Ruh Sağlığına Erişimdeki Eşitsizlikler: Sınıf Farkları ve Toplumsal Felaketler

Günümüzde ruh sağlığı kapsamlı bir eşitsizlik alanına dönüşmüş durumdadır. Psikoterapi gibi yüksek, ilaç gibi kısa ve ucuz tedavi yöntemleri kapsamlı olarak bir statü-tedavi ilişkisine yol açmaktadır. Terapilerin giderek artan maliyetleri, devlet hastanelerindeki yoğunluk, özel kliniklerdeki pahalılık ruhsal sağlık sorunlarıyla mücadele eden bireylerin bu kritik hizmetlere ulaşımını önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Artan maliyetler, sadece ekonomik olarak sınırlı olan bireyler için değil, genel nüfus için de terapiye erişimi güçleştirmektedir. Her bütçeye uygun terapiler günümüzde mevcut ancak en asgari ihtiyaçların bile yüz kere düşünülerek bin bir zorlukla alındığı süreçte en düşük ücretli terapiye (500 TL civarı) gitmek bile sancılı bir karar süreci gerektiriyor. Bu durum, maddi zorluklar nedeniyle psikoterapiye ihtiyaç duyan bireylerin gerekli yardımı almakta zorluk yaşamalarına ve ruhsal sağlıkları üzerinde olumsuz etkilerin derinleşmesine neden oluyor. Terapiye erişimin sınırlı bir kesime indirgenmesine ve ruhsal sağlık sorunlarıyla mücadelede eşitsizliklerin artışı söz konusu. Maddi olanaklara bağlı olarak psikoterapiye erişim imkânlarının sınıflandırılması, toplumun genel ruh sağlığına yönelik adil bir yaklaşıma engel oluşturur. Ruh sağlığı alanındaki uzun süreli ihmal, özellikle ekonomik zorluklarla mücadele eden bireyleri daha da olumsuz etkilemektedir. Bu süreçteki maliyet artışları, ekonomik sınırlamalarla karşı karşıya olan bireyleri kapsamlı bir destekten mahrum bırakıyor ve ruhsal sağlıklarını iyileştirmek için gerekli olanakları ellerinden alabiliyor. Bu durum, toplumsal eşitsizliklerin ve ekonomik sıkıntıların, psikoterapiye erişim konusundaki adaletsizlikleri daha da derinleştirdiği bir gerçeği ortaya koymaktadır.

Sınıfsal ayrımlar ve ilaç kullanımı

Ruh sağlığıyla ilgili bir diğer önemli konu, ilaç kullanımındaki sınıfsal ayrımlardır. Orta sınıfın, özellikle yeni nesil ilaçları kullanma eğiliminde olduğu gözlemlenirken, yoksullar arasında bazı ilaçların -hatta ucuz uyuşturucuların- daha yaygın olduğu görülmektedir. İstanbul Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden çalınan on dört kırmızı reçete, yoksullar arasında ilaç temininde yeni bir eğilimi gözler önüne seriyor. Sağlık müfettişleri, ekonomik sıkıntı içindeki bireylerin, psikolojik ilaçları hırsızlık yoluyla elde etme çabalarını araştırıyor. Yoksulların ilaçlara ulaşımındaki zorluklar, çalınan reçeteler ve hırsızlık gibi pratik çözümleri beraberinde getiriyor. Bu durum, ekonomik durumun ruh sağlığı hizmetlerine olan erişimi nasıl zorlaştırdığını açıkça göstermektedir. Yoksul kesim, psikolojik yardım ve ilaçlara ulaşım konusundaki zorluklarını aşmak için alternatif yollar aramaktadır, ki bu durum Erenköy Hastanesi'nde yaşanan reçete hırsızlığı olayıyla somutlaşmaktadır. Bu durum, ilaçların maliyetinin ve erişilebilirliğinin sınıfsal bir sorun olduğunu göstermektedir.

