“İfade Özgürlüğü de, Bir Bebeğin Doğru Mamayla Beslenmesi de Haktır”
Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo ile Söyleşi

Bu röportajı aylar önce Takvim gazetesinin markete nasıl gidersek daha “mantıklı” alışveriş yaparız manşetini gördükten sonra yapmak istemiştim. Başlıktan bir cümle içinde ve yumuşatılmış şekilde bahsetmem ise bu röportajın içerisinde Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo’nun anlattıklarının o başlıktan çok daha anlamlı olması. Bir yılı aşkındır yaşadığımız pandemi sürecinde görmesini bilen herkes sokakta, markette, pazarda nelerin değiştiğini gördü elbette. Sosyal medya hesaplarından yardım talep etmek zorunda kalan insanlar, belediyelerin topladıkları yardımlara el konulması, devletin yaptık dedikleriyle dört kişilik ailenin açlık tutarının neredeyse 8 bin TL civarında olması… Hayat hepimize “ne yapabiliriz” ile “yapacak bir şey yok” diye arasında uçurum olan iki cümleyi aynı anlarda kurdurmayı başardı.

Şimdi sözü Hacer Foggo’ya bırakıyorum. Derin yoksulluk nedir, pandemi sürecinde neler oldu, Derin Yoksulluk Ağı neler yaptı, bize o anlatsın…

 

***

 

Derin yoksulluktan kastınız nedir?

Yoksulluğa sadece gelir bazında bakmak yeterli değil. Yoksulluk aynı zamanda bir sosyal dışlanma ve sistematik eşitsizlik durumu. Derin yoksulluk ise açlık sınırının altında yaşamak demek. Bu da temel beslenme, bakım, barınma, sağlık, psikososyal destek giderlerini karşılayamama durumudur. Diğer bir deyişle bireyin ya da ailenin her gün o günün nasıl geçeceğini, ne yiyeceğini, bazen nerede uyuyacağını, temiz suyu nereden bulacağını, bebeğin altını değiştirecek bezin yenisini, çocuğa içirecek sütü, eczaneden alınması gereken ilacın parasını nasıl ödeyeceğini düşünmesi ve bu düşüncelerin durmaksızın çocuğundan yaşlısına her aile ferdinin zihninde dolaşmasıdır derin yoksulluk. Sadece beslenme, barınma, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlara kitlenmek, buradan çıkarmak, yapabilirlikleri üzerine çalışmak her bireyin özgürleşmesi için uğraşmak. Yoksulluğun çok boyutlu halini tartışıyoruz. Yoksulluk sadece temel ihtiyaçlar ya da sadece gelirden yoksun olmak değil; sosyal, siyasal ve ruhsal boyutları da var.

Derin yoksulluk bağlamında dayanışmanın işlevi nedir?

Dayanışmanın nedeni aslında sosyal izolasyona, sosyal dışlanmaya tabi tutulanların yanında olmak demek. Bu bazen bizim yaptığımız gibi temel gıda ulaştırmak olabilir, bazen de adliyenin önünde ifade özgürlüğü nedeniyle hakkında dava açılan bir gazeteci ile yan yana durmak olabilir. Dayanışma bu nedenle aslında kendiliğinden bir mesaj içeriyor. İfade özgürlüğü de, bir bebeğin doğru mamayla beslenmesi de bir haktır. Dayanışma insanları bu haklardan mahrum edenlere, bu durumu görünür kılmaktır.

Siz Derin Yoksulluk Ağı olarak neler yapıyorsunuz, gözlemleriniz neler?

