Fransa’da 2020 Belediye Seçimleri: Macron İçin Sonun Başlangıcı mı?

Neler olup bittiğini bilmiyorum,

Dedi Dünya: Kendimi hasta hissediyorum!

Boşlukta çok mu fazla döndüm

Ya da haddinden fazla mı acı likör içtim?

Marc Alyn (1937), Hasta Gezegen[1]

 

İnsanoğlu doğayla olan büyük mücadelesinde adım adım kaybetmeye doğru ilerlerken Covid-19 salgınının hızlandırıcı rolüyle ekolojik meseleler Batılı ülkelerin en önemli politik sorunlarından biri haline geldi. Bu zemin, sol siyasetin, toplumsal sorunların eşitlikçi çözümüyle birlikte ancak sosyal bir çevreciliği odağına alarak atılım gösterebileceğine işaret etmektedir. Yakın zamanda bunun test edildiği yer ise Kıta Avrupa’sının hareketli ülkesi Fransa oldu. Modern anlamıyla “tek”liğin karşısında konumlanan cumhuriyet, Fransa pratiğinde güçlü bir aktörün başkanlık pozisyonunu işgal etmesi durumunda monarşik görünümlü bir tür süper başkanlığa dönüşmekte, ülkenin politik sistemi Élysée’nin etrafında dönmektedir. Nitekim 2017’den beri sistemin merkezinde olan Emmanuel Macron da hem kurumsal çerçeveyi hem de diğer politik aktörleri pek de engel görmeyen tavrıyla (hatta toplumsal muhalefet karşısında dahi “reform” adı altında bildiğini okuyarak) V. Cumhuriyet’in tevdi ettiği bu güçten olabildiğince yararlanmaya çalışmakta, 14. Louis’nin bedenini yeniden canlandırmanın hayaline kapılmaktadır. Bu uğurda, bütün aracı kurumları etkisizleştirmenin yollarını ararken, doğrudan halkı muhatap alarak ülkeyi “devrimci” karakterine uygun olarak dönüştürmeye çabalamaktadır[2]. Öyle olduğu ölçüde de monarşik cumhuriyetçi, otoriter merkez, otoriter neoliberal gibi etiketlerle soldan sıklıkla eleştirilere maruz kalmaktadır. Ancak cumhurbaşkanlığının bu merkezî konumunu ve de anayasal zeminin de beslediği[3] otoriter eğilimlerini kısmen etkisizleştiren ya da daha doğru bir ifadeyle pozisyonunda gedikler açan gelişmeler artık sadece sokağa taşan toplumsal muhalefetle sınırlı kalmayacağa benziyor.[4] Son Belediye Seçimleri, yakın gelecekte gücü elinde yoğunlaştırmaya çalıştığı ölçüde toplumsal muhalefetin ve diğer politik aktörlerin (şimdiye kadar sınırlı olan) hamleleriyle Macron’un yönetebilme kabiliyetinde/kapasitesinde büyük zaafların oluşabileceğinin sinyallerini verdi. Seçimler, Macron’un ‘herkese rağmen’ politikalarının pahalıya patlayabileceğini, bir anda kendisini sahneye süren iş çevrelerinin kollarında yitik iktidarına gözyaşı dökerken bulabileceğini gösterdi. Elbette bu, sosyolojik anlamda gittikçe bölünmekte olan ve toplumsal sorunları artık bastırılamaz noktaya gelmiş, ekonomisi sıkıntılı bir ülkenin direksiyonunda, hedefinden şaşmaz bir neoliberal aktör olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak sürekli bir kriz halinde olan ülkede, sokağın çığlıklarına kulak tıkayarak iktidarını sürdürmeye çalışan Macron’un işi, kalan iki senelik görev süresince hiç de kolay olmayacak. Zira Fransa’da geçtiğimiz haftalarda Macron karşıtı ve alternatif politikaların üreticisi çabasındaki sol muhalefetin ivme kazandığı bir haziran sonu yaşandı. Örneklerine son dönemlerde daha çok otoriter ülkelerde rastlanan ve yoğunlaşmış, sarsılması zor iktidarlarda gedikler açmaya başlayan ittifak siyaseti, yeni dönemin ruhuna uygun olarak, Fransa’da da kendi özgül koşullarına bağlı şekilde önemli sonuçlara yol açtı. Bunun hızlandırıcısı ya da kısa vadede mümkün olmasını sağlayan da kuşkusuz Covid-19’la birlikte artan çevre hassasiyeti oldu.

