Arzulanan Türk’ü Kurgulamak: Edebiyatın Ulusu, Ulusun Edebiyatı

Kadir Dede’nin yakın dönemde yayımlanan ve 2015 yılında Hacettepe Üniversitesi’ndeki doktora tezine dayanan Edebiyatın Ulusu Ulusun Edebiyatı: Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Ulusun İnşası ve Roman başlıklı çalışması güncel olmayan fakat sürekliliğini koruyan bir meseleyi odağına alıyor. Bir edebiyat türü olarak romanın Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus inşası sürecinde oynadığı rolü Erken Cumhuriyet Dönemi romanlarından yola çıkarak ortaya koyan çalışma, Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasında çok uluslu bir imparatorluğun ardından daha küçük bir coğrafyada tehdide mahal vermeyecek homojenlikte yeni bir ulusu inşa edebilmek adına söylemin gücünden ve işlevinden nasıl istifade edildiğini göstermektedir. Siyasal düzlemden bağımsız düşünülemeyen söylem, statükonun kurulması, sürdürülmesi ve dönüştürülmesinde etkili olan bir unsurdur (Barker ve Galansinsky, 2001: 65). Türkiye Cumhuriyeti tek parti rejiminin de benzer amaçlarla sahiplendiği söylem Osmanlı İmparatorluğu’na ait yabancı unsurların uzaklaştırılması ve ulus-devlet milliyetçiliği fikriyatına sarılmayı içerir. Resmî devlet ideolojisinin normlarına uygun bir milliyetçilik fikriyatının oluşturulabilmesi için gerekli olan ortak değerlerinin belirlenmesi kültür alanının kontrolünü beraberinde getirmiş, arzulanan ve idealize edilen Türk kimliğinin oluşturulması için gönderilen yardım çağrıları roman edebiyat türü için de işlenmesi kaçınılmaz bir konu olmuştur. Bu anlamda Dede’nin çalışması da roman yazarlarının tahayyül edilenin somutlaştırılması amacıyla oluşturdukları kurguların bir analizini sunuyor.

Feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganını ödünç alarak edebî olanın politikliğini öne çıkaran Dede, Anderson’un Hayali Cemaatler çalışmasından ilhamla ulusun tahayyül edilmesini kolaylaştıran bir etmen olarak 1923-1938 yılları arası dönemde yayımlanan romanlara odaklanır. Nitekim Anderson’un ifade ettiği gibi modernleşmeyle birlikte meydana gelen teknolojik ilerlemeler ve matbaa alanında üretilen ürünlerin kitleselleşmesi kişilerin boş zaman etkinlikleri ile kesişince birbirini hiç görmeyen insanların arasında güçlü bir bağ ortaya çıkar. Dede de buradan hareketle Kadıoğlu’nun ulusunu arayan devlet modeli olarak tayin ettiği Türkiye için söz konusu arayışta romanın hangi başlıklarda yardıma çağrıldığıyla ilgilenir. Bu anlamda çalışma 1923-1938 yılları arasında yayımlanmış roman türlerinin Türklüğü nasıl tanımladığı, Türk ulusunun diğer uluslardan farkını hangi bağlamlarda ortaya koyduğunu irdelemiştir.

Altı bölüm olarak yapılandırılan çalışma birinci bölümde 1980’ler itibarıyla daha da genişleyen milliyetçilik literatürüne dair kaynaklar sunarak kuramsal çerçevesini oluştururken, modernist milliyetçilik kuramlarıyla ulusun inşa edilmiş bir olgu olduğu argümanına dayanaklar sağlar. İkinci bölüm, Miroslav Hrosch’un ulusların inşası için kullandığı izleğin Türkiye örneğinde aynı sıralamayı takip etmediği üzerine kuruludur ve dolayısıyla Türkiye milliyetçiliğinin kronolojisi geç Osmanlı Dönemi’nden itibaren ele alınarak incelenir. Üçüncü bölüm romanın tarihsel sürecine odaklanır ve ulus inşa süreciyle nasıl bir bağlantı içerisinde olduğunu aktarır. Dördüncü bölüm incelenen dönemsel aralığın genel bir panoramasını sunarken edebiyatçıların rejim ile olan bağlantılarını konu edinmektedir. Beşinci bölüm ise söz konusu romanların bir ulusu homojenleştirme çabasını içeren “biz” algısını nasıl gerçekleştirdiğini anlatırken, altıncı ve son bölüm ise “biz”in kuruluşunda önemli bir role sahip olan “onlar” algısının hangi pratikler üzerinden oluşturulduğunu okuyucuya aktarır. Yöntem olarak eleştirel söylem analizini benimseyen çalışma, romanların neden bu kadar önem arz ettiğine dair isabetli dayanaklar sunmada önemli referanslar içermektedir.

