Koronavirüs Salgını Sürecinde Hapishaneler
Bir Siyasi Mahpusla Yapılmış Hayalî Röportajdan Kesitler

ABD koronavirüs salgınının merkezi olmadan hemen önce kaçarcasına bindiğim New York-İstanbul uçağında yol arkadaşım Proust. Kitaba sıkı sıkı tutunuyorum: Sanki Kayıp Zamanın İzinde Proust’un peşine takılabilirsem kaygı ve şüphenin elle tutulur hale geldiği kendi yolculuğumun gerçekliğinden bir nebze uzaklaşabilecekmişim gibi. Sayfaları hırsla çevirsem de kafamda dönüp dolaşan soruları bir türlü susturamıyorum.

Şimdi yola çıkmak mantıklı mı gerçekten? Virüse yakalanmadan uçaktan inmek mümkün mü ki? Nasıl saha araştırması yapacağız bundan sonra? Şu yandaki de maskesini düzgün taksa… Hangi saha araştırmasından bahsediyorsun? Dünya altüst oldu, sen hâlâ… Geri dön, kayıp zamanın izine. Gecenin ortasında uyanıyor Proust. Uykuyla uyanıklık arasındaki ânı, insanın kendisinin ötesinde olduğu o tuhaf ama bir o kadar da tatlı ânı anlatışına kulak ver.

… bu şekilde uyandığım zamanlar, zihnim nerede olduğunu anlayabilmek için boş yere çırpınır, nesneler, ülkeler, yıllar, her şey etrafımdaki karanlığın içinde döner dururdu. (…) Bedenimin hafızası kaburgalarının, dizlerinin, omuzlarının hafızası, yatmış olduğu birçok odayı art arda sunardı kendisine; bu arada, hayal edilen odanın şekline bağlı olarak yer değiştiren görünmez duvarlar zifiri karanlıkta fırıldak gibi dönerdi. Zamanların ve şekillerin eşiğinde duraksayan zihnim henüz ayrıntıları yan yana getirip odayı tanıyamamışken, bedenim tek tek her odayla ilgili olarak, yatağın türünü, kapıların yerini, pencerelerin ışık alma durumunu, bir koridor olup olmadığını, ayrıca o odada uykuya dalarken aklımdan geçen ve uyandığımda tekrar aklıma gelen düşünceleri hatırlardı.[1]

Hafızanın maddeselliği sanki daha güzel anlatılamazdı! Hatırlama işini beden üstleniyor diyor Proust, zihin değil. Gecenin bir yarısı uyanıp varoluşundan öte bir şey hissedemezken hatıralar bedeni yoluyla varıyor yanına; “benliğini yavaş yavaş bir araya getiriveriyor”.[2] Uzuvların hafızası…

Peki ama beden hafızayı nasıl kayda alıyor? Hareketiyle mi? Diğer insanlara, şeylere dokunarak mı? Fiziksel olarak kendimizi sınırlandırma uyarılarına teslim olduğumuz bu günlerde ne anlama geliyor tüm bunlar? Covid-19 soruları peşimi bırakmıyor… Belki cevapları çok uzakta aramaya gerek yok ama. Geri dönmeyi umduğun “saha”, hareketsizliğe ve iletişimsizliğe mahkûm edilenlerin dünyası değil mi zaten? Siyaset bilimi, sosyoloji, antropoloji arasında savrula savrula dolandığın akademinin yollarında uzunca süredir dert edindiğin, dinlediğin, ortak olmaya çalıştığın şey kapatılmış bedenlerin anıları değil mi? Sahi, ne oluyor cezaevlerinde tam şu anda?

Distopya ve Ütopyaların Kıskacında Hapishaneler

Dünya gözümüzün önünde parçalanıyor gibi görünürken Türkiye’nin “yeni normalinin” muhtevası belirginleşmeye başlıyor. Bir yandan da çeşit çeşit post-korona senaryosu yazılıyor. Kimilerine göre yaşadığımız kriz, kapitalist hükümetlerin ve küresel elitlerin sosyal-ekonomik eşitsizlikleri derinleştirecek yeni uygulamaları hayata geçirmesinin önünü açabilir.[3] Bir başka deyişle, bu “olağanüstü felaket” in yarattığı şok etkisi, yeni sosyal güvenlik kısıtlamaları ve otoriter uygulamaları meşrulaştırmanın aracı olarak kullanılabilir ve yoksulluk, sosyal eşitsizlik gibi “olağan felaketlerin” izlerini derinleştirebilir.[4] Özetle, “pandemi şok terapisi” felaket kapitalizminin etkisini pekiştirilebilir. Benzer biçimde, otoriter gözetim politikalarının giderek daha fazla rıza görmesine dikkat çeken Agamben gibi başkaları, olağanüstü hal uygulamalarının olağanlaşmasının “yeni normal” haline gelebileceğine dikkat çekiyor.[5] Tüm bunlara, bildiğimiz haliyle gündelik hayatın ve insan ilişkilerinin tamamen altüst olacağını öngören çeşit çeşit distopik senaryo eşlik ediyor. Vurguları başka noktalarda olsa da tüm bu yaklaşımlar artık başka bir dünyada yaşadığımız varsayımını paylaşıyor: Her şey değişti. 

