19. yüzyıl Rus edebiyatı tanımı hem failleri hem de ürünleri açısından tarihin belki hiç görmediği düzeyde bir siyasi etkileşim ile birlikte gelişti. Bir “altın çağ” olarak da tanımlaman bu dönemin kurucu babası kabul edilen Puşkin ve şiiri, kendinden sonrakilere çok fazla şey öğretti. Bir mistik olarak da her daim anıldı. Buna bağlı olarak Rus edebiyatını dünya edebiyatına entegre eden, hatta belki de Rus edebiyatını yönlendiren hemen tüm ürünler de Puşkin ile başlayan bir silsileyle anlatıldı. Belki buna yaklaşık elli yıllık bir geriden gelme ile Lomonosov’un Khotin’in Zaptı Kasidesi ve oluşturduğu şiir veznini dahil ederek katkı yapmak da mümkün.
Lomonosov’un ölümünden otuz sene kadar sonra doğan Bulgarin, Fransız İhtilali ve yakın etkilerine denk gelen çocukluğu ile bir Aydınlanma çağı kuşağı üyesiydi. Özellikle 19. yüzyıl başında Rusya’nın içeride ve dışarıda karşı karşıya kaldığı siyasi/diplomatik sorunlar, aynı kuşağın kurucusu kabul edilen Puşkin ile birlikte onu da ciddi manada etkiledi ve yönlendirdi. Zira Puşkin gibi bir asker olan Bulgarin, anakara dışındaki Polonya (Varşova) civarında esir düştüğü Napolyon ordusunda daha sonra görevli bir asker olarak savaştı. 1820’de St. Petersburg’a döndüğünde Puşkin ile birlikte bu şehirde bulundu. Bununla birlikte aynı dönem içerisinde kaleme aldığı birçok eleştiri ile ismi eleştirmen olarak da anılmaya başladı. Eserleri kısa sürede Rusya’da tanındı ve popüler oldu. Hatta Puşkin’in bile dikkatini çekti, iltifatını kazandı. Gerçi Bulgarin’in aynı Puşkin ve devamında en büyük muhibbi Lermontov ile girdiği polemikler de hiç unutulmadı. Bu manada bir uyumsuz olduğu açıktı.
Şüphesiz bu dönemde Rusya’da, Avrupa ile yakın ilişkiler sebebi ile etkin olan liberal düşünce eserlere de yansıdı. Rus edebiyatında modernleşme yanlısı ve karşıtı şeklinde iki grubun oluştuğu görüldü ve bu karşıtlık I. Nikola’nın iktidara gelişine dek sürdü. Zira I. Aleksander sonrasında gerçekleşen bu taht değişikliği Rusya’yı içine kapattı. Ve bu süreç sonraki dönemde herkesçe malum olan soylu-köylü uçurumunu da ortaya çıkardı. Puşkin, Gogol, Nekrasov, Turgenyev, Lermontov, Çehov, Gorki, Dostoyevski ve Tolstoy gibi yazarların eserlerinde yansıttıkları da toplumun farklı grupları arasındaki bu uçurumdu işte. Tüm bu giriş, hem dünya edebiyatı hem de bir bütün olarak medeniyetimiz için yeri doldurulamayacak bir dönemi yeniden hatırlamak niyeti ile kaleme alındı. Zira Bulgarin’in bu dönemde ne kadar mühim bir rol oynadığını anlamak adına bu zaruri.
Bulgarin 1820’de St. Petersburg’a döndükten sonra özellikle 1830’a kadarki dönemde Petro ile başlayan modernleşme hareketinin yansıması onun aldığı eğitimin meyvelerini ortaya koydu. Aklın öne çıkarıldığı, Batılı tarzda eğitimin ve Petro döneminin modernist sürecinin sonuçları burada alındı. Jules Verne’nin 1828’de, H. G. Wells’in 1868’de doğduğu düşünülürse yüzyılın ortalarına kadar Bulgarin’in kaleme aldığı öykülerde, kurmaca ve ütopik geleceğe dair ortaya koyduğu kavramlar epey dikkat çekti. Muhakkak ki bir deli, hatta hayalperest olduğunu düşünen birçok kişi de oldu.
Birçoklarına göre bilimkurgunun kurucu babalarından sayılan Bulgarin’in bu yazıya konu kurmacalarının Türkiye’de yeteri kadar tanınmama sebebi 2016 yılına dek bu kurmacaların Türkçeye çevrilmemiş olmalarıydı. Bu tarihte Ömer Ürenden ve Varol Tümer çevirileri ile ilk kez ülkemizde Türkçe okunan bu beş önemli öykü, Bulgarin’i tanımak ve anlamak adına çok değerli.
