Bir Skandal: TBMM'nin Mektubu ya da Şükrü Elekdağ ve Justin McCarthy Bu Ülkeyi Nereye Sürüklüyorlar?

Sonuçta Şükrü Elekdağ’ın dediği oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Avam Kamarası ile Lordlar Kamarası’na yazdığı açık bir mektupla, İngiltere’nin Mavi Kitap için Türkiye’den özür dilemesini istedi. Daha önce kamuoyunda tartışılan ve bu nedenle de bilinen bazı iddiaları içeren Mektup, eğer özetlemek gerekirse esas olarak şu altı teze dayanmaktadır:

1) 1. Dünya savaşı boyunca, İngiltere, yoğun bir propaganda faaliyeti yürütmüş ve bu faaliyetin ürünü olarak birçok Mavi Kitap yayımlamıştır. Bu kitaplarda yer alan iddialar gerçekleri ifade etmeyen ve propaganda amacıyla hazırlanmış düzmece belgelere ve asılsız bilgilere dayanmaktadır.

2) Zaten Toynbee’nin kendisi de, Türkiye aleyhine yazılan Mavi Kitap’ın propaganda amacıyla hazırlandığını kabul etmiştir; bu nedenle Mavi Kitap içindeki bilgiler yalana dayalı asılsız bilgilerdir.

3) Ermeniler konusunda yazılan Mavi Kitap’ta yer alan bilgilerin kaynakları belli değildir ve belli olanlar bile Amerikan misyonerlerine ve Ermeni aktivistlere aittirler ve bu kişilerin ifadeleri, Türklere karşı ön yargılı oluşları nedeniyle objektif bilgi olarak kabul edilemez.

4) İngiltere, savaş sırasında Almanya’nın Belçika’da sivil halka yönelik katliam yaptığı yolunda da propaganda yapmıştır. Bu propagandalar da yalan ve uydurmalara dayanır.

5) Almanya aleyhine yapılan propagandaların bir parçası olarak İngiltere, Almanya aleyhine de bir Mavi Kitap yayımlamıştır. Bu Mavi Kitap’ta asılsız iddialarla doludur ve hiçbir biçimde gerçekleri yansıtmaz.

6) İngiltere bu asılsız iddialar nedeniyle Almanya’dan 2 Aralık 1925 tarihinde özür dilemiştir.

Bu mantık silsilesinin doğal sonucu olarak, TBMM:

“Büyük Britanya Parlamentosu ve Hükümeti tarafından, kamuoyuna, ... Mavi Kitaplar külliyatı çerçevesinde yayımlanan Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Uygulanan Muamele 1915-1916 adlı kitabın, 1. Dünya Savaşı’nda ‘Wellington House’daki İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından hazırlanan bir propaganda malzemesi olduğunun ve söz konusu kitapta yer alan Osmanlı Ermenilerinin isyanı ile buna karşı Osmanlı Devleti’nin almış olduğu önlemlere ilişkin bilgilerin mesnetsiz ve güvenilir olmadığının açıklanmasını talep”

etmektedir.[1]

Benim bu yazımdaki iddiam şudur: Şükrü Elekdağ’ın ve CHP’nin başını çektiği girişim sonucunda yazılan bu mektupta ileri sürülen argümanların hiçbirisi doğru değildir. Şaşırtıcı gelebileceği için iddiamı tekrar etmek istiyorum: yukarıda özetlenen iddiaların hepsi yanlıştır; hiçbir argüman gerçeği yansıtmamaktadır. Ortada kelimenin gerçek anlamıyla bir skandal söz konusudur. Bir parlamentonun başına gelebilecek en tatsız olaylardan birisi ile karşı karşıyayız. Birkaç kişinin koca bir devleti ve onun en önemli kurumlarını bu denli yanlış ve asılsız fikirlerin peşine nasıl takabildiği, niçin ne Başbakan’ın ne de herhangi bir parti lideri veya milletvekilinin bu bilgilerin doğru olup olmadıklarını kontrol etmek ihtiyacını duymadıkları ciddi bir sorudur. Tüm bu kurumlar, açık bir bilgisizlik örneği olarak da algılanabilecek böylesi bir durum içine düşmeyi nasıl becerebilmişlerdir? Bunlar gerçekten cevap verilmesi gereken zor sorulardır.[2]

Altı noktada topladığım iddiaları tek tek ele almadan önce belirtmek isterim ki, bu altı noktadaki iddiaların asıl sahibi Justin McCarthy’dir. Mektupta dile getirilen görüşlerin çoğu Justin McCarthy tarafından daha önce çeşitli makalelerde dile getirilmişlerdir. Hatta bazı paragraflar Mc Carhty’e ait yazılardan hiçbir değişikliğe dahi gerek görülmeden aynen alınmışlardır.[3] Aşağıda altı nokta bağlamında örnekleriyle de göstereceğim gibi, Justin McCarthy, bilim dünyasında bu tür doğru olmayan bilgileri yayması ile tanınır. Eserlerinde, sıradan, basit ideolojik propaganda ile objektif bilgi arasındaki sınır yok gibidir. Bu nedenle akademik dünyada fazla ciddiye alınmaz. TBMM’nin böyle bir skandala alet edilmesinin en önemli nedeni, Şükrü Elekdağ ve CHP’nin ısrarlarıyla, Justin McCarthy’nin malesef büyük bir otorite olarak kabul edilmesidir. TBMM’nin böylesi bir kişinin peşine takılmış olması üzücüdür.

Şimdi 6 madde olarak özetlediğim bu iddiaları tek tek ele alalım:

1. GENEL OLARAK MAVİ KİTAPLAR

İngiltere’nin savaş boyunca propaganda amacıyla birçok yayın yaptığı bilinen bir gerçektir. Bu sadece İngiltere’ye has bir uygulama değildir. Cihan Harbi boyunca savaşan devletler birbirleri aleyhine bu tür propaganda yayınları yapmışlardır. Justin McCarthy ve Şükrü Elekdağ’ın savunduğu ve sonuçta Meclise de kabul ettirdikleri mantık şöyledir: “Eğer bir kitap propaganda amacıyla hazırlanmış ise içindeki bilgiler de doğru değildir.”

Burada sorulması gereken soru, bir kitabın propaganda amacıyla yayımlanmış olması ile içindeki bilgilerin doğruluğunun ayrı ayrı şeyler olup olmadığıdır? Elekdağ’ın seveceği bir örnek verecek olursam: Ermeni birliklerinin 1992 Şubat ayında, Karabağ’daki Hocalı köyünde 600 Azeriyi katlettikleri bir olgudur. Şimdi Azeriler bunu Ermenilere karşı bir propaganda malzemesi olarak kullanırlarsa, bu bilgi yanlış sayılmalı mıdır? Bunu propaganda malzemesi olarak kullanan Azerilerin yalan söylediklerini iddia edebilir miyiz?[4]

Bilginin doğruluğu ile propaganda amacıyla kullanılması arasında bir fark olmadığını ileri sürmek aslında Elekdağ açısından anlaşılabilir bir durum olabilir. Çünkü bu Türkiye’nin Ermeni sorununda izlediği çizgidir. Propaganda amacıyla dile getirilen birçok görüşün doğru olup olmamasına önem verilmemektedir. Kendileri böyle yaptıkları için başkalarının da aynı şekilde davrandıklarını zannetmektedirler. Elekdağ ve çevresinin ana hatası budur.

Oysa, İngiltere’nin Mavi Kitapları için “yalan üzerine dayandıkları” iddiasını ileri sürmek oldukça zordur. Aksine, propaganda amaçlı olduğu tartışma götürmez bu kitapları hazırlarken İngilizler titiz ve dikkatli davranmışlardır. Propagandanın gerçek ve doğru bilgi üzerine oturması ana hareket noktalarını oluşturmuştur. Bu, konu üzerinde çalışan akademisyenlerin üzerinde anlaştıkları bir noktadır:

Örneğin, TBMM’nin mektubunda, İngiltere’nin savaş dönemi propaganda faaliyetlerinin asılsız bilgi üzerine dayandığını ispat etmek amacıyla başvurduğu kaynaklardan birisi olan, Michael Sanders ve Philip M. Taylor’ın kaleme aldıkları British Propaganda during the First World War 1914-1918 (Birinci Cihan Harbi 1914-1918 Boyunca İngiliz Propagandası) adlı eserde, İngiliz propagandasının esas olarak “doğru bilgi” üzerine oturduğunun altı defalarca çizilir.

Bazı örnekler: “Başlangıcından itibaren Wellington House’un (Propaganda bürosunun ismi-TA) hareket ettirici ilkesi, propagandanın doğru (hatasız) bilgiye... dayanması idi.” İngiltere’nin propagandaya yaklaşımı, “duygusal aşırı vurgulamalara kaçmayan açık gerçeklere dayanan bilgileri arayarak, genel olarak son derece dikkatli ve akademik bir metin sunmaktı”; “Wellington House’dan kendilerine gelen materyallerin dili akademik, yaklaşımı bilimseldi.”[5] Kitap yazarları, İngilizlerin savaş propagandasının başarısını seçilen “duygusal görüş açıklama yerine [sadece] bilginin dağıtımı ve ölçülü argümanlar”a dayanma yöntemine bağlarlar.[6]

TBMM’nin mektubunda sözünü ettiği ve “asılsız ve mesnetsiz bilgilere dayandığını” iddia ettiği Viscount Bryce imzalı Mavi Kitaplar için ise yazarlar şunu söylerler: “Onun [Bryce Komisyonunun] gerçek tarihsel anlamı şu gerçekliğe dayanıyordu ki, Komisyon, kanıtların yanlış olduğunu gösterebileceği, dürüst olmayan (yalan) veya sahtekar rapor yayımlamadı.”[7]

Mavi Kitapların bilimsel değerleri konusunda, konumuzla doğrudan ilgisi olmayan bir başka Mavi Kitap serisine değinerek bazı ek bilgiler vermek istiyorum. İngiltere, Namibya’da Alman sömürgecilik idaresi aleyhine propaganda yapmak amacıyla üç ayrı Mavi Kitap yayımlanmıştır.[8] Bunlardan ilki 1916’da yayımlanmış olup, daha çok Alman sömürgecilik idaresinin, idari uygulamaları ve yargılamalarına ilişkindir.[9] Diğer ikisi, 1904 Herero katliamına ilişkindir. Benim burada sözünü edeceğim, 1918’de yayımlanan, 47 görgü şahidinin anlattıklarından oluşan Mavi Kitaptır. Bugün bilimadamları için, 1904 olayları hakkındaki en önemli başucu kaynaklarından biri sayılan bu Mavi Kitap’ın hikayesi ilginçtir. Çünkü 1926 yılında İngiltere bu kitabı piyasadan çekme ve var olan kopyalarını yakma kararı almıştır. Bu kararla Alman sömürgecilik idaresinin Namibya’daki yönetiminin şiddet ve katliamlarını açıkça gösteren birincil el bir kaynak imha edilmiş oldu.

Mavi Kitap’ın imha edilme kararının alınmasında bölgedeki gelişmeler önemli rol oynadı. İngiltere, çoğu Alman olan beyaz toprak sahipleri ile uzlaşma arayışına girmek istiyordu. 1924 yılında, Namibya’da yerleşik Alman kolonisi, Güney Afrika başkentine görüşmeler için gittiğinde, kendilerine bir daha Mavi Kitap’ın referans olarak kullanılmayacağı ve piyasadan çekileceği sözü verildi. 1926’da ilk defa toplanan ırkçı Güney Batı Afrika Meclisi’nin ilk işi Mavi Kitap’ı imha çalışmasını başlatmak oldu. Böylece, doğrudan katliamdan kurtulanların ifadelerine dayanan, 1904 soykırımının en önemli belgesi unutulmaya sevk edilmiş oluyordu.

