Halep’ten Küçük Halep’e… Peki Şimdi Nereye?

Uluslararası Göçmenler Günü 18 Aralık’ta büyük bir görev bilinciyle Türkiye’nin on üç ilinde çeşitli etkinliklerle kutlandı. Göç İdaresi ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) başta olmak üzere göçmenlerle ilgilenen ulusal ve uluslararası kuruluşların temsilcilerinin yanı sıra valisinden kaymakamına şehirlerin mülki idari amirlerinin ve milletvekillerinin katıldıkları etkinliklerde günün öznesi olması gereken göçmenlere biçilen rol maalesef ki dinleyici olmak ve folklor gösterileri sergilemekle sınırlıydı. Mevlâna ve Yunus Emre’den alıntılarla bezenmiş bitmek bilmez kürsü konuşmaları “Bu dünyaya geldik göçmeyecek miyiz? Hepimiz göçmen değil miyiz?” ile başlayıp “Hepimiz Kardeşiz” minvalinde beylik sözlerle devam ederken, her bir konuşmacı Türkiye’nin dünyada en fazla mülteciyi “misafir” eden ülke olmasından duyduğu insani gururu vurgulamadan ve ülkenin göçmen politikasını dünyaya örnek göstermeden sahneyi terk etmedi.

Göçmenlerin yaşadığı sorunlara kör idarecilerle, Türkiye’nin göç politikalarına karşı yükselen itirazlara sağır siyasetçilerin birbirlerini ağırladıkları kapalı kapılar ardındaki etkinlikleri bir kenara bırakacak olursak, Türkiye’nin gerçek göçmen karnesini görmek için çok değil sadece dört ay önce Ankara’nın Altındağ ilçesinde yaşanan Suriyelilere yönelik pogrom girişimini hatırlamak ve sonrasında uygulamaya konan politikaları incelemek yeterli olacaktır.

Ankara’da Bir Küçük Halep

Göç İdaresi verilerine göre geçici koruma altındaki 102 bin Suriyeli mülteci Ankara’da ikamet ediyor. İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyükşehirlerle ya da güneydoğu illeri ile kıyaslandığında oldukça az olan Suriyeli nüfusun önemli bir bölümü Altındağ ilçesinin Ulubey, Önder ve Battalgazi mahallelerinde yoğunlaşmış durumda. Ankara’daki kent yoksullarının ikamet ettiği bu eski gecekondu mahalleleri hem ev kiralarının düşüklüğü sebebiyle hem de bölgenin bitişiğindeki Siteler’de yüzlerce mobilya atölyesinin sunduğu iş imkânlarından dolayı iç savaş nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyeli mültecilerin ilk olarak bu bölgeye yerleşmelerine sebep olmuş. Sekiz yıl önce ailesiyle Ankara’ya göç eden ve şu an Siteler’deki bir mobilya atölyesinde asgari ücretle çalışan Halid[i] gibi pek çok Suriyeli mülteci ilk zamanlarda gecekondularda kira vermeden yaşamışlar. Şimdi ise bölgedeki gecekondu kiraları 200-400 lira arasında değişiyor.

İçlerinde bulundukları güvensizlik ve yalnızlığa karşı üretilmiş bir yaşam stratejisi olarak inşa ettikleri dayanışma ağları ile bu mahallelerde birbirlerine tutunan Suriyeli mülteciler market, fırın, elbise ve ikinci el eşya dükkânı gibi küçük işletmeler açarak zaman içerisinde bölgede kendi sosyal ve ekonomik altyapılarını da oluşturdular. Öyle ki hem Suriyeliler hem de yerleşikler tarafından “Küçük Halep” olarak anılmaya başlayan bu bölge, zamanla Ankara’daki Suriyeli nüfus için alışveriş yapıp sosyalleşebilecekleri bir çekim merkezi haline gelirken, ikameti başka şehirlerde olan Suriyelilerden de göç almaya başladı. Öte yandan Suriyeli nüfusun sayısının ve görünürlüğünün her geçen gün artması bu mahallelerde azınlıkta kalma korkusu yaşayan yerleşiklerin huzursuzluğunu ve Suriyelilere karşı öfkesini daha da arttırdı. Bölgedeki gettolaşmanın yaratacağı tehditlerle ilgili uyarılara duyarsız kalan ve göç politikasını göçmenlerin Türkiye’deki “geçici” misafirliği üzerine inşa ettiği için başarılı bir uyum politikası izlemekten çok uzak olan idari ve siyasi otoritelerin Suriyeliler ve yerleşikler arasında her geçen gün artan ayrışma ve gerilime karşı tutumları ise kafalarını kuma gömerek sorunları görmezden gelme şeklindeydi.

Kamu otoritelerinin politikasızlığına aylar boyunca medya ve muhalefet yetkililerinin mültecilere yönelik nefret söylemi de eklendiğinde bölgedeki Suriyelilere yönelik toplumsal infial için tek bir kıvılcım yeterliydi. Bu kıvılcım 10 Ağustos günü Battalgazi Mahallesi’ndeki bir parkta Suriyeli ve Türk gruplar arasında çıkan kavga sonucu yaralanan iki gençten biri olan Emirhan Yalçın’ın kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetmesiyle alevlendi.