18 Mart 2020’den itibaren, yani bir yıldır derin yoksulluk yaşayan mahallelerde yaşayan çiçekçi, seyyar satıcı, terzi, tekstil işçisi, inşaat işçisi, kaynakçı, ev emekçisi, atık kâğıt işçisi, elektrikçi, berber gibi günlük kazanç getiren işlerde çalışan 3 binin üzerinde aileye destekçiler aracılığı ile taze ve temel gıda, bebek ve hasta bezi, mama ve temizlik ürünleri, çocukların eğitime erişimi için tablet ve soba desteği sağladık. Bu çalışmalar saha ziyaretleri, telefon görüşmeleri, yerel yönetimlere ziyaretler gibi 20’li yaşlardaki genç arkadaşlarımın gece gündüz çalışması ile devam etti. Çünkü bu yaşlarda özellikle derin yoksulluk çalışmak, her gün inanılmaz dramatik sorunların çözümü için uğraşmak, diğer yanda bu ailelere gıda sağlanması için çabalamak ve sahada araştırma yaparak politika üretmek ve yerel yönetimleri, ilgili kamu birimlerini uyarmak genç arkadaşlarımın da hayatını, hayata bakışını değiştirdi.

Yoksulluk kavramını yeniden tartışmaya başladık örneğin. Sahadaki deneyimlerimiz bu konuda yapılan çalışmaların ne kadar yetersiz olduğunu ortaya çıkardı. Örneğin kamu kurumları yoksulluğa sadece sosyal hizmet mevzuatının öngördüğü yerden bakıyor. Bu da yoksulluğu azaltmıyor, çoğaltıyor. Ailelerle ilgili tek bir şey söyleyebilirim. Açlık başladı. Evsizlik başladı. Bebeğine bez, mama alamayan annelerde psikolojik sorunlar başladı. Bunun ötesi yok.

Marketler

Derin yoksulluk yaşayan aileler için markete gitmek ancak il, ilçe belediyelerinin verdiği sosyal kartlarla mümkün olabiliyor, ayda bir kez gidebiliyorlar. Gittiklerinde de, son yapılan zamlarla, ancak bir teneke yağ ve bir küçük kutu salça alabiliyorlar zaten. O marketler, kapısından içeri zorunlu olmadıkça girilen yerler değil. Alışveriş için tercih edilen yerler bakkallar genellikle. Her mahalle bakkalının veresiye defteri dolu. Geçenlerde bir anne ile konuştum. Mahalledeki iki bakkala da borçlanmış. İkisine de gitmekten artık utandığını söyledi. En son gittiğinde çocukları aç olduğu için 100 gram peynir, 100 gram zeytin almış. Bir de market önlerine bırakılan son kullanma tarihi yaklaşmış gıda ve sebzeleri almak için gidiyorlar. Bizim İstanbul’da derin yoksulluk yaşayan mahallelerde 103 aile üzerine yaptığımız araştırma da bunu gösteriyordu, çöpten gıda toplayanların oranı her geçen gün artıyor.  

Yoksulluğu bizler nasıl ele almalıyız?

Daha fazla hak temelli bakışa ihtiyaç var. Bireyleri, aileleri, çocukları bu yoksulluk halkasından çıkartacak onları özgürleştirecek politikalara ihtiyaç var.

Derin yoksulluğu ve dayanışmayı bu şekilde tarif ederek yaptığınız çalışmalar nasıl bir farklılık yarattı?

Birincisi destekçiler bizim şeffaf, açık yürüttüğümüz bu dayanışmanın bir “hayırseverlik” değil, hak temelli bir dayanışma olduğunu gördüler. Güven ilişkisi tam da bu söylemle kuruldu. Pandemi sürecinde çalışamayan, gıdaya erişemeyen “açlık" durumundaki ailelerin evlerine doğrudan gıda desteği göndermek onlarda gerçek bir dayanışma duygusu yarattı. Ayrıca hayatlarında belki de hiç konuşmadıkları ya da hiç ilişki kurmadıkları, örneğin kâğıt toplayıcı, seyyar satıcı ve benzeri mesleklerdeki çalışmayan bireylerin durumlarının farkına vardılar. Bu onlara da karşılıklı bir öğrenme süreci sağladı.  

