Doğrusu, Sahiliğin Eksikliğini Hissediyoruz

Türkiye'de demokratik değerlerin bir türlü yerleşememesinin ve siyasal alanın sürekli yeni şiddet sarmallarına rehin düşmesinin konuştuğumuz dilin sınırlarıyla alakalı bir açıklaması olabilir mi? Değişim dilde başlıyor, dendiği zaman siyasetin kurumsal diliyle bunun gündelik yaşamdaki karşılıkları namına ne söylemiş oluyoruz? Bu yazıda, söz konusu şiddet sarmallarından çıkmak için dile dair tercihlerimizden doğan mantıksal bir açıklama üzerine düşünürken, bir yandan da değişimin sesini dilsel bir ayrımda duymaya ve duyurmaya çalışıyoruz.

2021 başında Boğaziçi Üniversitesi'ne atanan kayyum rektörü protesto edenlerden, Fizik son sınıf öğrencisi Doğu Demirtaş verdiği bir röportajda Türkiye'de demokrasinin takıldığı temel engeli şöyle ifade etti:

Anonim olmayınca eleştireni terörize ettiriyorlar, "Bak bu aslında buymuş,” diyorlar. Ama anonim olunca sadece fikir oluyor. Yani aslında Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri bence bu “logical fallacy”ler, mantıksal safsatalar, “ad hominem” gibi şeyler. Türkiye'de kimse bir fikrin içeriğine bakmıyor, herkes “Kim demiş?” diye bakıyor. “Aha işte Kılıçdaroğlu demiş, o zaman ne dediğine bakmayayım bile, direkt yalandır,” diye yaklaşıyorlar. Ama anonim olunca mecburen fikre bakıyorlar. Bence zaten asıl bundan dolayı çok rahatsız oluyor AK Parti. Ve ellerinde olsa bunu engellemeye çalışırlar gibi geliyor. Çünkü güçlü bir silah bence.[1]

Burada dile dair bir çatallanmaya işaret eden Doğu Demirtaş’tan hareketle, temel sorun Türkçe konuşan insanların şu iki kavramı birbirinden ayırt etmekte zorluk çekmesi olabilir:

1) Söylenen bir sözün kendi başına geçerli olması.

2) O sözü söyleyen kişinin haklı olması.

Batı dillerinde bu iki kavramı ayırmak için farklı kelimeler tahsis edilmiştir. Örneğin İngilizcede bir sözün “True” olarak nitelenmesi o sözün geçerli olduğunu bildirirken “Right” olarak nitelenmesi ise o sözü söyleyenin haklı olduğunu bildirir. Çeşitli dillerde bu kavramların karşılıklarını aşağıdaki tabloda listeledik.

Tablodan anlaşılacağı gibi, burada birbirine karıştırılmaması gereken iki ayrı kavram söz konusudur. Fakat Türkçede bu iki kavramı çoğu zaman “doğru” kelimesine sığdırmaya çalışırız. Bu yüzden İngilizceden Türkçeye yapılan çevirilerin büyük bir kısmında “true” ile “right”ın ayrımsızca “doğru” şeklinde çevrildiğini görürüz. Bu tablo Türkçe konuşanlar olarak bu kavramsal ayrım karşısında bir çeşit renk körlüğü yaşadığımızı düşündürmektedir.

Ayrıca “doğru” kelimesinde dipdibe barınan bu iki anlamın eşit muamele görmediğine tanıklık ederiz. Söyleyenin haklı biri olması (“right”) ev sahibidir; buna karşılık sözün kendi başına geçerlik taşıması (“true”) sığıntı bir yabancı muamelesi görür. Çünkü haklı biri olma düşüncesi, söz söyleyen şahsın toplumsal kimliğiyle, yani egosuyla desteklenirken, söylenen sözün kendi başına özerk bir geçerlik taşıyıp taşımadığı konusu desteksiz ve ıssız kalır, o yüzden tali bir mesele sayılır ve toplumsal egolara yaslanan öteki anlama tabi kılınır. Doğruluk aynı zamanda çıplak (“delikanlı”!) bir dolaysızlık halini de belirttiği için özerk düşüncelerin geçerliğini test edebilecek fikirsel dolayımların dışlanmasında başrolü oynar.