“Büyük Salgın”ın Gölgesinde Belediye Seçimleri

Fransa’da Covid-19 dolayısıyla 100’den fazla kişinin bir araya gelmesinin yasak olduğu, önlemlerin sıkılaştırılmaya başlandığı (bu doğrultuda kafe, restoran, barların, zorunlu görülmeyen tüm mekânların kapatıldığı) 15 Mart’ta Belediye Seçimleri’nin (Les Élections Municipales) ilk turu yapıldı. Böylece bir anlamda virüsün yayılıma kapasitesi dikkate alınmadan milyonlarca insan sandığa çağırıldı.[5] Sarı Yelekliler hareketini başlatan süreçte yoksullaşmakta olan periferi kent halkını çevre hassasiyeti makyajıyla hem sosyal hem de ekonomik anlamda cezalandırmaya kalkışan Macron bir yandan kamu sağlığını total şekilde tehdit eden salgın dolayısıyla kitleleri mekânsal olarak sınırlandırma yoluna gitti, öte yandan demokrasinin gereği olarak onları tek sefere mahsus olarak oy kullanmaya davet etme gafletinde bulunarak aynı kamunun sağlığını hiçe saydı. Böylece ilk turda, uzun zamandır Fransa siyasetinde kendini gösteren politik elitlere ve parlamenter demokrasiye olan güvensizlik salgının yarattığı çekincelerle katmerli bir hal aldı. 47 milyon seçmenin bulunduğu ülkede V. Cumhuriyet (1958-…) tarihinin en düşük katılımı (%44,66) gerçekleşti.[6]

Ülkenin 2020’nin ilk çeyreğinde %6 küçülerek resesyona girdiği seçim sonrası koşullarda, görünmez bir düşmana karşı savaşta olduklarını vurgulayan Macron, tüm reformları durdurduğunu ilan ederken 22 Mart’ta planlanan ikinci tur seçimlerinin de ileri bir tarihe ertelendiğini duyurdu. Karantinadan çıkış, Covid-19’dan kurtuluş politikaların dünya gündemini işgal ettiği bu zaman diliminde normalleşme adımları atılırken ilk turdan yaklaşık üç ay sonra 28 Haziran’da, halen virüsün güçlü olduğu Guyane dışında, martta belirlenemeyen yaklaşık 5 bin belediye için seçimlerin ikinci turu gerçekleşti. Maskelerin, hidroalkolik jellerin, sıhhi cihazların gölgesinde, seçmenlerin arasındaki birer metrelik mesafeyle ilginç bir seçim deneyimi yaşandı. Uzun zamandır istikrarlı olarak gözlendiği üzere parlamenter demokrasiye olan güven kaybı bu sefer çok daha şiddetli şekilde kendini hissettirdi. İkinci tur seçimleri ilk turun da ötesine geçerek 1958’den beri en düşük katılımlı seçim olarak ilk turu ekarte etti. Seçmenlerin yaklaşık %58,4’ü sandıklara gitmedi. Bu oran bir önceki seçim olan 2014 yılındaki Belediye Seçimleri’nde %36,45 düzeyindeydi. Düşük katılımı, sosyalist solun önemli isimlerinden Mélenchon seçimlerin en önemli olayı olarak değerlendirdi. Hatta anti-oligarşik ve kurulu düzen karşıtı kimliğine uygun olarak bunun Fransız halkının açıkça kitlesel sivil grevi, ülkenin bütün kurumlarına karşı soğuk bir başkaldırısı anlamına geldiğini de ekledi. Liberal demokratik cumhuriyetin tek adamı Macron ise benzer şekilde bunun iyi bir haber olmadığını söyleyerek kaygılarını dile getirdi. Elbette ilk etapta haklı gibi görünen bu endişelerin arkasında aslında gayet pratik ve anlaşılır başka bir neden daha yatıyordu: her iki aktörün seçim sonuçlarına dair memnuniyetsizliği. İki liderin politik partileri de (özellikle Macron’un LREM’i) büyük bir seçim hezimeti yaşadı. Macron’un yenilgisi, kamuoyunun onun politikalarına dair karşıtlığını tescillerken sürekli şekilde başkanlığa odaklanmış, Mélenchon açısından ise önemsenmemiş bir seçimin olağan sonucu söz konusuydu. Öte yandan tüm dünya basınında ve kamuoyunda seçimlerin gündem olmasını sağlayan sonuç ise ekolojistlerin kendi tarihlerinde örneğine rastlanmayacak şekilde büyük bir başarı elde etmesi oldu. Gölgede kalsa da seçim sonucunda sönmekte olan Sosyalist Parti’de önemli bir atılım gerçekleşti, partinin geleceğe dair umutları yeniden yeşerdi. Bu sonuçlar, seçim sonuçlarına doğrudan etki eden partiler arası güç birliğinin ürünüydü.