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk geçenlerde Covid-19 salgını nedeniyle geçilen uzaktan eğitim sistemine ilişkin "Salgın bitse de uzaktan eğitim artık kalıcı olacak. EBA altyapımızı güçlendirdik,” dedi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şu anda benim en çok korktuğum ve en fazla kaygı duyduğum şey binlerce çocuğun önümüzdeki öğretim yılında okula devam etmemesi. Bu korkunun temel nedenlerinden biri uzaktan eğitime erişememeleri. İkincisi de ekonomik nedenler. Kirayı ödeyemedikleri için sürekli ev değiştiriyor aileler. Çocuklar da çalışmaya başlıyor. Biz araştırmamızda bu dönemde çocukların %6’sının ev geçindirdiğine tanık olduk. Bakanın “uzaktan eğitim kalıcı olacak” demeden önce bütün bu sorunları çözecek bir sistemi kurması gerekiyor. Çünkü bu, çocukların okula devam etmemesi demek. Aynı zamanda binlerce yeni yoksul demek.

Dünya Bankası Türkiye ülke direktörü olarak görev yapan Auguste Tano Kouame, geçenlerde basına verdiği demeçte Covid-19un Türkiyede yaklaşık 3 milyon yeni yoksulla sonuçlanacağını tahmin ettiğini söyledi. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

BM Genel Sekreteri António Guterres de iki gün önce “gelişmekte olan ülkeleri, yükselen bir açlık, yoksulluk, sosyal huzursuzluk ve çatışma dalgasının” beklediğini, çok şeyin geri dönüşü olmayan bir şekilde değiştiğini söyledi. Maalesef bu durumdan en fazla etkilenecekler de derin yoksulluk yaşayan kırılgan topluluklar. Yani kronik yoksulluğun pençesinde olan günlük güvencesiz çalışanlar, göçmenler, mevsimlik işçiler. Covid-19 derin eşitsizlikleri belirgin hale getiren bir süreç. Yapılan sosyal yardımlar düzenli olmadığı ve sabit bir gelire dönüşmediği sürece insanlar açlıkla savaşacak. Bu yüzden sabit ve düzenli gelire ihtiyaç var. Özellikle günlük işlerde çalışan, pandemi öncesinde de yoksulluk koşulları altında yaşayan ve gıdaya erişmekte zorlanan hanelerin, pandemiyle birlikte günlük işlerini de kaybetmeleriyle temel gıdaya ulaşamamaya başladıkları ve açlıkla karşı karşıya kaldıkları görülüyor. Derinlemesine görüşmelerde bazı aileler pandemiyle birlikte çöpten yiyecek toplamak zorunda kaldıklarını söylüyor. Özellikle market çöplerine ve pazarlar bittikten sonra pazardan arta kalanları toplamaya gittiklerinden bahsediyorlar. Pandemiyle birlikte gıdaya ulaşmakta daha çok zorlanan aileler gıdaya ulaşabilmek için çöpten toplamak zorunda kaldıklarından bahsederken, bir yandan çöpten topladıklarını tüketmenin pandemi yönünden korku yarattığını anlatıyorlar. Görüşme yaptığımız kişilerin %84’ü yeterli miktarda besine ulaşmadığını belirtiyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız ve bu durumla ilgili henüz stratejik ve sürdürülebilir bir politika geliştirilmiş değil. Yeni Zelanda'nın İşçi Partili başbakanı Jacinda Ardern geçenlerde ülkede asgari ücreti saatte 20 dolara yükseltti. Eşzamanlı olarak, ülkenin en zengin kesiminden alınan vergiler de %39'a yükseltildi. Başka türlü bir çözüm yok.

Toplumun yoksulluğa bakışı nasıl? Salgın ve yoksulluğun bir tehdit olarak yükselmesi dayanışma mekanizmalarını nasıl etkiledi, değiştirdi? Yoksulluğun kaçınılmaz biçimde görünürleşmesi mahallelerde, yaşam alanlarında nasıl tecrübe ediliyor? 

Yıllardır yoksul mahallelerde çalışıyorum, sayısız ev ziyaretim oldu. Kentsel dönüşümde yıkılan mahallelerde dağılan aileleri de izledim. Şunu görüyorum açıkçası “onlar” ve toplumun geri kalanı var. Bu iki taraf için de aynı, eşitsizlik kabul edilmiş. Bir taraf için kabul edilmiş bir çaresizlik. Diğer tarafta ise bu çaresizliği “hayırsever” kimliği ile, “sistem sorunu” kimliğiyle görenlerin yanı sıra, yoksulları “tembel ve biatçı” olarak yaftalayanlar var.  