11 Ağustos’ta Suriyelilere Yönelik Pogrom Girişimi ve Sonrası

11 Ağustos’ta Emirhan Yalçın’ın bir Suriyeli tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü haberinin yayılması bölgede yüzlerce kişinin sokaklara dökülmesine yol açtı. “Suriyelileri istemiyoruz” sloganları ile başlayan göçmen karşıtı protestolar, akşam saatlerinde Suriyelilere ait ev ve işyerlerine yönelik taşlı sopalı saldırılara, Suriyelilerin arabalarının yakıldığı ve dükkânlarının yağmalandığı bir pogrom girişimine dönüştü. Sosyal medyada yüz binlerce destek mesajı alan bu nefret saldırılarına katılmak için Ankara’nın başka bölgelerinden onlarca insanın bölgeye girişinin güvenlik güçlerince engellenmesi bir katliam yaşanmasının önüne geçse de Suriyelilerin yaşamlarının Küçük Halep’te de şu an bir savaş alanı olan Halep’te olduğu kadar kırılgan ve güvensiz olduğu gerçeğini gözler önüne serdi. Dükkânının yağmalanışını evindeki perdenin arkasından çaresizlikle izlediğini ve gece boyunca evine de saldırılacağı korkusuyla beklediğini anlatan Saim duyduğu korku ve güvensizliği “Halep’teki savaşın ortasında bile bu kadar korkmamıştım. Oradaki tek tehlike yukarıdan gelen bir füzenin beni ve ailemi öldürmesiydi. O akşam ben yüzlerce insanın bizi linç edeceğinden korktum. Silahlardan değil insanlardan korktum,” sözleriyle ifade ederken, Saim ile benzer duyguları paylaşan bölgedeki pek çok Suriyeli için Ankara’nın geleceklerini güvenle inşa edecekleri güvenli bir yuvaya dönüşme ihtimali tamamen ortadan kalkmışa benziyor. Bu durumun tek sebebi de Suriyelilerin bölgede kendilerini korumasız hissetmeleriyle ilgili değil üstelik.

11 Ağustos’taki pogrom girişiminden sonra bölgedeki gerilime daha fazla seyirci kalamayan kamu otoritelerinin göçmenlere yönelik politikaları tamamen değişti. Suriyelilere yönelik saldırılara katılanlara yönelik yaptırımlar yasal işlem başlatmak ile sınırlı kalırken, aldıkları bir dizi kararla devletin sağ elini[ii] bu sefer Suriyeli sığınmacılar için harekete geçirmiş olan idarecilerin uygulamaya koydukları bir dizi karar, pogrom gecesinin mağduru olan bölgedeki Suriyeliler için hayatlarını daha da zorlaştıracak sonuçlar doğurdu.

Yağma ve saldırılar nedeniyle dükkânları zarar görmüş ve zararları tazmin edilmeyen Suriyeli işyerlerinin üç hafta kapatılması kararının alınması, açılma sonrasında ise işyerlerinin akşam 7’den sonra kapanmaya zorlanması bu bağlamda en dikkat çekici olan kararlardan biridir. Bir baharatçı dükkânı işleten ve saldırı gecesinde tüm camlarının kırıldığını, belediye, emniyet ve kaymakamlığa zararının tazmini için başvuruda bulunmasına rağmen bir cevap alamadığını ifade eden Abdulkadir’in “Bizde alışverişi iş dönüşü erkekler yaptığı için bizim işlerimiz akşam saatlerinde yoğun olur. Akşam 7’de dükkânı kapatmak demek hiç iş yapmamak demek bizim için,” sözleri bu kararın Suriyeli esnaf için ne denli yıkıcı olduğunu gözler önüne seriyor. Benzer şekildeki şikâyetlerini dile getiren pek çok Suriyeli esnafa göre yasalara uygun şekilde açıkları ve Türk esnafla aynı vergiyi verdikleri işyerleri için konulan saat sınırı hem adil değil hem de bu şekilde işlerini ayakta tutmaları imkânsız.

Bölgedeki Suriyeliler için yakıcı sonuçlar doğuran kararlardan bir diğeri, Göç İdaresi’nin ikameti Ankara’da bulunmayan Suriyelileri Ankara’dan gönderme ve şehri yeni ikamet taleplerine kapatmasıyla ilişkili. Daha önce bahsettiğim üzere bölgedeki iş imkânlarının çokluğu ve kiraların ucuzluğu sebebiyle ve diğer Suriyelilerle bir arada yaşama isteği sonucu ikametleri başka şehirlerde olmasına rağmen bölgeye göç eden binlerce Suriyeli saldırı gecesinin ardından kentten tahliye edildi. Bu durum ikameti Adana’da olduğu halde hasta kızını tedavi ettirmek için Ankara’ya taşınan ve bir fabrikada gece bekçisi olarak çalışan İbrahim’in “Sabah işten eve döndüğümde ailem evde yoktu, Adana’ya gönderilmişlerdi,” ifadesindekine benzer şekilde binlerce mağduriyet hikâyesinin ortaya çıkmasına yol açtı.