Fransız Solunu Yeşillendiren Can Suyu: Program Odaklı İttifak Siyaseti

Macron, 2017’de başkanlık koltuğuna oturduktan sonra yapılan genel seçimlerde de kendisini iktidara taşıyan partisiyle, özellikle seçmenin kohabitasyondan sakınma refleksi sayesinde, Meclis çoğunluğunu elde etmeyi başarmıştı.[7] Böylece 1958’den beri Fransa siyasetine yön veren iki temel parti (merkez sağ Cumhuriyetçiler ve merkez sol Sosyalist Parti) kısa sürede neredeyse marjinal bir pozisyona sürüklenmişlerdi. Bu eğilimin, yıllarca dönüşümlü iktidara gelen iki konvansiyonel güç için aynılaşarak anlamsızlaştıkları ölçüde, devam etmesi bekleniyordu. Ancak eski can çekişirken seçmeni kendisine çekecek yeni politik bir güç de doğmuyordu. Üstelik kurumsal siyasetin dışında mevcuda meydan okuyarak iktidara yürüyen Macron da yeni etiketini hak etmeyecek şekilde eskilerin yoksul halk karşıtı politikalarını daha da ileri taşıyarak sürdürüyordu. Böylece orta ve alt sınıf aleyhine işleyen ve en çok kamusal hizmetlerin kısılmasında kendini gösteren Macron’un neoliberal politikaları sokakların hareketlenmesine yol açtığı gibi adım adım popülaritesinin de düşmesine neden oldu.[8] Nitekim seçimler de 2018 Kasım’ından beri aralıksız devam eden Sarı Yelekliler hareketi, polis şiddetine karşı sesini yükselten ırkçılık karşıtı gösteriler, emeklilik reformu karşıtı örgütlenmelerin aralıksız devam ettiği gerilimli bir ortamda gerçekleşti. Üstelik salgın ve salgın sürecinin yönetilme biçimi toplumsal düzeyde biriken bu gerilimlerin artmasına katkı sağlayarak seçim sonuçlarına doğrudan etki etti. Böylece Covid-19 sürecinde Macron’un daha çok ekonomiyi kurtarmak için başvurduğu önlemler, sağlığın kamusal boyutunun yetersizliğinin ifşası zamanın ileriye doğru hızla akmasını sağladı. Bir anda görünür olan sağlık emekçilerinin kötü çalışma koşulları (yetersiz teçhizat, yatak, ücret, kötü emeklilik koşulları…) diğer toplumsal kesimlerin haletiruhiyesinin sembolik ifadesi haline geldi. Salgın döneminde sokağa çıkan sağlıkçıların Macron’a minnettarlıklarını kendine sakla, biz kadro, yatak, teçhizat, gerçek bir ücret ve gerçek bir emeklilik rejimi istiyoruz diye haykırması daha önce emeklilerin, öğrencilerin, demiryolu işçilerin, çiftçilerin ve diğer toplumsal kesimlerin dile getirdiği hakikatin en yalın şekilde gün yüzüne çıkması anlamına geliyordu. Tüm bu koşullar solda konumlanan partilerin hassasiyetlerini (başta çevre ve toplumsal sorun olmak üzere) ortaklaştırıp bu partileri ve adayları birbirlerine yaklaştırdı. Özellikle yeşiller (EELV) birçok yerde başta Sosyalist Parti olmak üzere diğer sol partilerin desteğiyle ve programların ortaklaştırılmasına dayalı olarak seçimlere girdi. Ancak bu güç birliğinin seçimi kazanmak için en güçlü adayın desteklenmesi ve belediye meclis listelerinin ortak hazırlanması yöntemlerinin ötesinde sahiplenilen ortak bir programın odağa alınması ve bu uğurda adayların, hatta partilerin dahi arka planda kalmayı göze almalarıyla mümkün oldu. Örneğin Sosyalist Parti’nin direngen popüler adayı Anne Hidalgo ikinci turda merkez sağ Cumhuriyetçilerin ve LREM’in adayına karşı güç birliğine gittiği ekolojist David Belliard ile seçim öncesi daha yeşil bir Paris için ortak bir manifestoyu kamuoyuna açıkladı.[9] Benzer birçok örneğin olduğu seçim süreci, bir anlamda sol aktörlerin meselenin hayatiyetini, ortak tavır alma zorunluluğunu Covid-19 dolayısıyla kavramasından kaynaklanıyordu. Öte yandan bu ortak hareket etme eğiliminin seçim sürecinde hegemonik bir yöntem haline geldiği ve bu anlamda sola özgü olmadığını da eklemek gerekir. Öyle ki bu sayede ne sağcıyım ne solcu, merkezdeyim diyen Macron dahi kimi yerlerde merkez sağ figürlerle güç birliğine gitmek zorunda kaldı. Bu “koalisyonlar”ın harcını da kuşkusuz ekolojik meseleler oluşturdu. Radikal soldan aşırı sağa bütün adaylar seçim süresince önerilerini yeşillendirmek için yoğun çaba sarf ettiler. Fakat gecenin sonunda özellikle sosyalistlerin desteğini alarak seçimlere damgasını vuran ekolojistler oldu. Dolayısıyla bu seçim deneyiminin de gösterdiği üzere hayata geçirilirse, yeni belediyecilik örnekleri kolektif aklın ürünleri olacağa benziyor. Bu akıl kısa süre önce ülkenin en büyük iki partisinden birisi olan Sosyalist Parti’nin konjonktüre uygun olarak çevreci adaylar lehine arka planda kalmayı göze alması, ülke siyasetini esir alan kibri terk etmesiyle mümkün oldu. 30 binden fazla nüfusa sahip kentlerin %48’inde yeşiller sol koalisyonun liste başıydı. Böylece bu kentlerin 136’sının 30’unda EELV (yeşiller) ikinci tura kalmayı başarabildi.[10]