Bugün, Herero soykırımı konusunda çalışan bilimadamları açısından çok önemli bir başucu eseri sayılan bu Mavi Kitap’ın yeniden basımı yapılmıştır.[10] Eklenmesi gereken son bir not ise, Almanya’nın, İngiliz Mavi Kitap’ına karşı hemen bir beyaz kitap yayımlamış olduğudur.[11] Bu beyaz kitabın en önemli iki tezi şudur: a) sadece yerlilerin görüşüne başvurulmuş ve beyazlar dinlenmemiştir, b) sadece Almanların işlediği suçlardan bahsedilmiş ama Herero’ların yaptıklarına değinilmemiştir. Alman Beyaz Kitabı “yerliler yalan söylüyorlar” der.[12]

Sonuç olarak diyebiliriz ki, 1904 Herero soykırımı konusundaki bu önemli kaynağın imha edilmesinde, bölgede ırkçı bir iktidar kuran beyazlar önemli rol oynamışlar ve ırkçılık bu kaynağın imha edilmesinin ideolojik arkaplanını oluşturmuştur. Sadece bölge beyazlarının ırkçı düşünceleri ile Almanya’nın itirazları arasındaki paralellik değil; Alman otoritelerinin 1919’da yaptıkları itirazlar ile Şükrü Elekdağ ve arkadaşlarının yaptıkları itirazlar arasındaki ayniyet de oldukça dikkat çekicidir. Her üçü de, bizlerden eylemin kurbanlarının anlattıklarına inanmamamızı istemektedirler.

Herero konusundaki Mavi Kitap örneğini vermemin aslında özel bir nedeni var. Çünkü TBMM Mektubunda da sözü edilen ve “asılsız ve yalan” olduğu iddia edilen, Almanlar’ın Belçika’da yaptıkları cinayetleri konu alan Bryce imzalı Mavi Kitap’ın da akibeti bundan farklı olmadı. 1926 yılıyla birlikte bu kitap da büyük ölçüde piyasadan çekildi. Nedeni de 1925 Locarno Antlaşması ile birlikte Almanya ile ilişkilerde yeni bir politik döneme girilmiş olmasıydı; yani neden, Mektup’da iddia edildiği gibi, içindeki bilgilerin yanlış olduğunun anlaşılması değildi. Aşağıda bu konuda daha ayrıntılı bilgi vereceğim.

2. TOYNBEE VE İTİRAFLARI

TBMM mektubunun ikinci önemli tezi, Toynbee’nin, 1915’te Ermeniler üzerine yayımlanan Mavi Kitap’ın propaganda eseri olduğunu kabul ettiğidir. Bu mantığa göre, eğer Toynbee, eserin propaganda amacıyla kaleme alındığını söylüyorsa, içindeki bilgilerin de yanlış ve asılsız olduğunu kabul etmiş oluyordur. TBMM mektubu bu noktada kelimenin gerçek anlamıyla baltayı taşa vurmaktadır. Çünkü Toynbee, kitabın propaganda amacı ile kaleme alındığını söyler ama içindeki bilgilerin doğruluğundan hiç şüphe etmez ve birçok eserinde bunu tekrar tekrar vurgular.

Toynbee, Mavi Kitap’ın propaganda eseri olduğunu iki ayrı eserinde söylemiştir. Birincisi, Meclisin mektubunda da bahsedilen kitabıdır.

“Majesteleri Hükümeti tarafından, savaş propagandası olarak tam zamanında basılan ve dağıtılan, Türk Hükümetinin Ermenilere yaptığı uygulamalara ilişkin tüm elde edilebilen belgeleri bir ‘Mavi Kitap’ta toplamam amacıyla görevlendirildim.”[13]

Diğeri ise, daha ileri bir tarihte, 1967’de yazdığı, Tanıdıklarım kitabıdır. Bu kitapta, Toynbee şunları söyler:

“O zamanlar Majesteleri Hükümetinin hareketinin arkasında yatan politik dürtüden haberim yoktu ve inanıyorum ki Lord Bryce’da benim kadar masumdu. Belki böyle olması daha iyi idi. Çünkü eğer farkına varsaydık, ne Lord Bryce ne de ben Majesteleri Hükümetinin bize verdiği, tamamiyle iyi niyetle tamamladığımız görevi yerine getiremezdik.”[14]

Toynbee, Tanıdıklarım kitabında, niçin Ermeni katliamlarını öne çıkaran bir propagandaya ağırlık verildiğinin nedenlerini de anlatır. Amaç, dünya (özellikle Amerikan) kamuoyunun dikkatini Rusların, Alman saldırıları karşısında Polonya’dan çekilirken, Yahudilere karşı işledikleri cinayetlerden başka yöne çekmektir. Çünkü bölgeyi işgal eden Almanlar fırsatı kaçırmamışlar, aralarında Amerikan Yahudilerinin de olduğu çok sayıda gazeteciyi bölgeye davet etmiş ve Rus vahşetini kendi gözleri ile görmelerini sağlamıştır.[15] Bu nedenle özellikle Amerika’da çok güçlü olan Yahudi topluluğunun dikkatleri, Rusların cinayetlerinden, Almanların Belçika’da işledikleri cinayetlere ve Almanların desteği ile Osmanlıların Ermenilere yönelik işledikleri cinayetlerine kaydırılabilmeliydi.[16]

Fakat Şükrü Elekdağ’ın (daha doğrusu onun bu bilgileri aldığı Justin McCarthy’nin) TBMM’den sakladığı bilgi, Toynbee’nin, Mavi Kitap’ın propaganda eseri olarak yayımlandığını söylediği, sözü edilen iki eseri başta olmak üzere, diğer birçok eserinde, Ermenilere yönelik cinayetleri, hem de yapılanları açıkça soykırım olarak tanımlayarak bahsetmeye devam ediyor olmasıdır.

Örneğin, TBMM’nin alıntı yaptığı Western Question-Batı Sorunu adlı eserinde Toybee, “1915’de Ermenileri toptan imha etme çabası... Osmanlı İmparatorluğunu kontrolleri altında tutan birkaç düzine suçlunun idari eylemi yüzbinlerce insanın ölümüne ve binlercesinin soyguncu ve katil olmasına yol açtı,” der.[17] Kitabın birçok yerinde, sadece 1915 değil, 1894-6 ve 1908 katliamlarını da anlatır ve Ermenilerin Türkler tarafından katliama uğratıldığı bilgisini tekrar eder.[18] 1915’de yaşananları “korkunç cinayetler”[19] veya “imha etme” eylemi olarak tanımlar ve bu cinayetlerin 1919 yılından sonra Kafkasya ve Çukurova’da da devam ettiğini söyler.[20]

Tanıdıklarım adlı kitabında da, Mavi Kitap’ın propaganda eseri olarak yazıldığı satırların hemen akabinde yukarıdakine benzer değerlendirmeleri yapar Toynbee:

“Ölüleri -ve sürgün edilenlerin binlercesi ölüyordu- hayata geri getirmek mümkün değildi, fakat biz en azından, barbarlıkların tekrar edilmesini engelleyerek, çok sayıda yakınını kaybeden insanlar için bir şeylerin yapılabileceğini ümit ediyorduk (boş bir ümit).”[21]

Ve yine aynı kitapta Toynbee, Ermenilere yapılanı açık olarak soykırım olarak tanımlar. Niçin çok sayıda Türk arkadaşı olduğu sorusuna cevap verirken, “soykırım üzerine çalışmam beni, soykırım suçunu işleyen canilerin hemşerileriyle tanışacağım bir yola soktu”, der ve devam eder, “Ermeni soykırımında caniler İttihat ve Terakki Komitesinin üyesi idiler.”[22]

Toynbee’nin, kitabın propaganda amacıyla yazıldığını söylemesini aktarmayı ihmal etmeyen Elekdağ ve Justin McCarthy nedense, Toynbee’nin 1915’i soykırım olarak tanımladığını aktarmayı unuturlar. Hatta Toynbee’nin yine aynı kitapta yer alan, Mavi Kitap hakkındaki kanaatlerini dile getirdiği şu satırları da görmezlikten gelirler:

Mavi Kitap yayımlandıktan sonra, [kitabın] muhtevasını (içindekilerini) kafamdan atamadım. Sadece kurbanların çektikleri acılar ve canilerin yaptıkları değildi peşimi bırakmayan; soykırımın failleri olan canilerin yaptıklarının bir insan tarafından yapılmasının nasıl mümkün olabileceği sorusu beni meşgul ediyordu.”[23]

Burada bir soru akla geliyor: Niçin 500’ü aşkın üyesi olan bir Parlamento’da bir milletvekili bile, mektuba imza atmadan önce, Türkçesi de olan bu kitaba bakma ihtiyacı hissetmedi?

Toynbee daha sonra da birçok eserinde Ermenilere yapılanları açıkça soykırım olarak tanımlamaya devam etmiştir. Örneğin 1969 yılında yayımladığı (Experiences-Tecrübeler) adlı eserinde, hem Abdülhamit döneminde yapılan cinayetleri hem de 1915’te Ermenileri imha etme eylemini hatırlayacak kadar yaşlı olduğunu söyledikten sonra, bu “soykırım [1915]... soğukkanlı hükümet eylemi tarafından yasaya uygunluk (legality) örtüsü altında gerçekleştirildi”, der. Yine, 1976 yılında yayımladığı Mankind and Mother Earth adlı eserinde, “1. Cihan Harbinde Türkler Ermenilere karşı soykırım yaptılar; 2. Dünya Savaşında Almanlar Yahudilere karşı soykırım yaptılar”, der.[24]

Kabul etmek gerekiyor ki, Mavi Kitap’ın geçersizliğini yine Toynbee’nin şahitliğine dayanarak açıklamaya çalışan Justin McCarthy sadece kendisini değil, kendi otoritesine sığınan bir Meclis’i de çok utanılacak bir duruma sokmuştur.

3. MAVİ KİTAP RAPORLARI ASILSIZ MI VE SAHİPLERİ BİLİNMİYOR MU?

Şükrü Elekdağ’ın ve Justin McCarthy’nin Mavi Kitap hakkında daha önce basında defalarca dile getirdikleri görüşler, TMBB Mektubunda’da aynen yer almış. Buna göre:

“Kısa bir süre önce İngiliz arşivlerinde bulunan Mavi Kitap’taki kod adlarının kimlere ait olduklarını gösteren bir Savaş Propaganda Bürosu belgesi, bu 150 kişiden, 59’unu misyonerlerin, 52’sini Ermeni aktivistlerin ve yedisini de isyancı Ermeni Taşnak liderlerin oluşturduğunu ortaya koymuştur. Geriye kalan 32 kod adına gelince, bunlar ya tamamen uydurma kişilere aittir, yahut da aynı kişinin başka bir kod adıyla tekrardan gösterilmesi sonucu Mavi Kitap’ta yer ayrılmıştır.”[25]

Hatırlatmak gerekir ki, yukarıdaki ifadeler Mavi Kitap hakkında Şükrü Elekdağ’ın sürdürdüğü kampanyanın son merhalesidir. Daha önce, bu kitapta yer alan belgelerin kaynağının belli olmadığı, belgeleri asılsız ve yanlış olduğu yolunda iddialarda bulunuyordu Elekdağ. Bundan iki yıl önce, Turkish Daily News gazetesine verdiği bir mülakatta: “Mavi Kitap, temelsiz ve sahte belgelere dayanarak hazırlanmıştır,” diyordu.[26] 8 Mart 2005 tarihli Milliyet gazetesi Elekdağ’a dayanarak aynı iddiayı tekrar ederek, “[Mavi] kitabın savaş sırasındaki Tüm İngiliz vahşet propaganda etkinlikleri gibi uydurma ve yarı uydurma veya tarafgir rapor ve algılamalar üzerine bina edilmiş bir aldatmaca olduğu(nu)” yazıyordu. Tüm bir Mart ve Nisan ayında basında bu doğrultuda bolca haber yer aldı.[27] Şimdi ise artık bu belgelerin kaynaklarının belli olduğu gerçeği kabul edilmiş gözüküyor. Sorun olarak gözüken, raporları veren kişilerin etnik kimlikleri. Eklemeye gerek yok ki, yukarıdaki bilgiler de Justin McCarthy’nin yukarıda sözünü ettiğim makale ve konuşmalarından aynen alınmıştır.