Psikofarmakoloji alanındaki eleştiriler ise ekonomik sıkıntı içindeki bireylerin olumsuz deneyimini tanımlamaktadır. Tanı sistemi ve bilimsel olmayan faktörlerin kategorizasyonu, psikolojik sağlık hizmetlerine erişimde toplumsal eşitsizlikleri derinleştirebilmektedir. Özellikle, maddi imkânları sınırlı olan yoksul kesimin, psikofarmakoloji alanındaki etkileşimlerden adil bir şekilde yararlanma şansı düşüktür. Bu durum, ruh sağlığına erişimdeki eşitsizlikleri daha da vurgulamaktadır (Aragona, 2013; Ghaemi, 2014). Bu eleştiriler, psikofarmakolojinin, sadece biyolojik hastalıkları değil, aynı zamanda sosyal yapıları da tanıma gerekliliğine vurgu yaparak, Avrupa psikiyatrisinde bilimsel titizliğe dönüş çağrısını desteklemektedir (Ghaemi, 2014). Psikofarmakolojinin tarihsel gelişimi incelendiğinde, disiplinlerarası doğası ve ilaçların sinir sistemi üzerindeki karmaşık etkileri ön plana çıkmaktadır (Bares, 2005). Psikofarmakolojideki etik konular, reçete yazma pratiği üzerindeki iç ve dış baskılar, risk-fayda ikilemleri ve ilaçlara yönelik aşırı tutumlar gibi temel meselelerin yanı sıra (Gutheil, 2012), ruh sağlığı alanında, parayla erişilebilen özel terapilerle devlet hastanelerindeki sınırlı imkânlar arasındaki uçurum, toplumsal eşitsizlikleri ve sağlık sistemindeki adaletsizlikleri ortaya koymaktadır.

Ekonomik güce sahip bireyler, özel terapi seanslarına kolayca ulaşabilirken, maddi sıkıntı yaşayanlar devlet hastanelerindeki kısıtlı kaynaklar ve uzun bekleme süreleri ile karşılaşabilmektedir. Devlet hastanelerindeki hizmetlerin yetersizliği, terapi ve tedavinin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesini engelleyebilir. Kısa süren görüşmelerin bireylerin psikolojik sorunlarını anlamak ve çözmek için yeterli olmadığı aşikardır. Bu durum, uzun yıllar süren ilaç kullanımlarına zorunlu olarak yol açabilir. Ayrıca, devlet hastanelerindeki terapi süreçleri sıklıkla sınırlı kaynaklar ve yoğun talepler nedeniyle kısıtlıdır. Bu durum, bireylerin sorunlarını kökten çözmelerini zorlaştırabilir ve tedavi süreçlerini uzatabilir. Sağlık sisteminin daha adil ve kapsayıcı hale getirilmesi, herkesin etkili terapiye erişimini sağlamak önemlidir ve bu, maddi durumdan bağımsız olarak her bireyin ruh sağlığı hizmetlerine ulaşabilmesini ve kişiselleştirilmiş, uzun vadeli çözümlere odaklanan bir yaklaşımın benimsenmesini içermelidir.

Pinto-Meza (2013) ise işsizlik, engellilik, düşük eğitim ve kent yaşamının artan ruhsal bozukluk riskiyle ilişkilendirildiğini belirleyerek, sosyal faktörlerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini incelemektedir. Muntaner (2015) bu eşitsizliklerin altında yatan teorik kavramları ve varsayımları tartışarak, sosyal eşitsizliklerin kökenlerini anlamaya yönelik önemli bir teorik çerçeve sunmaktadır. Tello (2003) ise etkili müdahalelerin geliştirilmesi için sosyal eşitsizlikleri anlama ve ölçme konusunda metodolojik bir çerçeve sunarak bu alandaki çalışmaların uygulamaya yönelik katkılarını vurgulamaktadır. Bu eşitsizliklerin bir yansıması olarak, ilaç kullanımıyla ilgili var olan sınıfsal ayrımlar günümüzde daha belirgin hale gelmiştir.