Bulgarin’in bu ilk Türkçe çevirisine ismini veren beş öykülük derlemedeki Mitrofan’ın Ay Serüveni adlı kurmacası, onun özellikle vurgulanan bilimkurgu, ütopik, fütürist bakışını ortaya koyan en net öyküsü. Klasik, toplumsal bir eleştiri ile başlayan metnin epey hızlı ve keskin bir şekilde Ay’da biten bir yolculuğa evrilmesi ilkin bir sorun gibi gözükse de sonrasında burada geçen diyaloglar Bulgarin’in sert kalemini açık bir şekilde gösteriyor. Metnin Ay’da biten ve burada yerleşik olan halk ile alakalı anlatısı bilimkurgu öğeleri barındırsa da yazarın diyalektik bir usul ile ortaya koyduğu eleştiri ve taşlamalar çok bariz şekilde görülüyor. Belki sonrasında gelecek olan Verne ve hatta Orwell’da sıkça hissedilecek bu düzen, 1837’de kaleme alındığı düşünüldüğünde epey cüretkâr.
İnanılabilir Kurgular veya 29. Yüzyıla Yolculuk, Mitrofan’ın Ay Serüveni’ne niyet ve yön açısından benzese de düzen ve usul açısından ondan farklı. Mitrofan’ın öyküsündeki anlatıcı rolünün ben anlatıcıya geçtiği bu öyküde Bulgarin hemen başta insanlığa dair eleştiri ve analizlerini ortaya koyarken öykü bu kez de bir deniz kazası ile başka bir gelecek örüntüsüne geçiyor. Bulgarin’in 1824’te kaleme aldığı bu öyküde ilkine göre çok daha keskin şekilde hissedilen insanlık ve gelişime bağlı tüketim eleştirisi dikkate şayan. İklim, çevre ve tarihe dair birçok reel bilgi ile eşleşmesi Bulgarin’in Batı’ya aşinalığı ve burayla ilgili donanımına dair güçlü bilgiler veriyor. Bir açıdan bakıldığında ilk iki öykü bittiğinde Bulgarin’in bilgisi ile kendi çağına meydan okuduğu hissi okura geçiyor gibi.
Derlemedeki “İnanılmaz Kurgular veya Arzın Merkezine Seyahat” öyküsü Bulgarin tarafından 1825’te kaleme alındı. Elbette orta halli bir okuyucu, aynı isimli öyküyü kaleme alan Jules Verne’i hatırlayacak hemen. Hatta belki de Bulgarin’in bu öyküyü ondan aşırmış/aparmış/uyarlamış olduğunu bile düşünecek. Ancak Jules Verne’nin ünlü öyküsü 1864’te kaleme alınmıştı. Yani neredeyse kırk sene sonra. Konunun bu kısmı mühim değil elbette. Bulgarin’in bu anlatısı bir mektup tür ile gerçekleşiyor. İsmini verdiği kahramanın ayrıntısı, gizli bir şekilde yaptığı yolculuk ve buna dair bir mektup. Gerisi yine bir yolculuk ve gidilen meçhul yerden her cümlesinde hissedilen bir taşlama. Giderek alışıyoruz Bulgarin’e…
“Yeniçeriler ya da İç Savaş Kurbanları” isimli ve 1827’de kaleme alınan kısa öykü biraz tarih bilgisi olanların hemen anlayacağı üzere 16 Haziran 1826’da, II. Mahmut döneminde gerçekleşen Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasına dair. Bulgarin’in bu büyük askerî hadiseden haberdar olduğu, dahası epeyce de bilgi edindiği anlatıdaki ayrıntılardan açıkça görülüyor. Bu kısa öykü, özellikle yazıldıktan bir sene sonra patlak veren 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı açısından da önemsenmeli. Bu özelliği onun bir belge öykü olarak sınıflandırılmasını da sağlayacak.
Eserde bulunan son öykü “Ömer ve Öğretisi”. Benim Bulgarin’den en beklemediğim öykü buydu. Zira ikinci İslâm halifesi Ömer b. Hattab’a atfen kurgulanan metin, okuyucuyu hiç dolandırmadan bu noktaya savuruyor. Anlatıcı olarak Bulgarin’in Doğu’ya atıflarla dolu bu öyküsünde Hz. Ömer’in adaletine yaptığı vurgu kendi dönemi için ‒ki Rusya’nın en içe kapalı devri olan I. Nikola devridir bu dönem‒ oldukça tersten bir yönetim eleştirisi gibi duruyor. Muhakkak ki Türkiye’deki okurlar için Bulgarin’in bu tercihi dikkat çekici olacaktır.
Bu satırların tarihçi/akademisyen yazarı için Bulgarin ve öyküleri edebî gücün yanında bir belge anlatı hüviyetine de sahip. Dolayısıyla Bulgarin çevirilerinin bu kadar geç bir döneme kalması üzücü. Yine de zararın neresinden dönülürse kârdır diyerek belki de sadece Rus edebiyatının dünya edebiyatını yeniden şekillendirdiği 20. yüzyılı anlamak ve Bulgarin’i de Puşkin, Gogol, Turgenyev, Çehov, Gorki, Dostoyevski ve Tolstoy silsilesine yerleştirmek gerek. Ve kitabın arka kapağında Puşkin’in dediği gibi unutmamalı ki, Bulgarin, ana caddede herkesin ortasında rastlamaya cesaret edemeyeceğimiz türden bir yazar, hazırlıklı olun…