Şimdi şu noktalara açıklık getirmek gerekiyor:

a) Mavi Kitap’ın içindeki belgelerin kaynağı nedir? Bugün Kew’daki Devlet Arşivleri Ofisi’nde (Public Record Office) tutulan Toynbee Notları (Toynbee Papers) Mavi Kitap’ın nasıl derlendiğine dair bilgilerle doludur.[28] Bu notlar arasında Arnold Toynbee’nin yaptığı bu derlemenin orjinal kopyası, Toynbee’nin aracılardan ya da bizzat kaynaklardan bilgi istemek için yaptığı günlük yazışmalar ve başvurduğu gazete kupürleriyle broşürlerin bir dökümü de yer alır. Toynbee Notları her bir kaydın kaynağını ve nihai yayına dahil edilme kriterlerini de açıklar.

Toynbee’nin kullandığı belgelerin çoğunluğu Amerikan Belgeleridir. Raporların büyük bir kısmı Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan geldiği için bu tür raporlar Washington D.C.’deki Ulusal Arşivler’de (National Archives) halen bulunabilir. Örneğin, Kayıt Grubu (Record Group) 59, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Genel Arşivi, Türkiye’nin İç Meseleleri 1910-1929, Ulusal Arşivler (General Records of the Department of State, Internal Affairs of Turkey 1910-1929, National Archives), Washington D.C.; Henry Morgenthau’nun Notları, Kongre Kütüphanesi (Papers of Henry Morgenthau Sr., Library of Congress). Her iki koleksiyon da mikrofilme aktarılmıştır ve halihazırda araştırmacıların kullanımına açıktır. Ayrıca bu belgeler gene, Amerika’nın Yabancı Misyonları İdare Heyeti (American Board of Commissioners for Foreign Missions-ABCFM) arşivlerinde mevcuttur. Sözü edilen arşivler Washinton D.C.’deki Ulusal Arşivler (National Archives) ve Houghton Kütüphanesi’ndeki (Cambridge, Mass.) arşivlerdir.[29]

Bu raporlar arasında, doğrudan Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na ait olan belge sayısı 41’dir. Bu 41 raporun 15 tanesi Amerikalı konsoloslar, 10 tanesi Amerikalı misyonerler, 8 tanesi de diğer ülke vatandaşları (ki bunların 4’ü Almandır) tarafından kaleme alınmıştır. Başka bir sayım esasına göre, yüzelli belgenin, 102 tanesi “tarafsız veya savaşa taraf olmuş ülkelerin vatandaşları” tarafından verilmiştir. Geriye kalan belgeler, sürgünden kurtulan şahitlerin ifadelerine dayanmaktadır. Toynbee, esere yazdığı önsözde, sahiplerinin isimlerini tespit edemediği belge sayısını toplam 22 olarak verir. Ara Sarafyan bu isimlerin çoğunu tespit etmiş ve yeni basımında tek tek belirtmiştir.

Özetle, TBMM mektubunda yer alan Justin McCarthy’e ait rakamlar yanlıştır. Onun, “raporda yazıları kullanılan misyonerlerin çok az kısmının adları bilinmektedir”[30] yolundaki bilgisi tamamiyle hayal ürünüdür. Ayrıca TBMM mektubunda, McCarthy’e dayanarak, hayatta kalan Ermenileri “Ermeni aktivisti” olarak tasnif edilmesi tek kelime ile ayıp sayılmalıdır. Bunun gibi mektupta yer alan, belgelerdeki “32 kod adın(ın)... tamamen uydurma kişilere ait” olduğu bilgisi de doğru değildir. Bir devletin parlamentosuna ait resmî bir mektupta bu denli fahiş hataların yapılmış olması anlaşılabilir bir durum değildir. Ayrıca, belgelerin Misyoner veya Ermeni kökenli kişilere ait olduğu için asılsız ve güvenilmez sayılması gerektiği iddiası, ırkçılığa açık kapı bırakan tehlikeli bir iddiadır. TBMM bu iddia ile, Türklere ilişkin Avrupa’da var olduğunu söylediği ve şikayet ettiği bakışı, misyonerler ve Ermeniler için tekrar etmektedir.

b) Mektupta yer alan, “kısa bir süre önce İngiliz arşivlerinden bulunan Mavi Kitap’taki kod adlarının kimlere ait olduklarını gösteren bir savaş propaganda bürosu belgesi” ifadesi çok önemlidir. Bu iddia aslında yine Justin McCarthy’e aittir. Bu iddiaya göre, Mavi Kitap’ta yer alan kişi ve yer bilgileri, yukarıdaki cümlenin gerçek sahibi olan Justin McCarthy tarafından keşfedilinceye kadar bilinmiyordu. “Yıllar önce Public Record Office’de [arşivde] Dışişleri Bakanlığı bünyesinde özel sirkülasyon amacıyla basılmış ufak bir broşür buldum. Broşür kitaba katkıda bulunan tüm yazarların ismini kapsıyordu.”[31] Justin McCarthy’e göre, “diğer propaganda kayıtları yok edilirken bu belgelere el sürülmemişti. Şans eseri bu belgeler konuyla ilgisi olmayan dokümanlar arasında bulundu.”[32]

Anlaşılan, Justin McCarthy, bu derin keşfi konusunda Şükrü Elekdağ’ı da ikna etmiş. Daha 2003 yılında Turkish Daily News ile yaptığı bir görüşmede bakın Elekdağ neler söylüyor: “Amerikan tarihçi Justin McCarthy, bir süre önce İngiliz arşivlerinde inanılmaz bir belge buldu... Savaş bitince İngiliz Hükümeti [savaş propagandası ile ilgili -TA] tüm belgeleri yaktı ve imha etti. Fakat, kimsenin ulaşamayacağı bir arşiv kutusunda unutulan ve McCarthy tarafından bulunan belge kurtuldu.”[33] Inanması belki zor ama, TBMM’nin mektubuna da büyük bir hakikat olarak dahil edilen Justin McCarthy’e ait bu bilgiler gene tamamiyle hayal mahsulüdür ve tamamiyle yanlış bilgilerdir.

Justin McCarthy’nin sözünü ettiği broşür, Mavi Kitap’a ek olarak yapılan başka bir yayındır ve “Key to Names of Persons and Places Witheld from Publication in the Original Edition of “The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-16” (“Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nda Karşılaştığı Muameleler, 1915-16”nın Orjinal Baskısından Çıkarılan Şahıs ve Yer İsimlerinin Listesi), başlığını taşır. Bu ek broşür 1916 yılında ayrı bir kitap olarak basılmıştır ve Atlantik’in her iki yakasında da dağıtımı yapılmıştır. Justin McCarthy bundan habersiz görülüyor. Ayrıca, Amerikan Ulusal Arşivlerinde (National Archives), Kayıt Grubu (Record Group) 59 başta olmak üzere çeşitli arşivlerde bu broşürün çeşitli kopyaları mevcuttur.[34] Record Group 59 serisi, mikrofilm olarak da ana Amerikan üniversitelerinde (Michigan, UCLA, Columbia vb.) mevcuttur.

Kısacası, Mavi Kitap’ın, 1916’daki ilk yayınında yer verilmeyen kişi ve bölge isimlerini içeren bu broşür isteyen herkesin kolayca elde edebileceği bir biçimde değişik arşiv ve kütüphanelerde mevcuttu. Üstelik ileriki yıllarda bu broşürdeki bilgiler, Mavi Kitap’ın yeni baskılarına dahil edilmiştir. 1988’de Beyrut’ta G. Doniguian ve Oğulları tarafından yapılan baskı buna bir örnek olarak verilebilir.[35]

Özetle, bu broşür hakkındaki bilginin “yakın zamanda” ve de Mc Carthy tarafından keşfedildiği tamamiyle McCarthy’nin hayal dünyasının ürünüdür. Ek kitap piyasada, kütüphanelerde ve arşivlerde onlarca yıldır mevcuttu. İsteyen istediği gibi bulabilirdi bunları. Onun, “İngiliz vatandaşlar bu haber kaynaklarının gerçekliği hakkında hiçbir bilgi edinememişlerdi”,[36] sözleri, sıradan, basit, son derece hafif bir propaganda sözcüğü olmak dışında bir anlam ifade etmemektedir.

4. ALMANYA’NIN BELÇİKA’DAKİ CİNAYETLERİ ASILSIZ VE YALAN MIDIR?

TBMM Mektubunun belki de en merkezi tezi Almanlar hakkında, 1. Cihan Harbi sırasında Belçika’da işledikleri cinayetler konusunda İngilizlerce yapılan propagandanın asılsız olduğu iddiasıdır. Diyebiliriz ki, İngiltere’nin özür dilemesi esas olarak bu teze dayandırılmıştır. Mektupta şöyle denir:

“Wellington House”, müttefik devletlerin ve Amerikan halkının savaşa desteğini ve özellikle Amerika’nın savaşa katılmasını sağlamak amacıyla, Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu aleyhine bir kamuoyu dezenformasyon kampanyasını planlamış ve uygulamıştır. “Wellington House” bu amaçla biri “Alman Vahşeti” diğeri de “Türk Vahşeti” hakkında iki önemli rapor hazırlamıştır... 2 Aralık 1925’te Lordlar Kamarası’nda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Sir Austin Chamberlain, Viscount Bryce’ın “Alman Vahşeti” adlı raporunun asılsız bir savaş propagandasından ibaret olduğunu açıklamıştır. Ancak, aynı şekilde asılsız propaganda malzemesinden başka bir şey olmayan Mavi Kitap hakkında böyle bir açıklama yapılmamıştır.[37]

Buradaki iddialar, 5. noktada ele alacağım Bryce Raporunun sahte olduğu ve 6. noktada ele alacağım, İngiltere’nin Almanya’da özür dilediği iddiası ile birlikte yine Justin McCarthy’e aittir ve onun tarafından daha önce defalarca dile getirilmiştir. “İngilizler eğer Almanlar hakkında yalan söylemişlerse, Türkler hakkında da yalan söylemişlerdir. Almanlardan özür dilediklerine göre Türklerden de özür dilenmesi gerekir”, biçiminde özetlenebilecek olan bu iddiaları, kayda geçmek açısından McCarthy’nin sözleriyle tekrar etmekte fayda vardır:

“Eğer Alman raporunda yalan söylemişler ise, Türkler için yazdıklarında yalan söylemedikleri ne derece mümkündür... İngiliz propagandasını hazırlayanlar Almanlara ne yaptılarsa Türklere de aynısını uygulamışlardır, ancak bugün bu kimsenin dikkatini çekmemektedir. Almanlara karşı yapılan propaganda sonradan kınanmıştır, ancak Türklere atılan çamur bugün hala sürmektedir....”[38]

Justen McCarthy, “Türklere karşı yapılan propaganda asla... yalanlanmadı”,[39] “Türklere karşı yapılan haksızlık kimseyi ilgilendirmiyor”, iddiasını çünkü “onlar sadece Türk”, gerekçesiyle izah eder.[40] Önerisi ise açıktır: “Osmanlı Ermenileri için yazılan Bryce raporu, Almanlar için yazılan Bryce Raporu’nun bulunduğu çöp kutusuna atılmalıdır.”[41]

Yine üzülerek tekrar etmek zorundayım ki, yukarıda J. McCarthy tarafından ileri sürülen bu iddiaların hepsi yanlıştır, yalandır ve hiçbiri gerçekliğe denk düşmez. Bir ülke parlamentosunun yanlış oldukları, çok küçük bir araştırma ile anlaşılabilecek bilgileri mektubuna dahil etmesi oldukça üzücü bir durumdur.

