Müslümcü'nün Vefası

Müslüm Gürses’in vefatının üzerinden beş yıldan fazla bir süre geçti ve epey zamandır konuşulan Müslüm filmi de nihayet gösterime girdi. Filmi izledim, erbabınca kaleme alınan eleştiri yazılarını da okudum. Ben sadece kısaca, Müslüm’ün bir seveni/hayranı olarak filmden ne anladığımı ve bana düşündürdükleri üzerine iki kelam etmek istedim.

Yoğun emek verildiği anlaşılan filmde dönem sahneleri için uğraşılmış, oyunculuklar usta işi, nihayetinde Müslüm’ün hatırasına saygıyla davranma derdinin güdüldüğü anlaşılıyor. Tekke/medrese/Bektaşi Dergâhı havası veren Adana Halkevi’nde, ustası Limoncu Ali’nin rahle-i tedrisinden geçerken yaşadığı usta-çırak ilişkisi, bu bilinçle yoğrulması ve şarkıyı-türküyü hissederek söylemeyi öğrenmesi, Yunus Emre ve güvercin sevgisi, iyilik, sevme kapasitesi, kendisine kötülük yapan babasını ve kendisini bıçaklayan hayranını affetmesi gibi vurgularla Müslüm’ün hümanizminin kaynaklarına dikkat çekmeye odaklanılmış. Babası, muhafazakâr TV kanallarının herhangi bir “soyutlama” derdi taşımayan dizilerinde ziyadesiyle yer bulduğu üzere, uyuşturucu için annesinin elinden zorla parasını alan “hain evlat Ökkeş” dozunu bile aşan “kötü insan” olarak gösteriliyor. Yönetmenin bu tercihleri biraz didaktik, dolayısıyla da sanatsal olarak cılız görünüyor. Yokluk ve yasakla baş etmekte ustalaşmış İran sinemasının metafor dehasını beklemek doğru olmayabilir ancak bu kadar göze sokulan bir vurgu ya da “gerçekçilik” tercihi, filmin tahminî seyirci profiline dair bir endişeden mi kaynaklanmıştır diye düşünmeden de edemiyor insan.

Kimi sahneleriyle gözlerimi buğulandırsa da film akış olarak üst üste bindirilmiş ve çoğu da şiddetle etkisi arttırılmış sahnelerle dolu uzun bir ilk bölüm olarak aklımda yer etti. Kısa ikinci bölümde ise, Müslüm’e olan saygımızı iyice artırmış olan, 1990’lı ve 2000’li yıllarda, tüm bozulma ve çürümelere karşın kendisini “muhafaza etme” hasletine işaret edecek sahnelerin eksikliği hissediliyor; bu döneme dair sadece Müslüm Baba imgesinin modernleştirilmeye/beyazlaştırılmaya çalışıldığı Harbiye Açık Hava konserine yer verilerek yine didaktik bir -maalesef- “nereden nereye” mesajına yüklenilmiş.

Filmin Müslüm’ün sevenine/hayranına yeni malumat vermesi veya yeni düşüncelere sevk etmesi beklenmezdi. Buna mukabil, filmden yeni şeyler de öğrendim ve tam da bu öğrendiğim yeni şeyler üzerine yapabileceğim birkaç değerlendirme var.

“Öğrendiğim yeni şeyler”, Müslüm Gürses’in özel hayatına dair şeyler. Mesele de şu ki, bu konuda bu kadar çok şeyi öğrenmemize gerek yoktu kanaatimce! Zira, Yeşilçam’ın dört kadın yıldızı gibi arabeskin de dört erkekten oluşan dört ası vardı ve onlardan biri olan Müslüm’ü bizim gözümüzde diğerlerinden farklı kılan ilk özelliği (Müslüm’ün vefatından sonra kaleme aldığım bir yazıdan[1] alıntıyla söylemek gerekirse) kişisel acılarını Şark terbiyesi icabı aşikâr etmemesi idi. Bunun üzerinden hiç prim yapmaması idi. Yoksa, acıyla yoğrulduğu her halinden belli bir sanatçının, bu acıları bu kadar hissederek söylemesi de mümkün olamazdı zaten.