Değişim vurgusu madalyonun öte tarafındaki yaklaşımlara, iyimser, hatta ütopik bir yeni dünya imgesi çizen senaryolara da hâkim. Bu bakış açılarına göre, insanlık tarafından yıllardır sömürülen doğa, mevcut küresel sistemi ayakta tutan eşitsizliklerin farkına varmaya başlayan insanlarla birlikte uyanıyor. Tam da bu uyanışta alternatif bir dünya hayalini gerçek kılmanın imkânını görüyor korona krizinin ütopyaların inşasında rol oynayabileceğini savunanlar.

Peki bu değişim, “küresel köyün” kapatılma alanlarında ne ifade ediyor? “Hareket etme”, “dokunma” –ve hatta sert izolasyon koşulları altında “konuşma”- buyruklarının hem eski hem yeni normalliği teşkil ettiği “anormal” ilan edilmişlerin dünyasında nasıl bir karşılık buluyor?

“Kırık Camlardan” “Kırık Kapılara” Harcanabilir Hayatlar

Mevcut sistemin kapatılma alanlarının eleştirisini geliştiren muhaliflerin bugünkü söylemlerinde, korona krizinin muhalefetin örgütlenmesi için yeni alanlar açabileceğine dair görüş geniş yer tutuyor. Öyle ki, dünyanın çeşitli yerlerinden birçok aktiviste göre korona krizi, ceza politikalarında değişikliğe gidilmesini ve hatta cezaevlerinin, mülteci kamplarının ve ceza sisteminin benzer kapalı kurumlarının ortadan kaldırılmasını gerekli kılacak yeni bir acil durum yarattı.[6] Bu taleplerin en fazla öne çıktığı yerlerden biriyse mevcut ceza sisteminin ve kitlesel kapatılma politikalarının köleliğin bir devamı olduğu eleştirisinin hızla yaygınlaştığı Amerika Birleşik Devletleri (ABD).[7] ABD’nin cezaevi nüfusu bugün yaklaşık 2,3 milyon.[8] Araştırmacı ve aktivistlere göre tutuklu ve hükümlü sayısındaki artışın kaynağında “uyuşturucuyla mücadele politikaları” var. Bu politikaların temelindeyse, tıpkı camdaki bir çatlağın hızla ilerleyişi gibi şiddet içermeyen küçük suçların toplumu daha fazla suça teşvik ettiği görüşünü savunan “kırık-camlar güvenlik teorisi” yer alıyor.[9] Göçmenleri ve etnik-ırksal azınlıkları orantısız biçimde kriminalize eden bu politikalar sonucunda bugün ABD’deki siyah mahpus sayısı beyazlara oranla beş kat fazla.[10]

Türkiye’deki hapishane nüfusunun etnik dağılımına dair resmî veriler olmasa da etnik azınlıklara mensup kent yoksullarının ceza ve güvenlik politikalarından daha yoğun biçimde etkilendiği araştırmacılar tarafından ortaya konmuş durumda.[11] Bu durum, özellikle Kürt nüfusunun terör suçları kapsamında orantısız biçimde “suçlulaştırılması” ve cezalandırılmasında görünür hale geliyor. Saha araştırması yapmak henüz mümkünken görüştüğüm Antepli Kürt bir esnaf, gündelik hayatlarının terörle mücadele birlikleri tarafından yoğun baskı altında tutulmasından duyduğu rahatsızlığı “Evlerimiz sanki silahlı kaçakların hücresiymiş gibi davranıyorlar. Sabaha karşı ağır silahlarla gelip kapılarımızı kırıyor, bizi tartaklayıp göz altına alıyorlar,” diyerek anlatıyor. Bu gibi olaylar Türkiye’de yaşayan Kürtlerin hafızasında geniş yer tutsa da Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin hızla otoriterleşmeye başladığı döneme kadar orta-sınıf Batılı “beyaz” Türkler için görece istisnai durumlardı. Fakat artık gelinen noktada pek çok kendini adamış muhalif, kapının kırıldığı ânın çok da uzakta olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşmiş durumda yatmadan önce kilidi bir tur daha çevirir hale geldi. [Kapıyı iyice kilitlemek bir işe yaramıyor elbette. Ama kimbilir, belki bedenin uyanıp da odada kendisine ne tür bir “beklenmedik ziyaretçinin” eşlik ettiğinin ayırdına varması için biraz zaman kazandırabilir.]