Toplum ve ruh sağlığı

Toplumsal olgular, sıklıkla psikolojik bir bakış açısıyla değerlendirilmekte ve bu durum, ruh sağlığı uzmanlarının sorumluluğunu ve etki alanını genişletmektedir. Eşitsizliklere ve toplumsal sorunlara odaklanma eksikliği, ruh sağlığı alanını, aslında toplumsal olan her şeyi psikolojik bir sorun olarak ele almaya itmiştir. Ancak, bu yaklaşımın yetersiz olduğu ve eşitsizlikleri temel alan toplumsal sorunlara etkili bir şekilde müdahale edilememiş olduğu açıktır. Ruh sağlığı profesyonellerinin, bireysel psikoloji ile toplumsal dinamikler arasındaki bağlantıyı anlamak ve toplumsal eşitsizliklere dair bir perspektif geliştirmek için daha fazla çaba harcamaları gerekmektedir. Bu bağlamda, ruh sağlığı alanındaki uzmanlar, sadece bireyin içsel dünyasına odaklanmak yerine, toplumsal yapıları ve eşitsizlikleri de ele almalıdır. Ancak bu şekilde, toplumsal felaketlere bağlı olarak ortaya çıkan zorluklarla başa çıkabilme ve toplumun genel ruh sağlığını güçlendirebilme potansiyeline sahip olabilirler. Ruh sağlığı alanının, sadece bireyin içsel durumunu değil, aynı zamanda toplumsal düzeni de anlamak ve eleştirmek için kapsamlı bir çaba sarf etmesi önemlidir. Sosyoloji ile ruh sağlığı arasındaki etkileşim ve bağlantı, genellikle ihmal edilmiş bir konudur. Ruh sağlığının sosyal çevre, kültür ve eşitsizliklerle nasıl etkilendiğini anlamak, aynı zamanda sosyolojinin de bu bağlamda daha kapsamlı bir perspektif sunmasına yol açabilir. Sosyal yapı, ekonomik eşitsizlikler, ayrımcılık ve diğer toplumsal sorunlar, bireylerin ruh sağlığını derinden etkileyebilir. Bu nedenle, sosyoloji ve ruh sağlığı alanlarının birbirine entegre bir şekilde çalışması, bu etkileşimleri daha iyi anlamamıza ve toplumun genel sağlığını iyileştirmek için daha etkili stratejiler geliştirmemize olanak tanır. Her iki alan da birbirine eğildiğinde, ruh sağlığı profesyonelleri sosyal dinamikleri daha iyi değerlendirebilir ve toplumun yaşadığı zorluklara daha etkili bir şekilde müdahale edebilir.

Eşitsizliğin daha derinleştiği toplumsal felaketler ve ruh sağlığı

Toplumsal felaketlerin, ekonomik eşitsizliklerin ve diğer toplumsal sorunların ruh sağlığı üzerindeki etkileri, sadece kriz dönemlerinde değil, aynı zamanda bu zorlayıcı koşulların devam ettiği süreçlerde de önemli bir gerçeklik taşımaktadır. Özellikle Hatay depremi gibi afet durumları, hem maddi kayıpların yaşandığı hem de toplumsal dengelerin altüst olduğu anlardır. Bu tür felaketler, yalnızca fiziksel zararlarla sınırlı kalmayıp ruhsal sağlık sorunlarını da tetikler. Hatay depremi, sadece fiziksel altyapılara zarar vermekle kalmayıp, toplumsal bir depremi de beraberinde getirdi. Bu tür felaketler, insanların güvenli alanlarını ve yakınlarını kaybetmelerine ve yaşam koşullarının hızla kötüleşmesine neden olarak toplumda derin izler bırakır. Toplumsal bir depreme dönüşen bu olaylar, bireylerde kaygı, depresyon ve travma gibi ruhsal sağlık sorunlarını artırabilir. Bu zorlu süreçlerde ruh sağlığı hizmetlerine olan talep artarken, maalesef bu hizmetlere erişim sınırlı kalmaktadır. Yoksul kesimler, zaten sınırlı olan kaynaklara daha da ulaşamaz hale gelirken, toplumsal felaketlerin ruhsal sağlık sorunlarını artırması, bu bireylerin yardım almasını daha da zorlaştırmaktadır.