Yeşil Dalganın Damga Vurduğu Seçim Sonuçlarına Dair

Yukarıda aktarılan program ve ortak kaygılar odaklı ittifak siyaseti Fransa’da yeşilleri seçimlerin yıldızı haline getirirken 2017’den beri güç kaybeden ve ana aktör olma pozisyonunu yitiren Sosyalist Parti’nin de kısmi bir atılım göstermesini sağladı.[11] Seçimler sonucunda 2014 yılında en büyük on kentin hiçbirinde herhangi bir belediyeye sahip olamayan yeşiller (EELV) dört kentte yarışı önde bitirdi. Solun belli düzeyde güç kaybettiği bir önceki seçimlerde (merkez sağ ve aşırı sağın başarılı sonuçlar elde ettiği 2014 Belediye Seçimleri) yeşiller nüfusu 100 binden fazla olan Montreuil ve Grenoble dışında neredeyse varlık gösterememişti. Üstelik aynı yeşiller Macron’un Fransa siyasetine damga vurduğu 2017 Genel Seçimleri’nde de %0,13’le sadece bir vekil elde edebilmişti. Ancak Avrupa seçimleriyle başlayan süreçte giderek ivme kazanan parti bir anlamda konjonktürel güç olma sınırlılığından da yavaş yavaş çıkmaya başladı. EELV, 2019 AB seçimlerinde %13,48 oy oranıyla merkez sağ ve merkez solu geride bırakarak Le Pen ve Macron’un ardından üçüncü parti konumuna yükseldi. Bu seçimlerde sol seçmenin büyük oranda yeşillere kanalize olmaya başlaması söz konusuydu. Yeşiller son seçimlerle birlikte ise solun yeni cazibe merkezi olmaya doğru önemli bir atılım daha gerçekleştirdi. Fransa siyaseti ilginç şekilde nasıl ki bir anda deneyimsiz politik bir aktörü yeni, devrimci etiketiyle 2017’de sahneye çektiyse 2020 post-pandemi döneminde de yeşilleri eriyen sola alternatif olarak sahneye çağırdı. Üstelik öne çıkan büyük kentlerle birlikte Tours, Besançon, Annecy ve Poitiers gibi birçok orta ve küçük ölçekteki kentte de belediye yarışını önde bitirdiler. Daha önce sahip olduğu belediye olan Grenoble’de oy oranını 17 puan arttırarak %46,7’ye çıkardı. En ses getiren sonuç ise Bordeaux ve Marsilya gibi sağın kaleleri olan iki büyük kentin ele geçirilmiş olmasıydı. Yetmiş üç yıldır sağ bir belediye başkanı tarafından yönetilen ve 2014’te ilk turda merkez sağın %60’la kazandığı Bordeaux’da ekolojist (EELV) Pierre Hurmic seçimi kazanmayı başardı. Yine ekolojist Michele Rubirola %38,3 ile merkez sağdan 10 puan daha fazla alarak Marsilya’da yarışı önde bitirdi. Lyon’da ise Gregory Ducet %53 oyla iktidar partisi olan LREM’i geride bırakarak 2001’den beri merkez sağın elinde olan kenti yeşillendirmeyi başardı. Bunların yanı sıra Strasbourg’da da ekolojist Jeanne Barseghian %42,5’le seçimi kazandı. Yeşiller öte yandan Sosyalist Parti’nin güçlü bir adayla ayakta kalabildiği Lille’de Martine Aubry’e çok küçük bir oy farkıyla (227) kaybettiler. EELV’nin Genel Başkanı Jadot bu başarıyı ekoloji, dayanışma ve demokrasinin olduğu üç ayaklı bir mücadele olarak tanımladı. Kuşkusuz meyvelerinin toplanmaya başlandığı bu mücadelenin nihayete ermesi seçim sonrası performanslara bağlı olacak.