Özetle, kırık camlar güvenlik teorisi ABD’nin uyuşturucu ile mücadelesinin temel taşıysa, kırık kapılar da giderek otoriterleşen Türkiye’nin “terörle” mücadelesinin simgesi. Tıpkı Kafka’nın[12] sözünü ettiği Ceza Kolonisi’ndeki gibi, iki sistem de mahkûm edilenlerin baştan suçlu olduğu varsayımıyla hareket ediyor. Bu varsayım, ABD’de ırksal azınlıkların sistematik bir biçimde orantısız olarak polis çevirmesine takılmasında, George Floyd örneğindeki gibi güvenlik güçleri tarafından şiddet ve işkenceye maruz bırakılmasında, Türkiye’de ise siyasi mahpusların adil yargılanma hakkından mahrum kılınmasında ve muhaliflere, ekseriyetle Kürtlere yönelen polis şiddetinde elle tutulur hale geliyor. Yine “ceza kolonisinde” isnat edilen suçları mahkûm edilenlerin bedenine acı vererek kazıyan cezalandırma aygıtı gibi, kırık camlar ve kırık kapılar kişi ve grupları işaretleyerek toplumun dışına itme amacını güdüyor.   

Peki adaletsiz, şiddet içeren güvenlik ve ceza politikalarını toplumun huzuru ve istikrarı adına meşru kılan bu şiddet döngüsünden çıkmak nasıl mümkün? Küresel salgın, ceza sistemlerinin sorunlarını gözler önüne serecek bir hareketin fitilini ateşleyebilir mi? Virüsün etkilerine herkesin açık olması, bir başka deyişle “virüsün adaleti”, insan hayatının kutsallığını ve eşitliğini temel alan politikaların hayata geçirilmesinin önünü açabilir mi? Salgının pek de öyle herkesi aynı biçimde etkilemediğini, hele ki tedaviye erişim noktasında sosyal-ekonomik eşitsizlikleri daha da görünür hale getirdiğini artık hepimiz öğrendik. Peki sorunun odağına cezaevlerini aldığımızda “virüsün adaletinden” bahsetmek mümkün olacak mı?

Camus, Veba zamanlarından sesleniyor: Pek olası değil. Vebanın mahpusları ve gardiyanları benzer biçimde etkilemesini mutlak bir adalet olarak yorumlayan Camus, otoritelerin bu “adalet” karşısında görev başında ölen gardiyanlara madalya vermeyi düşünerek hiyerarşiyi nasıl da yeniden inşa etmeye çalıştıklarını anlatıyor.[13] Türkiye’deki yasalar da salgının “mutlak adaletin” önünü açmasının pek olası olmadığını gözler önüne sermek konusunda Camus’ye katılıyor. Yeni infaz yasası ya da af yasası olarak anılan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (no. 7242)[14] tüm mahpusları aynı biçimde etkileyecek koronaya cevap olarak 90.000 mahpusun tahliyesinin önünü açarken siyasi mahpusları bu düzenlemenin kapsamı dışında bırakıyor.[15] Camus’nün sözünü ettiği madalyalar vebanın benzer biçimde etkilediği mahpuslar ve gardiyanların ölü bedenleri arasında bir hiyerarşi inşa ederken yeni infaz yasası bazı bedenleri koruma altına alıp diğerlerini bunun dışında bırakarak mahpusların yaşamları arasında bir hiyerarşinin kurulmasını mümkün kılıyor.

Salgından önceki verilere göre 300.000[16] civarında olan Türkiye’nin cezaevi nüfusunun 49.000’ini[17] siyasi mahpuslar oluşturuyor. Egemen söylemin siyasi mahpuslar olarak tanımlamak yerine “teröristler” olarak işaretlediği bu tutuklu ve hükümlüler, yoğunluklu olarak Terörle Mücadele Kanunu (no. 3713)[18]; Türk Ceza Kanunu’nun (no. 5237)[19] devlete karşı işlenen suçları tanımlayan maddeleri; ve Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu (no. 2937)[20] kapsamında cezaevlerinde tutuluyor. Söz konusu kanunlar propaganda, çeşitli toplumsal gösteri ve kampanyalara katılmak ve bazı siyasal örgütlere üyeliğin yanı sıra birtakım gazetecilik aktivitelerini ve sosyal medya paylaşımlarını da suç kapsamına aldığından Türkiye bugün tutuklu gazeteci sayısı bakımından “dünya lideri” konumunda.[21] Uzun zamandır Kürt toplumunu hedefine alan bu kanunlar çerçevesinde, gazetecilerin yanı sıra pek çok muhalif aydın, akademisyen, öğrenci ve avukat da yargılanmaya ve tutuklanmaya devam ediyor. Öte yandan, iktidar bloğu içerisindeki çatışmalar sonucu terör suçlamalarının yeni kişi ve gruplara yöneltilişine de yakın zamanda şahit olduk.