Suriyeli mültecilerin hayatlarını derinden etkileyen önemli kararlardan biri ise bölgedeki gecekondularla, imarsız binalarla ilgili. Tüm uyarılara rağmen bölgedeki gettolaşmaya sessiz kalan kamu otoriteleri saldırı gecesinden sonraki günlerde bölgedeki gettolaşmanın önlenmesi ve Suriyeli sayısının azaltılması için imarsız ev ve işyerleri ile ilgili acele yıkım kararı aldılar. Başlangıçta yıkım tebligatlarıyla imarsız gecekondularda yaşayan Suriyelerden bir gün içinde evlerini, işyerlerini terk etmeleri istenirken bölgedeki kamu çalışanlarının, STK temsilcilerinin bu durumun doğurduğu derin mağduriyetleri dile getirmeleri sonucu evlerine, işyerlerine yıkım kararı gelen Suriyelilere tahliye için tanınan süre on beş güne çıkarıldı. Tahliye süresinin uzatılması Suriyeli mültecilerin barınma sorununu çözmüş değil elbette. Artan göçmen karşıtlığı ile birlikte Suriyelilere ev kiralamak isteyenlerin sayısı her geçen gün azalırken, kalan az sayıdaki eve istenen kira bedeli çoğu yoksulluk sınırının çok altında yaşam mücadelesi veren Suriyeliler için karşılanamayacak kadar yüksek. Dahası bölgeden taşınması istenen Suriyelilerin Mamak, Çankaya, Altındağ gibi ilçelerden ev tutması da yasak. Evini terk etmesi istenen ama kendisine yaşaması için bir yer de gösterilmeyen Suriyelilerden biri olan Zehra savaş yüzünden ailesiyle evi olan Halep’ten ayrılıp yeni ve güvenli bir yaşam kurmak için Küçük Halep dediği bölgeye sığınmış. Onun dile getirdiği “Peki şimdi nereye gideceğiz?” sorusu bölgedeki binlerce Suriyeli mültecinin ortak endişesini ifade ediyor. Göçmenlerden sorumlu idari birimler başta olmak üzere hiçbir kamu otoritesinin cevap vermediği bu soruya insan hakları çerçevesinde cevap vermek kimin, hangi birimin görevi?

Stuart Hall, “Göç, tek yönlü bir yolculuktur. Geri dönülecek bir yuva yoktur,” der. Suriye’deki iç savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecilerin geri dönebilecekleri bir yuvalarının olmadığı bilinciyle bulundukları yere kök salma ve yuvaya dönüştürme güdüleri de bu nedenle son derece insani bir eylemdir. Buna karşın büyük bir çoğunluğu Halep’ten göç etmiş olan Suriyelilerin Ankara’da küçük bir Halep oluşturarak kendileri için geleceğe güvenle bakabilecekleri yeni bir yuva inşa etme çabaları maalesef tek bir gecede yerle bir oldu. İdari otoritenin uygulamaya koyduğu kararlar pogromun faillerini değil, mağdurlarını cezalandıracak nitelikte. Bu durum hayatları zaten yasaklar vesayetinde olan Suriyeli mültecilerin yaşamlarını daha da zorlaştırıyor. Halep gibi Küçük Halep de artık Suriyelilere güvenli bir yaşam imkânı sunmuyor. Esad rejiminin Suriye’de gücünü konsolide etmesiyle birlikte geri dönmeleri de artık mümkün değil. Daha iyi yaşam hayalinin ortak merkezi olan Avrupa’ya kaçış ise hem karşılayamayacakları kadar büyük bir maliyete sahip hem de Avrupa Birliği’nin artan sınır güvenliği nedeniyle neredeyse imkânsız.

Kısacası, evlerine yıkım tebligatı geleceği korkusuyla yarınını kestiremeden yeni güne uyanan, sigortasız olarak çalıştığı işinden atılacağı korkusuyla her gün daha ağır şartlarda çalışmaya razı olan, geçici koruma belgem iptal edilir korkusuyla haklarını aramaktan ve kendilerine yönelik fiziksel saldırıları bile şikâyet etmekten çekinen binlerce Suriyeli mültecinin ve daha pek çok mülteci grubunun Uluslararası Göçmenler Günü Kutlu Değil! Türkiye insan hakları odaklı ve bir arada haysiyetli bir yaşam sürme perspektifine sahip bir göçmen politikası oluşturmadığı sürece de kutlu olmayacak! 


[i] Mülakat yapılan tüm görüşmecilerin ismi güvenlikleri nedeniyle değiştirilmiştir.

[ii] Devletin Sağ Eli: Boudieu’ye göre modern rasyonel devletin iki eli, sağ ve sol eli vardır. Sağ el paternalisttir. Kontol eder, disipline eder, kıt kaynakları paylaştırır. Sol el ise bakan, besleyen, koruyan eldir.