Koronavirüs salgını nedeni ile resmî açıklamalara göre 15 Mart’ta 18 olan ölüm sayısı 16 Mart tarihinde 47 olarak açıklanmıştı.
Salgın haberleri üzerine Kayseri Bünyan T tipi cezaevini telefonla arıyoruz.
Telefondaki ses, evini derlemiş toplamış birinin güvenli rahatlığı ile aile görüşlerinin kısıtlandığını ama avukat görüşlerinde sorun olmadığını, salgına dair tüm tedbirleri aldıklarını, tabii ki görüş için gelebileceğimizi söylüyor.
Bünyan Cezaevine vardığımızda Mart’ın ortasındaki keskin soğuk karşısında üzerimizdeki kışlık kıyafetler bile anlamsız kalıyor.
Cezaevi girişinde, “Buyurun… Eldiven aldınız mı? Maske var mı? Bizde var, verelim mi? Bakın dezenfektanlarımızdan alın…” sesleri. Girişte kimsenin virüs kapmaması önemli, herkes çok dikkatli.
Gardiyan, malzemelerin de zaten tanıdık birinin ailesinden satın alındığını söylüyor diğer gardiyana sırıtarak bakarken.
Avukat mahkûm görüş odasına geldiğimizde, mahkûm odaya giriş yaparken alelacele eline bir maske tutuşturuluyor. Kaldığı bölümün değiştirilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle açlık grevinde olan mahkûm sinirlenir gibi oluyor, ne maskesi! Uğradığı adaletsizliklere karşı maske ne yapabilir ki, nasıl, neden koruyabilir ki! Görüşe gelen avukata gösterilmesi dışında bir işlevi olmayan maskeyi reddediyor. Maskeyi takması yönündeki ısrarımla, ona bunca haksızlık yapmış olanlarla aynı tarafta yer almış görünmenin garip utancı ile başlıyorum görüşe. Ki maske de mahkûmu korumadığının farkına varmış olacak ki, bir türlü genç adamın yüzüne tutunamıyor.
Erkek mahkûmların olduğu bölümden SEGBİS duruşma saati gelen kadın müvekkilin yanına gitmek için kadınların olduğu bölüme geçiyoruz.
Genç kadın altı aylık hamile. İlk hamileliği. Karar duruşması için yaklaşık 3,5 metrekarelik SEGBİS odasında toplamda üç kişi oluyoruz.
Genç kadın, avukatların geldiği uyarısı üzerinde kendisine maske, eldiven ve dezenfektan sıvı verildiğini tebessüm ederek anlatıyor. Duruşma bitince geri alınacağını bildiğimiz dezenfektan sıvıyı, durup durup elimize sıkıyoruz.
Sosyal mesafe burada 1 metreden aza tekabül ediyor. 1,5-2 metre mesafesini sağlamanın imkânsızlığının yarattığı tedirginliğe karşı, birbirimize yakın olmanın verdiği iç sıcaklık yayılıyor yüzlerimize.
7 kişilik odada 11 kişi kaldıklarını, kişi başı eşyalar dahil 1,5 metrekare yer düştüğünü, yemeklerin kalitesiz ve kötü geldiğini, yemekte zorlandıklarını, hijyen maddelerini cezaevi kantininden pahalıya almak zoruna kaldıklarını tek tek anlatıyor.
O da diğer bazı “seçilmişler” gibi, kısa süren belediye başkanlığı görevinden alınarak, artık şaşırmadığımız bir uygulamayla, tutuklanan kadın küçük SEGBİS ekranına yaklaşıyor. İnfaz heyeti görünümlü mahkeme heyeti ya göremezse kendisini, kaygısıyla. Zaten altı aydır kimse görmemiş, duymamıştı onu.
Hamilelikte geçirdiği sağlık sorunları nedeniyle savunmasını hazırlayamadığını, ek süre verilmesini talep etse de, açık kalan mikrofondan gelen ses diyor ki: “Mazereti hakkında bu kadar konuşabiliyorsa savunmasını da yapabilir.”
Cezalandırmaya da, tutuklamaya da yetecek delil olmayan bir dosyada neyin hazırlığı, neyin savunması? SEGBİS odasında çınlayan ses kendi içinde tutarsız değil aslında.
