Bir Kongrenin Ardından

Göğüs hastalıkları alanında çalışan hekimlerin uzmanlık derneği olan Türk Toraks Derneği’nin benzer uzmanlık derneklerinden farklılaştığı konulardan birisi de dernek bünyesinde sağlık politikalarını takip eden bir çalışma grubuna sahip olmasıdır. Kuşkusuz böylesi bir grubun varlığı, konu hakkında araştırmaların yapılmasına yol açarak bilgi üretimini de sağlamaktadır. Bu yazıda, 17-21 Kasım 2021 tarihlerinde gerçekleşen Türk Toraks Derneği 24. Yıllık Kongresi’nde “Sağlık Politikaları” alanında sunulan araştırmalar arasında dikkati çekenlerin bulgularına yer verilmiştir.

COVID-19 Pandemisi Kimi Vurdu?

Toplum genelinde yaşanan eşitsizliğin bir yansıması olarak, insanların hastalıklara yakalanması da eşitsizdir. Kişiler arasındaki bu farklılığın ağırlıklı nedeni sosyoekonomik eşitsizliktir. İnsanlar bu eşitsizliğin sonucu olarak sağlıklarını koruma, sağlıklı ortamlarda yaşamlarını sürdürme ve hastalandıkları zaman da nitelikli sağlık hizmetine ulaşma bakımından aynı olanağa sahip değillerdir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından eşitsizliği oluşturan faktörler sağlığın sosyal belirleyicileri olarak tanımlanır ve toplumsal yapının bir sonucu olduğu için kabul edilemez olarak değerlendirilir.

Hiç kuşkusuz salgın ve pandemiler bu eşitsizliğin ölümcül sonuçlarıyla çarpıcı biçimde göründüğü ortamlardır. TTD 24. Yıllık Kongresi’nde sunulan bir araştırma bu görünürlüğü İstanbul özelinde ortaya koymaktadır. Ben ve Nilüfer Aykaç’ın yürüttüğü bu çalışmaya göre İstanbul’da COVID-19 pandemisinin ilk dalgası ağırlıkla evde çalışma olanağına sahip olmayan mavi yakalı çalışanları vurmuştur. Bu dönemde uygulamaya konulan “iller arasındaki seyahat kısıtlamaları” özellikle Gebze ve Kocaeli bölgesinde çalışmak zorunda bırakılan emekçileri koruyamamıştır. Çalışma verileri, İstanbul’da COVID-19 pandemisinin “merkez üssü”nün Avrupa yakasında ve mavi yakalıların ağırlıkla ikamet/hareket ettiği bölgeler (Avcılar, Bahçelievler, Bağcılar, Çekmeköy, Esenyurt, Küçükçekmece, Ümraniye ve D-100 Hattı) olduğunu göstermiştir.

Ayrıca araştırma bulguları 10 Nisan 2020 tarihinde olduğu gibi plansız ve zamansız açıklanan fizikî hareket kısıtlamalarının, özellikle orta-alt sosyoekonomik kesimlerin yaşadığı yerlerde beklenenin aksine fizikî hareketliliği arttırdığına işaret etmektedir. Araştırmanın ulaştığı veriler, genel olarak emekçilere, özel olarak mavi yakalı kesimlere yönelik sosyal koruma önlemlerinin alınmamasının İstanbul’da pandemiyi yaygınlaştırdığını göstermektedir.

Aşılama

Son dönemin en çok konuşulan ve tartışılan konularından birisi SARS-CoV-2’ye karşı yapılan aşılamadır. Aslında konunun bu kadar tartışılmasının temel nedeni aşılama konusunda ülke olarak iyi bir durumda olmamamızdır. Aşılar ve aşılama ile ilgili siyasi otoriteler tarafından yapılan açıklamaların ve uygulamaların gün içerisinde bile değişiklik göstermesi toplumun bir kesiminde aşılara karşı tereddüt oluşturmuştur. Aşı karşıtlığını kendi çıkarları için kullanan bir kesim içinse oluşan bu tereddüt fırsata dönüştürülmüştür. Hiç kuşku yok ki pandemiyle ilgili verilerin şeffaf ve ulaşılabilir olmaması aşılamanın önündeki en büyük engellerden birisidir.

Aşı karşıtlarının öne sürdükleri en önemli noktalardan birisi aşıların yan etkilerinin fazla ve hatta ölümcül olmasıdır. Oysa Hakan Evren ve arkadaşları tarafından yürütülen ve 65 yaş üstü hastalarda aşının yan etkisinin araştırıldığı bir çalışma hem CoronaVac hem de Comirnaty (Pfizer/BioNTech) aşısının 65 yaş üstü kişilerde ek hastalık varlığında bile güvenli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu araştırma “aşı uygulanan bölgede ağrı” ve “halsizlik” yakınmalarının aşı sonrası gözlenen en yaygın yan etkiler olduğunu, ağır ve ölümcül düzeyde bir yan etkinin ise gelişmediğini kanıtlamaktadır.

Ancak bu gerekçelere rağmen Ahmet Türkeli ve arkadaşlarının yaptıkları araştırma toplum genelinde aşıya karşı büyük bir tereddüdün var olduğunu göstermektedir. 143 astım tanılı çocuk ve annesinin çalışmaya alındığı bu araştırmada kendileri aşı olan annelerin dahi yarısının çocuklarını aşılatmayı istemedikleri görülmektedir. Bu tereddüdün altında yatan en önemli faktör ise aşı yan etki kaygısı, yanlış bilgi olarak çocuklarında aşıya engel astım hastalığının olması ve çocuklarının aşı nedeniyle kısır kalacağı endişesidir. Bu veriler Türkiye’de aşı konusunda yeterli bilgilendirmenin ve toplumun tereddüdünü aşacak bir kampanyanın hayata geçirilmediğine işaret etmektedir.