Bu yüzden çok zor. Bu üç tarafa bu durumu anlatmak, öğrenilmiş, ezber kalıpları yıkmak, özellikle kamu kurumlarında yerleşmiş algıyı kökten değiştirmek gerekiyor. Dolayısıyla kamu kurumlarının kapılarını her gün “sosyal yardımlar” için aşındıranların şu anda yaşadıkları tükenmişliğin beş yıl önceki çaresizlikle aynı olmadığını görmeleri gerekiyor.

“Yoksulluğu yeniden üretiyorsunuz, onları çalışmaya değil, muhtaçlığa sevk ediyorsunuz ya da sivil oluşumlara devlet yapar, siz köşenizde oturun” diyenler de var. Bu tepkinin nedeni sizce nedir? Devlet nereye kadar yapıyor ya da yapamıyor, siz devreye nerede giriyorsunuz?

Böyle düşünmenin bir tek nedeni insanların kendi çıkarlarını her şeyden üstün tutması. Böyle düşünenlere kamuda da, özel sektörde de, sivil alanda da rastlıyorum. Kendisi için hak olanı, kendi özerkliği, kendi çemberi dışında kalanlar için “hak” olarak göremiyor bu insanlar. Daha doğrusu “hak” olarak görmeye başladığında kendi konforunun da bozulacağından endişe duyuyor. Kendi konforunun bozulmaması, kendi iktidarının da ayakta kalması için yoksulu suçluyor. Bu yüzden yokluk içinde yaşayanlarla ilgili hiçbir şey yapmıyor. İşine geldiğinde sosyal medyayı kullanır belki, ama onun dışında başkaca bir şey yapmıyor.

Derin Yoksulluk Ağı olarak sizin çözüm önerileriniz ne? Kimler, neler yapabilir? 

Yoksulluk bir sosyal dışlanma ve sistematik eşitsizlik durumu, insanların ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kalmadan temel haklara ulaşması gerekiyor. Yoksulluğu azaltmaya yönelik hazırlanmış̧ tüm politika önerilerinin sözleşmelere dayandırılması gerekir.  Tabii pratikte gördüğümüz gibi sözleşmelere imza atmak yeterli değil, pratikte ilgili tüm birimleri çalıştırmak önemli.

Yoksulluk bir sosyal dışlanma mıdır?

Sosyal dışlanma, yani bir topluluğun ya da bir bireyin toplum dışına atılması, yani insanların temel haklarına, barınma, beslenme, eğitim gibi temel ihtiyaçlarına sistematik olarak ulaşamamasıdır. Bu sosyal dışlanma eğer yoksulluğun süreklileşmesine neden oluyorsa, yani mesela sürekli işsiz kalıyorsanız, bu işgücü piyasasından dışlanma anlamına gelir. Zamanla bu, kronik yoksulluğa neden oluyorsa bu sizin toplumdan ekonomik, kültürel ve mekânsal olarak dışlandığınız, tecrit edildiğiniz anlamına gelir.

Derin yoksulluk, kronik yoksulluk yaşayan toplulukların ortak özellikleri neler, nasıl yaşıyorlar?

Gözlemlerime dayanarak söyleyeceğim. 2006 yılında tanıdığım ve kentsel dönüşüm sonucu evleri yıkılan 5 yaşındaki Murat bugün 21 yaşında, yedi-sekiz kere ev değiştirdi, taşındığı evlerde küçükken kulağını birkaç kez fare ısırdı. Çok fazla mekân değiştirdiği için ilkokulu terk etti, birkaç kez cezaevine girip çıktı. Günlük işlerde çalışıyor, yarı aç yarı tok yaşıyor. Evlendi, bir çocuğu oldu. Kirasını ödeyemiyor. Bir bebeği var. Bütün hikâye bu. Murat’ın bebeğine miras olarak bırakacağı şey nedir sizce? Onun annesinden devraldığı yokluk… O zaman hep beraber Murat’ın çocuğu için ne yapabileceğimizi düşünmemiz lazım.


Derin Yoksulluk Ağı web sitesi: https://derinyoksullukagi.org/

Twitter: @yoksulluk_ag