Covid-19 Sonrası için Sol Popülist Strateji

Yeşil Demokratik Dönüşüm’ün (Green Democratic Transformation) amacı toplumu ve onun bir bakıma, insanlara güç veren varlığının fiziksel yapısını korumaktır.

Sol popülizmin sonu, sol popülist partilerin amaçlarına ulaşabilecek kabiliyette olmadığını, politikada geleneksel sınıf anlayışına geri dönme zamanının geldiğini iddia eden eleştiriler tarafından birçok kez ilan edilmiştir. Ben bu görüşe meydan okumak ve sol popülist stratejinin mevcut konjonktürle her zamankinden daha çok bağlantılı olduğunu iddia etmek istiyorum. Covid-19, neoliberalizmin organik krizini gözler önüne sermiş ve var olan eşitsizlikleri körüklemiştir. Pandemiden sonra “her zamanki düzene” dönüş olmayacaktır.

Doğru, 2008 ekonomik krizinden sonra olan budur. O yıllarda neoliberalizmin hegemonyası neredeyse karşı konulamazdı fakat bugün politik bağlam farklıdır. 2008 krizi finansal kapitalizmin sınırlarını gözler önüne sermiş ve neoliberal küreselleşmenin bir kader olarak telakki edilişi son bulmuştur. Sağ ve sol politikanın arasında temel farklılığın olmadığı “post-politik” yılların ardından “politik olanın dönüşüne” şahit oluyoruz. Bugünlerde, merkez solun sosyal liberalizmine karşı çıkan radikal sol hareketler birçok ülkede mevcuttur ve eylemciliğin muhtelif biçimleri pek çok alanda serpilmektedir. İklim savunusunda bir gençlik hareketi olarak Fridays for Future ve Black Lives Matter’ın ırkçılık karşıtı seferberlikleri bu mücadelelere uluslararası bir görünürlük kazandırmıştır.

Stratejilerin Münakaşası

Covid-19 sonrası süreçte pandeminin ön plana çıkardığı ekonomik, sosyal ve ekolojik krizle nasıl başa çıkılacağına yönelik farklı stratejiler üzerinden bir yüzleşmeyle karşılaşacağımızı düşünüyorum. Neoliberaller, şüphe yok ki, sermayenin üstünlüğünü tekrar öne sürmek için devlet gücünü kullanmayı deneyecektir. Bu “devlet neoliberalizmi” belirli ülkelerde Wolfgang Streeck’in demokrasi ve kapitalizmin uyuşmaz bir hale geldiği tezini onaylar şekilde, otoriteryen tedbirlerle desteklenebilir. Neoliberal otoriteryenizm, Naomi Klein’ın tasavvur ettiği gibi “Ekran Yeni Düzeni” (Screen New Deal) olarak dijital bir biçim alabilir. Güncel tartışmaların ortaya koyduğu üzere, sağlık krizine karşı uygun teknolojik müdahale hususunda, çözümün, halkın sağlık durumunu kontrol etmek için geliştirilecek bir uygulamayla (application) mümkün olduğu düşüncesine yönelik yükselen bir eğilim bulunmaktadır. Koronavirüs krizi, dijital devlere kendilerini, tamamen bilgisayarlaşan sağlık politikasının temsilcileri olarak tesis etmeleri için muhteşem bir fırsat sunmaktadır. Kontrol kabiliyetlerini diğer etkinlik alanlarına genişletmekteki hırsları, Evgeny Mozorov tarafından analiz edildiği üzere, revaçta olan ve aktif olarak tanıtımı yapılan “teknolojik çözümcülük” ile meşrulaştırılabilir. To Save Everything, Click Here adlı kitabında[1] Mozorov, bizi, Silikon Vadisi tarafından desteklenen ve politik sorunlar dahil olmak üzere tüm problemlerin teknolojik bir çözümü olduğunu savunan çözümcülük ideolojisine karşı uyarır; çözümcülerin, post-ideolojik tedbirleri savunduğuna ve politikayı göz ardı etmek için teknolojiye başvurduğuna işaret eder.

Dijital platformların politik düzen için dayanak sağlayabileceğine dair inanç ile üçüncü yol politikacılarının politik antagonizmaların aşıldığını ve sağ-sol kavramlarının “zombi kategoriler” olduğunu savunan iddiaları birbirini tamamlar. Esasında çözümcülük, 1990’lı yıllarda hakim olan post-politika düşüncesinin teknolojik versiyonudur ve demokratik kontrole karşı bağışıklığını koruyan tekno-otoriteryenizmin post-demokratik formlarının onaylanmasını kolaylaştırır. Kimilerinin endişe ettiği gibi tekno-otoriteryenizmin neoliberal versiyonu henüz tekno-totaliteryen bir gözetim devletine dönüşmemiş olabilir fakat bu, belirtilen yönde atılmış ilk adımın bir işareti olabilir.