İnfaz indirimlerinin ve tahliyelerin önünü açan yeni infaz yasası ise taciz, tecavüz, cinayet ve uyuşturucu satıcılığının yanı sıra terör suçları, devlete karşı işlenen suçlar ve MİT Kanunu’nda tanımlanan suçları kapsam dışında bırakıyor. Benzer biçimde, Türkiye’deki uzun tutukluluk sürelerinin siyasi mahpusları cezalandırmanın bir başka yöntemi haline gelmesi pek çok insan hakları örgütü tarafından eleştirilirken, yeni yasa tutuklu yargılananlar hakkında da herhangi bir spesifik düzenleme içermiyor. Özetle, siyasi mahpusları ve “düşünce suçlularını” “affedilemez” kılan bu yeni düzenleme, Türkiye’deki hâkim masumiyet ve suçluluk algılarının yanı sıra hayatları yaşamaya değer görülenler ve “harcanabilir diğerleri” arasındaki hiyerarşileri gözler önüne seriyor. Söz konusu hiyerarşiler, virüsün etkilerine açık bırakılan mahpusların, hayatlarını kaybetmeleri durumunda Camus’nün sözünü ettiği “madalyasız,” “isimsiz” cenazeler topluluğuna terk edilmelerinin de önünü açıyor.

Hayalî Bir Söyleşiden Kesitler

Peki koronavirüs, yaşamı “harcanabilir ilan edilmiş” siyasi mahpuslar için ne ifade ediyor?

Sözü burada, koronavirüs salgını öncesi fırsat buldukça ziyaret etmeye çalıştığım, 25 yıldır cezaevinde bulunan bir Kürt siyasi mahpusa, Hasan’a[22], bırakmam gerekiyor. Mektuplarımız bir süredir birbirimize ulaşmadığından planımız, benim sorularımı telefonla konuşacağı oğlu aracılığıyla ona ulaştırmam, böylece onun da cezaevlerindeki duruma dair okuyucuya bilgi verebilmesi. Ancak cezaevi yönetimiyle yaşayabileceği olası sorunları düşünerek bu plandan vazgeçiyoruz. Fakat bu röportaj yapmamıza engel değil: Hasan’ın bana öğrettiği bir başka konuşma biçimi, bir başka yazınsal strateji var çünkü: Hayalî röportajlar.

Sonunda yasalaşan ama onu ve onun gibi on binlerce siyasi mahpusu etkilemeyen bir affın ya da infaz indiriminin ihtimal dahilinde olup olmadığını konuşup durduğumuz cezaevi ziyaretlerinden birinde, hapishanede kaldığı sürede yazdığı bir kitabı tutuşturmuştu elime Hasan; elyazısını bilgisayar ortamına geçirmemi rica ederek. Kitap, torunuyla yaptığı hayalî röportajlardan oluşuyor: İlki “Dede neden cezaevindesin?” olmak üzere, torununun ona sorabileceği soruları hayal ediyor ve bunlara uzun uzun cevaplar veriyor kitapta. Cezaevleriyle iletişimin giderek zorlaştığı bu günlerde, Hasan’ın iletişimsizliğe mahkûm edildiği disiplin cezalarından birinde geliştirdiği bu yazınsal yöntem bambaşka bir anlam kazanıyor: Hasan ve daha onun gibi nicesine soramadığımız soruların cevapları hakkında birlikte düşünmeyi, dertleşmeyi mümkün kılıyor. Ben de Hasan’ın izinden giderek ve bugüne kadar anlattıklarından yola çıkarak, siyasi mahpusların ve yakınlarının haberlerde ve insan hakları örgütlerinin raporlarında yer bulan endişelerini, dertlerini ve umutlarını “gerçekleştirilememiş” bir söyleşide derlemeye çalıştım. Değişim içeride ne anlama geliyor dinleyelim, birlikte hayal edelim…

***

Korona günlerinde cezaevinde durum nasıl?

Yani, bildiğin gibi, bizim günlük rutinimiz pek değişmez. İçeride hayat çok değişmedi. Nasıl zaman geçirdiğimizi biliyorsun: Uyan, yemek ye, kitap oku, konuş, arada kimisi resim çizer, sonra da başa döneriz. Hatırlarsın, televizyonda görüp de sosyal medya kullanımına özendiğimizi anlatmıştım. İnsanın kendini ifade etmesinin bir yolu sanki. Bizim öyle araçlarımız olmadığından, biz de mektup, hikâyeler, kitaplar ya da dilekçe yazarız. Her gün bir dilekçe yazdığım zamanlar vardı. İşte bunlar da bizim kendimizi ifade etme biçimimiz. Ama bu sıra mektuplarımızın ulaşıp ulaşmadığından emin olamıyoruz. Bir de bazen korona için test yapılsın diye dilekçe yazıyoruz ama onlara da pek cevap gelmiyor.[23]

Benim mektup da ulaşmadı sanırım… Görüşler ne durumda peki?

