Ismarlama Unutuş mu, Hakikat Komisyonları mı?

Siyasilerin söylemleri yüzleşme ile alakalı olduğunda, bu söylemlerde neleri ‘’içeriye alıp’’, neleri ‘’dışarıda bıraktıklarını’’ incelemek, bugünün ve yarının hakikat ve adalet pratiklerine dair ipuçları sunar. Bu söylemlerden birinin örneği idi Kılıçdaroğlu’nun halka seslenişi. Kılıçdaroğlu, ülkenin makûs tarihini değiştirmek için, ülkemiz yaralı insanları ile bu yaraların kapanması için helalleşmek gerektiğini, zira ülkemizin ‘’şifaya’’ ihtiyacı olduğunu, ‘’geçmişten gelen küskünlüklere, öfkeye bağlı kalmaya devam edilirse, ülkemizin bu felaketleri gelecekte de yaşamaya mahkûm olduğunu’’, geçmişi deşmemek gerektiğini söylüyordu. Konuşmasında, ‘’geçmişin arabaları ile hiçbir yere gidilmez’’, ‘’affetmek ve affedilmeyi, helallik istemeyi ve vermeyi başaracağız’’ diyor ve cümlelerini, Mevlana’dan aktardığı ‘’dünle birlikte gitti cancağazım ne varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek zamanı’’ diyerek bitiriyordu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek ise, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı üzerine gelen kimi tepkilere karşılık, ‘’elbette Saray ile helalleşmeyip hesaplaşacaklarını’’, lakin farklılıklarından dolayı -Aleviler, Kürtler, Romanlar, emekçiler, yoksullar- baskılananlarla, mağdur bırakılanlarla birlikte yaşamak için helalleşileceğini ki ‘’bunun için geçmişi deşmek, yaraları kanatmak değil, gelecek için toplumsal barışı kurmak’’ istediklerini belirtiyordu.

Helalleşme meselesini Tanıl Bora’dan (3) okuyalım

Helâllik istemekte, nasıl demeli, faydacı bir yan da yok mu? Bir çeşit “bu arada bizim de işimiz görülsün” teşebbüsü –amel defterine kul hakkı yazılmasın, dinen-mânen ‘mağdur olmayalım,’ hesabı? Çözüm süreci ‘çağında,’ helâlleşme geçmişle yüzleşmeyi ikame eden bir öneri olarak dile getirilmişti hatırlarsınız. Tıpkı ölenin arkasından cenazede yapıldığı gibi, karşılıklı geçmiş haklar bağışlanacaktı. Kayıpları tazmin etmeden, adalet duygusunu tatmin etmeden, “bir daha asla!” için neler yapmalıyız, bir kenara bırakarak, ‘her ne olduysa’ bağışlayıp unutmak demekti bu… Hakkaniyet yerine cezasızlığı kollayan bir toplumsal ethos’un belirtisi.

Kılıçdaroğlu’nun ‘’helalleşme, affetme ve düne ait ne varsa deşmeme, geleceğe bakma’’ gibi söylemleri bana,  kralların ‘’Tanrı’dan gelen kudretleriyle’’ genel af ilan edip, hakikat haklarından vazgeçen ve bu hakkı ‘’ilahi olana bağışlayan’’ mağdurları ‘’hale yola koyuşlarını’’, ‘’kollayışlarını’’ hatırlattı nedense. Paul Ricoeur’ün Hafıza, Tarih, Unutuş kitabını[1] yeniden elime aldım ve orada, Ricoeur’ün ‘’Ismarlama Unutuş: Genel Af’’ başlığı altında, tam da bu husus ile alakalı, tarihten kimi örnekler verdiğini hatırladım. Ricoeur, ‘’Af hakkı dönem dönem devlet başkanının takdirine bırakılmış olan bir krallık hakkıdır. Hükümdarın öznel egemenliğine bağlı ve teolojik siyasal dönemde hükümdarın zorlayıcı gücünü taçlandıran dinsel cilayla meşrulaştırılmış yarı tanrısal bir hakkın kalıntısıdır,’’ diyor ve şöyle devam ediyor: ‘’Kurumsal unutuş olarak genel af bizzat siyasetin köklerine ve bu yolla da yasaklanmış bir geçmişle olan derin ve en çok gizlenmiş ilişkiye dokunur. Genel af (amnistie) ile hafıza kaybı (amnesie) arasında ses, hatta anlam bakımından bulunan benzerlik, hafıza inkârı ile gizli bir anlaşmanın olduğunu gösterir; bu inkâr, bağışlar gibi yaptıktan sonra aslında hafızayı bağışlamadan uzaklaştırır’’ (s. 496). Ricoeur’e göre bu genel af, kurucu şiddeti inkâr ediyor ve ‘’yeni bir başlangıç’’ için tarihi ‘’temize çekme’’ görevi üstleniyordu. Konuyla alakalı Ricoeur, hem Atina’dan hem de Fransa’dan örnekler veriyor bu kitapta. Bana göre Kılıçdaroğlu’nun söylemlerini çağrıştırdığı için, Ricoeur’ün Fransa’dan verdiği örneği ele alacağım (s. 497):