Daha önce de vurgulandığı üzere uzun zamandır %6 gibi düşük bir oranın altına sabitlenen Sosyalist Parti özellikle ekolojist destek sayesinde bir tür geri dönüşe imza atarak âdeta küllerinden doğdu.[12] Bu sayede Paris’te Anne Hidalgo seçimi kazanırken, Lille, Montpellier (Komünistler ve Yeşillerin desteğiyle), Nantes, Rennes, Le Mans ve daha önce sağın elinde olan Nancy gibi önemli kentlerde sosyalist adaylar yarışı önde bitirdiler. Parti, özellikle orta ölçekli kentlerde oy oranını arttırmayı bildi. Seçimlerin açık ara kaybeden tarafı ise iktidar partisi LREM oldu. Nitekim Avrupa basını da seçim sonuçlarını büyük oranda yeşillerin başarısı ve Macron’un güç kaybı olarak okudu. Bu durumu, hükümet sözcüsü Sibeth Ndiaye, ilk turdaki kötü sonuçlardan sonra birçok yerde ittifak kurulmasına rağmen hayal kırıklığına uğradık, diyerek teyit etti. Parti için tek kayda değer başarı ise seçimden sonra başbakanlıktan ayrılan Édouard Philippe’in Le Havre’de komünist adaya karşı seçimi kazanmış olmasıydı. Bunun dışında partinin adayları bazı ittifaklara rağmen hiçbir büyük kentte varlık gösteremedi. Hatta en prestijli kent olan Paris’te adayı Agnès Buzyn Belediye Meclisi’ne dahi seçilemedi. Macronizm’in laboratuvarı olan Lyon’da bile seçimlerin kaybedilmesi Solenn de Royer’in (Le Monde) Macron’un demokratik bir krizle karşı karşıya kaldığı tespitini doğrulamak için tek başına yeterlidir.[13] Tam da bu yüzden işaretlerine yeni hükümette rahatlıkla rastlanıldığı üzere geri kalan görev süresine Macron sağa doğru büyük yürüyüşünü tamamlamış şekilde devam edecek.[14] Öte yandan kurdukları ittifaklar sayesinde merkez sağ Cumhuriyetçiler ise Nice gibi önemli bir kenti ve orta-küçük ölçekli birçok belediyeyi elinde tutmayı başardı. Ancak hem Nice’de katılım %27,75 gibi trajik bir boyuttaydı hem de Marsilya, Bordeaux gibi iki büyük kenti yeşillere, Nancy’i Sosyalistlere ve Perpignan’ı aşırı sağa kaybetti. Dolayısıyla toplam oylarında bir düşüş olmasa da bu kayıplar ve Paris, Lyon gibi hedefledikleri sembol kentleri kazanamamış olmaları kendileri açısından sönük bir sonuç anlamına geliyordu. Le Pen’in Ulusal Birliği de ilk kez orta ölçekli bir belediyeyi kazanmayı başardı. Bunun yanı sıra Moissac ve Bruay-la-Buissiere belediyelerini de ilk kez kazandılar.[15] Ancak belediyenin yeni aşırı sağcı başkanı başarısını cumhuriyetçi cephenin düşüşünün ilk adımı olarak görüp bu doğrultuda açıklama yapsa da 2014’e kıyasla Ulusal Birlik (RN) ülke genelinde güç kaybetti.