Sağcı popülist partiler bir başka görüş öne sürer. Halkın sesi olduğunu iddia eden bu partiler, küreselleşme politikaları ve ulusal egemenlikten kopmaları nedeniyle neoliberal elitleri, krizden sorumlu tutarlar. Egemenliğin eski haline gelmesi için onlar, göçmenliğin önüne çok katı engeller koyarak ve belirli alanlarda demokrasiyi şiddetle engelleyerek ulusal olanı koruyacak bir bağışıklık kazandırma politikasını savunurlar. Düzen karşıtı söylemleri ve ulusaşırı şirketlerin hakimiyetini reddetmeleri birçok çevrede hoş karşılanmış ve halk kesimlerinde yankı uyandırmıştır. Onlar, yüksek teknoloji otoriteryenizminin post-politik hakimiyetine karşı bir direniş kuvveti oluşturabilirler fakat bunun bedeli yabancı düşmanı ve toplumsal anlamda muhafazakâr mizaçlı bir otoriteryenizmin ulusalcı biçimini yürürlüğe koymak olacaktır.

Nefsi Müdafaa

Otoriteryenizmin bu iki formuna karşı koyabilmek ve toplumlarımızın pandemiden sonraki gidişatı üzerinde etkili olabilmek için solun, iyi politikadan fazlasına ihtiyacı vardır. Covid-19’un neden olduğu duygusal reaksiyonların nasıl anti-demokratik gelişmeleri besleyebilmek için sömürülebileceğinin anlaşılması gerekir.

Bu noktada Karl Polanyi bize değerli bir kavrayış imkânı sunar. Polanyi toprak, emek ve paraya meta olarak yaklaşan 19. yüzyıl liberalizminin sebep olduğu yıkıcı sonuçları incelediği Büyük Dönüşüm isimli kitapta, metalaşmanın artışıyla ortaya çıkan, 1930’larda pazarı sosyal yapıların içine tekrar yerleştirip toplumsal ihtiyaçlara göre ekonomiyi yeniden düzenleyerek savunmacı bir karşı hareketle kendini koruma reaksiyonunun yol açtığı altüst oluşun (dislocation), toplumu nasıl tehlikeye attığına ışık tutar. Polanyi ayrıca metalaşmanın artışıyla ortaya çıkan bu altüst oluşa karşı direnişlerin demokratik bir biçim almasının zorunlu olmadığına işaret eder. Elbette direnişler, 30’larda Roosvelt’in Yeni Düzen’ine (New Deal) ön ayak olmuştur fakat faşizm ve Stalinizm için de aynı durum geçerlidir.[2]

Polanyi’nin karşı hareket fikri, neoliberalizme direnen çağdaş toplumsal hareketlerin küresel yükselişini açıklamak için son zamanlarda müthiş bir geçerlilik kazanmıştır. Argümanının benim vurgulamak istediğim noktası, karşı hareketlerin itici gücüne dayanak olarak gördüğü nefsi müdafaa ilkesine atfedilen önemdir. Polanyi’nin analizi gösteriyor ki toplum var olma şekillerinde ciddi bir bozulma deneyimlediğinde, korunma ihtiyacı temel talep haline gelir ve insanların bu talebi en iyi karşılayacak kişileri takip etmesi muhtemeldir.

Polanyi’ye referans verdiysem bunun nedeni, kendimizi benzer bir durumda bulduğumuzu düşünmemdir. Elbette pandeminin sonuçlarından biri, korunmaya duyulan ihtiyacın artmasıdır. Bu korunma ihtiyacı, birçok insanın şimdiye kadar karşı oldukları dijital kontrol mekanizmalarını neden son zamanlarda kabul etmeye hazır olduğunu açıklar. Şüphe yok ki insanlar, seçkin milliyetçilik diliyle, korunmanın egemenlik fikrini yükseltmeyi gerektirdiğine ikna edilebilirse, bu sağcı popülist partilerin yararına olacaktır.

Egemenlik Üzerine Kavga

Sol, bahsi geçen krize yönelik otoriteryen çözümlerin yarattığı tehlike ile yüzleşerek bu korunma talebinin üzerine eğilmek zorundadır. Ne yazık ki solun önemli kesimleri politikanın karşıtlık modelinin (adversarial model) sonlandığını varsayan ve ahlâki ilerlemeyi hiçbir engel olmadan her şeyin özgürce hareket ettiği, sınırların var olmadığı bir dünyanın yaratımı olarak anlayan neoliberal post-politik dünya görüşünü benimsemiştir. Serbest ticaret savunusu onlar için inanç nesnesini teşkil eder ve halk sınıfların korunması, el üstünde tuttukları kozmopolitan değerlerin reddi olarak görülür.