Yine diğer üç astan farklı olarak, hayat arkadaşına olan sevgisini gizlememesi, Muhterem Nur’la birlikte aşkı/sevgiyi yüceltmeleri ama bunu magazincilerin eline fırsat olarak vermeden yaşamaları önemliydi, ayırt ediciydi. Müslüm-Muhterem ilişkisinin içi magazin taifesi tarafından boşaltılamadı, hayranları şan ve şöhreti devam ettirmek amacıyla bunun haber yapılmasına hiç maruz kalmadılar, böyle bir ihtimalin sezgisinden bile uzak kaldılar.

Yine diğer üç astan farklı olarak, iktidar sahiplerinin yanında veya yakınında da ismi anılmadı Müslüm’ün. Ne kadar politik bir tavrı vardı bilemiyorum, ama bir yer kapma, kendini bir yere yerleştirme derdi olmadığı görülüyordu. Başka bir deyişle, taş yerinde ağırdı ve öyle de kaldı.

Filmde 1980’lerin başında Müslüm’ün İstanbul’a geldikten sonra çok para kazandığını görüyoruz, oysa hayranları olarak bizler onun 1990’lı yıllarda özel televizyonlarla birlikte para kazanmaya başladığı kanaatindeydik. Film, görüşme ve belgeler üzerine inşa edildiğine göre kendimizi tashih etmek durumundayız. Ancak bu konuda asıl varacağım yer şurasıdır: Sayılan üç niteliğine ek olarak Müslüm -ihtimaldir ki- daha çok para kazandığı ve ününün iyice arttığı 1990’lar ve devamında da alçakgönüllü, sade, sevgiyi yücelten, sanatını en iyi şekilde yapan haliyle sevgi odağı olmaya devam etti.

Yıllar önce Urfa'da. Müslüm ve iki genç hayranı, birisi Fuat Şen.

Yıllar önce Urfa'da. Müslüm ve iki genç hayranı, birisi Fuat Şen.

Biz Müslüm Gürses’i böyle tanıdık ve böyle sevdik. Nihayetinde Müslüm filmi de Müslüm’ü yeni tanıyanlara, -ipuçlarını verme yöntemlerini farklı seçmiş olsa da-, benim ve benim kuşağımdan birçoklarının “Müslüm Baba” hayranlığının boş bir şey olmadığını gösterebilmesi, hiç değilse sezdirebilmesi bakımından önemli. Onu bir arkadaş, bir dost gibi görmemiz sebepsiz/yersiz değildi. Biz Müslüm’ü gerçekten sevdik, çünkü, yine yukarıda andığım yazımı tekrar ederek söylersem:

“Bizim jenerasyon Ondan ön adıyla bahsederdi. [Çünkü] bizim için O bizim gibi biriydi ve Müslüm’dü. Sonraki dönemlerde ise memleketin bir kurtarıcı aramaya başlaması siyasetten sonra diğer alanlara da sirayet etti ve Müslüm Baba bir baba figürü olarak gösterilmeye başlandı. Oysa bizim için baba figürüne değil bizi anlayan, bizimle dertleşen bir arkadaşa ihtiyaç vardı. Bizi kimsenin korumayacağını ve derdimize çare olmayacağını biliyorduk çünkü… Müslüm de bizi anladığı için zaten bizden biriydi. Bu yüzdendir ki biz Müslümcü’ydük ve insanları da en fazla Müslümcüler ve Gayri Müslümcüler olarak ikiye ayırıyorduk…”

Bitirirken son bir not; Filmin yüksek bir seyirci sayısına ulaştığı söyleniyor. Film ekibinin yorumunu bilmiyorum ama benim yorumumu tahmin etmek zor değil elbette: Müslümcülerin vefası!



[1] “Baba Değil Yoldaş”, Bir+Bir, sayı 21, Nisan 2013, s. 38-39.