖES’in, hem de Eğitim-Sen’in yaşadığı) bazı önemli tartışmaları gündeme getirdiğinin farkındayız.
Bu satırlar, söz konusu makalede yerli yersiz ÖES’e vurup kaçmaktan haz aldığı hissedilen, bazen sendikacılık anlayışımızı İtalyan faşist sendikacılığına benzetecek kadar ileri giden bir ruh halinin, KESK çatısı altında birbiriyle dostluk, dayanışma duyguları içinde olan, gerektiğinde de uygarca bir tartışma yürüten ÖES-Eğitim-Sen ilişkileriyle ilgili yanlış bir izlenim yaratabileceği kaygısıyla kaleme alındı.
Sendikal faaliyetler, ülkenin demokrasi, özgürlükler, insan hakları mücadelesinden; emek-sermaye arasında hayatın her alanında yaşanan çelişkilerden soyutlanamaz. ÖES’te sendikal mücadelesini bu anlayışla sürdürmekte, genelde toplumsal muhalefetin, özelde de sendikal hareketin yaşadığı sorunlardan nasibini almaktadır. Mete Çetik tarafından gündeme getirilen birçok sorunun varlığı tarafımızca da bilinmektedir; ancak bunların gerçek çözümü, temsil organlarına seçilen kişilerin “doğru” politikaları uygulamaları veya ÖES yerine Eğitim-Sen’de örgütlenilmesi ile, ya da Araştırma Görevlileri Sendikası’nın kurulması sayesinde giderilebilecek sorunlar değildir. Üniversitedeki mevcut eşitsiz ve istismara dayalı ilişkilerin dönüşümü, öğretim elemanlarının yöneten yönetilen ilişkilerinin zorladığı hiyerarşik anlayışı aşmaları ve kendi yaşam pratiklerine uygulamalarıyla doğru orantılıdır. ÖES ancak üyelerinin güç, hiyerarşiyi mutlak kabul eden, yetkilerini kötüye kullanan üyeleri karşısında yaptırımlarını gözden geçirerek ve mevcut yazılı ilkeleri arkasında daha ısrarlı durma mücadelesini sürdürecek, bu sürece katkıda bulunabilir. Buna ilişkin olarak gündeme getirilen “işe alma, işten çıkarma konularında yetkileri bulunan, üniversitede yönetici konumdaki ÖES üyelerinin üyeliğinin askıya alınması” önerisi de sendikanın gündeminden çıkmış değildir.
ÖES, araştırma görevliliğini yüksek lisans veya doktora sırasında üstlenilen geçici bir görev değil, öğretim üyeliği kariyerinin en önemli başlangıç aşaması olarak görür. Bu süreçte araştırma görevlilerinin temel görevi akademik gelişimlerini tamamlamaktır. Bilimsel yeterlilik konusu bu süreçte ortaya çıkan ve tartışılan en önemli sorundur. Sanırız bu noktada kimse bilimsel yeterlilik gibi bir ölçüte tümüyle karşı çıkmayı düşünmektedir. ÖES’te yaşanan tartışmanın gündemini, bu yeterliliğe karar verecek kişi veya kurumların, karar mekanizmalarını öznel yargılardan uzak biçimde oluşturmaları, kararların açık, şeffaf olması ve hak arama yollarının sonuna kadar kullanılmasının mümkün hale getirilmesi konuları oluşturmaktadır.
ÖES, eğitim emekçilerini örgütleme doğrultusunda önemli yol katetmiş olan Eğitim-Sen’le birleştirmeyi hiçbir zaman kategorik olarak reddetmemiştir. Ayrıca, KESK’in ve özellikle de Eğitim-Sen’in mevcut bilgi birikiminden ve mücadele pratiğinin deneyimlerinden yararlanmaya açık olan bir sendikadır. Bu kurumların üniversite alanına ilişkin alternatifler üretmesi durumunda da bunları sendikal pratiğe aktarma konusunda tereddüt etmeyecektir. Ancak bunun da ötesinde Eğitim-Sen ve ÖES güncel pratik içerisinde de birbirlerini destekleyen ve dayanışma içerisinde olan iki sendika olarak var olmuşlardır.
ÖES, KESK bünyesinde yer alan bir sendikadır. Emeğin ekonomik ve demokratik mücadelesi ile bütünleşme anlamında, konfederasyon üyeliğinin azımsanmayacak bir önemi vardır. ÖES’in bugüne kadar sürdürdüğü mücadele pratiği incelendiğinde, genel toplumsal sorunlara karşı daha kolay tepki verebildiği görülmektedir. Ancak asıl sorunun ücret, çalışma koşulları ve iş güvencesi konularında kendi alanımıza dair yaşadığımız sorunlara ilişkin güncel politikaları üretip, bunun mücadelesini vermek olduğu bilinmektedir. Bu iki alanın birleştirilmesi konusunda (genel ve özel) somut mücadele pratiklerini örgütlemeyi yeterince başardığımız söylenemez. Üniversitedeki hiyerarşik yapıların sendikal alana yansımasının yarattığı sorunları giderme ve kendi özgül alanımıza ilişkin somut politikalar üretme konusunda sendikamızın yaşadığı eksikliklerin bir perspektif sorunundan, ya da örgütlendiğimiz çatıdan kaynaklandığını düşünmüyoruz. Söz konusu sorunların çözümü doğrultusunda adımlar ancak uzun bir mücadele ve zor, sancılı bir süreç sonunda atılabilir. Bunun için sistemli çabalar gerektiğinin de bilincinde olduğumuzu vurgulamakta yarar görüyoruz.
Mücadele yapıcı bir biçimde ancak ÖES içerisinde varolarak sürdürülebilinir. Bilime bakış açımızı örgütlenme pratiğine de taşırsak şunu söyleyebiliriz; kurşunkalem dolmakalemden daha güçlüdür. Yani hata yapmaktan korkmuyoruz, önemli olan hatalarımız karşısında eleştiri-özeleştiri süreçlerine açık olmak, bilimsel şüpheciliği ve sorgulayıcılığı gözardı etmektir. ÖES’i kendini yenileyen, yanlışlarını düzelten, kendini ve üyelerini dönüştüren, öğrenen bir örgütlenme haline getirmek, bunun mücadelesini vermek birçok ÖES üyesinin ortak hedefidir. Asıl sorun, ÖES içerisinde bu dönüşüme yol açacak mekanizmaların ve kanalların açık olup olmamasıdır. Bugüne kadar yaşadığımız pratik bütün eksikliklerine rağmen umutsuz olmamızı gerektirecek bir pratik değildir. Yeter ki inadımız ve ısrarımızdan vazgeçmeyelim.
ŞULE NECEF