İstanbul’da COVID-19

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever

İlk olarak Çin’de sıradışı göz bulgularına dikkat çeken ve sonrasında da keşfettiği hastalık nedeniyle hayatını kaybeden Dr. Li Wenliang’ın kuşkulandığı bir hastalıktır COVID-19. Ardından yine Çin’de nedeni saptanamayan pnömoni vakalarının bildirilmesiyle kamuoyundan artık gizlenemeyecek duruma gelen hastalığın etkeni 7 Ocak 2020’de tanımlanmıştır: SARS-CoV-2. 

Hastalığın dünyaya yayılması ise küreselleşmenin etkisiyle çok hızlı olmuştur. 13 Ocak tarihinde Çin dışında ilk vaka Tayland’dan bildirilmiş, devamında ise ocak ayı boyunca vaka görülen ülke sayısı hızla artarak 30 Ocak tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından “Uluslararası Öneme Sahip Halk Sağlığı Acil Durumu” ilan edecek duruma ulaşmıştır. 11 Mart 2020 tarihinde ise DSÖ tarafından sorunun tüm dünyayı ilgilendirdiği pandemi ilan edilmesi suretiyle dünyaya duyurulmuştur. Türkiye’de doğrulanmış ilk COVID-19 vakası da pandeminin ilan edildiği 11 Mart 2020 tarihinde açıklanmış ve ilk resmî ölüm de 17 Mart 2020 tarihinde duyurulmuştur.

İlk Salgın Değil…

Salgın tarihi incelendiğinde COVID-19’un koronavirüsün ilk salgını olmadığını görülebilir. Gerçekten de koronavirüs, Şubat 2003’te, Çin Halk Cumhuriyeti’nde “Akut Solunumsal Sendromu”na (SARS-CoV-1) yol açmış ve 8 ay süren bu salgın 8 bin 98 doğrulanmış vaka ve 774 ölümle sonuçlanmıştır. Bu salgından yaklaşık on yıl sonra 2013 yılında “Ortadoğu Solunum Sendromu” (MERS-Cov) olarak adlandırılan ve yüksek patojeniteye sahip yeni bir koronavirüs salgını Suudi Arabistan’da ortaya çıkmıştır. Develerin bulaş kaynağı olduğu bu salgın da 27 ülkede, 2 bin doğrulanmış vaka ve 803 ölüme neden olmuştur. Son koronavirüs salgınından altı yıl sonra tüm dünya SARS-CoV-2 pandemisi ile uğraşmaktadır.

Bugün itibarıyla dünya dokuz, Türkiye yedi ayı aşkın bir süredir COVID-19 pandemisi ile mücadele etmektedir. 31 Ekim 2020 günü itibarıyla tüm dünyada vaka sayısı 46 milyonu, yaşamını kaybedenlerin sayısı da 1 milyonu aşmıştır. Aynı gün itibarıyla Türkiye’de ise resmî hasta sayısı 375 bini, vefat sayısı ise 10 bini geçmiştir. T.C. Sağlık Bakanlığı’nın son yayımlanan 19-25 Ekim 2020 tarihli Durum Raporu’na göre ise İstanbul’da hasta ve ölüm sayıları sırasıyla 140 bin 192 ve 3 bin 253’dür.

Salgının Başkenti İstanbul

Son açıklanan resmî veriler İstanbul’da her 100 bin kişiden 903’ünün hasta olduğunu ve her 100 bin kişiden 21’inin yaşamını yitirdiğine işaret etmektedir. Türkiye’de ise mevcut oranlar sırasıyla 436 ve 12’dir. Başka bir ifadeyle, İstanbul’da yaşayan yurttaşlar, Türkiye genelinden iki kat daha fazla hastalığa yakalanma ve ölme riski altındadırlar. 

Dönemsel olarak zaman zaman başka il ve bölgeler Türkiye’de salgının önde gelen yerleşim yerleri olmuş olsalar da İstanbul, yaz ayları haricinde hemen her zaman salgının başkenti olma özelliğini yitirmemiştir.

Öte yandan İstanbul, vakalara ulaşma ve dolayısıyla tedaviye başlama süresi açısından dezavantajlı konumdadır. Türkiye genelinde ortalama 6,6 saatte vakalara ulaşılırken, İstanbul’da ancak 9 saatte ulaşılmaktadır –ki bu süre Türkiye’de en geç ulaşmaya karşılık gelmektedir. Benzer biçimde vakaların temaslılarına ulaşma bakımından da Türkiye ortalaması 11,7 saat iken, İstanbul’da 14,3 saattir. Son olarak Türkiye’de vakaların %89,7’si aile hekimleri tarafından izlenirken, İstanbul’da bu oran %81,9’dur –ki bu oran Türkiye’deki en düşük izlem oranına karşılık gelmektedir.