Deprem sonrası, mağdur bölgelere gıda, su ve temel ihtiyaç malzemeleri ulaştırılması çabalarının yanı sıra, ruh sağlığı hizmetlerinin bu bölgelere ulaştırılamaması büyük bir altyapı sorunu olarak gösterilebilir. Acil yardım faaliyetleri genellikle fiziksel ihtiyaçlara odaklanırken, psikososyal destek hizmetlerinin eksikliği ve toplumun ruhsal sağlığına yönelik gereksinimlerinin göz ardı edildiği açıktır. Depremzedeler, sadece fiziksel kayıplarla değil, aynı zamanda travma, kaygı ve depresyon gibi ruhsal sağlık sorunlarıyla da mücadele etmek zorunda kalmıştır. Depremle ilgili yaşananlar, hem depremi doğrudan yaşayanlar hem de medya aracılığıyla tanıklık edenler arasında çeşitli duygusal sorunlara ve yoğun streslere neden olabilir. Aşırı kaygı, panik, çaresizlik, öfke, sessizleşme ve uyku bozuklukları gibi tepkiler genellikle normal sınırlar içinde kalır, ancak kişinin depremden etkilenme düzeyine bağlı olarak değişebilir.

Bir bölgede deprem yaşandığında, elbette ki en çok etkilenenler o bölgede yaşayanlardır. Ancak ülkede egemen olan genel stres ortamı, o bölgede yaşamayanları da psikososyal olarak stres altında bırakır. Özellikle medya aracılığıyla sunulan felaket haberleri, tüm toplumu olumsuz etkileyebilir. Şizofreni veya psikoz tedavisi gören kişilerde, depremin yarattığı zorluklar belirtileri şiddetlendirebilir veya tekrarlamasına neden olabilir. Stresin varlığı ve yoğunluğu, daha önce psikiyatrik sorun yaşamamış kişilerde bile gerçekte olmayan sesler duyma, görüntüler görmeye başlama, şüpheci hale gelme veya garip davranışlar sergileme gibi durumları ortaya çıkarabilir. Depremzedeler arasında ruhsal sağlık sorunlarının artması kaçınılmaz ancak bu durum, sadece fiziksel kayıplarla değil, aynı zamanda toplumsal travma ve yas reaksiyonlarıyla birleşerek daha derin bir etki yaratır. Toplumun genel bakış açısı ve afet yönetimi stratejileri, sadece acil ihtiyaçları değil, aynı zamanda psikiyatrik destekleri de içerecek şekilde şekillendirilmelidir. Bu, sosyal eşitsizlikleri azaltacak ve ruhsal sağlık hizmetlerine daha adil bir erişim sağlayacak kapsamlı bir yaklaşımın gerekliliğini vurgular.

Afetler ve diğer zorlayıcı olaylar, toplumsal eşitsizlikleri daha da belirginleştirebilir ve bu durum, depremin aslında sınıfsal bir olgu olduğu gerçeğini ortaya koyar. Depremde ekonomik durumu daha güçlü olan bireyler, daha düşük ekonomik gelire sahip olanlara göre genellikle daha hızlı toparlanabilir. Bu durumda, depremin etkileri sınıfsal bir ayrımı gözler önüne serer. Ruh sağlığı açısından da benzer bir dinamik söz konusudur. Toplumsal eşitsizlikler, ekonomik krizler gibi olaylar, bireylerin ruh sağlığını etkileyebilir ve bu etkiler genellikle sınıfsal farklılıkları daha da belirginleştirir. Ekonomik krizlerde, daha güçlü ekonomik duruma sahip olanlar, stres ve kaygıyla başa çıkma konusunda daha fazla olanaklara sahip olabilirken, düşük gelir grubundaki bireyler bu durumdan daha fazla etkilenebilir. İlaçla tedavi konusu da toplumsal eşitsizlikleri yansıtabilir. Yoksul bireyler, maddi kısıtlamalar nedeniyle gerekli ilaçlara erişimde zorlanabilir veya bu ilaçlara uygun fiyatlarla ulaşmakta sıkıntı yaşayabilir. Bu durum, sağlık hizmetlerinin sınıfsal bir ayrımı daha belirginleştirerek toplumsal eşitsizlikleri derinleştirir. Bu bağlamda, toplumsal eşitsizlikler, afetler, ekonomik krizler ve ilaçla tedavi gibi konularda yaşanan olumsuz etkilerin, genellikle zaten dezavantajlı olan kesimleri daha da olumsuz yönde etkilediğini ifade etmek kritiktir.