Burada cevap verilmesi gereken üç önemli soru vardır. Birincisi, gerçekten Almanlar 1914-15 yıllarında Belçika ve Fransa’da iddia edildiği gibi cinayet işlemişler midir? İkincisi, Alman vahşeti doğru ise, Elekdağ ve J. McCarthy, (bu listeye bir de Salahi Sonyel[42] ve Andrew Mango’yu[43] eklemek gerekecek) böyle bariz bir hataya nasıl düşmüşlerdir? Üçüncüsü, Bryce raporu gerçekten asılsız ve mesnetsiz iddialarla mı doludur?[44]

Birinci sorunun cevabı basittir: Almanlar 1914 Ağustos ayından itibaren Belçika ve Fransa’da açık vahşet sergilemişlerdir. Bu konuda en kapsamlı ve ciddi çalışma John Horne ve Alan Kramer tarafından yapılmıştır.[45] Alman, Fransız, İngiliz ve Belçika arşivlerde yıllarca süren bu çalışmanın sonuçlarına göre, sadece1914 Ağustos sonrası ilk ayları kapsayan bir dönemde Almanlar sivil halka yönelik toplam 512 ana vahşet eylemi yapmışlardır. Bu eylemlerde, doğrudan savaşla ilgisi olmayan ve kasıtlı olarak öldürülen Belçikalı ve Fransız sivillerinin sayısı 6427’dir. Ayrıca binlerce (muhafazakar bir rakamla 20.000 civarında) bina kasıtlı olarak yakılmış, yıkılmış, sayılarının tespiti imkansız olacak boyutlarda kadının ırzına geçilmiş, insanlar muharebe sırasında kalkan olarak kullanılmış ve onbinlerce insan (25.000 civarında) sürgüne tâbi tutulmuş ve Almanya içlerine sürülerek 31 değişik toplama kampına dağıtılmışlardır.[46]

Aşağıda ele alacağım gibi, Almanya aleyhine hazırlanan Mavi Kitap olarak bilinen Bryce raporuna tereddütle bakan birçok araştırmacı bile, Almanların Belçika’da işlediği terör ve cinayetlerin çok açık bir gerçeklik olduğunu belirtirler. Sayılarını “binlerle” ifade ettikleri Almanların “terör” ve “cinayetlerinin”, askerlerin “aşırılıkları” sonucu değil, aksine yukarıdan empoze edilen “yüksek politika”nın ürünü olduğunun altını özellikle çizerler.[47]

Eldeki bilgiler bu denli açık olduğu halde, Elekdağ ve ekibi niçin Almanlar aleyhindeki iddiaların yalan ve asılsız olduğu iddiasını ileri sürmektedirler? Bu yazarları bu denli emin konuşturan nedir? Nedeni basittir: İngilizlerin Almanya aleyhine asılsız ve mesnetsiz, sadece propaganda amacıyla itiraflarda bulunduğu yerleşik bir kanı olarak 1980’li yıllara kadar varlığını sürdürmüştür. Elekdağ, Justin McCarthy ve diğerleri, bilgilerini bu genel geçer efsaneye ve efsanelerin yer aldığı eski kaynaklara dayandırmış gözüküyorlar. Görülen o ki, başta McCarthy olmak üzere Sonyel ve Mango 1980’li yılların ortasından itibaren yapılan çalışmalardan, akademik dünyada konuyla ilgilenenlerin bildiği sıradan bilgilerden habersizdirler.[48]

Almanların, Belçika ve Fransa’da işledikleri cinayetlerin “uydurma ve yalan” olduğu konusunda bir kanaatin niçin ve nasıl yerleşmiş olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Konum dışı olmakla birlikte bunda üç önemli faktörün önemli rol oynadığını söyleyebilirim. Birincisi, Türkiye’deki bugünkü tepkileri anlamak açısından da önemli olduğunu düşündüğüm, Almanya’ya, tüm bir 1920-30’lu yıllar boyunca egemen olan havadır. Almanya’da, Batılı güçlerin, savaş suçları nedeniyle kendilerine iftira ettikleri yolunda güçlü bir inanç mevcuttu. “Alman Vahşeti” propagandası ve özellikle de Versailles Antlaşmasıyla Almanya’nın onuru ile oynanmış olduğuna inanılıyordu. “Yaralanmış Alman onuru”nun düzeltilmesi Alman milliyetçilerinin ve Ordunun merkezî propaganda konularının başında geliyordu. Almanlara yönelik dışardan yürütülen bu kampanyalara son vermek için, resmî devlet arşivlerinin açılarak, tarih üzerine resmî çalışmaların yapılması gerektiği savunuluyordu.[49]

Almanya’da milliyetçi ve sağ çevreler sadece, işgal sırasında herhangi bir suç işlenmemiş olduğunu iddia etmekle yetinmiyorlardı; Belçika ve Fransız sivillerinin, silahlı direniş örgütlediklerini ve Alman askerlerine karşı organize ayaklanma yaptıklarını savunuyorlardı. Bu iddiaya göre, Belçika’da Almanlara karşı ciddi bir “halk savaşı”, ciddi bir ayaklanma söz konusu idi. “Belçika sivil halkı (kadın ve çocuklar dahil olmak üzere) silahlı direnişe katılmışlardı.” Belçika halk direnişi uluslararası hukukun ihlal edilmesiydi ve Alman tepkisi askerî gerekçelere dayanan meşru bir tepki idi. Bu propagandaların sonucunda, Belçikalıların Alman Ordusuna karşı halk savaşı yürüttüğü, Alman ordusunun meşru hakkını kullanarak bu ayaklanmayı bastırmaya çalıştığı, fakat bunun Almanya’nın düşmanlarınca Alman canavarlığı propagandasına çevrildiği Almanya’da egemen kanaat haline gelmişti.[50]

Hitler, Kavgam adlı eserinde savaş sırasındaki İngiliz propagandasına özel bir bölüm ayırmış ve Almanya’ya yönelik “canilik propagandası”nı, Almanya’ya karşı kazanılmış mükemmel bir İngiliz zaferi olarak sunmuştu.[51] Naziler 1933’te iş başına geldiklerinde ise Almanya aleyhindeki bu kampanyanın gerçek sahipleri bulundu: Yahudiler. Nazilere göre, Almanya aleyhine sistemli bir biçimde 1. Cihan Harbi sırasında vahşet yaptığı propagandasını yayanlar dünya Yahudileri idi.[52]

Almanlar aleyhindeki propagandanın tamamen uydurma olduğu yolunda bir inancın yerleşmesinin ikinci nedeni, özellikle İngiltere’de yükselen ve kısa sürede Avrupa ve Amerika’yı da içine alan savaş karşıtı akımdı. Bu akım, savaştan nefret ediyor ve savaşı haklı göstermek için söylenen her şeye yalan olarak bakmayı tercih ediyordu. Bu nedenle, Alman propagandasının, İngiltere tarafından hem savaşı haklı çıkarmak hem de İngiltere’nin kendi işlediği suçların üstünü örtmek amacıyla pompalandığına inanıldı. Dolayısıyla da Almanlar aleyhine yapılan propagandaya kuşku ile bakılmaya başlandı ve yalan olduğuna inanıldı. “Alman cinayetleri Alman şiddetinin değil, müttefik güçlerin propagandasının ürünüdür”, deniliyordu.[53]

Özetle, Alman milliyetçileri ve özellikle Nazileri ile Batı’nın savaş karşıtı liberalleri arasında ilginç bir koalisyon oluştu. Goebbels bu durumdan son derece memnun 1940’da günlüğüne, Nazilerin vahşilik yaptıkları yolundaki her suçlamayı “propagandadır” diyerek kolayca geri çevirebildiklerini yazıyordu.[54] Sonuçta, Almanlar aleyhindeki propagandanın yalana dayandığı efsanesi 1980’lere kadar büyük ölçüde sorgulanmadan kabul edilir oldu. Justen McCarthy, Şükrü Elekdağ ve Salahi Sonyel üçlüsünün sürekli alıntı yaptıkları İngiliz liberali Arthur Ponsonby’nin 1928’de yayımladığı Falsehood in War-Time (Savaş Zamanı Yalanı) adlı kitabı bu alanda bir klasik sayıldı. İçinde yazılanların yanlış olabileceğinden hiç kuşku duyulmadı.

Üçüncü neden olarak belki Yahudi Soykırımı’nın dolaylı etkisi sayılabilir. Yahudilere yönelik katliamın boyutu, 1. Cihan Harbi yıllarındaki cinayetleri öylesine gölgede bıraktı ki, bu cinayetler unutuldu gitti. Başta Almanya olmak üzere hiçbir yerde bu konuda konuşulmaz oldu.

Arttırılabilecek başka nedenlere de bağlı olarak, 1. Cihan Harbinde Almanlara karşı asılsız propaganda yapıldığı bir mitoloji olarak yerleşti.[55] Bu kanaatin yanlış olabileceğine yönelik ilk kuşku Alman ve Belçika tarihçilerinin ortak çalışması ile 1950’lerde ortaya çıkmıştı. Bunu 1980’li yılların ortasından itibaren bir dizi başka yayın takip etti.[56] 2000’li yılların başlarından itibaren konu artık akademik dünya için bilinir hale gelmişti.[57]

Özetle, konu hakkında 1980’lerden bu yana yapılan çalışmalardan habersiz, Almanlar aleyhine ileri sürülen iddiaların yalan ve asılsız olduğunu iddia ederek Ş. Elekdağ ve J. McCarhty TBMM’yi son derece zor bir duruma sokmuşlardır. Cevap verilmesi gereken soru şu: İngiltere Parlamentosu, eğer TBMM’ye, 1914’de Belçika ve Fransa’nın işgali sırasında yaşananlar konusunda bilgisiz olduğunu hatırlatırsa TBMM buna nasıl cevap verecektir?

5. ALMANYA ALEYHİNE YAYIMLANAN BRYCE RAPORU SAHTE VE ASILSIZ

BELGELERİ Mİ DAYANIR?

TBMM Meclisi, yukarıda yaptığım uzun alıntı dışında iki ayrı yerde daha, Bryce Raporunun sahte ve asılsız olduğu iddiasını tekrar eder:

“...Bryce’ın imzasını taşıyan ve İngiltere tarafından resmen asılsızlığı açıklanmış olan ‘Alman Vahşeti’ raporunun...”(s. 3) “Büyük Britanya Hükümeti, Bryce’ın uydurma ‘Alman Vahşeti’ raporu için yaptığı şekilde...” (s. 4)

Burada akla gelen soru şudur: Almanların işledikleri cinayetler doğru olsa bile, Bryce Raporu, mektupta iddia edildiği gibi, “asılsız” ve “uydurma” olamaz mı? Bilmek gerekiyor ki, Bryce raporu, aslında Almanya’nın Belçika ve Fransızlara yönelik gündeme getirdiği suç ve cinayetleri sergilemek amacıyla, daha önce Belçika ve Fransız hükümetlerince yayımlanan çok sayıdaki broşürden sonra gündeme getirilmiştir. Bu raporların İngiliz basınında büyük etki yapması üzerine İngilizler kendi komisyonlarını kurarak ayrı bir rapor yayımlama kararı alırlar. Çalışmalarına başlayan komisyon esas olarak Fransız ve Belçika komisyonlarının kullandıkları malzemeleri kullanır ve ayrıca İngiltere’de bulunan Belçikalı muhacirlerden 1200 tanesinin ifadesine başvurur.[58]

Tüm bu çalışmalar boyunca, Fransız, Belçika ve İngiliz komisyonları arasında sıkı bir işbirliği vardır. Bu komisyonlar, “sivil muhacirlerden, müttefik ve Alman askerlerden alınan karşılaştırılabilir belgelerle” çalışmışlardır.[59] Bu bilgilerin önemi şuradadır ki, ortada Justin McCarthy’nin iddia ettiği gibi, “bilinmez ve sahte kaynak”larla[60] hazırlanmış bir broşür söz konusu değildir.

Rapor 1915 Mayısında yayımlanır.[61] Bu yayın tarihi, TBMM Mektubunda da yer alan, 6. nokta olarak belirttiğim, Ş. Elekdağ, J. McCarthy ve A. Mango’nun “İngiltere özür diledi” tezlerinin, en kibar ifadeyle, yapılmaması gerekecek kadar basit ve ama vahim bir bilgi hatası olduğunu göstermek açısından önemlidir.