Salgının “başkenti” olmasının getirdiği yoğunluk kadar sağlık hizmet altyapısının İstanbul özelinde yeterince güçlü olmaması da mevcut dezavantajlara yol açmaktadır. Gerçekten de İstanbul’da kamunun sağlık altyapısı tahmin edilenin aksine oldukça kısıtlı ve güçsüzdür. Bu bağlamda aile hekimliği sistemi çerçevesinde açılan kadrolarının kimisinin tercih edilmediği bilinmektedir. Benzer biçimde hastane altyapısı da dezavantajlı durumdadır. Örneğin Türkiye’de her 10 bin kişiye ortalama 29 hasta(ne) yatağı düşerken, İstanbul’da bu oran 26’dır. Her ne kadar son yıllarda hasta(ne) yatak sayısında artış olmuş ve ülke genelinde her 10 bin kişiye 31 hasta(ne) yatağına ulaşılmış olsa da 10 bin kişiye düşen hasta(ne) yatağı sayısı bakımından; OECD ülke ortalamasının 45, Almanya’nın 74 ve Japonya’nın 130 olduğu düşünüldüğünde, İstanbul’da (ve Türkiye’de) yatak sayısının ne kadar eksik olduğu daha iyi anlaşılabilir.

Sağlık Bakanlığı’na ait hasta(ne) yatak sayısı bakımından ise İstanbul’un eksikliği çok daha belirgindir: Türkiye genelinde her 10 bin kişiye 17, İstanbul’da ise 13 devlet hastanesi yatağı düşmektedir. Yoğun bakım yatakları açısından da benzer bir dezavantaj vardır: Türkiye genelinde her 10 bin kişiye 2, İstanbul’da 1,4 yoğun bakım devlet hastanesi yatağı düşmektedir.

İstanbul’da Hızlanan Salgın

İstanbul 15,5 milyon nüfusu ile sadece Türkiye’nin değil dünyanın da en kalabalık şehirlerinden birisidir. İstanbul nüfus yoğunluğu açısından da kilometrekareye düşen 2 bin 892 kişi ile en yoğun illerimiz arasındadır. İl genelinde 3 milyonun üzerinde öğrenci vardır. Mültecilerin ve kadın cinayetlerinin de en fazla olduğu şehirdir.

COVID-19 salgının ilk dalgasının yaşandığı nisan ayında Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca tarafından “Türkiye’nin Vuhan’ı” olarak tanımlanan İstanbul, aradan geçen yaklaşık altı aylık sürenin ardından tekrar salgının en yoğun olduğu ve bulaşın çok hızlandığı il olmuştur. Sağlık Bakanlığı tarafından son yayımlanan Durum Raporu’na göre; 19-25 Ekim tarihleri arasında İstanbul’daki hastaların toplam hastalar içindeki payı %39’dur. Son yedi gün içerisinde Türkiye genelinde yaşayan her 100 bin kişinin 17’sine COVID-19 hastalık tanısı konulurken, İstanbul’da her 100 bin kişinin 32’si COVID-19 tanısı almaktadır –ki bu Türkiye ortalamasının 1,84 katıdır ve önceki haftaya göre artış oranı %37,7’dir (Şekil 1).

Şekil 1: Her 100.000 Kişiye Düşen Yeni COVID-19 Hasta Sayısı*

Aslında İstanbul (ve Türkiye) genelinde yaşanan bu artış birdenbire gelişmemiştir. Aksine ağustos sonu-eylül ortası dönemde İstanbul’da ilk kıpırdanmanın başladığı, bulaş hızının eylül sonunda belirgin biçimde ivmelendiği ve eylülün son haftasında toplam bin 927 yeni hasta sayısına ulaştığı, ancak bu dönemlerde fizikî hareketi kısıtlayıcı bir önlem alınmadığı için artış hızının katlanarak 12-18 Ekim haftasında 3 bin 576’a, 19-25 Ekim haftasında da 4 bin 924’e ulaştığı görülmektedir (Şekil 2).

Şekil 2: İstanbul’da Haftalık Yeni Hasta İnsidansı

Ölümler

Türkiye genelinde COVID-19 salgınının yol açtığı vefat sayısı ise bilinenin aksine yüksektir. Yaşa bağlı ölüm oranlarına bakıldığında Türkiye’deki ölüm oranının Almanya’nın iki, Güney Kore’nin on altı katı olduğu görülmektedir.

31 Ekim 2020 tarihi itibarıyla Türkiye genelinde ağır hasta sayısı 2 bin 75’dir. Bilindiği üzere 11 Mart’tan bu yana yoğun bakımda yatan hasta sayısının azami bin 922, ağır hasta sayısının azami bin 87 olduğu dikkate alınırsa, salgının ekim ayındaki ağır hasta yükünün ne kadar fazla olduğu ve arttığı daha rahat anlaşılabilir. Öte yandan unutulmamalıdır ki yoğun bakım ve entübe hasta sayısının yerine ağır hasta sayısının açıklanmaya başladığı 29 Temmuz gününden bu yana ağır hasta oranında 3,8 kat artış yaşanmıştır.