Ben, sol siyasetin egemenlik ve korumacılık gibi kavramları sağ siyasete terk etmesinin ciddi bir politik hata olacağını düşünüyorum. Bu, halk sınıflarının taleplerine herhangi bir karşılık sunma kabiliyeti olan politik tasarıların olgunlaşmasının önüne geçecektir. Dolayısıyla, egemenlik ve korumacılık kavramlarını yeniden anlamlandırmak için ideolojik kavgaya girişmek ve bu kavramların muhtemel otoriteryen çağrışımlarını etkisiz hale getirmek için, onları, demokratik geleneğin anahtar değerleri ile eklemlemek elzemdir. Bu durum, sağ popülistler tarafından -kimi zaman sol popülistlerin yapmakla itham edildiği üzere- bir “ayartma” (pandering) olarak görülmemelidir. Anahtar politik kavramların anlamı her zaman politik kavgalar yoluyla inşa edilir ve anlamlar için karşı karşıya gelme, hegemonik mücadelenin can alıcı boyutudur.

Duygulanımların Önemi

Güncel kriz, demokrasiyi iyileştirmek ve derinleştirmek uğruna yeni bir hegemonya meydana getirmek için halka hitap eden kolektif bir kuvvet yaratabilecek kabiliyette bir sol popülist stratejiyi gerekli kılar. Sol popülist strateji politikanın, duygulanımların önemli rol oynadığı tarafgir bir etkinlik olduğunun bilincindedir. “Biz” ve “onlar” arasında, “halk” ile “oligarşi” arasında politik bir hudut çizmek, kimlikleştirmenin kolektif formlarının inşasında rol oynayan duygusal boyutu harekete geçirmeye kadirdir. Bu, sol politikaya sık sık akıl veren rasyonel teorik çerçevenin hesaba katamadığı şeydir. Doğru fikirler yeterli değildir ve Spinoza’dan hatırlayacağımız üzere fikirler yalnızca duygularla karşılaştığında bir kuvvet kazanır. Politikada iyi detaylandırılmış bir programa sahip olmak yeterli değildir. Sadakati sağlamak ve insanları eyleme teşvik etmek için insanların arzularına ve kişisel deneyimlerine hitap edecek duygulanımları iletmek zorunludur.

Politikanın iki temel duygusu korku ile umuttur ve solun, korku ile harekete geçen değil, aksine eşitliğin ve halk egemenliğinin demokratik prensiplerinin gerçekleştirilebileceği farklı bir dünya öngörüsüyle, insanları politik bir tasarı etrafında birleştirebilmesi önemlidir. Neoliberalizme karşı saldırgan sol popülist karşı-hegemonyanın, eşitsizliğin muhtelif biçimlerine karşı birçok demokratik mücadele ile doğa savunusunu birleştiren “Yeşil Demokratik Dönüşüm” çatısı altında başlatılması gerekir. Burada önemli olan yalnızca sosyoekonomik durumun değil, feministlerin, ırkçılık karşıtlarının ve LGBTIQ+ bireylerin bin bir türlü mücadelesinin kayıt altına alınabileceği bir “halk”, bir kolektif irade inşa edebilmektir.

“Yeşil Demokratik Dönüşüm”

Şüphesiz ki bu talepler heterojen bir yapıdadır ve bir eklemleme biçimini gerektirir. Ben, “Yeşil Demokratik Dönüşüm” hakkında konuşmanın ve ekolojik dönüşümü demokrasiyi derinleştirmenin bir süreci olarak tasavvur etmenin bu eklemleme prensiplerini yaratacağına inanıyorum. Çünkü bu, çeşitli demokratik taleplerin etrafında kristalize olabildiği bir tasarıdır ve toplumumuzun eşitlik ve özgürlük mücadelesine yol göstermiş olan demokratik hayalin duygusal kuvvetidir. Kaçınılmaz ekolojik dönüşümü Yeşil Demokratik Dönüşüm formu içerisinde canlandırmak; demokratik hayali, eyleme koyabilir ve eşitlikçi bir çizgide korunma arzusuna kararlı bir şekilde işaret ederek birçok grup arasında güçlü duygulanımlar yaratabilir.

Yeşil Demokratik Dönüşümün amacı toplumu savunmacı milliyetçiliğe dönmeye ya da teknolojik çözümleri pasif bir şekilde kabule etmeye zorlamak yerine toplumu ve onun, bir bakıma, insanlara kuvvet veren varlığının fiziksel yapısını korumaktır. Bu, sosyal adaleti sağlayarak ve dayanışmayı teşvik ederek, bir grup insanın değil, birçok insanın korunmasıdır.