Kadir Dede’nin milliyetçilik ve modernist milliyetçilik kuramlarına dair geniş bir literatüre yer verdiği çalışmasında Erken Cumhuriyet Dönemi’nde yayımlanan romanlar bazında Türk kolektif kimliğinin üretilmesinde başvurulan temel unsurlar dil, tarih ve coğrafya olarak belirlenmiştir. Bu üç unsur romanlarda verilen ağırlıklara orantılı olarak oldukça detaylı bir şekilde incelenmiştir. İlk olarak dil unsuru göz önüne alındığında dilsel farklılıkları asgari düzeye indirmek Türk romanın gerçekleştirmeye çalıştıklarından biri olsa da yazar kan birliğine dayalı ırkçı milliyetçilik anlayışının da dönem romanında öne çıktığını çeşitli örneklerle göstermektedir. Bu anlamda Turhan Tan’ın Akından Akına romanından “Türk kanı, Türk yüreği ve Türk bileğinden” yoksun olan bir ihtiyarın Türkçe konuşmasına rağmen kendini Türk göremeyişi alıntısı önemlidir (Dede, 2021: 194). Dolayısıyla sadece Türkçe konuşabilmek dönem romanında Türk olmaya yeten bir “nitelik” olarak sayılmamakta, aranan som Türk[1] tarifi başka unsurlarında bir arada bulunmasını gerekli kılmaktadır. Nitekim romanlarda oluşturulmaya çalışılan som Türk kimliğinin dönem politikasında da karşılığını çeşitli söylem ve kampanyalarla bulduğunu söylemek mümkündür. Bu anlamda Orhan Seyfi Orhon tarafından “Vatandaş Türkçe Konuşma” çağrısı kamusal alanda Türkçe konuşarak kendini “gizleyebilen” azınlık unsurların ifşasını kolaylaştırmaya yönelik bir uygulama projesidir. Kolektif ve milli kimlik inşasında başvurulan bir diğer unsur olarak tarih ise Osmanlı Devleti ile arasına ciddi anlamda bir mesafe koyan ve İslâmiyet öncesi Türklerin tanımlayıcı özelliklerini öne çıkararak köklerini daha geçmişte arayan abartılı bir şanlı tarihyazımını arzular. Türk Tarih Tezi’nin bu amaçla kökenlerini Hitit uygarlığına dayandırmasına Erken Dönem Cumhuriyet romanlarında Orta Asya savaşlarının anlatıldığı, İslâmiyet öncesi Türk tarihi karakterlerinin revize edildiği romanlar eşlik etmiştir. Benzer bir arzu çok partili hayata geçildiğinde de Nihal Atsız ile yeniden harlanarak kendine edebiyatta yer bulacak ve büyük bir okuyucu kitlesine ulaşacaktır. Fakat Türk Tarih Tezi’nin tüm medeniyetlerin doğuş noktasını Türklüğe bağlayan fantezisinin Türklüğün biricikliğini zedelediği gerekçesiyle Atsız tarafından kabul edilmediğini de eklemek gerekir. Üçüncü bir unsur olarak ele alınan coğrafya ise Dede’nin işaret ettiği şekilde ihtişamlı tarihle birlikte kaybedilenleri gölgeleme misyonuna sahiptir. Geniş toprakların yerini alan nicel olarak daha küçük topraklar artık nitelik olarak daha fazla önem arz etmek durumunda kalacaktır. Bu noktada Dede, edebiyatın kaybedilen toprakları önemsiz, eldekini de değerli kılacak bir çabayı sürdürdüğünü ifade eder. Coğrafya hususunda işlenen köy ve köylüye bakışın dönem romanında geniş bir yer bulamaması ya da sınıfsal bir analizden yoksun olması ise sınıfsal çatışmanın yeni ulus inşasında kabul görmediğini ya da görmezden gelindiğinin bir göstergesi olarak okunmaktadır.