Fransa’da IV. Henri tarafından ilan edilen Nantes Fermanı’nda şunlar geçer:

1. Madde: İlk olarak, 1585 yılının Mart ayı başından bizim taç giymemize kadar ve dahi ondan önce her iki tarafın da olup bitmiş her şeyin, bütün karışıklıkların hatırası, bunlar sanki hiç olmamış gibi silinmiş sayılacaktır. Genel valilerimizin ve dahi diğer resmi görevli ya da özel kişilerin bunları dile getirme, ne şekilde olursa olsun dava konusu etme, mahkemeye taşıma izni yoktur. 2. Madde: Her ne sınıftan, her ne adla olursa olsun, bütün kullarımızın bunların hatırasını canlı tutmaları, yaraları deşmeleri, her ne şekil ve nedenle olursa olsun bunlardan birbirlerine söz edip şikâyet etmeleri, kışkırtmaları, bunlar hakkında tartışmaları, bunları savunup kavgaya tutuşmaları, birbirlerini bu konularla ilgili olarak sözlü ya da fiili olarak aşağılayıp incitmeleri yasaklanmıştır; kullar birbirlerinden hoşnut olacak, kardeşçe, dostça ve yurttaşça bir arada yaşayacaklardır; karşı gelenler barışı bozdukları, kamunun huzurunu kaçırdıkları için cezalandırılacaktır.

Ricoeur bu söylemleri, ‘’adaletin taşkınlıklarını’’ önlemeye niyetli iktidarların, ‘’ısmarlama bir hafıza kaybı emiri’’ olarak görür; hakikatin değil, yararlılığın esas alındığı ‘’acil bir toplumsal terapi’’ işlevi güderler ve ‘’unutmamanın unutulmasına’’, ‘’hafızanın unutmamasını susturmaya’’ dayanırlar. ‘’İktidara gelecek kişi’’, tarihsel meselelerin, ‘’geçmişi deşmeden’’, ‘’af-laşarak’’, hallolacağını ‘’bildiriyorsa’’, yeni bir başlangıç yapabilmenin koşulu olarak, hafızalarını susturmaya karşı çıkanların taşkınlıklarının derdest edileceği öngörülebilir.

Halbuki Kılıçdaroğlu, konuşmasında, geçmişten gelen hataların sorumluluğunun alınması konusunda çözüm önerisi olarak helalleşmeyi değil, ‘’Hakikat ve Uzlaşma Komisyonlarını’’ (Truth and Reconciliation Commissions) getirseydi… Geçiş dönemi adaleti için elzemdir Hakikat Komisyonları[2]; genellikle siyasi değişim dönemlerinde, örneğin otoriter bir rejim yıkıldıktan sonra kurulurlar. Bu komisyonlara birçok ülkeden örnekler vermek mümkün; Arjantin Kayıplar Üzerine Ulusal Komisyonu, Şili Ulusal Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, El Salvador Hakikat Komisyonu, Güney Afrika Cumhuriyeti Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu ve daha niceleri. Peki ne yapar Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları? Halka açık oturumlarda yüzleşmeyi ön plana çıkarıp failleri ifşa ederler (mağdurların ve faillerin ‘’konuşabildikleri’’ ortamlardır bunlar), adli yargının yolunu açarlar, tazminat, affetme gibi hususların da içerildiği uzlaşımlar önerirler. Hakikat komisyonlarının çalışmaları yargılamaları, devletin özür dilemesini, bireysel veya toplu tazminat yollarının açılmasını, devlet arşivlerinin, toplu mezarların açılıp hakikat hakkının mağdurlara ve kamuya kazandırılmasını, hak ihlalleri doğuran kurumsal yapıların tasfiye edilmesini sağlar. İnsanlığa karşı işlenen suçların tekrar etmemesi için, kolektif hafıza, mağdurların anlatılarına yer verecek şekilde yeniden oluşturulur.

Bu komisyonların kurulmasındaki amaç, hakikatin adaletin önkoşulu olduğu bilinciyle, hakikat ve adaletin birbirine koşut olmadığı durumların yaratılmasıdır. Yani hakikat deşilirse, ‘’ideolojimize müsait adaletten gecikiriz’’ gibi bir algı değildir önemsenen. Geçmişten gelen küskünlükler, öfkeler dile gelsin, failler cezalandırılsın ki, adalet mümkün kılınsın, aynı hatalar tekrarlanmasın. Eğer ki şikâyetler dile getirilirse ‘’bu felaketleri gelecekte de yaşamaya mahkûm oluruz’’ demek, hakikat ve adalet arasındaki ilişkiyi ‘’ısmarlama unutuş’’ ile gölgelemek anlamına gelir, bu ise toplumsal uzlaşma değil, toplumsal tahakküm ile ilişkilidir.


[1] Paul Ricoeur, 2012, Hafıza, Tarih, Unutuş, çev. M. Emin Özcan, Metis Yayınları, 3. baskı.

[2] Daha detaylı bilgi için bkz. https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/hakikat-komisyonlari/