 Ben evden çok uzakta hapsediliyorum. Kimbilir kaç kere aileme yakın bir yere sevk edilmeyi talep etmişim. Düşün bak, o zaman torunumu bile görebilirdim. Ama işte yapmıyorlar. Ceza içinde ceza bizimkisi. Yani zaten ailem beni pek sık ziyaret edemiyordu öyle. Şu pencerelerin arkasından telefonla konuşmayı da sevemedim bir türlü, biliyorsun. Açık görüşler çok iyi oluyordu ayda bir de olsa ama artık mümkün değil. Bizde bütün görüşleri durdurdular başta. Şimdi haziran boyunca sadece bir kere kapalı görüşe izin vereceklermiş. Sonra ne olur bilmiyoruz tabii. Artık gelebilen olursa idare edeceğiz pencerelerin arkasından…

Korona salgınından önceki gibi telefonla konuşabiliyor musunuz peki?

Ailemle konuşuyorum. Tabii sadece aileyle konuşmak da yetmiyordu bize hiçbir zaman, insan daha fazla kişiye ulaşabilmek istiyor: Ben oğluma söyleyeceğim de, o sana haber verecek de… Telefon görüşmelerinin de programını değiştirdiler ama şimdilik arayabiliyorum ailemi. Aslında gerekli altyapıya sahip cezaevlerinde görüntülü aramaların yapılabilmesini mümkün kılan yeni bir uygulama da getirdiler. Ama tabii siyasi mahpuslara geldiğinde işler çetrefilleşiyor. Örneğin terör örgütü üyeliğiyle suçlananların bu haktan yararlanabilmesi için idare ve gözlem kurulundan onay gerekiyor.[24] Yani cezaevi içerisindeki herkes öyle aynı haklardan yararlanamıyor

Avukat ziyaretleri ne durumda?

Ben avukatımı çok görmüyorum. Yani bir af olmadığı sürece benim durumum aşağı yukarı kesinleşmiş gibi. İnfaz indirimleri de bizi vurmadı zaten. Ama mesela Maraş’ta bir cezaevinde, avukatların cezaevine girişlerine salgın koşullarında riskli olacağı gerekçesiyle izin verilmediğini duydum.[25] Tabii en temel haklarımızdan birini sağlayamadan bizi içeride tutmaları ayrı bir sıkıntı.

Yeni infaz yasası mecliste onaylanmadan önce avukat görüşleriyle ilgili düzenlemelerde de birtakım değişiklikler yapıldı. Nasıl etkiliyor sizi bunlar?
 Evet, bu yeni düzenleme… Bizim için, yani siyasi mahpuslar için, işleri daha zor hale getirdi. Şimdi mesela bu yeni düzenleme, terör kapsamındaki suçlarda cezaevi personeline avukatların belgelerini fizikî olarak arama hakkı tanıyor.[26] Daha önceden bunu yapmaları mümkün değildi, bu savunma hakkımızı da ihlal ediyor aslında. Bu yeni düzenleme, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında mahkûm edilmiş mahpusların avukatlarıyla olan görüşmelerinin hâkim kararıyla sesli veya görüntülü olarak dinlenmesinin ve kaydedilmesinin de önünü açıyor.[27] Yani yeni yasa bizi içeride bırakırken, ondan önce yapılan düzenleme durumumuzu daha kötü hale getirdi. Avukatımızla da özgürce görüşemeyecek miyiz? İyice koğuşlara kapanıp kalacağız herhalde.

Koğuşlarda durum nasıl peki? Hijyen nasıl sağlanıyor mesela?

O tarafta da durumlar pek iç açıcı değil. Mesela, Bayburt’ta bir cezaevinde iki aydır sıcak su verilmediğini duyduk.[28] Dezenfektanlara ve maskelere erişim kısıtlı. Bazı cezaevlerinde mahpusların bunları kantinden alması bekleniyor ama herkesin kolay karşılayamayacağı kadar pahalıya satılıyor bu temizlik gereçleri.[29] Sosyal izolasyonu cezaevi içerisinde sağlamak çok zor değil, malum. Ama tabii kalabalık koğuşlar meselesi var. Mesela Silivri’deki bazı cezaevlerinde 7 kişilik koğuşlarda 39, hatta 43 kişi kalıyor.[30] Bir düşün! Bir kişiye bulaşsa… Bir de bunun üzerine, kimi yerlerde bayat yemekler verildiğini ya da yeterince gıda sağlanmadığını duyuyoruz. Kayseri’de mesela, bir kadın hapishanesinde, kişi başına ekmek sayısını 2’den 1’e düşürmüşler.[31] Sağlıklı kalmak imkânsız gibi. Yemek hiçbir zaman mükemmel değil burada ama en azından bir rutine sahip olmak ve ne geleceğini tahmin edebilmek de bir şey. Zaten kısıtlı olan sosyal aktiviteler de birçok yerde askıda tabii: Yani bizimkisi tam bir sosyal izolasyon!

