İletişim Yayınları, Tom Regan’ın Kafesler Boşalsın adlı eseriyle yeni bir kitap dizisine başladı: Hayvan Hakları Dizisi. Sol çizgisiyle tanınan bir yayınevinin, solun bugüne dek en iyi ihtimalle istihzayla yaklaştığı bir meseleyi başlı başına bir dizi oluşturacak ciddiyetle gündemine alması, büyük ölçüde üst sınıf hayırseverliğine havale edilmiş hayvan hakları sorununun farklı perspektiflerden tartışılmasını sağlayacak kaynakların dilimize kazandırılacağını muştuluyor. Daha önce, yine İletişim Yayınları bünyesinde çıkan Birikim dergisinin 195. sayısında, “İnsan-Hayvan: Sorumluluk, Hak, Şefkat?” başlığıyla modern hayvan hakları hareketinin temel metinlerini biraraya getiren bir dosya hazırlandığını da hatırlatmakta fayda var.
North Carolina Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Tom Regan, hayvan hakları hareketinin teorik önderlerinden biri olmasının yanı sıra hareketin aktif katılımcılarından. Birikim’in “Güncel” sayfasında, hayvan deneylerinin yapıldığı bir laboratuvarda gerçekleştirdikleri eylemi anlattığı bir yazısı bulunuyor: “Hayvan Hakları Hareketi Sivil İtaatsizliğe Başvurmalı”. Regan, hayvan hakları kuramını ilk olarak The Case for Animal Rights (Hayvan Hakları Savunusu, 1983) adlı eserinde ortaya koydu. Birikim’in dosyasında yer alan “Hayvan Hakları İçin Temel Argümanlar” başlıklı metin bu kitaptaki tezlerin ve kilit kavramların bir özeti sayılabilir.
Regan 2006 yılında kaleme aldığı Kafesler Boşalsın’da ise, “hayvanların hakları olabilir mi” sorusunu felsefî düzeyde yanıtlamanın yanı sıra, kamuoyunun geniş kesimlerinde kayıtsızlıkla ya da tepkiyle karşılanan hayvan hakları aktivistlerinin taleplerinin hangi saiklere dayandığını açıklıyor, giyimden eğlence sektörüne kadar hayatın her alanında kullanılan hayvanların pratikte nasıl muamelelere maruz kaldıklarını gözler önüne seriyor. Hayvanların hakları olduğu savını temellendirmek için, yaş, cinsiyet, ırk, ekonomik statü ya da zeka seviyesi gibi kıstaslardan bağımsız olarak bütün insanları kapsayan insan haklarının hangi temele dayandığını irdeliyor ve bu temelin hayvanlar için de geçerli olduğunu kanıtlıyor. Hayvan hakları meselesini hem bu felsefî boyutuyla, hem mücadelenin kitleselleşmesi önündeki engeller açısından, hem de mücadelenin aciliyetini gösteren pratik zulüm örnekleriyle ele aldığı için, Kafesler Boşalsın’ın dizinin ilk kitabı olarak yerinde bir seçim olduğunu söyleyebiliriz. Kitabın çevirisini, Kitap Yayınevi’nin Doğa ve Bilim Dizisi’nden çıkan hayvan davranışlarıyla ilgili kitapların çevirisine imza atmış, hayvan hakları savunucusu Serpil Çağlayan’ın üstlenmiş olması da, Tom Regan’ı konuya vâkıf ve duyarlı bir çevirmenin kaleminden okumamızı sağlıyor.
Hayvan hakları fikri etrafında öne sürülen olumlu ya da olumsuz bütün argümanlar bir tarafa, bu fikrin yandaşlarının da karşıtlarının da üzerinde anlaştığı bir nokta var: Hayvanlara işkence çektirmenin, eziyet etmenin yanlış olduğu. “Hayvan hakları savunucusu” olarak adlandırılan insanların mücadelelerini dayandırdıkları temel ilke de bu. “Bizler bu hayvanları ‘evcil hayvanlar’ haline getirmek istemiyoruz. Bizim istediğimiz çok daha basit bir şey: İnsanların onlara feci şeyler yapmaktan vazgeçmelerini istiyoruz.” (Kafesler Boşalsın, s. 16) Peki hayvan hakları fikri, bu kadar temel ve teoride herkesçe kabul edilebilecek bir ilkeyi ifade ediyorsa, bütün bu tartışmaların ve pratikte devam eden zulmün nedeni ne?
Öncelikle “zulüm” kavramının, hayvan hakları bağlamında ancak insanların hayvanlarla ilişkisinde geçerli olabileceğini akılda tutmak gerek. Hayvan hakları aleyhine öne sürülen argümanların bazılarında, hayvanların birbirleriyle olan ilişkileri referans gösterilir ve doğanın güç dengesine dayalı ilişkilerinde büyük ölçüde vahşetin hâkim olduğu söylenir (bu argümanın bir sonraki adımı, hayvanların birbirlerinin “haklarını” umursamadıkları, hatta hakları olduğunun farkında bile olmadıkları, dolayısıyla insanların da onların haklarını umursaması için bir neden olmadığı iddiasıdır). Oysa hayvan hakları anlayışı, sosyal ve politik canlılar olarak insanların hayvanlara yönelik davranışlarını konu edinir; hayvanların birbirleriyle olan ilişkileri “zulüm” ya da “sömürü” gibi terimlerle yargılanamaz, bunlar, insan toplumuna özgü politikanın ve ahlakın alanına giren adalet anlayışının ürünü olan nitelemelerdir.
