Sezen Ünlüönen, 9 Kasım 2020 tarihinde Birikim’de yayınlanan “Ezhel Niye İspanyolca Şarkı Yazıyor?” adlı yazısında Ezhel özelinde Türkiye’de yapılan rap müziğe, yer yer katıldığım ve fakat eksik bulduğum bir eleştiri getirdi. Eleştirisinde Ezhel’in şarkılarında İspanyolca kelimeler/ifadeler kullanmasına değinirken “merhametli” bulduğu bir yorumu bence oldukça sert: “başka kültürlerle yüzeysel bir ilişki kuran bir sömürgeci gibi”. Ezhel tarzındanki rapçilerin evrensel değerleri içselleştirdiğini düşünen birisi olarak niyetlerinin ya da eylemlerinin sonuçlarının bunlarla bağdaştırılması, ancak yanlış bir bakış açısının sonucu olabilir. Ezhel’in 100 tane parçası varsa bunlardan 95 tanesi bu tür “mesaj kaygılarıyla” doludur. Aslında Ünlüönen’in farkında olup olmadığını bilmediğim bir tartışma, yazısında kendisini göstermiş. Bu tartışma “rap müziğin içeriğinin boşaltılması” olarak ara sıra rapçilerin röportajlarında da kendisine yer bulan bir tartışmadır. Burada, her rapçiye sadece müzik yaptığı için saygı duyan rapçilerden bahsetmemiz gerek. Hatta bununla yetinmeyip rap dışında, rap müziğin karşısında olduğunu iddia edilen pop müzik yapan sanatçılarla dahi ortak çalışmalara imza atmış rapçiler var. Bu dilemmanın karşısında yer alan rapçilerse, bu tarz bir yaklaşımın rap müziğin içini boşaltmaktan başka bir yere çıkmayan bir tünel olduğu görüşündeler. Rapçi Saian’ın bir söyleşisine de başlık olan bir dilemma aslında bu.
Ünlüönen’in ifade ettiği “çocuk tekerlemesi düzeyinde” bulduğu şarkı sözlerinin bu dilemmadaki tarafı “içini boşaltan” rapçilerin durduğu taraf. Haklı olarak cinsiyetçi bir bakış açısı, şiddeti övme, homofobi vs. eleştirisine konu oluyor. Fakat ifade etmediği bir şey var, ritim ve tekerleme tarzı zaten rap müziğin özünü oluşturan unsurlar. Bunu “Demet Akalın / hadi akalım” şeklinde söylediğinizde elbette geniş kitlelerde bir karşılığı olacaktır ya da siz istediğiniz kadar bunun için rap yapmadığınızı ifade edin, sonuç buraya çıkacaktır. Ama bunun bir tarz olduğunu, bir ifade şekli olduğunu unutmamalıyız. İster İspanyolca kelimeleri İngilizceleri ile karıştırıp bir ifadeye varsın, ister sadece tekerleme tarzında söylesin bu bir ifade biçimidir. Bir oyun gibidir rap müzik. Kelimeler ağızdan prozodilerine göre çıkar ya da çıkmaz. Ses tonunuzu sertleştirebilir (Massaka) ya da inceletebilirsiniz (Kontra). Birbirleri ile kafiye oluşturan kelimeleri peş peşe sıralayabilir (Killa Hakan) ya da hiçbir anlamı olmayan birkaç kelimeyi peş peşe dizebilirsiniz. Bazen ritmin kendisine zihni bırakmak da amaç haline gelebilir. Sadece ritmini hissetmek için kaç tane şiir okuduk öyle değil mi? Ya da deniz kenarında dalgaların kıyıya çarptığını izlemek neden önemsiz bir şey olsun?
Sokağın dilinin ifade alanı bulmasından daha politize edilmiş ne olabilir? “Küvette seks / küvette seks” dese dahi, milyonlarca dinleyici bulmuş bir sanatçının bunu “görünür kılmasından” daha politik sanat nasıl yapılabilir? Üstelik bu sanatçı yakın zamanda “suçlu” bulunmuş ve “içeri alınmış” bir sanatçı.