Öte yandan bu çerçevede Funda Seçik Arkın ve Didem Görgün Hattatoğlu’nun yaptıkları araştırmanın bulguları önemlidir. Çünkü söz konusu araştırma toplumun COVID-19 konusunda resmî internet siteleri ve sosyal çevrelerden bilgi edindiğini ve bilgi edinmenin eğitim düzeyi ile yakın ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Aşılama konusunda yapılacak bilgilendirmelerde bu verinin dikkate alınması kritiktir.

Pandemide Sağlık Hizmet Sunumu

COVID-19 pandemisinin de etkisiyle hekimlerin ağırlaşan çalışma koşullarının olduğu bir ortamda Nazlı Çetin ve arkadaşlarının tele-tıp deneyimlerini paylaştıkları araştırma geleceğin sağlık hizmeti çerçevesinde dikkat çekicidir. Aktarılan deneyimin sonuçları, tele-tıp uygulamasının bütüncül yaklaşıma izin verdiği, klasik hasta muayenesine göre hastaya daha uzun zaman ayrılabildiği ve hangi hastanın acil hastane yatışı gerektirdiğine de doğru biçimde karar verilebildiği ile uyumludur.

Öte yandan tele-tıp uygulamaları konusunda daha fazla deneyime ihtiyaç vardır. Ayrıca söz konusu uygulamanın mevcut hali ile güven duygusu, mahremiyet hakkı, özerkliğin korunması, sağlık hizmetlerindeki metalaşmanın önlenmesi ve hekim emeğinin daha fazla sömürülmesi gibi sorunları mevcuttur. Bu nedenle uygulama yasal düzenlemeler ve etik çerçeve açısından yetkinleştirilmelidir.

Tükenmişlik ve stres, pandemi öncesi dönemde var olan bir sorunun pandemiyle birlikte içerisinden çıkılamayacak bir hal aldığı tablodur. Göğüs hastalıkları uzmanları açısından ise pandeminin ağır yükünü üstlendikleri için çok daha önemli bir konudur.

Hülya Bulut ve arkadaşlarının yaptıkları araştırmada sağlık çalışanlarının yüzde 66,5'inin haftalık 45 saat veya daha fazla çalıştığı, yüzde 36,5'inin pandemi dönemde evlerini ayırdığı saptanmıştır. Kuşkusuz yoğun iş yükü ve ev içi hanehalkına COVID-19 hastalığını bulaştırmama kaygısı ve korkusu sağlık çalışanlarının tükenmesini artıran durumlardır.

Huriye Berk Takır ve arkadaşlarının yaptıkları araştırmada ise bu tükenmişlik çarpıcı biçimde kendisini göstermektedir. Bir göğüs hastalıkları hastanesinin tüm çalışanlarının dahil edildiği bu araştırmada tükenmişlik düzeyi yüksek çalışanlarda iş değişikliği düşüncesi ve psikolojik destek ihtiyacının anlamlı oranda daha yüksek olduğu saptanmıştır. Ayrıca bu grupta olaylardan etkilenme ve ikincil travma düzeyi de daha yüksektir. Beklendiği üzere COVID-19 nedeniyle yakınlarından ayrı kalan sağlık çalışanlarının tükenmişlik düzeyi anlamlı olarak daha fazladır.

Özetle sağlık alanında çalışma hayatına ilişkin yapılan araştırmalarda saptanan veriler, genelde sağlık çalışanlarının, özelde ise göğüs hastalıkları uzmanlarının çalışma koşullarının ivedilikle iyileştirilmesi ve hem gruba hem kişiye özgü sağaltıcı hizmet sunumunun planlanması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Son olarak Onur Fevzi Erer ve arkadaşlarının sundukları bir olgu Türkiye’de sağlık hizmet sunumunun geldiği durum hakkında çarpıcı bir veri sunmaktadır. Erer ve arkadaşları sundukları bildiride 57 yaşında erkek bir hastanın kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) nedeniyle Mart 2020-Mayıs 2021 pandemi döneminde geçen 14 aylık sürede çeşitli sağlık kurumlarına toplam 70 kez başvurduğunu ve bu sürede 26 kez bilgisayarlı tomografi incelemesine maruz kaldığını bildirmişlerdir.

Pek çok araştırmanın ortaya koyduğu üzere Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bir sonucu olarak yıllar içerisinde sağlık hizmet tüketimi ve ileri teknolojik tetkik kullanımı “kışkırtılmış” biçimde gereksiz yere artmıştır. Ancak Erer ve arkadaşları tarafından irdelenen olguda olduğu gibi sağlık hizmet tüketiminin artması sorunu çözmemektedir. Çünkü 57 yaşındaki bu erkek hasta ilaçlarını düzgün kullanmamakta, depresyonda ve evsizdir. Oysa Sağlıkta Dönüşüm Programı hastaya biyopsikososyal açıdan yaklaşılabilecek bir sağlık ortamı yaratmamış, aksine yürürlükteki performans uygulaması ile niceliği ve tüketimi kışkırtmıştır. Bu nedenle ivedilikle Türkiye sağlık ortamı sağlığı korumayı ve geliştirmeyi hedefleyen, hastalık zamanlarında da bütüncül yaklaşımı önceleyen biçime dönüştürülmelidir.