Bitirirken: Ya Sonrası?

Fransa’da 28 Haziran’da ikinci turu yapılan Belediye Seçimleri sonucunda ülkenin en büyük on kentinin sekizi artık sol/sosyalist/çevreci bir aday tarafından yönetilecek. Üstelik bu kentlerin beşinin belediye başkanı sağ ve soldan aday olan kadınlardan oluşuyor. Bu durum, âdeta arzulanan dünya zamanını da özetlemektedir: kadınların ülkelerin kaderine etki eden önemli pozisyonları eşit şekilde elde ettiği, yurttaş odaklı demokratik yeşil bir dünya. Haziran deneyimi, en azından Fransa ölçeğinde böyle bir dünyanın ilk etapta yeşillerle sosyalistlerin işbirliğine bağlı olduğunu gösterdi. Seçimler sayesinde uzun süre birbirlerine rakip olan bu iki gücün ayrı hareket etmeleri durumunda başarıya ulaşmalarının güç olduğu, iki partinin birbirlerini tamamladıkları kanıtlanmış oldu. Birkaç yıl önce hayal dahi edilemeyecek sonuçlara imkân sağlayan bu güç birliği yeşillerin 100 binin üzeri yerlerde büyük başarılar elde etmesini, sosyalistlerinse metropollerde ve orta ölçekli kentlerde gücünü arttırmasını sağladı. Böylece PS kendisinden kopup Macron’a giden oyları geri almaya başlarken yeşiller de ana politik aktörlerden biri haline geldi. Bu ittifaklar sayesinde oy dağılımının da gösterdiği üzere bir yandan sol seçmen yeşillere rahatlıkla yönelebilirken öte yandan Macron’a oy veren seçmenden de önemli oranda oy geçişi yaşandı. Hatta yeşillerin Annecy gibi sağın kalesi olan bir kenti ele geçirmesi bu sınırın ezelden beri merkez sağda yer alan seçmene de rahatlıkla uzanabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla bu anlamda 2022 Başkanlık yarışına giden süreçte Fransız solu için oldukça öğretici olan bir seçim süreci yaşanmış oldu. Çıkarılacak dersler 2022’deki büyük yarışta halka dayatılan yeni bir Macron-Le Pen yarışından da sakınmayı sağlayabilir. Üstelik çevreci bir adayla ya da ekolojik odaklı bir programla öne çıkacak sol bir adayın Macron ya da başka sağcı bir aday tarafından antagonize edilmesi hiç de kolay olmayacaktır.