Aslında Türkçede bu sığıntı yabancıya verdiğimiz özgün bir ad bulunmuyor değil; ona “hakikat” diyoruz. Yazıya başlarken belirttiğimiz şiddet sarmallarından kurtulmada “hakikat” demokrasi için önemli bir dayanak olabilirdi. Fakat Türkçedeki doğruluk hiyerarşisi, en önemli hakikatleri “doğru bulmuyorum”lara kurban etmektedir. Türkiye tarihinde ne yazık ki hakikatlerle birlikte onları üreten insanlar da kurban edilmiş ve edilmektedir.

Hâlâ Türkçede bir sözün özerk hakikat değerini ilan edebilen bir sıfata sahip değiliz. Yani İngilizcede kullanılan “True!” gibi bir ünlemimiz yok. Türkçede yaygınca kullanılan “Doğru!” ünlemi söz söyleyenden bağımsız olarak var olan özerk hakikati belirtmeyi başaramaz, aksine o özerkliği gölgeleyen bir etki yapar.[2]

Biz iki çevirmen, geçen yıl bu soruna çözüm olarak Türkçede bulunan “Sahi!” ünlemini kullanıma sokmayı önerdik. Derdimizi şöyle anlattık:

“Doğru!” ya da “Söylediğin doğru!” dediğimizde sadece söylenen söze değil, o söz ile ima edilen duruşa (söyleyen kişinin ego’suna) da hak vermiş ve onu desteklemiş oluruz. Oysa “Sahi mi söylüyorsun?” diye sorulduğunda önermeye dair bir yargıda bulunulması beklenir, konuşan şahsın görüşüne dair değil.[3]

“Sahi olma, Sahilik” (“True, Truth”) kavramları hem sıfat hem isim olarak bir sözün özerk hakikat değerini ilan edebilmemizi sağlar. Sahilik kavramı yeniden kullanıma girerek yaygınlık kazanırsa, doğruluğa rehin düşmüş hakikat, sığıntı yabancılık statüsünden kurtarılabilir. Üstelik sahi olmak yalnızca sözlere özgü bir nitelik de değildir. Bilimsel teorileri[4], sanat eserlerini, politik eylemleri ve öznel arzuları da sahilik etkileri bakımından düşünmek pekâlâ mümkündür. Sahi ile doğru arasındaki fark, arzu ile niyet arasındaki farkla ilgilidir. “Doğrudur” veya “Doğru bulmuyorum” gibi ifadeler niyet beyanıdır, bunlar “iyi niyet” varsayımına yaslanarak ayakta kalır ve “kötü niyet” düşüncesi oluştuğu anda derhal çöker. Bir şeyin sahi olup olmaması veya sahiden olup olmaması ise bilinç yoluyla kurgulanan niyetlerin ötesine geçen bilinçdışı arzular sahasında kararlaştırılan bir niteliktir.  


[1] NedeNedeNedeN podcast özel bölümü, Doğu Demirtaş ile röportaj, 32:30'dan itibaren: https://soundcloud.com/user-637532505/nedenedeneden-zel-dog-u

[2] Elbette bu sorunun bir de öbür yüzü vardır: Türkçedeki “Yanlış!” ünlemi İngilizcedeki “False!” ünlemini isabetle karşılayamaz. Çünkü bir söze Yanlış dendiği zaman “o sözün söylenmesi yanlıştı, haksızcaydı, hiç söylenmemeliydi, susulmalıydı” denmiş gibi olur. İngilizcedeki Wrong böyledir. False ise daha farklıdır: Nitelediği sözü kendi başına ele alır ve geçersiz olduğunu bildirir. False'u isabetle karşılamak için Fol kelimesini önerdik: Işık Barış Fidaner, “Çevirmenler, False’a Yanlış demeyelim, Fol diyelim”, Yersiz Şeyler, 25 Ocak 2017, https://yersizseyler.wordpress.com/2017/01/25/cevirmenler-falsea-yanlis-demeyelim-fol-diyelim/

[3] Işık Barış Fidaner ve Zeynep Nur Ayanoğlu, “Çevirmenler, True’ya Doğru demeyelim, Sahi diyelim”, Yersiz Şeyler, 12 Ağustos 2020, https://yersizseyler.wordpress.com/2020/08/12/cevirmenler-trueya-dogru-demeyelim-sahi-diyelim/. Sayfada konuyla ilgili diğer yazılar listelenmiştir.

[4] Işık Barış Fidaner, “Planck İlkesi ve Geleceğin Gençlerin Elinde Olması”, Yersiz Şeyler, 17 Ekim 2020, https://yersizseyler.wordpress.com/2020/10/17/planck-ilkesi-ve-gelecegin-genclerin-elinde-olmasi-isik-baris-fidaner/