Dede, söz konusu dönemde yayımlanan romanlarda Öteki nitelendirmesinin Türk olmayanlar ve bizzat eski rejimin temsilini sağlayanlar üzerinden yapıldığını ifade eder. Osmanlı kimliğinden uzaklaşmakla yeni milli kimlik ve bilincin başarıya ulaşması arasında doğru orantı kuran dönem politikasına eşlik eden romanlardan örnekler sunulur. Bununla birlikte dönem romanının sıklıkla işlediği temalardan biri olan yanlış Batılılaşma her seferinde Türk kültürünün yabancı etkilere, ötekilere, ötekilerin yaşam standartlarına maruz kalarak “yozlaştığında” nasıl can yakıcı sonuçları doğurduğu mesajını iletmeye çalışır. Yeni ulusun her daim tehdit ve tehlike algısında kendine yer bulan Kürtlerin ise roman olay örgülerinde medeniyetten yoksun, vahşi ve dinsiz imgelerle nitelendirildiğini ekler.  Bora’nın kibirli bir oryantalizm olarak betimlediği, rejimin Kürt meselesine bakışının 1945’te Ulus gazetesinin “Dersim Medeniyete Açılıyor” başlığıyla da yıllarca sürdürülmeye devam ettiği görülebilmektedir (Bora, 2017: 225).

Söz konusu çalışma ulus inşası süresince Türk kimliğinin tarifinde aranılan özellikleri çok iyi analiz etmişse de romanlar özelinde oldukça göze çarpan toplumsal cinsiyet perspektifini incelemesine dahil etmemiştir. Elbette yazar kendi uzmanlık alanı olarak görmediği bir konu başlığına çalışmasında yer vermemek tercihinde bulunmuş olabilir. Fakat yine de ulus inşa sürecinde rejimin kadın ve erkeklere sunduğu roller “öteki”yle arasına koymuş olduğu mesafede kadınlara özel bir önem atfeder. Çünkü Erken Cumhuriyet Dönemi ders kitaplarında da kadınların ulusun biyolojik yeniden üretiminin ve sosyalizasyonun sağlanmasında asli unsur olarak resmedildiği görülür (Kancı, 2013: 99). Ancak bu çizilen bu sınırların ihlalinin yaratabileceği trajik senaryolar edebiyat ile dolaşıma sokulur. Batı karşısında dejenere olmaya daha müsait bir cins olarak roman kurgularında resmedilen kadınlar ahlâki çöküntülerin müsebbibi olarak işaret edilir. Aşırılıklar, ölçüsüzlükler, vatan sevgisinin önüne geçen tutkular kadın karakterler vasıtasıyla anlatılır. Vatan sevgisinden başka motivasyonlarla hareket etmek kadın karakterleri yazarın yargılamalarına ve küçümsemelerine maruz bırakır. Çünkü rejimin sunduğu kadın ve erkek rollerinin kabulü güçlü bağlarla kenetlenebilen bir ulus olmanın da önkoşulu sayılmaktadır.

Rejimin, hakikati tekeline alma yolunda edebiyat ile gerçekleştirdiği ittifakın bir panoramasını sunan Dede’nin çalışması milliyetçiliğin her dönem ve koşulda kullanışlı bir fikriyat olduğunu kanaatini güçlendirici veriler sunmaktadır. Edebiyat, milliyetçilik, romanın pragmatik amaçlarla kullanımı elbette uzunca bir süredir hem küresel hem de yerel anlamda sosyal bilimlerin konusu olarak çokça ele alındı. Nitekim Dede de önemli görülebilecek bir mütevazılıkla literatürün bu anlamda önde gelen isimlerinden Berna Moran, Nurdan Gürbilek, Murat Belge’ye teşekkür ve selamlarını iletiyor. Ancak ulus inşası sürecinin kendini sürekli tekrar eden bir devinime sahip olması geçmişin şimdiki zamanlara sirayet eden tesirlerinin her daim canlı tutulmasının önünü açmaktadır. Çalışma ele aldığı tema açısından değerlendirildiğinde siyaset, edebiyat, milliyetçilik ve kimlik çalışmaları gibi alanlarda ders içeriği sunan, araştıran, yazan ve akademik ilgileri canlı okuyucular için iyi bir kaynak olarak düşünülebilir.


[1] “Som Türk” kavramı Tanıl Bora’nın Cereyanlar (2017) kitabından ödünç alınmıştır.


Kaynakça

Anderson, B. (2017). Hayali Cemaatler, İstanbul: Metis Yayınları.

Barker, C. ve Galasinsky, D. (2001). Cultural Studies and Discourse Analysis. A Dialogue on Language and Identity, Londra: Sage Publications.

Bora, T. (2017). Cereyanlar, İstanbul: İletişim Yayınları.

Kancı, T. (2013). “Cumhuriyetin İlk Yıllarından Bugünlere Ders Kitaplarında Kadınlık ve Erkeklik Kurguları”, Nil Mutluer (der.), Cinsiyet Halleri, İstanbul: Varlık Yayınları, s. 88-103.