Sonuç

Ruh sağlığına erişimdeki eşitsizlikler, psikoterapi maliyetleri, ilaç kullanımındaki sınıfsal ayrımlar ve toplumsal felaketlerin birleşimi, toplumun genel ruh sağlığı üzerinde derin etkiler yaratmaktadır. Psikoterapinin erişilebilir hale gelmesi, özellikle toplumsal travmaların etkisi altındaki bölgelerde, örneğin Hatay depremi sonrasında ortaya çıkan ruh sağlığı ihtiyacının karşılanması açısından oldukça önemlidir. Ancak bu noktada, sadece psikoterapi hizmetinin ulaşılabilir olması yeterli değildir; çünkü toplumsal travmalar, sadece psikolojik boyutta değil, aynı zamanda temel ihtiyaçların karşılanmasındaki zorluklar nedeniyle fiziksel sağlığı da etkileyebilir. Hatay depremi gibi toplumsal travmaların ardından, bireylerin yaşadığı ruh sağlığı ihtiyacı, sadece psikoterapi ile sınırlı kalmamaktadır. Temel ihtiyaçların, özellikle yetersiz beslenme ve barınma gibi faktörlerin karşılanması da ruh sağlığı açısından kritik öneme sahiptir. Bu noktada, sadece psikolojik desteklere odaklanmak, toplumsal travmaların etkileriyle başa çıkma sürecini eksik bırakabilir. Toplumun ruh sağlığını desteklemek için, psikoterapi hizmetlerinin yanı sıra temel ihtiyaçlara yönelik etkili yanıtların da geliştirilmesi gereklidir. Ancak maalesef, bu sorunun derinleşmesine neden olan bir diğer önemli faktör, yaşanan ruh sağlığı ihtiyaçlarına yeterli yanıt verilememesi ve temel ihtiyaçların karşılanmasındaki zorluklardır. Ruh sağlığı hizmetlerinin, toplumun tamamına, özellikle de ihtiyaç sahiplerine, erişilebilir ve etkili bir şekilde ulaşabilmesi için sosyal, ekonomik ve kültürel faktörlere duyarlı bir yaklaşım benimsemek, bu sorunun çözümü açısından kritik bir adım olacaktır.


Kaynakça

Aragona, M. (2013). "Philosophy of clinical psychopharmacology", Psychiatria Danubina, https://www.semanticscholar.org/paper/Philosophy-of-clinical-psychopharmacology.-Aragona/c5d47685ce60e95cd681513be768927913e4905b.

Ghaemi, N. (2014). "Psychopathology for what purpose? ", Acta Psychiatrica Scandinavica, 129(1), 78-79. https://doi.org/10.1111/acps.12198.

Gutheil, T. G. (2012). "Reflections on ethical issues in psychopharmacology: An American perspective", International Journal of Law and Psychiatry, 35(5-6), 387-391. https://doi.org/10.1016/j.ijlp.2012.09.007.

Muntaner, C., Ng, E., Chung, H., & Prins, S. J. (2015). "Two decades of Neo-Marxist class analysis and health inequalities: A critical reconstruction", Social Theory & Health, 13(3-4), 267-287. https://doi.org/10.1057/sth.2015.17.

Pinto-Meza, A., Moneta, M. V., Alonso, J., Angermeyer, M. C., Bruffaerts, R., Caldas De Almeida, J. M., De Girolamo, G., De Graaf, R., Florescu, S., Kovess Masfety, V., O’Neill, S., Vassilev, S., & Haro, J. M. (2013). "Social inequalities in mental health: Results from the EU contribution to the World Mental Health Surveys Initiative", Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology, 48(2), 173-181. https://doi.org/10.1007/s00127-012-0536-3.

Tello, J. E., & Bonizzato, P. (2003). "Social economic inequalities and mental health II. Methodological aspects and literature review", Epidemiology and Psychiatric Sciences, 12(4), 253-271. https://doi.org/10.1017/S1121189X00003079


Fotoğraf: Chris Lawton / Unsplash