Bir Diktatörün Cenazesi

Sizi bilmem ama ben, devrik diktatörlerin yahut iktidarlarını ancak ölümleriyle ve şaşalı devlet törenleriyle devreden diktatörlerin cenaze törenlerini izlemeyi önemli bulurum. O törenlerdeki kakofoni, “devlet büyüklerinin” kendilerine yönelik tasavvurlarını halka anlatma çabalarıyla doludur. Sergey Loznitsa'nın 2019 yılında gösterime giren State Funeral (Devlet Töreni) filmini yeni izleme şansım oldu. Bu film, Loznitsa'nın Sovyet arşivlerinden yararlanarak ortaya çıkardığı belgeseller içerisinde fikrimce en dikkat çekici olanı. Belgesel, Stalin'in cenaze töreninin gerçekleşme sürecine odaklanıp, halkla resmî görevlilerinin bu cenazeyi nasıl karşıladıklarını gösteriyor (benzer bir çalışma olarak Adrian Paci'nin Interregnum videosuna da bakılabilir). “Stalin öldü, yaşasın Stalin!” söylemi, burada bize sunulanları niteleyecek bir motto.

Belgeselde, Stalin'in ölümünü duyurmak üzere Sovyetler’in her bir yerinde alanlara çağırılan halka, hoparlör üzerinden, nasıl hissetmeleri gerektiğinin, bundan sonra onları nelerin beklediğinin/nasıl davranılacağının telakki edildiğini izliyoruz. Hoparlördeki ses, “Sovyet halkı Stalin'in davasını sürdüreceğine ve komünizmi tesis edeceğine söz veriyor. Yaşasın Stalin'in ölümsüz davası!” diye bağırıyor ve ölen babalarının; “dünyaya gelmiş hiç kimsede rastlanamayacak o büyük dehanın”, “gezegendeki en iyi, en asil, en şerefi insanın”, “her savaştan galip çıkan ve insanlığı aydınlatan liderin”  ardından, kalplerinin nasıl da kederle dolduğunu çığırıyor. Rollerini iyi oynamaya çabalayan, çaktırmadan kameraya bakan, gülmekle ağlamak arasında salınan insanlara şöyle buyuruyor hoparlör: “Gözlerinizi bu son derece sevecen yüzden ayırmanız imkânsız. Gözleriniz yaşla dolu, nefesiniz tutulmuş, içiniz kederle dolmuş. Ölümsüzlük işte bu!” Kameraya karşı “kabul gören” bakışlarını giyinen, “bakın nasıl da üzgünüz” edalı yas maskeleriyle terbiyeli vatandaş olmaya çalışanların omuzlarında Stalin'in ölüsü ve bu ölü-ölümsüzle birlikte komünizme adanacak sonsuz bir hayat...

Halkın kulaklarına şöyle uğulduyor ses:

Stalin bize tavsiyelerde bulundu. Büyüyüp serpilmemize yardım etti. O her yerdeydi, hep bizimleydi. Her çocuk onun adını doğduğu andan beri bilir, kalbinde saklar... Onu o kadar çok seviyorduk ki... Zayıf olmaya hakkımız yok... Anamıza, yani Komünist Parti'ye ant içeriz ki, her bir eylemimiz, her bir düşüncemiz, tüm hayatımız, yüce davamızı, Komünizm'i tesis etmeye ait olacaktır... O aramızda, her bir eylemimizde... Liderimizin ebedi hayatının ete kemiğe bürünmüş hali Komünizm yaşasın..! Doğum günü kutlar gibi zaferlerini kutladık, hayatımız sanki sıfırdan başladı!

Halihazırda kendine yabancılaşmış, buyruklarla kendilerini idame ettirmeyi kabullenmiş olanlardan mütevellit (kabul etmeyenleri canlı bir beden olarak o toplulukta görebilmek zaten imkânsızdı) halkın yüzünde, sorumsuzluk/huzur/yas üçlüsünün bulamacı ve biraz da yeni yürümeye başlayan bir bebeğin sevinci var sanki. “Babası” ile çatışmaktan kaçınmış hınzır çocukların, “anaları” komünizmin kanatları altında, başka bir “baba” bekleyişleri de okunuyor bu yüzlerden. Eh, zaten hemen o gün kalabalıklara, Malenkov'un SSCB Bakanlar Konseyi Başkanlığı'na getirildiği duyuruluyor, “devcileyin bir böceğe” dönüşmekten korkan insanlara da rehavet ile karışık bir katarsis musallat oluyor...