Koğuşlardaki ilişkileri nasıl etkiliyor bunlar? Nasıl idare ediyorsunuz?

Zor tabii. Bak mesela yine Bayburt’ta bir cezaevinde koğuşların düzenli dezenfekte edilmediğini, gardiyanlarla mahpusların temaslarının düzenlenmediğini, hatta sekiz mahpusa bir maske verilip “aranızda konuşan kişi taksın” dendiğini duyduk.[32] Amasya’da bir cezaevinde sadece 15 dakika sıcak su veriliyormuş.[33] Bunlar doğal olarak 24 saatini bir arada geçiren insanların arasındaki ilişkileri de etkilemez mi? Ailesiyle, çocuğuyla kapalı kalmaktan sıkılıyor dışarıdaki insanlar. Biz de birbirimizin ailesi olmuşuz tabii ama 1 maskeyi 8 kişi, 15 dakikalık sıcak suyu onca kişi paylaşmak, onun düzenini kurmak zor. Tabii bu bizim gibi koğuş düzeninde kalanlar için böyle; bir de F-Tipi hapishanelerde, hücrede kalanlar var. Onların durumu bambaşka. Ama onlar da gardiyanlar gelip gittikçe endişe ediyordur tabii, bir yerden bulaşıp da gelmiş midir virüs diye. Mesela dördüncü aydaydı sanırım, 79 gardiyanın testi pozitif çıkmış dendi.[34]

Salgından önce halihazırda hasta olan mahpuslar da var. Onların durumu nasıl? Sağlık hizmetlerine erişebiliyorlar mı?

Ben de onlardan biriyim. Ama şansa, şimdilik salgın sürecinde bir sıkıntı yaşamadım. Kötüye gidersem ne olur bilmiyorum. Hapishaneye virüs taşıyabilecekleri endişesiyle hasta mahpusların hastanelere götürülmediğini duyuyoruz. İnsan Hakları Derneği’nin yakın zamanda yayımlanan bir raporuna göre 1.564 hasta mahpus var.[35] Üstelik bu onlara ulaşabilen ya da derneğin bilgisi dahilinde olanlar yalnızca.

Tabii virüsten de etkileniyor mahpuslar. Testi pozitif çıkan çok insan var mı cezaevlerinde?

Sayıları da tam bilemiyoruz ki. Bilmek mi iyi bilmemek mi, o da başka mesele. İnsan hem bir fikri olsun istiyor hem de korkuyor haberleri aldıkça. Bildiğimiz bir resmî açıklamaya göre, adalet bakanı dördüncü ayın sonunda 120 mahpusun virüsten etkilendiğini söylemişti.[36] Ama mesela sonra, 8 Mayıs’ta, Silivri’de 42 mahpusun testi pozitif çıkmış diye duyduk.[37] Orada da siyasi tutsak çok, biliyorsun. Açık hapishanelerde 3 mahpusun hayatını kaybettiğini de duyduk.[38] Çok geçti bu haberin üzerinden, sonra ne oldu sayılar acaba? Bir de testi pozitif çıkan herkes hastaneye götürülüyor mu gerçekten, onu da bilemiyoruz. Virüsten etkilenmiş kişilerin hâlâ hasta mahpuslarla ya da 60 yaş üstü risk grubundakilerle birlikte tutulduğu da söyleniyor.[39]

Bir sürü bilinmeyen var yani… Bugünlerde “yeni normale” geçiş tartışılıyor ama bir yandan da salgının olası yeni dalgalarından endişe duyuluyor. Haliyle pek çok insan bu bilinmezliğin ve evlerde kapalı kalmanın ne kadar zor olduğundan bahsediyor. Dış dünyadan uzunca süredir ayrı kalmış biri için tüm bunlar ne ifade ediyor?