Görece sınırlı bir ittifak söz konusuyken dahi önemli başarılar elde eden Fransız sol muhalefetinin ülkeyi dönüştürecek “büyük siyaset”i etkilemek için (şimdilik buna ayak direse de) Mélenchon gibi diğer önemli sol aktörleri de içerecek şekilde genişlemesi gerekmektedir. Bu güç birliğinin yaratacağı potansiyel bizatihi Fransa’nın siyasi tarihinden çıkarılacak derslerle öngörülebilir. Bunun için onlarca girişimin arasından 1905’te solun ilk büyük birliğinin kurulduğu SFIO’ya (İşçi Enternasyonalinin Fransa Seksiyonu), Sosyalistlerin, Komünistlerin ve Radikallerin geniş bir cephe kurarak 1936’da büyük bir zafer elde ettikleri Halk Cephesi’ne (Front Populaire) ya da 1970’lerde başlayan süreçte 1981’de Mitterrand’ı iktidara taşıyacak solun ortak hükümet programına kısaca bir göz atmak dahi yeterlidir. Elbette bu güç birliği, günün koşullarına uygun olarak miadı dolmakta olan V. Cumhuriyet’i daha sosyal(ist) bir kimliğe büründüreceği ölçüde anlamlı olacaktır. Bunun için, gittikçe yurttaşsızlaştırılmış Fransız cumhuriyetçi sisteminin yeni yerel aktörleri olan ekolojistlerin ve sosyalistlerin kolektif bir akılla bugün sistemin dışına itilmiş, devletle, rejimle mesafelenmiş kent yoksullarını ve geniş halk katmanlarını hesaba katan politikalar geliştirmeleri gerekiyor.[16] Bunun imkânını da (çevre meselesini daha geniş taleplerin bir fonksiyonu olarak gören) Fransız tarihinin önemli bir kesitinde solda düşman yok (pas d'ennemi à gauche) şiarınca makbul görülen sosyalistlerin bu yeşil dalgaya sağlayacağı ideolojik ve pratik teçhizat sağlayabilir. Solun deneyimi ve ideolojik bagajı ile sisteme ses getirecek şekilde dahil olan ekolojistlerin potansiyeli geleceği daha arzu edilebilir şekilde kuracak anahtar olabilir. Bu sayede köklü bir dönüşüme imkân sağlayacak sosyal bir çevrecilik anlayışı toplumsal halk katmanlarının taleplerini, ihtiyaçlarını da dikkate alan bir politikayla eklemlenmiş olacaktır. Yerelde oluşan bu birlik ruhu, üretilen politikalar sayesinde “çok”un kazanabildiği daha sosyal ve daha yeşil bir cumhuriyetin inşası için önayak olabilir. Aksi taktirde bu yeni ruh konjonktürel bir refleks olarak kalma sınırlılığına mahkûm olacaktır. Kaldı ki Fransa, daha şimdiden yeni dünyada eskiyen Macron’un da yakın dönemde yaşamasının olası olduğu üzere, bu konuda oldukça mahir bir ülke. Üstelik yeşillerin ve sosyalistlerin rejimin demokratik krizini ifşa eden özellikle yoksul mahallelerde yoğunlaşan düşük katılımın da gösterdiği üzere seçilmişlerden herhangi bir beklentisi kalmamış büyük bir halk kitlesinin gönlünü kazanmak gibi zor bir görevi de var.[17] Yine de her halükarda gittikçe otoriterleşen bir sistemde gedikler açan, bu anlamda daha şimdiden küçük de olsa geleceği inşa etmeye dair ilk adımı var eden bir süreç yaşandı. Yükselen yeşil dalga sol ittifaklarla birlikte yerel otokratların devrilebileceğini gösterdi. Geriye işin en çetrefilli yanı olan büyük oligark(lar)ı alaşağı etmek kalıyor.

Bitirirken umutlu şekilde şunu söylemek mümkün: Her ne kadar Macron karşısındaki en önemli muhalif güç artık yeşiller gibi dursa da başkanı yerinden edecek kolektif bir güç ana rahmine düşmüş durumda. Kuşkusuz Fransız solunun önündeki büyük sınav bu bebeği doğurup doğuramayacağı, sonrasında ise onu yaşatıp yaşatamayacağı… Geriye beklemek kalıyor…


[1] Je ne sais pas ce qui se passe,

  Dit la Terre : j'ai mal au coeur !

  Ai-je trop tourné dans l'espace

  ou bu trop d'amères liqueurs ? 

Marc Alyn (1937), La Planète Malade

[2] https://www.marianne.net/debattons/editos/emmanuel-macron-la-monarchie-republicaine-se-meurt. Macron, seçilmeden önceki programının çerçevesini Devrim adında bir kitapçıkla görücüye çıkarmıştı. Programın hedefi ise ülkeyi radikal şekilde piyasacı çerçevede dönüştürmekti.

[3] Beşinci Cumhuriyet’in 16 maddesi âdeta bir tür krallığa kapı aralayabilmektedir: Madde 16: “Cumhuriyetin kurumları, ulusun bağımsızlığı, ülke topraklarının bütünlüğü veya uluslararası taahhütlerinin yerine getirilmesi ciddi ve acil bir şekilde tehdit edildiğinde ve anayasal kamu güçlerinin düzenli işleyişi sekteye uğradığında, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanları ve Anayasa Konseyi ile resmi istişarede bulunduktan sonra, şartların gerektirdiği bütün önlemleri alır.”