ABD’de Sunrise Hareketi ve Alexandria Ocasio-Cortez tarafından savunulan Yeşil Yeni Düzen (Green New Deal) böylesi tasarılar için iyi bir örnektir çünkü sera gazı emisyonunun düşürülmesi ile eşitsizlik ve ırksal adaletsizlik gibi sosyal problemleri çözme gayesini birbirine bağlar. Yeşil Yeni Düzen, yeşil ekonomide ücretli istihdamın devlet tarafından evrensel anlamda garanti altına alınması gibi, işleri etkilenecek halk kesiminin tutunmasını güvence altına almak için hayati önem arz eden birçok öneri içerir. İngiltere’de Jeremy Corbyn yönetimindeki İşçi Partisi programının merkezini oluşturmuş olan Yeşil Endüstri Devrimi de sosyal ve ekonomik adaletin ekolojik adaletten ayrılamayacağını öne sürmüş ve ekonominin hızlı bir şekilde karbonsuzlaştırılması ile sürdürülebilir, yüksek maaşlı ve sendikalaşmış işe yatırımı birlikte düşünen tedbirleri desteklemişti. Diğer birçok yeşil önerinin aksine, bu iki tasarı, gerçek ekolojik dönüşümün finansal kapitalizmden bir kopuş gerektirdiğini fark etmiştir ve radikal sistemsel değişim için çağrıda bulunmuştur.

Sınıf Mücadelesi ve Ekolojik Kriz

Sol popülist stratejiyi savunanlar çoğu kez Marksistler tarafından sınıf mücadelesinin varlığını reddetmekle suçlanırlar: fakat bu bir yanılgıdan ibarettir. Sol popülist strateji toplumun, bazıları sosyoekonomik bir kökene sahip olmakla birlikte çapraşık antagonizmalardan oluştuğunun bilincindedir. “Sınıf” kavramının proletarya ve burjuvazi arasındaki antagonizma ile sınırlı olmadığı göz önünde bulundurulursa, bunlara “sınıf” antagonizmaları denilebilir. Fakat bu sosyoekonomik antagonizmaların yanı sıra, muhtelif sosyal ilişkilerde yuvalanmış diğer tahakküm formlarına karşı mücadeleye yol açan farklı antagonizmalar mevcuttur. Bu nedenle biz, 1985 yılında Hegemonya ve Sosyalist Strateji kitabında, demokratik ideallerin çok kapsamlı sosyal ilişkilere doğru genişlemesi anlamına gelen “demokrasiyi radikalleştirme” olarak sosyalizmi yeniden formüle etmeyi önererek, işçi sınıfının taleplerinin sosyal hareketlerin talepleri ile beraber dile getirilmesi gerektiğini öne sürmüştük.

Bugünlerde, bu şekilde bir demokrasiyi radikalleştirme tasarısı, ekolojik kriz ile yeni bir boyut kazanmıştır. Yirminci yüzyılda sosyalist tasarının merkezinde yer alan sorun eşitsizlikti ve sosyal adalet için mücadele, büyümenin meyvelerinin eşit bir şekilde yeniden dağıtımı olarak tasavvur ediliyordu. Yeni sosyal hareketlerin mücadelesi sosyal adalet sorununa yeni bir bakış açısı kazandırdı fakat odak noktası otonomi ile özgürlüktü ve birkaç ekolojik hareket dışında onlar, temel olarak büyümenin kökenini hedef almıyordu.

İklim krizi ile birlikte son yirmi yılda, sosyal adalet için mücadelenin üretime dayalı büyümeyi savunan (productivist) ve yeraltı kaynaklarına dayalı büyümeyi savunan (extractivist) modeli sorgulamayı gerektirdiği yeni bir safhaya girdik. Büyüme, korunmanın kaynağı olarak geçerliliğini yitirmiş, toplum varlığının fiziksel yapısı için bir tehlike teşkil eder hale gelmiştir. Artık yıkıcı etkileri özellikle en kırılgan gruplar tarafından hissedilen ve toplumun varlığını tehlikeye atan büyüme modelinin sonunu sorun etmeyen bir demokrasiyi radikalleştirme sürecini tasavvur etmek mümkün değildir.

Bu nedenle sol popülist stratejinin önemi, neoliberal düzenden demokratik bir kopuş elde etme gayesiyle baskı ve tahakküme karşı Yeşil Demokratik Dönüşüm etrafında birçok mücadelenin eklemlenmesi arayışında yatar.  Bugün “sınıf mücadelesi” bu şekilde vuku buluyor.


Çeviren: Onur Aslan

[1]  Evgeny Morozov, To Save Everything, Click Here. The Folly of Technological Solutionism, Public Affairs, New York, 2013.

[2] Günümüzdeki popülist hareketleri anlamak açısından Polanyi’nin önemine değinen son derece başarılı bir çalışma için bkz. Jorge Tamames, For the People. Left Populism in Spain and the US, Lawrence & Wishart, Londra, 2020.


Bu yazı 15 Eylül 2020'de Open Democracy ve Brave New Europe'ta yayımlanmıştır.