Bütün görevden alınan belediye başkanlarına olduğu gibi en üst sınırdan ceza kararı veren mahkeme, kadının sağlık durumunu gözeterek, yurtdışı yasağı şartıyla tahliyesine de karar veriyor, “özgün durumunu gözettik” diyerek. Bu “özgün durum”un içinde koronavirüs yok. Müvekkile kıymet vermediği gibi koronavirüse de kıymet vermiyor mahkeme.
Tahliye kararını karnındaki bebeğinin yaşamasına izin verilmesi gibi okuyan kadının şaşkın sevinci bize de bulaşıyor ve o âna kadar sarılmamak için gösterdiğimiz tüm çaba da boşa gidiyor.
Erkek bir hekim. Yıllarını halkın sağlık hakkının korunmasına vermiş. Hem genel seçimlerde vekil olarak halkın oyunu almış, hem de Türkiye’nin en büyük büyükşehirlerinden birisinde yüksek bir oranla belediye başkanı seçilmiş olması, hukuksuzca gözaltına alınmasına, tutuklanmasına ve 15 yıl ceza almasına yetmiş. “Bana VİP kadrosundan yüksek ceza verdiler,” diyor kahkaha atarak. Görüş yerinde iki avukatız. Oda soğuk. Hep birlikte üşüyoruz.
Cezaevine avukat görüşmesine değil de hasta muayenehanesine gelmiş gibi önce bizi kontrol ediyor. Salgına karşı maskemiz, eldivenimiz var mı? Görüş sırasında verilen maskeyi takmış yüzüne. Salgın karşısında neler yapılması gerektiğinden, halk sağlığı bölümlerinin öneminden bahsediyor.
“İçerdekilere salgın karşısında ne yapacaklarını anlatıyorum,” diyerek, ruhen kendisini nasıl dışarıda tuttuğunun da ipucunu veriyor. 15 yıl hüküm almamış da, diğer tutsakları iyileştirmek için cezaevinde kalıyormuş gibi.
Cezaevlerinde salgın yayılırsa sonuçlarının ne kadar ağır olacağını hekim ciddiyeti ve sorumluluğu ile bize anlatıyor. Hayatını insanın onur mücadelesine sabırla adamış birisinin bilgeliği ile. Bir kişi anlarsa, herkes anlardı.
Cezaevlerinin salgın riskine karşı asla hazırlıklı olmadığını, bu koşullarda herhangi bir tedbirle salgını önlemenin mümkün olmadığını, acilen şartlı tahliyelerin sağlanması gerektiğini uzun uzun anlatıyor. Kendisinin de 15 yıl ceza almış hükmen tutuklu bir kişi olduğunu çoğu zaman unuttuğundan, ısrarımız üzerine tek talebi, “dünyanın en güzel kadınına (eşine)” iyi olduğunu iletmemiz oluyor.
İçimize bolca enjekte edilen umutla dışarı çıkıyoruz. Tahliye kararı verilen kadın tutsağın çıkışını bekliyoruz. Her zamanki gibi erken saatlerde verilen tahliye kararı gecenin bir saati uygulanıyor. Cezaevi çıkışından asker noktasına kadar keskin soğukta yürünmesi isteniyor kadından. Bunun için de kavga ediyoruz ve hamile kadının yürütülmesine izin vermiyoruz. Kadın anlamsızca bize bakıyor: “Dışarıda olduğum, tutsak olmadığım sürece her yere her koşulda yürürüm.”
Af, “toplumsal barış” derdi olduğunda gündeme gelen bir kavram… Uzlaşmazlık, kaos, çatışma üzerinden sürdürülen iktidarlarda ancak “infaz indirimleri” gündeme gelir ki, muhaliflere uğramaz o indirimler. Ve her şey iktidarların sürdürülmesinin aracı olduğundan, infaz tasarıları çok bilinmeyenli denkleme döner.
Hukukun tüm alanlarda çiğnendiği bir ortamda, hukuksuz soruşturma ve kovuşturma süreçleri sonucunda cezaevinde tutulanlar için, bu kararı verenlerden ve uygulayanlardan sağlık hakkı, yaşam hakkı kaygılarını giderici bir karar beklemek mümkün mü?