Hayvan hakları fikrini bu kadar tartışmalı kılan bir diğer nokta da, ‘insanca’ muamele gördükleri müddetçe hayvanların insan çıkarlarına hizmet edebileceğini savunan bir anlayışın hâkim olmasıdır. Tom Regan’ın, kitapta ısrarla üzerinde durduğu “hayvan refahı” ve “hayvan hakları” anlayışları arasındaki ayrım da buna dayanır. Hayvan refahı anlayışına göre hayvanların gıda, giyim, deney ya da eğlence malzemesi olarak kullanılması problem teşkil etmez, yeter ki söz konusu süreçlerde ‘zulüm’ içeren yöntemler kullanılmasın. Hayvanların sömürülmesinden rant sağlayan büyük sektörlerin bile, hayvanlara asla zulmetmediklerini, onlara ‘insanca’ muamele ettiklerini savunmaları, bu anlayışın hem ne denli yaygın olduğuna, hem de fiiliyatta hiçbir karşılığının olmadığına işaret eder. Sınaî çiftliklerin daracık kafeslerinde sefil bir hayata mahkûm edilen, yapay olarak yumurtlama döngüsüne girmeleri için aç ve susuz bırakılan tavuklardan elde edilen yumurtalar, “mutlu tavuklar” sloganıyla pazarlanır. “Spor” adı altında, zevk için hayvanları katleden avcılar, her fırsatta avlarını ne kadar “sevdiklerini”, ne denli “doğa dostu” olduklarını dile getirirler. Sirklerde anlamsız gösteriler yapmaları için yaban hayvanlarını döverek “eğiten” hayvan terbiyecileri, eğittikleri hayvanlara ne kadar bağlı olduklarını ifade ederler.
Tom Regan, “insanca yöntemler” ifadesinin bu sektörlerin temsilcileri tarafından nasıl içinin boşaltıldığını her örnekte ayrıntılı biçimde gösteriyor. Hayvanları kullanan büyük sektörlerin her birine ayırdığı bölümlerde (gıda, giyim, eğlence, yarışlar, deneyler), sözü edilen “insanca yöntemler”in fiiliyatta hiç de insanca olmadığını görüyoruz; daha da önemlisi, ne kadar sıkı denetimler uygulanırsa uygulansın, ne kadar ileri düzeyde koruma kanunları çıkarılırsa çıkarılsın, bu sektörlerin “insanca” bir varlık zemininin olamayacağını kavrıyoruz. “İnsanların hayvanlara feci şeyler yapmaktan vazgeçmeleri” gibi, görünürde basit bir talebe dayanan hayvan hakları anlayışının radikalliği de buradan ileri geliyor: “İnsanların hayvanları sömürmesi söz konusu olduğunda, hakların tanınması reformu değil, eski uygulamanın topyekûn feshedilmesini gerektirir… Hayvanları ister gıda, ister giyim, ister eğlence ya da araştırma amacıyla sömürüyor olalım, hayvan hakları hakikatinin gerektirdiği şey, kafeslerin genişletilmesi değil, kafeslerin tamamen boşaltılmasıdır.” (Kafesler Boşalsın, s. 24)
Tom Regan kitabını “bütün dünyadaki Kararsızlara” ithaf etmiş. Yani çocukluktan gelen doğal bir duyarlılıkla hayvan ürünlerini tüketmeyi reddedenlerden (Regan’ın “Da Vinciler” diye adlandırdığı insanlar), ya da hayatının bir noktasında yaşadığı bir olayın travmasıyla böyle bir duyarlılık geliştirenlerden (“Pavluslar”) farklı olarak, hayvan hakları bilincine adım adım, akıl yürütmeyle ve sorgulamayla varan insanlara. Hayvanlara zulmetmenin yanlış olduğunu düşünen herkes potansiyel birer hayvan hakları savunucusu ona göre. Gerçekten de, mezbaha ya da kürk üretim çiftliği gibi tesislerin “uzman” gözetmenler haricinde kamu denetimine kapalı olması, deney laboratuarlarında olup bitenlerin ancak radikal hayvan hakları örgütlerinin gizli kamera çekimleri sayesinde halka ulaşabilmesi, insanların çok büyük çoğunluğunun bu kapıların ardında yaşananlara karşı çıkacağının kanıtı.
Tom Regan’ın seslendiği Kararsızlar, bu kitabı okuduktan sonra, kendisinin umduğu gibi hayvan kullanımına dayanan ürünleri tüketmekten vazgeçerler mi bilemeyiz; ama adaletten, ahlaktan ve dünyayı değiştirme iradesinden dem vuran herkes, bu kitabın dayandığı değerlerin somut taşıyıcısı olmanın önemini teslim edecektir.
Birgün Kitap Eki, 15.5.2007