Bryce Raporu, yukarıda kısaca değindiğim savaş sonrası egemen olan genel pasifist havaya bağlı olarak uzun yıllar kuşkuyla karşılanmıştır.[62] Fakat bu “kuşkuyla karşılamanın”, TBMM Mektubunda dile getirilen, raporun “asılsız” ve “uydurma” olduğu saçmalığı ile alakası olmadığını eklemek gerekir. Bu eleştirilerin arasında örneğin, yeteri kadar soruşturma yapılmadığı, şahit ifadeleri alınırken, kendilerine yemin ettirilmemiş olduğu, ifadelerin belgeleri yayımlayacak komite tarafından değil de başka bir ekip tarafından alınmış olduğu veya niçin en güvenilir kaynak olarak sunulan, Alman askerlere ait anı defterlerinde, kadın ve çocuklara yönelik işlenmiş suçlara ilişkin bir kayıt bulunmadığı gibi noktalar vardır.[63]

Rapor üzerine en geniş çalışmayı yapan Trevor Wilson’un sözleriyle aktaracak olursak, “Bryce Komisyonu, kanıtların yanlış olduğunu gösterebileceği, dürüst olmayan (yalan) veya sahtekar rapor yayımlamadı. Yaptığı olguları teyit etmekten kaçınmak idi.”[64] Ayrıca son yıllardaki çalışmalar göstermiştir ki, Bryce raporu, Almanların işledikleri tüm cinayetleri kapsamaktan uzaktır. Bazı olaylarda verdiği rakamlar, gerçeğin biraz üzerindedir ama birçok durumda ise gerçek rakamların çok altında rakamlar verilmiştir; ayrıca rapor belli bölgelere yoğunlaşmış olup, bazı bölgelerdeki olayları ya eksik vermiş ya da hiç değinmemiştir. Özellikle kadınlara yönelik yaygın ırza geçme eylemi sadece Bryce raporu tarafından değil, hiçbir raporca yeterince kapsanmamıştır.[65]

Kısaca Bryce raporu, Elekdağ ve McCarthy ekibinin iddia ettiği gibi palavra ye yalanlarla dolu değildir, aksine, rapor “işgal güçlerinin yol açtığı ölüm ve yıkımları gerçekte olanın çok altında tahmin etmiştir” ve bu nedenle eksik sayılmalıdır.[66] Raporda şüphesiz doğrulanmayan, yanlış olan bilgiler de vardır. Bazı şahit ifadelerindeki efsane ve fantezilere, komisyonca inandırıcı bulunmadığı halde, başına “sözde” sıfatı eklenerek raporda değinilmiştir ve elbette bunun savunulacak bir tarafı olamaz.[67]

Özetle, Bryce Raporu daha sonra J. McCarthy’nin söylediği gibi, yalan ve düzmece olması nedeniyle çöpe atılmamıştır. Bu raporun başına gelen, Herero konusundaki Mavi Kitap’ın başına gelene benzer ve iki önemli neden sayılabilir. Birincisi, 1925’te Lucarno anlaşması ile birlikte Almanya, Fransa ve Belçika arasındaki birçok sorunun çözülmüş olmasıdır. 1926 yılı ile birlikte Almanya, Milletler Cemiyetine girdi. Almanya’nın “eski haklarının iade edilmesi” (rehabilitasyonu) anlamına gelen bu yeni ilişki dönemine uygun düşeceği inancıyla, onun aleyhine propaganda yapmak da gündem maddesi olmaktan çıktı. Locarno, müttefik güçler için savaş üzerine bir çizgi çekmek, “bir anlamda amnesya (unutma)” anlamına geliyordu. Belçika hükümeti “Alman cinayetleri” konusundaki bu unutmayı Almanya ile kurmayı ümit ettiği iyi ilişkiler nedeniyle teşvik ediyordu.[68] İkincisi, yukarıda belirttiğim, 1920’lerde yükselen pasifist dalganın genel olarak İngiliz propagandasına özel olarak da rapora kuşkuyla bakması idi.

Özetle, TBMM, Elekdağ ve Justin McCarthy’nin yanlış bilgilerini esas alarak son derece vahim bir hata yapmış, hiçbir gerçekliği olmayan hayal mahsulü bazı uydurmaları, kanıtlanmış tez olarak mektubuna dahil etmiştir. Bu gerçekten yüz kızartıcı bir hatadır.

6. İNGİLTERE BRYCE RAPORU NEDENİYLE ÖZÜR DİLEDİ Mİ?

TBMM Mektubunda, İngiltere’nin, Bryce raporunun asılsız ve propaganda ürünü olduğu resmen kabul ettiği bilgisi en az üç defa tekrar edilir ve bu konuda bir de tarih verilir:

“2 Aralık 1925’te Lordlar Kamarası’nda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Sir Austin Chamberlain, Viscount Bryce’ın ‘Alman Vahşeti’ adlı raporunun asılsız bir savaş propagandasından ibaret olduğunu açıklamıştır.”

Mektupta bu bilgi esas alınarak Ermeniler hakkındaki Mavi Kitap’ın da asılsız belge ve bilgilere dayandığının kabul edilmesi istenmektedir.

İngiltere’nin “Alman Vahşeti” hakkındaki büyük “itirafı”nı ilk önce Sonyel keşfetmiş gözüküyor. Sonyel’i, J. McCarthy ve onu da A. Mango takip etmişler. Örneğin Mango, Mavi Kitap’ın Türkiye’de hararetle tartışılmaya başlaması üzerine, BBC Türkçe servisi ile yaptığı bir görüşmede, “Aslında iki kitap yayımlanmıştı. Birincisi Almanların mezalimi hakkında. İkisi de harp sırasında hazırlanmış propaganda maksatlı kitaplardı. Almanlarla ilgili olanın tamamen propaganda eseri olduğu sonradan resmen itiraf edildi”, yolunda bir beyanat vermiştir.[69]

Elekdağ, İngiltere Dışişleri Bakanı A. Chamberlain’in 2 Aralık 1925 tarihli konuşmasını 2003 yılında Türk kamuoyuna “İngiltere özür diledi”[70] biçiminde tanıttı. CHP’nin bu büyük keşfi ,parti politikası yapması ile birlikte, 1 Mart 2005 tarihinden itibaren, konu “Soykırım Atağı” başlığı ile basına tanıtıldı. “İngiltere özür dilemelidir” tezi CHP tarafından izlenen ve Hükümete de kabul ettirilen yeni atak stratejinin ana sloganı haline getirildi.[71] Basın, “90 Yılın İntikamı”, “Mavi Kitap’a Karşı Uluslararası Atak”, “Soykırıma Hodri Meydan” başlıklarından geçilmez oldu.[72] Hemen hemen her köşe yazarı, 2 (veya 3) Aralık 1925’de, İngiltere’nin Almanlardan özür dilediğini büyük bir tarihî hakikat olarak ilan ettiler; hepsi bir ağızdan, artık sıra Türkiye’den özür dilemeye gelmiştir, diyorlardı.[73]

Tüm bu yaşananların bir komedi mi yoksa bir dram mı olduğuna karar vermek zordur. Çünkü, ne İngiltere Bryce raporunun sahte ve uydurma olduğunu resmen ilan etmiştir ne de Almanya’dan özür dilenmiştir. Tüm bunlar Şükrü Elekdağ, Justin McCarthy ve Andrew Mango’nun fantezilerinden başka bir şey değildir. Bu bilgisizlikleri ile bu kişiler sadece kendilerini zor duruma sokmuş olmuyorlar, başta Başbakan olmak üzere, TBMM’yi ve onun siyasi partilerini de hiç hoş olmayan bir durum içine sürüklüyorlar.

Kabul etmek gerekir ki, bir Meclis açısından oldukça vahim sayılması gereken bir sonuç ortaya çıkmıştır. Fakat, bir ülkenin başta Başbakanı, Partileri ve Parlamentosu olmak üzere en önemli kurumları, açıkça “bilgisizlik ve cahillik” ile suçlanabilecekleri böyle bir duruma neden düşmüşlerdir? Mektubun altına imza atan bir Başbakan, danışmanlarından birisine, “gidin bakın, söz konusu oturumda böyle bir şey olmuş mudur” deme ihtiyacını neden hissetmemiştir?[74]

Eğer bu yapılmış olsaydı görülecekti ki, 2 Aralık 1925 toplantısının ve İngiliz Dışişleri bakanının sözlerinin ne Bryce raporu ile uzaktan yakından alakası vardı ne de “özür dileme” ile. Bryce raporu ilgili oturumda konu edilmemiş, üstüne konuşulmamıştır bile. Konuşulan konu “Kadavra Factory” (Kadavra Fabrikası) diye bilinen tamamen başka bir konuya aittir ve Dışişleri Bakanının konuya ilişkin sözlerinde tek bir özeleştiri bile yoktur.

Hikayenin ne olduğunu anlatmadan önce, ilgili oturumda Dışişleri Bakanının sözlerine bakmakta fayda var. Kadavra Fabrikası ile ilgili bilgilerin kaynağının ne olduğu konusunda, İngiliz Parlamentosunda 1925 Kasım ayından beri sürmekte olan bir tartışmaya açıklık getirmek amacıyla, Dışişleri Bakanı söz alır ve şunları söyler:

“Savaş Bakanı değerli arkadaşım, hikayenin [Kadavra Fabrikası hikayesi] 1917’de Majesteleri Hükümetine nasıl ulaştığını geçen hafta bildirmişti. Almanya Sanşölyesi, Alman Hükümeti adına bunun [kadavra fabrikasının] hiçbir aslı bulunmadığı konusunda [sizleri] bilgilendirmem için beni yetkilendirdi. Majesteleri Hükümeti adına bu inkarı kabul ettiğimi hemen ekleme ihtiyacı duyuyorum ve bu yanlış haberin bir daha tekrar edilmeyeceğine inanıyorum.[75]

İşte Elekdağ ve Justin McCarthy’nin, İngiltere Bryce’ın “Alman Vahşeti” raporu için özür diledi, diye kıyamet koparttıkları, tüm Türkiye’yi ayağa kaldırdıkları ve TBMM’yi mektup yazmaya ikna ettikleri konuşma ve sözde özeleştiri budur.

Şimdi, Bryce raporu veya “Alman Vahşeti” ile ilgili Mavi Kitap’la uzaktan yakından ilgisi olmayan bu Kadavra Fabrikası hikayesinin ne olduğuna daha yakından bakabiliriz. Savaş sırasında özellikle günlük gazetelerde birçok abartılı hikayeler yer almakta idi. Bu hikayelerden bir tanesi de Kadavra Fabrikası ile ilgili olan idi. Hikaye ilk defa 1917 yılı Nisan ayında Berlin’de Lokalanzeiger isimli bir Alman gazetesinde çıktı.

Burada Ş. Elekdağ, J. McCarthy ve A. Mango için özel bir parantez açmak gerekiyor: Birincisi olay, 1917 Nisan ayında yani, bizim “uzmanların”, İngiliz Hükümeti “sahteliğini kabul etti” dedikleri Bryce raporunun yayımlanmasından tam iki yıl sonra gündeme gelmiştir ve Bryce raporu ile hiçbir alakası yoktur. İkincisi, bunu İngilizler uydurmuyor, Haber önce bir Alman gazetesinde yer alıyor. Haber, kadavraların savaş eşyasına (yağ, sabun vb.) dönüştürülmek üzere kurulmuş bir fabrikanın varlığından bahsetmektedir. Bir hafta sonra İngiliz Times gazetesi, Almanları, insan cesetlerini kaynatarak sabun yapmakla suçlar. Benzeri haberler Fransa ve Hollanda’da yayımlanan Belçika gazetelerinde de yer alır ve bu haberlere de Times gazetesinde yer verilir.