Benzer bir artış trendi vefat sayılarına da yansımıştır. Örneğin 17-23 Ağustos tarihleri arasında 147 olan toplam vefat sayısı, 14-20 Eylül tarihleri arasında 450’ye, 19-25 Ekim tarihleri arasında da haftalık olarak 503’e ulaşarak ağustos-ekim arasında 3,4 kat artış kaydetmiştir. Öte yandan İstanbul’da yaşanan haftalık resmî ölüm sayısında da benzer bir artış yaşanmış, ağustos-ekim arasında vefat sayısı da 4,9 kat artarak 63’e ulaşmıştır (Şekil 3).

Şekil 3: İstanbul’da Vefat İnsidansı

Son olarak İstanbul’da COVID-19 salgını dönemindeki ölüm sayıları ile 2015-2019 yılları arasının aynı dönemi ile kıyaslandığında 12 Mart-13 Ekim tarihleri arasında toplam 7 bin 24 ek ölümün gerçekleştiği görülmektedir. Veriler, nisan ve ekim aylarının gerçekleşen bu ölümler bakımından en yüksek iki ay olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle hiç şüphesiz bu ölümlerin büyük kısmı COVID-19’a bağlı ölümlerdir. Ayrıca söz konusu ölümler arasında pandemi nedeniyle diğer hastalıkların tedavisinin etkin yapılamaması ve hastaların sağlık kurumlarına geç başvurmasından kaynaklanan ek ölümler de mevcuttur. Zaten Türk Kardiyoloji Derneği’nin TURKMI-II araştırmasının bulgularına göre pandemi döneminde kalp krizi gerekçesiyle hastaneye başvuran hastaların sayısında pandemi öncesine kıyasla %47,1 oranında azalma gerçekleşmiştir.

Hastalık ve Ölüm Eşitsizliği

Her ne kadar COVID-19’un “demokratik” bir virüs olduğu ve herkesi hastalandırdığı ifade edilmiş olsa da hayatta ve sağlıkta eşit olamayanlar hastalık ve ölümde de eşit değillerdir. Gerçekten de İstanbul Büyükşehir Belediyesi ulaşım verilerinden de görüleceği üzere, salgının bulaşıcılığı arttıran temel faktörlerden birisi olan ulaşım hareketliliğinin asıl nedeni emekçilerin çalışmak zorunda kalmalarıdır. Büyükşehir Belediyesi verileri, özellikle mavi yakalı çalışanların COVID-19 açısından yüksek risk grubunu oluşturduğunu ortaya koymaktadır (Şekil 4).

Şekil 4: Mavi Yakalıların Hareketlilik, Gelir Düzeyi ve COVID-19 Hastalık İlişkisi

Gerçekten de İstanbul’da yaşanan COVID-19 salgınının merkez üssü hemen daima Avrupa olmuştur. Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Esenyurt ve Küçükçekmece gibi mavi yakalıların yoğun olarak ikamet ettiği bölgeler ile Anadolu yakasında Kurtköy, Pendik, Samandıra, Ümraniye ve Tuzla COVID-19 açısından İstanbul’un öncelikli risk bölgeleridir.

Öte yandan mavi yakalı çalışanların ağırlıkla Beylikdüzü, Birlik, Dudullu, İkitelli, İstanbul Anadolu Yakası, İstanbul Deri Sanayi, Tuzla ve Tuzla Kimya Sanayicileri organize sanayi bölgelerinde çalışması ve ev ile iş arasındaki mesafeyi her gün katetmek zorunda kalması İstanbul’daki COVID-19 salgınına potansiyel teşkil eden bir hareketliğe yol açmaktadır.

Zaten Türk Tabipleri Birliği’nin Altıncı Ay Raporu’nda da ortaya konulduğu üzere İstanbul’daki COVID-19 vakalarının en çok görüldüğü “yüksek ısılı” kırmızı bölgelerin orta-orta altı sosyoekonomik konuma işaret eden mahaller olduğu gösterilmiştir. Bu bağlamda aslında İstanbul’un (ve Türkiye) COVID-19 salgını gerçeği Vali Ali Yerlikaya’nın şu cümlelerinde somutlaşmıştır:

"İstanbullu hasta hasta işe gidiyor. Çünkü COVID’den korkuyor ama işten atılmaktan daha çok korkuyor…” 


* T. C. Sağlık Bakanlığı, COVID-19 Haftalık Durum Raporu, 19/10/2020 – 25/10/2020.