COVID-19 ve Bagajda Mal

Dünya 2022 yılına iki yıldır devam eden COVID-19 pandemisiyle girdi.

Patentlerin ardına saklanan aşı şirketlerinin kazançları uğruna yaratılan küresel aşı eşitsizliği, ulus-devletlerin salgına rağmen ekonominin çarklarını var gücüyle döndürme isteğiyle buluşunca yepyeni bir varyanta ulaştık: Omicron

Batı dünyası pandeminin sonunu getirecek özlenen varyantın Omicron olduğunu düşünüyor ağırlıkla. Devlete iman etmiş memleketin bilim kurulu üyeleri ise çoktan açıkladılar yolu gözlenen varyant olduğunu.

Zaten bilimsel araştırmalar Omicron’un çok bulaşıcı olmasının yanı sıra üst solunum yollarını daha çok sevdiğini ve hücreleri birleştire birleştire hızla akciğerlere yayılma özelliğinin daha az olduğunu göstermedi mi? Hem Omicron varyantıyla hastalananlar diğer baskın varyant olan Delta’ya karşı da korunmuyorlar mı? Daha ne olsun, pandeminin sonu gelecektir Omicron ile...

Bedel

Elbette gelsin pandeminin sonu; yorulduk, bunaldık, sıkıldık, akıl-ruh sağlığımızı yitirdik. Doyasıya sarılmayı, korkusuzca kalabalığın ortasında öksürmeyi, akan burnumuzu çekmeyi, yüz yüze görüşmeyi çok özledik.

Ancak tartışmamız gereken sadece pandeminin sonunun Omicron ile gelip gelmeyeceği olmamalı.

Aksine bedelinin ne olacağını da konuşmamız gerekli.

Hoş bu topraklar bedel konusunda fütursuzdur. Baksanıza yeni yılda pandemiyi yeni kararlarla karşıladı: İzolasyon sürelerinin kısalması, temaslı taramasının bırakılması, aşılı ve aşısızlardan riskli ortamlarda istenen PCR bakısının iptal edilmesi, okullar başta olmak üzere kapalı ortamlar için mutlak sağlanması gereken havalandırmanın hiç konuşulmaması, hızlı test ve bulaşmayı engelleyen N95 benzeri maskelerin gündeme gelmemesi...

Oysa Omicron daha çok bulaşmıyor muydu? Bu nedenle eski varyantlara kıyasla bulaşmayı azaltacak önlemler daha da yetkinleşmek zorunda değil mi?

Heyhat çok iyi bildiğimiz üzere Türkiye Cumhuriyeti bir kez daha “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış” bir toplum olarak berikinin uğruna ötekinin hayatını hiçe sayıyor. Ötekini harcayarak berikini kolluyor. Ötekini gözden çıkararak berikine arka çıkıyor.

Omicron bu pandeminin sonunu getirse dahi salgının yarattığı ötekilere dayatılan bu bedeli nasıl kabulleneceğiz? Varoluşumuza nasıl sindireceğiz?

Refah Devleti

Tarih bize gösterdi ki, modern zamanlarda şekillenen ulus-devletlerin sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanına sahip çıkması ve bu çerçevede uygulamaya koydukları refah devleti politikalarının nedeni insan ya da insanlık falan değil. Aksine cephede savaşacak asker ve fabrikada çalışılacak işgücüne olan ihtiyaçtır sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik politikasını var eden.

İşkencenin yasaklanması ve idamın kaldırılması da iyidir, hoştur ama nedeni tam da budur: Ne de olsa işkence savaşacak ve çalışacak insan gücünü sakatlamakta, idam ise toptan yok etmektedir. Oysa modernitenin bağrında filizlenen ulus-devletlerin savaşacak/çalışacak insan gücüne ihtiyaçları vardır.

Dünün hükümranlık çağında muktedirin iki dudağı arasında yaşamalarına izin verilen insanların modern ulus-devletlerdeki yaşamsal risklerini ise piyasanın değişen koşulları belirlemelidir. Bu bağlamda kendilerini düzenin yeni kuralları uyarınca akılcı, verimli, üretken ve ticarete uygun biçimde yeniden yapılandıran homo economicus’un üyeleri hak ettikleri üzere yaşamalıdır. Piyasada bir girişimci olarak kazançlarını maksimize etmelidir.

Modernite sonu ve sonrası dönemde ise üretimden ziyade tüketim çok değerli hale geldi. Ancak kadim sorun devam etmekteydi: İnsanlar salgın hastalıklardan kırılırsa ya da idam sehpalarında ölüverirlerse kim tüketecektir? Kimler bu kapitalist düzenin çarklarını çevirmeye devam edecektir?

Hal böyleyse muktedirin ağzından çıkacak iki kelimeyle tüketicinin yok olmasına izin verilemezdir. Ama ulus-devletlerin refah uygulaması ile “tembelliğe” alıştırılmış vatandaş tipini de neoliberal piyasa sisteminde çalışkan bir girişimciye dönüştürmek gereklidir.

Öyle ya, bu dünya yan gelip yatılacak yer değildir son kertede. O halde var olan riskleri doğru okuyan, bu risklere göre kendisine yatırım yapanların kazanmasına, diğerlerinin kaybetmesine uygun bir zemin yaratılmalıdır.

COVID-19 pandemisinde de...

COVID-19 Riski

Son iki yıldır medya, sosyal medya, bilimsel dergiler, eş-dost-hısım-akraba ve herkes COVID-19’u anlatıyor. Herkes bildiğince, inandığınca, düşündüğünce korkuları, kaygıları ve umutlarıyla hastalığı, korunmayı, tedaviyi anlatıyor.