İngiliz Hükümeti, aynı ay Parlamento’da, “Alman askerî otoritelerinin yaptıkları diğer eylemlerle kıyaslandığında bu yeni suçlamada çok ilginç olan bir taraf yok”, açıklamasında bulunur. Basında hangi haberlerin çıkacağı konusunda sıkı bir denetim uygulayan İngiliz hükümeti, haberlerin basında yer almasına da engel olmaz, göz yumar. Zaten ilgili haberlerin İngiliz basınını işgal etmesi topu topu bir aydır ve sorunun Almanca “Kadaver (Kadavra)” kelimesinin, insan değil hayvan cesetleri için kullanıldığının bilinmediğinden kaynaklandığı üzerine bir dil bilgisi tartışması ile birlikte yürütülmüştür.[76] Ayrıca Times, konuya ilişkin Alman yetkililerinin görüşlerine de yer vermiştir.[77]

1925 Ekiminde konu yeniden basının gündemine geldiğinde İngiliz Parlamentosunda Kasım 1925 ile birlikte konu üzerine soru önergesi verilir; basında ve parlamentoda tartışmalar yapılır.[78] 1917’deki haberlerin kaynağının ne olduğu ve Savaş Bakanlığının bu bilgiyi propaganda amacıyla kullanıp kullanmadığı sorulmaktadır. Konu hakkında görüşlerine başvurulan 1917’de Başbakanlık yapmış olan Llyod George, Kadavra Fabrikası hikayesine hiç inanmadığını, tamamiyle saçma bir hikaye olduğunu söyler. “Hükümet de bunun yanlış olduğunu biliyordu”, diyen Llyod George, haberin “Propaganda Bürosu tarafından resmî olarak kullanılmadığını” açıklar.[79] Fakat, Mecliste Hükümet adına yapılan ilk açıklamadan, İngiliz Hükümetinin, olayın basında yer almasını engellemediği (yani dolaylı olarak kullandığı) anlaşılır. Tartışma Dışişleri Bakanı’nın yukarıdaki açıklaması ile son bulur.[80] Gazeteler de haberi zaten, “Chamberlein, [Alman Başbakanı] Luther’in inkarını kabul etti”, biçiminde verirler.[81]

Elekdağ ve J. McCarthy’nin bu denli yanlış bir bilgiyi niçin vermiş olabilecekleri tam bir muammadır ve ancak ideolojik ve politik ihtiraslarının gözlerini karartmış olması ile açıklanabilir. Bir başka neden de şu olabilir: Kadavra Fabrikası konusu, 1920’li yıllarda İngiltere’nin savaş dönemi propagandası aleyhine kampanya yapan liberal-pasifist akım tarafından bolca kullanıldı. Arthur Ponsonby, Falsehood in War-Time adlı kitabında konuya özel bir bölüm ayırdı ve bu olaydan kalkarak Almanlar aleyhine söylenen her şeyin benzeri tarz propaganda eseri olduğunu savundu.[82] Ponsonby’nin kitabındaki aynı alıntının, önce S. Sonyel, sonra TBMM Mektubunda aynen tekrar edilmesi tesadüf sayılmamalıdır.[83] J. McCarthy de, İngilizlerin savaş propagandasının sahteliğini göstermesi açısından bu kaynağı tavsiye eder.[84]

Benim açımdan artık sıkıcı hale gelmeye başlayan bu konuyu üç ayrı tespit ile bitirmek istiyorum. Birincisi, Kadavra Fabrikası hakkındaki bilgiler, Michael Sanders ve Philip M. Taylor tarafından, British Propaganda During the First World War, 1914-1918 adlı eserde de özetle anlatılmıştır. Sonyel ve J. McCarthy, Almanlar alehyine propagandanın sahteliğini göstermek amacıyla sıkça başvurdukları bu kitabın 146-148. sayfalarına dikkatle baksalardı, söz konusu hikayenin Bryce’ın “Alman Vahşeti” raporu ile alakası olmadığını bilir, anlar ve kullanmazlardı. Böylece TBMM mektubunda böyle vahim bir hataya yol açılmazdı.[85]

İkincisi, Ponsonby hakkında iki önemli ek bilgi vermek istiyorum. Birincisi, bu kitap bugün Yahudilerin katledildiğini inkar eden Amerika’daki Holocaust karşıtı çevrelerce basılmakta ve dağıtılmaktadır.[86] Mantık gayet basittir: nasıl ki, Ponsonby’nin 1. Cihan Harbi için söyledikleri doğru ise, yani Almanlar aleyhine tüm vahşet iddiaları basit bir propaganda ürünü ise, Holocaust için söylenenler de aynı şekilde yalandır. Ponsonby konusunda vereceğim ikinci bilgi, Elekdağ, Justin McCarthy ve Sonyel, ekibini üzecek niteliktedir. Ponsonby’nin argümanlarını, Ermenilerin katledildikleri konusunda söylenenlerin yalan ve propaganda eseri olduğunu göstermek amacıyla kullanan J. McCarthy ve Sonyel Ponsonby’nin Ermeni meselesi konusunda söylediklerini ya okumadılar ya da kasıtlı olarak görmezlikten geldiler. Oysa Ponsonby kitabında, “Türklerin [Almanlar açısından] yüz kızartıcı bir müttefik” olduğunu, Almanların “Ermenilerin katledilmesinin üstünü örtmek” zorunda kaldıklarını ve hatta bazı Alman basın organlarının katliamları haklı göstermeye çalıştıklarını anlatmaktadır.[87] Yani bizimkilerin, “Türkler aleyhine yazılanlar uydurmadır”, tezlerini kanıtlamak için kaynak olarak kullandıkları şahıs, cinayetlerin işlendiğini açık açık yazmaktadır.

Sonuç: Bryce raporu İngiliz hükümetince hiçbir zaman “asılsız ve yalan” olarak ilan edilmedi. İngiliz hükümeti hiçbir biçimde bu rapor nedeniyle Almanya’dan özür dilemedi. Konu üzerine çalışan akademisyenlerden tek bir tanesi bile bu anlama gelebilecek tek bir bilgiye ulaşmadı veya bu anlama gelebilecek tek bir bilgi aktarmadı. Söz konusu olan, Elekdağ ve McCarthy’nin, kendilerini ve sonuçta TBMM’yi mahçup ve rezil etmeleri dışında herhangi bir şey değildir.

SONUÇ YERİNE

Eğer siz, İngiliz Parlamentosunda olsanız ve elinize böyle bir mektup geçse ne yaparsınız? Benim tek dileğim, İngilizlerin mektubu ciddiye almayıp, cevap vermemeleridir. Aksi ciddi bir diplomatik skandal anlamına gelebilir. Elekdağ ve Justin McCarthy, TBMM’yi büyük bir skandala alet etmişlerdir. Bu ikilinin, sadece Meclisi ve partileri değil, Türkiye insanını da bir anlamda enayi yerine koyan bu sorumsuz davranışlarına daha ne kadar seyirci kalınacaktır, bilemem. Parlamento ve Partiler bu rezil olma oyununa devam etmek isteyebilirler ama en azından bizler bu ikilinin çılgınlığına sessiz kalmamalıyız.

TBMM’nin başına bu son derece tatsız kazanın gelmesine yol açan Ş. Elekdağ ve J. McCarthy hakkında kişisel bir gözlemle yazıma son vermek istiyorum. J. McCarthy için söyleyebileceğim şudur: Bu vesileyle, çok kötü bir tarzda olsa bile, akademik dünyada niçin ciddiye alınmadığının ve niçin ciddiye alınmaması gerektiğinin anlaşılmış olduğun ümit ediyorum. Bir bilimadamına hiçbir biçimde yakışmayan yazı ve davranışı ile Üniversitesindeki konumunu zora sokar mı bilemem. Ama yol açtığı skandalın bilinmesinden sonra, eğer emekliliğinin keyfini -Türkiye devletine hizmet sunan benzeri diğer profösörlerin yaptığı gibi- Türkiye üniversitelerinde çalışarak çıkarmayı düşünüyorsa, bu skandaldan sonra, artık buna izin verilmez ümit ederim.

Sayın Elekdağ’a gelince, bence yapacağı en önemli şey, Alman Sosyal Demokrat Partisinin tarihini okumasıdır. Çünkü farkında olmadan CHP’yi Nazizmin yoluna sokmuştur. CHP, Elekdağ’ın dayattığı bu yeni çizgi sayesinde hızla 1920’lerdeki Hitler’in izinden gitmektedir. Elekdağ, 1. Cihan Harbinde “Alman Vahşeti” iddialarıyla Almanya’ya iftira atıldığını söyleyip, Nazilerin söylediklerini doğru olarak kabul ederken, Alman Sosyal Demokratlarının bu konudaki tutumundan (gene her konuda olduğu gibi bu konuda da) habersiz gözüküyor. Naziler, Belçika’da vahşete yol açtıkları suçlamalarına karşı “Alman ulusuna hakaret ediliyor”, “Alman ulusunun onuru ile oynanıyor”, “söylenenlerin hepsi yalan ve propaganda mahsulüdür”, Belçika’da söz konusu olan Almanya’nın “meşru savunma hakkının kullanılmasıdır”, diye propaganda yaparlarken, Alman Sosyal Demokratları, Belçikalıları ve onların şikayetlerini haklı buluyor ve 1. Cihan Harbi konusundaki suçlamaların “ciddi” ve “inkar edilemez” olduğunu kabul ediyorlardı. Ve bu cinayetler nedeniyle “Belçika’ya karşı moral sorumluluk” borcu olduğundan söz ediyorlardı.[88] Bilmem bu satırlar Türkiye’de size bir şeyleri hatırlatıyor mu?

[1] Mektubun tam metni için bkz: http://www.tbmm.gov.tr/baskan/mektup_mavikitap_tbmm.htm

[2] Burada kendi adıma kişisel bir not düşmek isterim: TBMM’nin bir mektup yazarak İngiltere’den özür dilemesini isteyeceği haberleri basında yer almaya başlayınca, tanıdığım Milletvekillerine, iktidar partisine yakınlığı ile bildiğim köşe yazarları başta olmak üzere gazetecilere, bu metinde ayrıntılı olarak ele aldığım görüşleri özet olarak aktardım ve olayın bir skandala doğru gelişmekte olduğunu ve bunun mutlaka engellenmesi gerektiği uyarısında bulunmaya çalıştım. Daha sonra, sadece Toynbee ve Mavi Kitap ile sınırlı bir yazı kaleme aldım. Birgün gazetesi (11 Mart 2005) ve Agos (11 Mart 2005, sayı 467). Bu uyarılarıma, Deniz Baykal, adımı vermeden, CHP Meclis grup toplantısında “... bazı aydınlarımızın, ‘Mavi Kitap’a saldırmayın, pişman olursunuz’ sözlerini de ibretle izliyoruz”, cevabını verdi. (Hürriyet, 15 Mayıs 2005) Sonuç gerçek anlamıyla üzücüdür.

[3] Burada amacım metin kıyasalaması yapmak değildir. Fakat okuyucunun TBMM Mektubunda Justin McCarthy kalemini ve imzasını görmesi için şu kaynaklara başvurmasını öneririm: Justin McCarthy, “1. Dünya Savaşında İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2001), s. 21-39; Justin McCarthy, British Propaganda and the Turks, Presentation Made At The School Of Oriental And African Studies, on 19 January2001, http://www.ermenisorunu.gen.tr/english/articles/article1.html

[4] Bu tür propaganda sayfalarına örnek teşkil etmesi itibarıyla bakınız: www.khojaly.org; www.khojaly.org.az; www.khocaly.s5.com; www.khojaly.net

[5] Michael Sanders and Philip Taylor, British Propaganda During the First World War, 1914-1918, (Londra and Basingstoke: Macmillan, 1982), s. 41, 142, 169

[6] A.g.e., s 170.

[7] A.g.e., s. 144. “Its real historical significance lies in the fact that the Bryce Commission did not produce a dishonest or fraudelent report in the sense that it reached conclusion which the evidence had shown to be untrue.”

