Gorbaçov’un Ardından

Eski Sovyetler Birliği'nde siyasi fıkralar, siyasi görüşlerin yeraltındaki başlıca kanalıydı. Mihail Gorbaçov'un 1985'te iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra ortaya çıkan bir fıkra şu soruyu soruyordu: "Politbüro'da Gorbaçov'u kim destekliyor?" Cevap: "Kimse desteklemek zorunda değil. Kendi başına hareket edebilir."

Leonid Brejnev, Yuri Andropov, Konstantin Çernenko gibi yaşlı liderlerin cenazelerinin ardından dinamik, genç ve karizmatik bir liderin yükselişi başlı başına heyecan verici bir yenilikti. Buna bir de Gorbaçov'un neredeyse ilk günden itibaren ortaya koyduğu radikal açıklık, samimiyet ve değişim isteği eklenince tüm Sovyet coğrafyasında hissedilir bir coşku yaşandı.

Mihail Gorbaçov salı günü öldü ve bugün onu, Batı'da sıklıkla algılandığı üzere cesur ve kahramanca biri gibi değil, olumlu biçimde hatırlayacak bir Rus bulmak dahi zor olacaktır. Vladimir Putin gibi kayıp imparatorluklara özlem duyanlar için o, güçlü Sovyet devletini yok eden adamdı. Liberaller içinse, halefini doğru yola sokmakta başarısız bir liderdi.

Ancak liderliğinin o ilk parlak günlerinde, 54 yaşında Politbüro'da etrafındaki bunak kalıntıların çoğundan onlarca yıl daha genç olan Mihail Gorbaçov, küresel bir rock yıldızıydı. Sovyetler Birliği dibe vurmak üzereydi. Mağaza rafları boşalmış, ekonomi açgözlü bir askerî makine tarafından kurutulmuştu. KGB ajanları ve muhbirlerinden oluşan bir ordu, kimsenin inanmadığı resmî ideolojiden sapmaları acımasızca eziyordu. Dış dünya yasak bir rüyaydı.

Ve sonra aniden, geniş gülümsemesi ve güneydeki tarım arazilerinde kök salmış aksanıyla bu genç lider geldi ve heyecan verici bir "yeni düşünce", "perestroyka" (yeniden inşa) ve "glasnost" (açıklık) müjdesi yaydı. Kremlin'e yeni kan getirirken, bu şekilde devam edemeyeceğimizi ilan etti. Bir dizi doğaçlama konuşmasında toplumun emir komutaya dayalı bürokratik sistem ve silahlanma yarışı altında boğulduğunu, her şeyin değiştirilmesi ve kökten değiştirilmesi gerektiğini vaaz etti. Bazen büyüleyici eşi Raisa ile birlikte halkın karşısına çıkıyor, çoğu zaman kendinden geçmiş kalabalığın içine dalıyordu. Bu, Rusların yirmi yıldan uzun bir süre önce Nikita Kruşçev'den beri görmediği bir şeydi ve çok daha heyecan verici, özgür ve bulaşıcıydı.

Özellikle hatırladığım bir sahne, Gorbaçov'un görevdeki ilk yılının baharında Leningrad'a yaptığı bir geziydi. Selefleri döneminde bir propaganda ritüeline dönüşmüş olan akşam ana haber bülteninde Mihail Gorbaçov sokakta şakalaşırken gösteriliyordu; büyük doğum lekesiyle tanınan kel kafası itişip kakışan kalabalığın arasında sallanıyordu.

"Seni dinliyorum," dedi. "Ne söylemek istiyorsun?"

"Başladığınız gibi devam edin," diye bağırdı bir adam. Ardından, kalabalık tarafından Gorbaçov'a doğru ittirilen, sarı arı kovanı saçları Gorbaçov'un üzerinde yükselen heybetli bir kadın söze karıştı: "Sadece halka yaklaşın, sizi hayal kırıklığına uğratmayacağız."

Mihail Gorbaçov, "Daha yakın olabilir miyim?" diyerek, geniş bir gülümsemeyle cevap verdi.

Bu, onun başlattığı ekonomik değişimlerin çok ötesine geçen bir kimyaydı. Tabular buharlaştı. İnsanlar özgürce konuşmaya, gazeteler ciddi haberler yapmaya başladı. Sanat gelişti, kiliseler doldu. Başta Andrei Sakharov olmak üzere, muhalifler çalışma kamplarından ve iç sürgünden geri döndüler. Göstermelik Sovyet meclisinde gerçek tartışma ve hatta gerçek oylama ortaya çıktı. Mihail Gorbaçov'un umduğundan daha fazlası olmuş olabilir, ancak kamuoyunda olan biten her şey Gorbaçov’un hanesine yazıldı. Selefleri döneminde sanat alanında siyasi açıdan cüretkâr olan herhangi bir şey sansürün etrafından dolaşmak olarak görülürken, Gorbaçov döneminde bu durum çözülmenin bir başka kanıtı olarak değerlendirildi.

