Gerçekten varlar mı, yoksa tüketimi körükleyebilme çabasının ürünü olarak uyduruldu mu bu kuşak hikâyeleri?
Sorunun yanıtını bir nefeste vermek zor olsa da bugünlerde Türkiye gündeminin önemli konularından birisi Z kuşağı.
Pekiyi ama Greta Thunberg öncülüğünde Time dergisine kapak olan ve dünyanın geleceğini şekillendirecek olan bu kuşak ne istiyor? İdealize edip güzellemeler yapmanın ya da sinizme batıp yermenin ötesine geçildiğinde Z kuşağı hakkında neler söylenebilir?...
Z kuşağının her kuşak gibi konuşulacak pek çok yönü var hiç kuşkusuz. Ancak bu yazı, Z kuşağının çalışma hayatına bakışını ele almayı hedefliyor.
mış, miş, muş...
Araştırmalar, Z kuşağının, kendisinden önce gelen Y kuşağından farklı olarak, bir başkasının işinde güvenceli olarak istihdam edilmek yerine kendi şirketini kurmak ve esnek çalışmayı istediğine işaret ediyor(muş).
Kuşaklar konusunda yapılan araştırmalara göre, gerek “baby boomer”ların etkisi, gerekse ekonomik stabilizasyon nedeniyle Y kuşağının hedefleri gerçekçi olmayacak kadar yüksek(miş).
Oysa Z kuşağının beklenti ve hedefleri daha gerçekçi(ymiş).
Çünkü bu kuşak, 2008-2009 yılları arasında yaşanan ekonomik krizin etkileriyle doğrudan karşılaşmış. Ayrıca Z kuşağı, dijital teknolojinin etkisiyle kendisinden önceki kuşakların hiç bilmediği yetkinliklere ve değerlere sahipmiş. İstenilen bilgiye internet üzerinden istenildiği anda ulaşabildikleri için önceki kuşaklara kıyasla daha çok “kendin yap” mantığındaymış.
Ayrıca bu kuşak yüz yüze iletişim kurmak ve işyerinde kendisi gibi sıkı çalışan bir iş arkadaşı istiyormuş...
mış, miş, muş...
Gündem: Sağlık
Kuşakları unutarak dönemsel trend olan/edilen kavramlara dikkat edelim aslında.
Ne dersiniz bilmiyorum ama bana kalırsa 300 bin yıldır karmaşık aletler kullanan ve 6 bin yıldır yazan insanın hayatında sağlık kavramının bu kadar önemli bir yer işgal ettiği başka bir dönem olmadı.
Sağlık, Z kuşağının yetiştiğinin iddia edildiği bu çağda tarihi bir role sahip. Her şeyi o belirliyor.
Hemen her pazartesi başlanan sonu gelmez rejimler, spor salonlarına yazılmalar, pilates eğitimine devam edişler, adım ölçerler, nabız sayıcılar, zararlı alışkanlıklardan uzak durmalar... hepsi onun uğruna yapılıyor.
Hele ki Covid-19 salgını döneminde!
Bir gerçeği ifade etmek gerekirse, insanın ne yediğine içtiğine dikkat etmesi, devamlı kalori hesabı yapması, organik saplantısı içerisine girmesi, her bir ürünün etiketindeki şifreleri çözmeye çalışması hiç mutluluk verici bir durum değil.
Pekiyi o halde insan neden kendisine bu işkenceyi yapıyor?
Çünkü bu hayatta sağlıklı olmak “satıyor”.
Neoliberal yaşam, sağlıklı olmayı âdeta ahlâki bir değer haline getiriyor ve bireyi bu terazide tartıyor. Tartıda fazla çeken, sağlıklı yaşam ilkeleri doğrultusunda kendisini farklılaştıran, kendisinde değer biriktirenler “sorumluluk sahibi insan” etiketiyle beğenilme, kabul görme ve çok daha önemlisi ekonomik krizin süreklileştiği bir ortamda çalışma hakkına ulaşma ayrıcalığına sahip oluyor.
Aksi durumda ise sizden kötüsü yok bu dünyada. Baksanıza Covid-19 salgınındaki duruma: Hükümetler kendilerinin yerine getirmesi gereken sorumlulukları bireylere havale etmekle yetinmedi, yükledikleri bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirmeyenleri de işaret parmaklarıyla suçlamaya başladılar...
Öyle ya tüm suç, maskesiyle burnunu tam olarak örtmeyen ve böylelikle sağlıklı hayatın gereğini yerine getirmeyen o sorumsuz yurttaşta!
Biyo-ahlâk
Z kuşağı neyi istiyor gerçekten bilmiyorum ama insan yaşamının biyolojik özelliklerinin politikaya dahil edildiği bir çağdan, bu özelliklerin ahlâki bir söyleve dönüştüğü bir döneme geçtiğimizi görüyorum.
Bu geçiş nedeniyle kendisine, kendi bedenine, kendi ruhuna yeterli ihtimam göstermeyen, sağlıklı yaşamın gereklerini yerine getirmeyen, mutlu olmak için pozitif düşünüp kendisindeki potansiyelleri açığa çıkarmayan kişileri belki ceza yasasına değil ama ahlâki ayıplamaya tabi tutuyoruz.
İyi ama buna hakkımızın olduğunu nasıl zannedebiliyoruz?
Çünkü en zor koşullarda dahi insanın kendi özgür iradesiyle fırsatlar yaratabildiği ve en kötü krizleri dahi bir olanağa dönüştürebildiği yalanına inanıyoruz.
Daha kötüsü; bu uygarlık yalanının, kişiyi/bireyi güçlendirdiği tezini aptallığa varan bir saflıkla kabul ediyoruz.
Oysa bu yalan, neoliberal öğretinin üretim ve bölüşüm ilişkilerini sorgulamamamız için uyduruldu. Baksanıza, Oxfam’ın yayımladığı raporda dünyanın en zengin 26 kişisinin gelirinin en yoksul 3 milyar 800 milyon kişinin gelirine eşit olduğu ve 2018 yılında milyarderlerin servetinin günde 2.5 milyar dolar arttığı yer aldı.
Hal böyleyken, bu eşitsiz servet dağılımı değişmediği sürece, 3 milyar 800 milyon kişi pozitif düşünse, sağlığını ve dünyanın sağlığını korumaya kalkışsa, mutlu olmak için elinden geleni yapsa ne yazar!
İşte tam da bu noktada ideoloji devreye girip sorunu çözüyor: Araştırmalarda da ifade edildiği üzere Z kuşağının beklenti ve hedefleri, Y kuşağının aksine daha gerçekçiymiş!
Yani bu Z kuşağı, önceki kuşaklara göre daha ıslah olmuş.
Biyo-ahlâk ve bu temelde bilimsel araştırmaların da etkisiyle şekillendirilen sağlık algısı, sisteme isyan eden Z kuşağını ıslah etme tehlikesini taşımaktadır.
Onların ıslah olması ise iklim krizine düştüğümüz bu uygarlığın sonunu getirecektir.
Ya isyan, ya yok oluş çağı çoktan başladı çünkü...