Biliyor musun, ev mahpuslar için yeni bir anlam kazanıyor. İran hapishanelerinde geçirdiği dört yılı anlattığı anılarında Behrooz Ghamari bunu çok güzel ifade ediyor. Sorgu odasından hücresine götürüldüğü sırada hissettiği rahatlamayı anlatırken “Hücrende evinde gibi hissetmeye başladığın anda artık bir mahpus olduğunu anlıyorsun,” diyor Ghamari.[40] Benzer biçimde, “değişim” de bambaşka bir anlam kazanıyor. Sanırım yine Ghamari’ydi, şöyle söylüyor: “Artık biliyorduk, değişiklik hiçbir zaman iyi bir anlama gelmiyordu. Günün baskıcı rutininden tatmin olmak kolaydı: Üç lokma yemek, üç tane ikişer dakikalık tuvalet arası ve on dakikalık temiz hava. Eğer kimse ifadeye çağrılmazsa, kimse sevk edilmezse, kimseden eşyalarını toplaması istenmezse, eğer gardiyanlar birden çok cana yakın ya da hasmane hissetmezse, yemek yavan ve soğuk kalırsa, her şeyin yolunda olduğunu bilirdik. Sabit durabilmek isterdik. Bilirdik ki değişiklikten iyi bir şey çıkmaz.”[41] Yani evet, dışarıdaki insanların şu anda endişelendiklerinin bir benzerini uzun süredir yaşıyoruz biz içeride. Ama siz dışarıdakiler için, sizi hapseden bu değişiklik belirsizliklerle dolu: Kötüye de gidebilir yeni açılımlar da getirebilir. Ama bizim için, içeridekileri dışarı çıkarmadığı sürece hiçbir değişiklik iyiye işaret değil. Ghamari’nin anlattığından farklı olarak kaygımız artık cezaevi personelinin bize ne yapabileceği değil. Artık, televizyonda her gün haberlerini dinlediğimiz kâbusun bir yere kaçamayacağımız “evimize” ulaşmasından korkuyoruz.

***

Hayalî söyleşiyi sonlandırıyoruz. “Normalleşme” konuşulmaya başlansa da sayılar artıyor ve uzmanlar koronanın bir süre daha bizlerle olacağı konusunda uyarılarda bulunuyor. Biz dışarıda “yeni normali” ve bu değişimin neler getireceğini tartışırken onlar içeride değişimden kaygı duymaya devam ediyor. İçeridekileri dışarı çıkarmanın zamanı değil midir artık?


[1] Proust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde: Swann’ların Tarafı, çev. Roza Hakmen, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999, s. 15-16.

[2] A.g.e., s.15.

[3] Klein, Naomi. “Coronavirus Capitalism—And How to Beat It”, The Intercept, 16 Mart 2020, https://theintercept.com/2020/03/16/coronavirus-capitalism/.

[4] Benlisoy, Foti. “Korona Günlerinde Siyaset: Virüs ve Felaket Komünizmi”, BirArtıBir, 24 Mart 2020, https://www.birartibir.org/siyaset/634-virus-ve-felaket-komunizmi

[5] Baross, Zsuzsa. “Agamben, the Virus, and The Biopolitical: A Riposte [1]”, European Journal of Psychoanalysis, 2020, http://www.journal-psychoanalysis.eu/agamben-the-virus-and-the-biopolitical-a-riposte/

[6] Afary, Frieda & Lara Al-Kateb. “What is Holding Back the Formation of a Global Prison Abolitionist Movement to Fight COVID-19 and Capitalism?”, Spectre, 2020, https://spectrejournal.com/what-is-holding-back-the-formation-of-a-global-prison-abolitionist-movement-to-fight-covid-19-and-capitalism/.

[7] Alexander, Michelle. The New Jim Crow: Mass Incarceration in the Age of Colorblindness.
The New Press, New York, 2010.

[8] Sawyer, Wendy & Peter Wagner. “Mass Incarceration: The Whole Pie 2020,” Prison Policy Initiative, 24 Mart 2020, https://www.prisonpolicy.org/reports/pie2020.html

[9] Ansfield, Bench. “How a 50-year-old Study was Misconstrued to Create Destructive Broken-Windows Policing”, The Washington Post, 27 Aralık 2019, https://www.washingtonpost.com/outlook/2019/12/27/how-year-old-study-was-misconstrued-create-destructive-broken-windows-policing/  

[10] Afary, Frieda & Lara Al-Kateb. “What is Holding Back the Formation of a Global Prison Abolitionist Movement to Fight COVID-19 and Capitalism?”, Spectre, 2020, https://spectrejournal.com/what-is-holding-back-the-formation-of-a-global-prison-abolitionist-movement-to-fight-covid-19-and-capitalism/.

[11] Gönen, Zeynep. The Politics of Crime in Turkey: Neoliberalism, Police, and the Urban
Poor
, I. B. Tauris, Londra & New York, 2016.

[12] Kafka, Franz. “The Penal Colony”, The Penal Colony: Short Stories and Pieces, İngilizceye çev. Edwin Muir, Schocken Books, New York, 1948.

[13] Camus, Albert. The Plague, İngilizceye çev. Stuart Gilbert, Vintage Books, New York, 1991 [1947].