Stalin'in tabutunun, etrafına toplanan dalkavuklar tarafından el verilerek açıldığı sahne bana, ressam Luis Cuevas'ın Funeral of a Dictator (Bir Diktatörün Cenazesi) adını verdiği ve 1950'lerde başladığı seri tablolarını hatırlattı. Jorge Zalamea'nın “El Gran Burundun-Burunda ha muerto” (“Yüce Burundun-Burunda Öldü”) ve Gabriel Garcia Marquez'in “Hanım Ana’nın Cenaze Töreni” öyküleri de benzer bir sahnenin betimlemeleriyle dolu.  Cuevas çalışmasında, 1875 yılında öldüğünde mumyalanıp tahtına oturtulan Ekvator Devlet Başkanı Garcia Moreno'nun cenaze töreninden esinlenir ve bu tiranı çevresindekilerle birlikte konu edinmeyi niyetlenir. Cuevas, 1950'lerin sonlarında başladığı Funeral of a Dictator serisini resmederken, işkencecileri, sahtekârları, muhbirleri, yaltaklananları ve yas tutanları birbiriyle bağlantılı bir biçimde ele alır. “Bu iğrenç cenazeyi resmederek, tüm zamanların diktatörlüklerini, insanlığa karşı yükselen dayanılmaz rezillikler olarak mahkûm etmek”[1]  istediğini söyler Cuevas.  Marquez'in “Hanım Ana'nın Cenaze Töreni” öyküsü de, halk üstünde kurulmuş otoriteyi sahiplenen dalkavukların, bu otoritenin serpiştirildiği cenaze törenini nasıl da benimsediklerini betimler. Öyküde, küçük bir köyde, feodaliteye karşı yürütülen Bağımsızlık Savaşı'na karşın, geleneksel diktatörlüğünü devam ettiren Hanım Ana'nın ölmesi ve bunun üzerine, Papa dahil tüm “devlet büyüklerinin”, cenaze törenine akın etmeleri konu edilir. Ulusal yas ilan edilir. Ulusal egemenlikten insan haklarına, özgür seçimlerden geleneksel siyasi partilere, özgür basından Hıristiyan ahlâkına, cumhuriyetçi geleneklerden komünizme kadar her şeyi kendince tanımlayan bu kadın, hegemonyanın gücünü simgeler, şaşalı bir devlet töreni ile de gömülür. Marquez'in, Hanım Ana'nın tabutu başında gövde gösterisi yapanları anlatışı da muhteşemdir.

Zalamea'nın öyküsünde ise, diktatörün tabutunun açılmasıyla tabutun içinden, resmî gazetelerden, magazinlerden, haber bültenlerinden mütevellit koca bir papağan ortaya çıkar. Bu papağanı görmeleriyle birlikte, etrafındaki dalkavuklar, birbirlerine ve halka ateş etmeye başlarlar, cenaze töreninde arbede çıkar. Bu metamorfoz ile Zalamea'nın, diktatörün halk için yararsızlığını, yasal kıldığı öfkesini ve halkın üzerinde kurduğu baskıyı anlattığını söyler Bellini.[2] Tabutun başındaki kalabalıklar -ki onlar diktatörün temsil ettiği tahakkümün temsilcileridir- böyle bir dönüşümü kendi varoluşlarına yöneltilmiş bir tehdit olarak algılarlar. Diktatörü nasıl “karşıladığınız”, çatışmaların yaşanmaması için de bir garanti niteliğinde tabii. “Sağlıklı metamorfoz”, kitlelerin psikolojisi ile hayli bağlantılı, hele ki diktatörün “vücut niceliğini” göz önüne alacak olursak. Halbuki bir diktatör, yalakaları gözünde olsa olsa Ejderha'dır… Hobbes da Leviathan'da, ortak barış ve güvenliğin sağlanması için bir ahit yoluyla kişilerin iradelerini tek bir kişiye yahut heyete teslim etmeleri ile tek bir kişilik halinde birleşmiş ve “devlet” olarak da adlandırılabilecek topluluğun asında bir Ejderha, ölümlü tanrı olduğunu yazmaz mı?

Lakin siz de teslim edersiniz ki, herhangi bir durumda, bu Ejderha'ya suni solunum yapmak öyle kolay bir mesele değildir. Hobbes Leviathan'da, yönetici kişinin yahut heyetin “ölmesi” durumunda, yapay ebediyet anlatısı için derhal harekete geçilmesi gerektiğini; zira bu ölümle sürekli savaş durumuna dönülebileceğini yazar. Bu durumu önlemek için, “tevarüs hakkı”nın kullanılması gerektiğini savunur. Stalin'in cenaze töreninde izlediklerimiz de, tam da bu “tevarüs hakkı”nın nasıl kullanıldığına örnek aslında. Loznitsa'nın belgesel filmi, resmî tarihi “bir cenaze töreni” üzerinden pekâlâ okuyabileceğimizi gösteriyor (devrik diktatörlerin de cenaze törenlerini es geçmemek gerek tabii). 2019 yılında İspanya'da Franco'nun tabutunun, anıt mezar Valley of the Fallen'den çıkartılıp ailesinin omuzları üzerinde, Madrid'de başka bir mezarlığa, eşinin yanına gömüldüğünü okumuştuk. İspanya hükümeti, bir diktatörü affedebileceklerini fakat unutamayacaklarını ifade etmişti. 1975 yılında Franco öldüğünde, gösterişli bir devlet töreni ile taşınmıştı Valley of the Fallen'a. Ne değişti peki? 1975 yılındaki cenaze töreninde, devlet görevlilerinin halka hitabında kullandıkları cümleler, geçmiş ve gelecek tasavvurları, bugün ile, Franco'ya karşı alınan bu tavra rağmen, ne derece örtüşmekte yahut ayrışmakta? Bu ve benzeri sorular için devlet arşivlerini karıştırmak gerek. E tabii, böyle araştırmalar yürütebilmeniz ve de bulgularınızı halk ile paylaşabilmeniz için, diktatöre diktatör diyebileceğiniz bir ülkede yaşıyor olmanız gerek...


[1] Chrıstopher Fulton (2012), ‘’José Luis Cuevas and the ‘New’ Latin American Artist’’, Anales del Instituto de Investigaciones Estéticas, cilt 34, sayı 101, s. 156.

[2] Giuseppe Bellini (1997),Jorge Zalamea Y La Destruccion Del Personaje”, Thesaurus, Tomo LII, sayı 1, 2 ve 3, s. 276.