[8] Bilgiler, 1918 yılında yayımlanmış olan Mavi Kitap’ın tıpkı basımı olan esere yazılan önsözden alınmıştır. Jeremy Silvester, Jan-Bart Gewald, “Footsteps and Tears: An Introduction to the Construction and Context of the 1918 ‘Blue Book’”, Words Cannot Be Found, German Colonial Rule in Namibia, An Annotated Reprint of the 1918 Blue Book, içinde (Leiden-Boston: Koninklijke Brill, 2003), s. xiii-xxxvii.

[9] South Africa, Union of. Papers relating to Certain Trials in German South West Africa, HMSO, Londra, Ekim 1916.

[10] Kitabın yeni basımı sonrasında, bu kitabın “savaş propagandası” olduğu ve ciddiye alınamayacağı itirazı yapanlar olmuştur: Lau Brigitte, “Uncertain Certainties: The Herero-German War of 1904”, Migabus, no 2, Nisan 1989. Bu itirazın bir eleştirisi için: Tilmann Dederin, The German-Herero War of 1904: Revisonims of Genocide or Imaginary Historiography?”, Journal of Southern African Studies, Cilt 19, no: 1, 1993

[11] Tahmin edileceği gibi, Alman Beyaz kitabı sadece İngiliz iddialarına cevap vermekle sınırlı değildi ve İngilizlerin kendi sömürgelerinde yaptıkları katliamları da gündeme getiriyordu. Eklemeye gerek yok ki, aralarinda belli farklar olmasına rağmen, sömürgelerdeki politikalar açısından İngiltere, Hollanda, Belçika, Fransa, Almanya vb. arasında ortak bir payda vardır. Bu politika, zalimane, adaletsiz, insan haklarını ayaklar altına alan bir politikaydı.

[12] Jeremy Silvester, Jan-Bart Gewald, a.g.e., s. 37.

[13] Arnold J. Toynbee, The Western Question in Greece and Turkey, (Boston and New York: Hougton Mifflin Company, 1923), s. 50. “I was being employed by His Majesty Government to compile all available document on the recent treatment of the Armenians by the Turkish Government in a ‘Blue Book’, which was duly published and distributed as war_propaganda.”

[14] Arnold J. Toynbee, Acquaintances, (New York, Toronto: Londra Oxford University Press, 1967), s. 149. “At the time, I was unaware of the politics that lay behind the move of H. M. G.’s [His Majesty’s Government], and I believe Lord Bryce was as innoncent as I was. Perhaps this was fortunate, for, if our eyes had been opened, I hardly think that either Lord Bryce or I would have been able to do the job that H.M.G. had assigned to us in the complete good faith in which we did, in fact, carry it out.”

[15] Toynbee, Arnold J. Acquaintances, s. 149-50

[16] Michael Sanders and Philip Taylor, British Propaganda During the First World War, a.g.e., s. 178.

[17] Arnold Toynbee, The Western Question in Greece and Turkey, a.g.e., s. 265-16 “The attempt to exterminate the Armenians in 1915... hundreds of thousands of people were done to death and thousands turned into robbers and murderers by the administrative action of a few dozen criminals in control of the Ottoman Empire.”

[18] Bazı örnekler için bakınız, a.g.e., “The Armenians had got themselves massacred by the Turks for helping the Allies without getting the Allies committed in return to doing anything for them, (s. 49)”; Bunun gibi s. 140, 143, 276-7, 280, 291, 342, 354.

[19] A.g.e., s. 191, “during the terrible atrocities... (korkunç cinayetler sırasında...) ”

[20] A.g.e., “Thus, the Turkish atrocities against the Armenians in the Caucasus and Cilicia after May 1919 had the same genesis as the war of extermination in other parts of Anatolia...” (Mayıs 1919 sonrasında Kafkasya ve Çukurova’da Ermenilere karşı Türk cinayetleri 1915 imhasındaki öze sahipti..)

[21] Arnold Toynbee, Acquaintances, a.g.e., s. 149 “The dead -and the deportees had been dying in their thousands- could not be brought back to life, but we hoped (vain hope) that at least something might be done to ensure, for the survivors, that there should never be a repetition of the barbarities that had been the death of so many of their kinsmen.”

[22] A.g.e., s. 240-241. “The study of genocide set me moving along a road that led to my making friends with fellow_countryman of the criminals by whom the genocide had been committed... In the genocide of the Armenians the criminals had been members of the Committee of Union and Progress.”

[23] A.g.e., s. 240. “After the Blue Book had been published, I could not dismiss its contents from my mind. I was not only haunted by the victims’ sufferings and by the criminals’ deeds; I was exercised by the question how it could be possible for human beings to do what those perpetrators of genocide had done.”

[24] Bu son iki alıntı ve Toynbee’nin Ermeni katliamları konusundaki tutumunu gösteren başka alıntılar için bakınız: V. N. Dadrian, The Key Elements in the Turkish Denial of the Armenian Genocide: A Case Study of Distortion and Falsification, (Zoryan Institute: Toronto 1999), s. 77-81.

[25] Mektup, sayfa 3, http://www.tbmm.gov.tr/baskan/mektup_mavikitap_tbmm.htm

[26] Ayla Ganioglu’nun Elekdağ ile görüşmesi, Turkish Daily News, 27 Nisan 2003

[27] Bu haberlerin bir kısmı için bakınız: http://www.hyetert.com/anasayfa.asp. Mavi Kitaptaki bilgilerin asılsız ve temelsiz olduğu, kaynaklarının belli olmadığı iddialarının yaygınlaşması üzerine, AGOS gazetesi, Mavi Kitap’ın 2000 yılında tıpkı basımını yapan Ara Sarafyan ile uzun bir görüşme yaptı, (Agos, 11 Mart 2005, sayı 467). BBC Türkçe servisi tarafından yapılan benzeri bir görüşme için bakınız: http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story /2005/03/050310_ blue_book_interviews.shtml

[28] F.O. 96/205-11 (Toynbee Notları, altı kutu), Public Record Office, Kew

[29] Mavi Kitap hakkındaki tüm bu ve aşağıda verilecek bilgiler, The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916: Documents presented to Viscount Grey of Falloden by Viscount Bryce. Co-author Arnold Toynbee. Ed. with an introduction by Ara Sarafian. [Uncensored Edition]. (Princeton NJ: Gomidas, 2000), adlı esere Ara Sarafyan tarafından yazılan önsözden derlenerek alınmıştır.

[30] Justin McCarthy, 1. Dünya Savaşında İngiliz Propagandası..., a.g.e., s. 33-34.

[31] Justin McCarthy, British Propaganda and the Turks, a.g.e. [bak dipnot:3]

[32] Justin McCarthy, 1. Dünya Savaşında İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu, a.g.e., s. 32

[33] Ayla Ganioglu’nun Elekdağ ile görüşmesi, Turkish Daily News, 27 April 2003 “American historian professor Justin McCarthy found an incredible document in British archives a short while ago... When the war ended the British government had all documents burned and destroyed. However, the document found by McCarthy survived and was left in an archive box where nobody got hold of it.”

[34] Bazı örnekler: Amerikan Dışişleri Bakanlığı Genel Arşivi, Türkiye’nin İç Meseleleri 1910-1929, Ulusal Arşivler (General Records of the Department of State, Internal Affairs of Turkey 1910-1929, National Archives), Washington D.C. Aktaran Ara Sarafyan, a.g.e., önsöz, s. x, 13 nolu dipnot.

[35] A.g.e.

[36] Justin McCarthy, 1. Dünya Savaşında..., a.g.e., s. 34

[37] Mektup, s. 1, http://www.tbmm.gov.tr/baskan/mektup_mavikitap_tbmm.htm

[38] Justin McCarthy, “1. Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu”, a.g.e., s. 34

[39] A.g.e., s. 32

[40] Justin McCarthy, British Propaganda and the Turks, a.g.e., [dipnot: 3] “If one reads the basic books on the British Propaganda Ministry, and there are quite a few books on the subject, they never discuss the campaign against the Turks, only the Germans. I believe the reason that no one has researched the topic and uncovered the lies told of the Turks is that no one cared. They were just Turks.”

[41] Justin McCarthy, “I. Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu”, a.g.e., s. 37.

[42] Salahi R. Sonyel’in Almanlar hakkındaki suçlamaların propaganda mahsulü olduğunu yazdığı yazılara bir örnek teşkil etmesi itibarıyla bakınız: The Negative Factor In Turco-Armenian Relations”, Perceptions, Journal Of International Affairs June-August 1999 cilt IV - no 2 (http://www.tallarmeniantale.com/blue-book.htm); Salahi R. Sonyel, The Great War and the Tragedy of Anatolia: Turks and Armenians in the Maelstrom of Major Powers, War-time disinformation and The Blue Book, http://www.tallarmeniantale.com/blue-book.htm#brit

[43] Andrew Mango’da verdiği çeşitli mülakatlarda, Almanlar hakkında ileri sürülen suçlamaların asılsız propaganda eseri olduğunu tekrar etmiştir, (6. bölüme bakınız).

[44] Üçüncü soruya cevap 5. madde olarak ayrıca ele alınacaktır.

[45] John Horne ve Alan Kramer, German Atrocities, 1914: A History of Denial, (New Haven and Londra: Yale University Press 2001)

[46] A.g.e., s. 71-77.

[47] Bu çalışmalardan bazıları için bakınız: Trevor Wilson, “Lord Bryce’s Investigation into Alleged German Atrocities in Belgium, 1914_5”, Journal of Contemporary History (SAGE, Londra and Beverly Hills), Cilt 14 (1979), s. 380; James Morgen Read, Atrocity Propaganda 1914-1919 (New Haven 1941), s. 82-3.

[48] Örneğin Sonyel, “The Great War and the Tragedy of Anatolia…”, a.g.e., adlı makalesinde Birinci Cihan Harbindeki, Almanya’ya yönelik propagandaların uydurma ve sahte olduğu bilgisini iki kaynağa dayandırarak verir. Birisi Arthur Ponsonby, Falsehood in Wart-Time, (New York: E.P. Dutton & Co., 1928) ve James Morgen Read, a.g.e. (yayın yılı 1941) J. Morgen Read’in, İngiliz Propagandasını kuşkuyla karşılayan sözlerini aktaran Sonyel’in, onun Alman Vahşeti konusunda söylediklerini aktarmaması ilginçtir.

[49] Almanya’da konuya ilişkin 1920’lerde esen hava ile bugünlerde Türkiye’ye egemen olan hava arasındaki benzerlik gerçekten şaşırtıcı boyutlardadır. Fakat ilginç olan, o dönem Almanya’da yükselen bu milliyetçi dalgaya karşı çıkmaya çalışan partinin Alman Sosyal Demokratları olmasıdır. Türkiye’de ise tam aksine CHP bu milliyetçi dalganın başını çeker gözüküyor. Daha ayrıntılı bilgi için, John Horne ve Alan Kramer, a.g.e., s. 366-418

[50] Bu genel kanaati gösteren önemli belgelerden birisi, “savaş suçlarını” soruşturan, Alman Parlamentosuna bağlı bir komisyonun 1927 yılında yayımladığı raporlardır. Bu raporlardan birisi de “Belçika Halksavaşı” konusuna ayrılmıştı. Daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Ulrich Heinemann, Die Verdrängte Niederlage, (Göttingen: Vandenhoeck & Ruprecht, 1983), s. 192-204.

[51] Adolf Hitler, Mein Kampf, (München: Zentralverlag der NSDAP, 1940), s. 193_205

[52] Viktor Klempere, LTI. Notizbuch eines Philologen (1957; 16th edn., Leipzig, 1996), s. 44, 27 Mart 1933 tarihli günlükten aktaran John Horne ve Alan Kramer, a.ge. , s. 401

[53] John Horne ve Alan Kramer, a.g.e., s. 367; daha ayrıntılı bilgi için, s. 367-375

[54] John Horne ve Alan Kramer, a.g.e., s. 402.

[55] John Horne, “German Atrocities, 1914 Fact, Fantasy or Fabrication?”, History Today, Cilt 52, Iss. 4, (Londra: Nisan 2002) içinde. Bu makalede efsanenin nasıl oluştuğunun kısa bir özetini bulmak mümkündür.