[14] “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun [no. 7242]”, Resmî Gazete, 15 Nisan 2020/31100: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/04/20200415-16.htm

[15] “Af Örgütü’nden Cezaevindeki Düşünce Suçluları İçin İmza Kampanyası”, Gazete Duvar, 24 Mayıs 2020, https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/05/24/af-orgutunden-cezaevindeki-dusunce-suclulari-icin-imza-kampanyasi/

[16] Ünker, Pelin. “Salgında Mahpuslar Arası Ayrım Doğru mu?”, Deutsche Welle, 24 Nisan 2020, https://www.dw.com/tr/salgında-mahpuslar-arası-ayrım-doğru-mu/a-52903797

[17] Afary, Frieda & Lara Al-Kateb. “What is Holding Back the Formation of a Global Prison Abolitionist Movement to Fight COVID-19 and Capitalism?”, Spectre, 2020, https://spectrejournal.com/what-is-holding-back-the-formation-of-a-global-prison-abolitionist-movement-to-fight-covid-19-and-capitalism/

[18]  “Terörle Mücadele Kanunu [no. 3713]”, Resmî Gazete, 12 Nisan 1991/20843: http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/20843_1.pdf

[19] “Türk Ceza Kanunu [no. 5237]”, Resmî Gazete, 12 Ekim 2004/25611: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2004/10/20041012.htm#1

[20] “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu [no. 2937]”, Resmî Gazete, 1 Kasım 1983/18210: https://www.mit.gov.tr/text_site/2937.pdf

[21] Human Rights Watch, World Report 2019, 2019, https://www.hrw.org/world-report/2019

[22] Söz konusu siyasi mahpusun mahremiyetine ve güvenliğine zarar vermemek için gerçek ismini kullanmıyorum.

[23] İnsan Hakları Derneği. “Covid-19 Hapishane İzleme: Haftalık Bülten-5”, 18 Mayıs 2020, https://www.ihd.org.tr/covid-19-hapishane-izleme-haftalik-bulten-5/

[24] “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik”, Resmî Gazete, 29 Mart 2020/31083, https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/21.5.2324.pdf.

[25] “Maraş Cezavindeki Tutsaklarla Görüşme Talebine Red”, Jinnews. 6 Mayıs 2020, http://jinnews.com.tr/TUM-HABERLER/content/view/137600

[26] “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik”, Resmî Gazete, 29 Mart 2020/31083, https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/21.5.2324.pdf.  

[27] A.g.e.

[28] “Sekiz Mahpusa Bir Maske: ‘Aranızdan Konuşanlar Taksın’”, Bianet, 25 Mayıs 2020, http://bianet.org/bianet/saglik/224769-sekiz-mahpusa-bir-maske-aranizdan-konusan-taksin?bia_source=twitter&utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter

[29] “Hapishanede Bir Maske 17 Liraya Satılıyor”, Bianet, 21 Nisan 2020, https://bianet.org/bianet/saglik/223279-hapishanede-bir-maske-17-liraya-satiliyor

[30] İnsan Hakları Derneği. “Covid-19 Hapishane İzleme: Haftalık Bülten-5”, 18 Mayıs 2020, https://www.ihd.org.tr/covid-19-hapishane-izleme-haftalik-bulten-5/

[31] A.g.e.

[32] “Sekiz Mahpusa Bir Maske: ‘Aranızdan Konuşanlar Taksın’”, Bianet, 25 Mayıs 2020, http://bianet.org/bianet/saglik/224769-sekiz-mahpusa-bir-maske-aranizdan-konusan-taksin?bia_source=twitter&utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter

[33] “Kovid-19 Hapishane İzleme Bülteni: Temizlik Ürünlerine Erişim Sınırlı, Koşullar Sağlıksız”, Gazete karınca, 4 Mayıs 2020, https://gazetekarinca.com/2020/05/kovid-19-hapishane-izleme-bulteni-temizlik-urunlerine-erisim-sinirli-kosullar-sagliksiz/

[34] İnsan Hakları Derneği. “Covid-19 Hapishane İzleme: Haftalık Bülten-5”, 18 Mayıs 2020, https://www.ihd.org.tr/covid-19-hapishane-izleme-haftalik-bulten-5/

[35] İnsan Hakları Derneği. “Hasta Tutsaklar ve Covid-19 Salgını”, 31 Mart 2020, https://www.ihd.org.tr/hasta-mahpuslar-ve-covid-19-salgini/

[36] İnsan Hakları Derneği. “Covid-19 Hapishane İzleme: Haftalık Bülten-5”, 18 Mayıs 2020, https://www.ihd.org.tr/covid-19-hapishane-izleme-haftalik-bulten-5/

[37] A.g.e.

[38] A.g.e.

[39] A.g.e.

[40] Ghamari, Behrooz. Remembering Akbar: Inside the Iranian Revolution, OR Books, New York, 2016, s. 162. 

[41] A.g.e., s. 145.