Üçüncü bin yılın post-modern ortamında herkesin bilgisi en az öteki kadar değerli ve eşdeğer. O nedenle COVID-19 aşılarının hayat kurtardığını ifade eden hekim-bilim insanının da, insana çip takılması için olmayan salgının varmış gibi gösterildiğini ve aşıların içinde bu çiplerin olduğunu iddia edenin de fikri eşdeğer, saygın, önemli ve dikkate değer. Bilginin toplumsallaştırılması ile malumatfuruşluğun birbirine karıştığı, her yazı yazanın yazar olarak ilan edildiği, ifrat ve tefrit kavramlarının rafa kaldırıldığı bir zamanda yaşıyoruz ne de olsa.

Hal böyle olunca serbest piyasa kuralları uyarınca kamuoyunun gündemine taşınan düşünce ve önerilerden hangisinin seçileceğine de piyasanın oynak, kaygan ve belirsiz ortamında yaşayan tüketici karar vermelidir. Ne de olsa “piyasanın görünmez eli” son kertede kimi insanlar için olmasa da toplumun geneli için doğruyu bulacaktır!

Eğer tüketiciler bu kaygan ortamda doğru bilgileri seçerlerse, kendilerine yarayacak fikirleri benimserlerse COVID-19 riskini doğru tanımlayacak ve hastalanmamaları/ölmemeleri için kendilerine gerekli korumayı/yatırımı yapabileceklerdir. Ama eğer yapamazlarsa, piyasada yanlış yatırımlar yapmış bir şirket gibi iflas etmeleri de doğaldır.

O nedenle herkes kendi sağlığından sorumlu olmalıdır. O nedenle herkes kendisinden sorumlu olmalıdır. O nedenle “maske, mesafe ve hijyen” önlemi yeterlidir. Devletin salgını azaltması için alması gereken hayati önlemleri unutmak gereklidir. Dahası toplum genelinde bilginin eşitsiz dağılımı ve sağlık alanında bilgi yoğunluğunun getirdiği asimetrik yapı gibi “küçük” sorunlara da itibar edilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki aslolan piyasanın herkese sağladığı seçim özgürlüğüdür. Aşı, sülük, glutatyon, muska, ozon ya da sarımsak... hepsi bir seçenek.

Seçim her bireyin kendi elindedir –bedeli de...

Fabrika Ayarları

Pek çok kişinin düşündüğünün aksine görmek zorundayız ki adına Türkiye denilen bu ülke tariflenen neoliberal ortama fazlasıyla aşina ve adaptedir. Çünkü bu topraklarda kişi, insan, toplum değil, devlet ve sistemdir önemli olan. Hemen her zaman birilerinin sağlığı, esenliği, refahı ve yaşaması uğruna başka birileri harcanmıştır. Harcananlar, insan ve bir değer olarak görülmemiştir.

Bu topraklarda öteki olmak soyunun kırılması anlamına gelmiştir. Tehcirler, sürgünler, pogromlar, etnik ve dinsel kışkırtmalar düşmanlaştırılanları bir çırpıda yok oluşa sürüklemiştir. Tek tük birkaç kişi dışında kimse taraf olmamıştır insandan yana, devletten öte. Birbirlerinin evine gidip gelen komşular an gelmiş birbirlerini kesmişlerdir kör bıçak ve satırlarla. Kılları bile kıpramadan yakmışlardır onlarca insanı bir otel odasında.

Hasılı kelam birilerinin esenliği için öteki harcanan bir kalem sayılmıştır bu coğrafyada hiç çekinilmeden.

Tıpkı COVID-19’un ötekileri olarak aşı tereddüdü nedeniyle aşı yaptırmayanların, eksik aşı olanların, aşı olsa da yaşları ya da diğer eşlik eden sağlık sorunları nedeniyle bağışıklık sistemleri yeterince güçlü olamadığı için güçlü koruma geliştiremeyenlerin, dünyanın diğer ülkelerinin aksine bu topraklarda doğdukları için 12 yaşını tamamlamadan aşı hakkına ulaşamayanların olduğu gibi.

“Aşı var, olsalardı yaşarlardı,” deyip geçemezsiniz. Beş ayı geçen bir zamanda her gün yüzün üstünde, haftada binin üstünde insanın ölmesine boş veremezsiniz. Herkesin bildiği sır olarak ölüm verilerinin üzerini örtemezsiniz. Omicron dalgasının tüm gücüyle estiği yeni yılda olabilecek azami halk sağlığı önlemlerini almak yerine, “herkes kendi riskini kendisi görsün ve ona göre kendisini korusun” demek gafletinde bulunamazsınız.

Hele ki bırakın salgını, aşı konusunda bile doğru düzgün bilgilendirme ve kampanya yapmamışsanız. Hele ki insanları açlık-hastalık ikilemine maruz bırakmışsanız.

Ama merak etmeyin doğaldır bu topraklarda böylesi işleyiş. Çünkü bu ülkenin fabrika ayarları insanı değil, sistemi ve devleti kollar daima.

İnsan teferruattır, harcanabilir kalemdir, yerine ikame edilebilendir bu cennet ve cehennem ülkede.

En fazla günü kurtarmak için yeri geldiğinde, “Artan vaka sayıları sebebiyle hastaneye yatan sayısında bir miktar artış gözleniyor,” der ve geçersiniz. Cümlenizdeki “bir miktar”ın, ölecek onlarca insan olduğunun kahir ekseriyet tarafından fark edilmeyeceğini, fark edilse de göz ardı edileceğini bilirsiniz.

Çünkü bu ülkede kahir ekseriyet, “gemide güverte yolcusu” ya da “tirende üçüncü mevki” olmayıp arabanın bagajında bir eşyadır artık.