[56] John Horne ve Alan Kramer, German Atrocities, s. 3; 1980’li yıllardan sonra yapılan çalışmaların bir listesi için s. 452, dipnot 5-11’de verilen bilgilere bakılabilir.

[57] 1914’de nelerin yaşandığının artık biliniyor olması, efsanelerin etkisinin tümüyle ortadan kalktığı biçiminde yorumlanmamalıdır. Stewart Halsey Ross, Propaganda for War How the United States Was Conditioned to Fight the Great War of 1914-1918, (Jefferson, North Carolina and Londra: Mc Farland & Conpany, Inc. Publishers, 1996), adlı kitabı buna bir örnek olarak verilebilir. Yazar, bugün araştırmacılar tarafından kullanılan Alman askerlerine ait hatıra defterlerinin orijial olduklarına dahi inanmak istememekte ve Almanya’nın 1915 Mayısında yayımladığı Beyaz Kitap’daki tezleri tekrar etmektedir, (s. 51, 55). Askerlerin hatıra defterleri konusunda yapılmış ayrıntılı bir çalışma için bakınız: John Horne ve Alan Kramer, “German ‘atrocities’ and Franco-German Opinion, 1914: The Evidence of German Soldiers’ Diaries”, The Journal of Modern History; 66 (March 1994): s. 1-33 .

[58] Daha sonra bu ifadelerden 500 kadarı ek broşürde yayımlandı. Bakınız: James Morgan Read, Atrocity Propaganda, a.g.e., s. 204

[59] Belçika ve Fransız raporları için bakınız: John Horne ve Alan Kramer, a.g.e., s. 229_230; Belçika ve İngilizlerin koordinasyon içinde çalışmaları için, a.g.e., s. 231

[60] http://www.ermenisorunu.gen.tr/english/articles/article1.html

[61] Bryce Report olarak bilinen rapor biri ek olmak üzere iki ayrı yayından oluşur: Report of the Committee on Alleged German Outrages appointed by His Britannic Majesty’s Government and presided over by the Right Hon. Viscount Bryce, O.M. Cd. 7894 (Londra 1915) ve Appendix: Evidence and Documents laid before the Committee on Alleged German Outrages, Cd. 7895 (Londra 1915) Bryce raporun tam metni için bakınız: http://www.gwpda.org/wwi-www/BryceReport/bryce_r.html

[62] Raporun belli tereddütlerle ele alındığı bazı kaynaklar için dipnot 53’de zikredilen kaynaklara ilave olarak bakınız: Trevor Wilson, The Mriad Faces of War: Britain and the Great War, 1914_1918, (Cambridge, 1986), bölüm 17; Gary S. Messinger, British Propaganda and the State in the First World War, (Manchester ve New York: Manchester University Press, 1992), s. 70_84.

[63] A.g.e., s. 372-3

[64] Trevor Wilson, “Lord Bryce’s Investigation into Alleged German Atrocities in Belgium, 1914_5”, a.g.e., s. 378. “The Bryce Commission did not produce a dishonest or fraudelent report in the sense that it reached conclusion which the evidence had shown to be untrue. What it did do was to avoid verifying the evidence.” Trevor Wilson’un bu değerlendirmesi, Michael Sanders and Philip Taylor tarafından, British Propaganda During the First World War, 1914-1918, adlı eserlerinde aynen tekrarlanmıştır. Bakınız yukarıda dipnot: 7.

[65] Kadınlara yönelik, ırza geçmek dahil diğer şiddet eylemleri hakkında bakınız, John Horne ve Alan Kramer, s. 196_204

[66] Rapor hakkında ayrıntılı bir değerlendirme için bakınız: a.g.e., s. 232_237.

[67] Raporda söylenen şudur: “A third form of mutilation, the cutting of one or both hands, is frequently said to have taken place. In some cases where this form of mutilation is alleged to have occurred …” [Sakat bırakmanın üçüncü bir tarzının bir veya her iki elin kesilmesi olduğu sıkça söylenmiştir. Bu tür sakat bırakmaların sözde görüldüğü bazı durumlarda...] bakınız: http://www.gwpda.org/wwi-www/BryceReport/bryce_r.html Özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik eylemlerin ele alınış tarzına yönelik eleştiriler için bakınız, John Horne ve Alan Kramer, a.g.e., s. 233_235 Trevor Wilson, , “Lord Bryce’s Investigation into Alleged German Atrocities in Belgium, 1914_5”, a.g.e., adlı makalesinde, komisyon üyelerinin iç yazışmalarından bazı pasajlar aktarır. Buna göre, bazı komisyon üyeleri, bazı şahit ifadelerinin ayrıntılı olarak soruşturulması gerektiğini ama bunun yeteri kadar yapılmadığını dile getirmektedirler. (s. 374-5)

[68] John Horne ve Alan Kramer, a.g.e., s. 381-2

[69] İngiltere’nin kaç tane Mavi Kitap çıkartmış olduğundan habersiz olduğu anlaşılan A. Mango, birçok defa, verdiği mülakatlarda iki Mavi Kitap’ın da propaganda eseri ve asılsız olduğunu tekrar etmiştir (Milliyet, 14 Mart 2005). Deniz Baykal, Mango’nun açıklamasından övgüyle söz etmiş ve Mavi Kitap’ın sahteliğini gösteren önemli bir kanıt olarak ileri sürmüştür (Hürriyet, 15 Mart 2005). Mango’nun burada sözü ettiğim Ropörtaj için bakınız: http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2005/03/050310_blue_book_interviews.shtml

[70] Turkish Daily News, 27 Nisan 2003

[71] Murat Yektin, “Soykırım İçin Atak” Radikal, 1Mart 2005

[72] Sırasıyla, Yeni Şafak, 7 Mart 2005; Hürriyet 9 Mart 2005; Yeni Şafak 9 Mart 2005

[73] Sadece bazı seçmeler için bakınız; Oktay Ekşi, Hürriyet 10 Mart 2005; Türkiye gazetesi Yılmaz Öztuna 23 Mart 2005; Tufan Türenç, Hürriyet 25 Mart 2005.

[74] Burada yine kişisel bir not düşmek isterim. 12 Nisan 2005 tarihinde Strassbourg’da, Avrupa Parlamentosunda yaptığım konuşmada, en az 5 dakikami bu konuya ayırdım. Burada uzun uzun ele aldığım her bir noktaya kısaca değindim ve Mektubun yazılması halinde Türkiye’nin ciddi ölçüde zarar göreceğini, alaya alınacağını ve rezil olacağını anlattım. Bu toplantıda başta Televizyon kanalları olmak üzere en az 10’un üzerinde gazeteci bu toplantıyı izledi. O gün hiçbir gazeteci gelip, bu konuda söylediklerimin doğru olup olmadığını sormadı. Daha sonra Salzburg ve Erivan’da Türk gazetecileriyle karşılaştım ve elimden geldiğince durumun vahametini anlatmaya çalıştım. Tuhaftır, bir tanesi bile bu bilgilere ilgi göstermedi. Bunları, bir tek Başbakan veya Partilerle sınırlı olmayan, milletçe hepimizi kapsayan bir sorunla karşı karşıya olduğumuza inanmaya başladığım için yazıyorum. Bilgiye değil, şamataya, kuru gürültüye önem veren tuhaf bir topluluğuz galiba.

[75] HANSARD, (Parliamentary Debates: Official Report), 5th Session, cilt188, 2 December1925, (Londra: His Majesty’s Stationary Office, 1925) s.2233. “My right hon. Friend the Secretary of State for War told the House last week how the story reached His Majesty’s Government in 1917. The Chancellor of the German Reich has authorised me to say, on the authority of the German Government that there was never any foundation for it. I need scarcely add that, on behalf of His Majesty’s Government, I accept this denial, and I trust that this false report will not again be revived.”

[76] “Kadavar”, The Nation, Cilt XXXVIII, No. 5, 31 Ekim 1925 Cumartesi, s. 171-2. Dergide Kadavra Fabrikası efsanesinin 1925’de yeniden niçin patlak verdiğinin hikayesi de vardır.

[77] Bir Alman yetkilinin Kadavra kelimesinin, Almanca’da asla insan için kullanılmadığı tarzında bir açıklaması için bakınız: The Times, 23 Nisan 1917

[78] Olay General Charteris’in New York’da yaptığı bir konuşmanın ertesi gün New York Times’da haber olması ile başlar. General’in Kadavra Fabrikası hikayesinin İngilizler tarafından kasıtlı olarak uydurulduğunu söylediği iddia edilir. Haber İngiltereyi “şok eder”, ve basında günlerce tartışılır. Bak: New York Times, 20 ve 23 Ekim 1925

[79] The Nation, a.g.e., s. 171

[80] HANSARD, 5th Session, cilt 188, a.g.e., s. 11423 ve 2024-5 (24 Kasım ve 1 Aralık 1925 tarihli oturumlar).

[81] The New York Times, 3 Aralık 1925.

[82] Arthur Ponsonby, a.g.e, bölüm 17, s. 102-114. Eklemek gerekir ki, Ponsonby, “Kadavra Fabrikası” hikayesi ile Bryce’in Mavi Kitap’ını birbirine karıştırmayacak derecede ne yaptığını biliyordu.

[83] S. Sonyel, The Negative Factor In Turco-Armenian Relations, a.g.e., (38 nolu dipnot) http://www.tallarmeniantale.com/blue-book.htm

[84] Justin McCarthy, “I. Dünya Savaşında İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu”. a.g.e., s. 31, dipnot 23

[85] Eklemek isterim ki, burada elde ettiğim bilgilerin çoğu kısa bir internet gezintisi ile elde edilebilecek şeylerdir. Yani çok gizli kalmış, kimsenin bilmediği şeyleri aktarmadığımı, meraklı olan her kişinin derhal öğrenebileceği bilgileri aktardığımı söylemek istiyorum. TBMM’de bir tek milletvekilinde bile bir merakın uyanmamış olması üzücüdür.

[86] http://www.noontidepress.com/catalog/advanced_search_result.php?keywords=Ponsonby&osCsid=41924b2bd654 94141c8d828a242bb1e0&search_in_ description=1

[87] Ponsonby, a.g.e., s. 168. Burada Ponsonby konusunda önemli olduğunu düşündüğüm bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. Alman papaz Lepsius, 1916 yazıyla birlikte Hollanda’ya yerleşmiştir. Alman makamları tarafından tutuklanma tehlikesi nedeniyle Hollanda’ya kaçtığı haberini yaysa da, Lepsius Hollanda’ya gidiş nedeni Alman makamları adına casusluk yapmaktır. Alman Genelkurmayının psikolojik harp dairesine bağlı olarak görev yapan Lepsius’un görevleri arasında, İngiliz ve Hollanda basınını “barış için herhangi bir sinyal olup olmadığı” noktasından taramak ve İngiliz barış yanlısı pasifistlerle ilişki kurmak vardı. Alman devletine muhalefeti ile tanınan Lepsius’un, İngiliz hükümetinin muhalifleri üzerine etkili olacağı hesabı yapılıyordu. (Wolfgang Gust, “Magisches Viereck Johannes Lepsius, Deutschland und Armenien”, www.armenocide.net içinde) 18 Mayıs 1917’de, Alman Başbakan Bethmann Hollweg’e yazdığı özel bir mektup’ta Lepsius, eğer istenirse, Ponsonby gibi tanıdıkları ile ilişkiye geçerek, Almanya alehyine yapılmakta ve yapılacak olan propaganda faaliyetlerini engellemeye çalışacağını yazmaktadır. (DE/PA-AA/R14096. Tam metin için bak: www.armenocide.net) Ponsonby’nin, Almanya’ya yönelik yapılan suçlamaların “savaş propagandası” olduğu yolundaki iddialarında Lepsius’un özel çabalarının bir rolü olmuş mudur, gerçekten araştırılmaya değer bir konudur.

[88] John Horne ve Alan Kramer, a.g.e., s. 391-2 ve 395.