[4] İktidara geldiğinden beri konumuna meydan okuyan gelişmelerin tamamı sokaktan geldi. Gece Ayakta hareketinin hedefindeki eski bakan Macron sırayla demiryolları, emekliler, öğrenciler, Sarı Yelekliler gibi bir dizi toplumsal karşı koyuşa hedef oldu.

[5] Gerçi bu yasaklara rağmen iki yıla yakındır devam eden Sarı Yelekliler hareketi sokağa çıkmaya devam etti.

[6] Ipsos/Sopra Steria’nın 13-14 Mart’ta yaptırdığı ankete göre seçimin ilk turunda katılımın düşük olmasının nedenini büyük oranda koronavirüs (%39) oluşturmaktaydı. Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.francetvinfo.fr/elections/municipales/elections-municipales-2020-le-coronavirus-raison-numero-1-de-l-abstention-record-au-premier-tour-du-scrutin_3867995.html

[7] Seçim sonucunda 577 sandalyeye sahip Milletvekilleri Meclisi’nde LREM 308 temsilci elde etti. Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.interieur.gouv.fr/Elections/Les-resultats/Legislatives/elecresult__legislatives-2017/(path)/legislatives-2017//FE.html

[8] BVA’nın 15-16 Temmuz’da yaptırdığı ankete göre Macron’dan memnun olan Fransızların oranı %39. Bu oran Covid-19 sonrası süreçte yaşanan yükselişin sonucu. Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.lexpress.fr/actualite/politique/assemblees/une-majorite-de-francais-ont-une-bonne-opinion-du-premier-ministre-jean-castex_2131110.html?utm_term=Autofeed&utm_medium=Social&utm_source=Twitter&Echobox=1595001545#xtor=CS3-5083

[9] Bu manifestoda bisiklet yollarının arttırılması, bazı yolların yayalaştırılması, trafik dolaşımının sınırlandırılması Paris içinde hız sınırının 30 kilometreye düşürülmesi gibi öneriler söz konusuydu.

[10] Gougou, F. Persico, S. (2 Temmuz 2020). Elections municipales: «Dans la quasi-totalité des cas, les listes à direction EELV se sont imposées en l’absence des maires sortants», Le Monde.

[11] Sosyalist Parti, Hollande döneminden sonra girdiği başkanlık yarışında (2017’de) %6 oranında oy alırken sonraki genel seçimlerde de sadece otuz temsilci elde edebildi.

[12] Sosyalistler 2017 Cumhurbaşkanlığı ve Avrupa Parlamentosu Seçimleri’nde %6’nın üzerine çıkamadı.

[13] Royer, S. (29 Haziran 2020). «Après les élections municipales, Emmanuel Macron face à une crise démocratique», Le Monde.

[14] Başbakanın istifasından sonra hükümeti kurmakla görevlendirilen merkez sağdan Jean Castex aynı zamanda Macron gibi ülkenin kaymak tabaka seçkinlerinden (énarque). Yeni hükümette Sarkozy’e yakın isimlerin ağırlıkta olması dikkat çekici. En ses getiren isimler ise tacizden suçlanan İçişleri Bakanı Gérald Darmanin ve (ünlü avukat) Adalet Bakanı Éric Dupond-Moretti oldu.

[15] Öte yandan yazının kapsamı gereği dahil edilmese de Komünistler için trajik bir seçim yaşandığını söylemek mümkün. Zira PCF, birçok yerde yaşadığı kayıpla birlikte 1944’ten beri yönettikleri Fransa’nın en yoksul bölgelerinden Saint-Denis’yi de Sosyalistlere kaptırdı.

[16] Özellikle Paris’te görünür olan periferi meselesi, Fransa’nın temel sorunlarından. Sadece Covid-19 dolayısıyla sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde dahi çok sayıda yurttaş polis şiddetinden dolayı hayatını kaybetti ya da yaralandı. Buna dair önemli bir haber için bkz. https://secoursrouge.org/confinement-france-les-violences-policieres-se-multiplient-dans-les-quartiers-populaires/

[17] En düşük oy oranıyla seçilen aday merkez sağdan Michèle Lutz oldu. Lutz, katılımın %24,57 olduğu Mulhouse’daki seçimlerde kayıtlı seçmenin yalnızca %9,2’sinin oyunu alabildi.