Heyecan sadece Sovyetler Birliği ile sınırlı değildi. Sovyet bloku ve dünya genelinde, cesur yeni bir liderin yükselişi daha zirveye ulaşmadan dikkatleri üzerine çekti. Mihail Gorbaçov'un Kremlin'de ikinci adam olarak kabul edilmesinin ardından Londra'ya yaptığı bir ziyaret sırasında, The Sunday Times of London'ın manşeti "Doğu'da bir Kızıl Yıldız Yükseliyor" şeklindeydi. Margaret Thatcher, o zaman İngiltere başbakanıydı ve ünlü sözü şöyleydi: "Bay Gorbaçov'u severim. Birlikte iş yapabiliriz."

Büyük bir cephaneliğin ortasında, bölünmüş bir ülkede yaşayan o zamanki Batı Almanya vatandaşları, Gorbaçov'un Soğuk Savaş'ı sona erdirme çabalarını özel bir tutkuyla karşıladılar. O zamanlar Batı Almanya'nın başkenti olan Bonn'daki barok Eski Belediye Binası'nın önündeki kalabalığı hatırlıyorum. Kalabalık "Gorbi! Gorbi!" diye bağırırken, o içeride ziyaretçi defterini imzalıyordu. 1989'daki bu ziyaretin arifesinde yapılan bir kamuoyu yoklamasında, Gorbaçov'un güvenebilecekleri bir adam olup olmadığı sorusuna katılımcıların yüzde 90'ı "evet" yanıtı verdi.

Gorbaçov Ekim 1989'da Doğu Alman devletinin 40. yıldönümünü kutlamak için yaşlı komünist liderlere katılmak üzere Doğu Berlin'deyken de “Gorbi! Gorbi!” diye tezahüratla karşılanıyordu. Bu ziyaret, bir ay sonra, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının hızlanmasını doğrudan etkileyecekti. Amerika Birleşik Devletleri'nde yaygın bir efsaneye göre bu tarihî olay Ronald Reagan'a atfedilir, ancak Gorbaçov'un Doğu Avrupa'da açığa çıkardığı güçler ölçülemeyecek kadar daha önemliydi.

Yine de Mihail Gorbaçov bir devrimci değil, bir reformcuydu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sadece dokuz ay önce, şimdiki Belarus'un başkenti Minsk'te bir dinleyici kitlesi önünde şu itirafta bulunuyordu: "Komünist olduğumu ve komünist fikre bağlı olduğumu söylemekten utanmıyorum ve bununla öbür dünyaya gideceğim."

Onun anlayamadığı ve Kremlin'deki sert ve acımasız seleflerinin sezgisel olarak bildiği şey, zorlama, güç ve korku üzerine kurulu bir sistemi gevşetmek onu yok etmek anlamına gelir. Sovyet toplumu Sovyet otoriterliğinin kısıtlamalarından kurtulurken, Mihail Gorbaçov'un ekonomide reform yapma çabaları önceki tüm reformlarla aynı kayalara çarptı: ayrıcalıklı, yozlaşmış Komünist Parti aygıtı.

Ekonomik şok terapisini denedi, sonra rotayı tersine çevirdi, sonra güç kullanmayı denedi, ama bunlar yetmezdi, çok geçti. Baskının acımasız tutkalı eksik kalınca Sovyetler Birliği dağıldı ve ekonomi durma noktasına geldi. Komünistlerin Ağustos 1991'de iktidarı zorla ele geçirme girişimi Boris Yeltsin tarafından bastırıldı ve SSCB sadece birkaç ay daha ayakta kalabildi.

Geriye dönüp bakıldığında, Gorbaçov'un farklı adımlar atması halinde, olayların farklı gelişip gelişmeyeceğini ya da Sovyetler Birliği'nin ayakta kalıp kalamayacağını sorgulamak ilgiye değer olabilir. Tiananmen Meydanı'nda Mihail Gorbaçov'un serbest bıraktığı liberalleştirici güçleri ezen Çin, alternatif bir yol öneriyor.

Sovyet İmparatorluğu'nun dağılışına Moskova'dan ve ardından Berlin'den tanıklık etmiş biri olarak, Gorbaçov'dan başka bir değişim temsilcisinin, çökmek üzere olan bir sistemin barışçıl bir şekilde parçalanmasını sağlayabileceğini hayal etmekte zorlanıyorum. Sistemi içeriden değiştirmeye çalışmak için inançlı bir komünist gerekiyordu, ancak sistem yeniden canlandırılamayacak durumdaydı.

Mihail Gorbaçov bunu daha sonraki yıllarda gördü. Aralık 1991'deki istifa konuşmasında "Eski sistem yenisi çalışmaya başlamadan çöktü ve toplumdaki kriz daha da vahim bir hal aldı," dedi. Amerika Birleşik Devletleri'nde çoğu insan Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ve totaliter bir sistemin çökmesinin küresel çapta olumlu bir olay olarak algılanacağını düşünüyordu. Rusya'da ise büyük güç statüsünün kaybedilmesinden üzüntü duyan pek çok kişi vardı ve bu nostaljiyi Vladimir Putin otoriter Kremlin'i yeniden inşa etmek için kullandı.

Ancak Gorbaçov'un ölümünü duyduğumda aklıma ilk ve en çok gelen şey, o geniş gülümseme, o bulaşıcı coşku, değişime duyulan cesur inanç ve "Gorbi! Gorbi!" diye bağıran insanların özgürlüğe kavuşmasıydı. Mihail Gorbaçov'un gerçek mirası budur.


İngilizceden çeviren: Salih Renda