Ünlüönen’e katılmadığım bir başka nokta da şurası: “Zaten rap şarkılarının ekseriyetinin kadın düşmanı olduğunu söylemek artık günümüzde Papa’nın Katolik olduğunu haber vermek kabilinden bir malumu ilam çeşidi.” Bu cümleler biraz rap müziğin yayıldığı çevreyi ve bu kültürü oluşturan unsurları tanıyamamakla ilgili. Bu müziği yapan insanların ekseriyeti bu işi bir eğlence ya da zaman geçirme faaliyeti olarak görmüyorlar. Bu müzik türü hiçbir zaman Kurtlar Vadisi izleyicisi tarafından dinlenmeyi istemiyor. Ana akım medyada pohpohlanıp vitrine koyulmuyor. Bu müzik şu anki seviyesine tırnaklarıyla kazıyarak geldi. Haliyle “kadın düşmanlığı” ifadesi çok aşırı bir yorum olur. Evet cinsiyetçi ve eril bir söyleme ait rap parçaları var. Fakat bu, rapçilerin de ısrarla farkındalık yaratmaya çalıştıkları ve aşmaya çalıştıkları bir konu. Toplumsal projelerde gönüllü faaliyetler, parçalarında, bazen sorunlu olsa dahi, bunu aşmaktaki niyetleri vs. (“Amerikan Rap'i gibi kadını aşağılamam / Hepsi zaten bir çiçek, koparamam”, Ceza)
Bu dilemmaya tekrar dönecek olursak, en temele indiğimizde, aslında Türkiye’de bilim, sanat ve diğer alanlarda da bu dilemmanın göstergelerini apaçık görürüz. Okunmuş erik ile TÜBİTAK projesine katılanlar, yaptığı tek bir jest ile Instagram’da milyonları takipçi olarak kazanan ve ne iş yaptıklarını tam alarak kimsenin bilmediği göstergeler (Şeyma Subaşı, Murat Övünç vs.). İkinci şiir kitabı ile “ilk kitap şiir ödülünü” kazanan yazarlar. O kadar örnek var ki… Ünlüönen’in Ezhel’de eleştirdiği durum, aslında toplumsal alanda yağmur gibi yağıyor.
2000’lerden sonra özellikle yeni kuşağa ödetilmeye çalışılan bu tür faturaları kes kes bitmez. Oysa sorun, bizim sanat/kültür dünyamızın, yıllardır manipüle edilip bu tür işlerden kazanç sağlayan insanların at koşturduğu bir alana dönüşmesi. Ezhel örneğinde şunu düşünebiliriz. Bu tür içi boşalmış ve herkesin hoşuna giden figürlerin/şarkıların oluşması, bu organizasyonu yapan şirketlere, kişilere vesaire, ne kadar kazandırıyor? Haliyle devamında “İspanyol pazarına” iş sipariş edilmiş dahi olabilir, neden olmasın? Bu işi bir ticaret olarak görenler, rapin içinin boşalıp boşalmadığından kaygı duyarlar mı ki?
Ünlüönen’in haklı bulduğum Ezhel eleştirisinin çıkış noktası, başka bir rapçi Killa Hakan olsaydı, tartışmamız için daha verimli bir alan açılırdı. Almanya-Türkiye arasında yıllardır mekik dokumuş, Almanca Türkçe sentaksı ve kelimeleri sürekli karıştırmış ve Ezhel’e örnek olmuş, her iki kültüre de aşina ve rap müziği bir kalkan gibi kullanan bir isim Killa Hakan. Ezhel ile ortak noktaları tarzlarının benzerliği.
Zalim bir sistemden kötülük yapmamasını rica edemezsiniz. Rap müzik, Türkiye’de son on yılda tüm sanat dalları arasında müstesna bir yer edinen ve benim daha çok “toplumsal ve protest bir hareket” olarak gördüğüm kendinde bir fenomendir.