Bugünün farklılaşmış toplumlarında yabancı, sınırları net ve belirli oranda bir örneklik barındıran bir topluluğa sonradan dahil olmayı ima eden ‘marjinal’ bir sosyal tip olmaktan çoktan çıkmış durumda. Bunun bir diğer anlamı, fiziksel uzamda çakılı olduğumuz anda bile, yabancılık konumunu işgal ediyor olabileceğimiz. En geniş anlamıyla, bugünün ‘genelleşmiş yabancısı’, toplumsal uzamı oluşturan çok sayıda özerk alandan en azından birinde ‘toplumsal acemi’ olmayı ifade ediyor. Bu çeşitli yabancılık türlerinin ortak özelliği, edinilmiş algı, beğeni, düşünce ve eylem şablonlarıyla (failde içselleşip bedenselleşmiş tarihi ifade eden habitusla), toplumsal dünyanın nesnel yapıları (kurumlarda somutlaşmış tarihi ifade eden alan) arasındaki çatışmadan kaynaklanmasıdır. Sözünü ettiğimiz bu çatışmanın en açık ve yaygın ifadesini, eğitim yoluyla edindiği kültürel sermayeyi ya da şanslı bir evlilik suretiyle edindiği sosyal sermayeyi ekonomik sermayeye dönüştürerek toplumsal hiyerarşide yukarı doğru hareketlenen ‘yeni zenginlerde’ görebiliriz. Yeni zengin, her ne kadar toplumsal hiyerarşide işgal ettiği konumun teknik gerekliliklerini (diploma vb.) yerine getirse de, konumunun toplusal tanımının dayattığı beğeni repertuarından (gerektiği gibi güzel giyinip, gerektiği gibi kaliteli restoranlarda yemek-içmek gibi incelikli zevklerden) mahrum olduğu için ‘sonradan görme’ olarak yaftalanıp, konumuna yabancı olmaktan kurtulamaz.
Sözünü ettiğim bu genelleşmiş yabancılık, toplumsal uzamda benzer konumları paylaşan, ellerinde tuttukları sermaye karması ve görme (vision) ve ayrım (division) ilkeleri benzeşen bir grup tarafından taşındığında siyasi sonuçlar doğurabilir. Böylesi bir durumun en güncel örneklerinden birini Türkiye’de yükselmekte olan ‘orta sınıfların muhafazakar kesimlerinde’, başka bir deyişle, muhafazakarlığın, siyaset alanının ‘makbul olmayan yabancılığından’ (siyaset alanındaki illusio’yu paylaşmadığı için her an oyun dışı bırakılabilecek oyunculuktan), genelleşmiş yabancılığa uzanan yörüngesinde görebiliriz. Böylelikle, muhafazakarlığı kaideleşmiş kitabi bir öze referansla tartışmaktansa, habitus, alan ve sermaye ilişkiselliğinde geliştirilmiş stratejiler etrafında inceleyerek, gerçekten yaşayan muhafazakarlığın toplumsal yörüngesini ve bugünkü konumunu daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum. Bu yazının konusu olmamakla birlikte, bu yaklaşımın bizi AKP’nin giderek otoriterleşen yönetim mantığını, Erdoğan’ın karakteriyle ya da partinin gizli gündemiyle açıklamaktan (daha doğrusu açıklayamamaktan) uzaklaştırıp, ‘iktidar alanı’nı yakından ilgilendiren siyaset, hukuk, kültür ve eğitim gibi alanlardaki ilişkiselliklere yoğunlaştıracağını düşünüyorum. Yoksa, düşünceler tarihinden devşirilmiş tanımlara ya da muhafazakar siyasetin söylemsel inşalarına referansla girişilmiş her açıklama çabası, muhafazakarlık ve muhafazakarlar arasındaki uçurumu daha da derinleştirecektir.
Hikaye bilindik olduğu için uzatmayacağım ama sözünü ettiğim dönüşümün anlaşılabilmesi için değinmek zorunlu. Eski kuşak muhafazakarlar (İslamcılar)[1], ‘doğaları gereği[2]’ kendilerini mevcut düzenin yabancısı olarak görüyorlardı. Başta faiz olmak üzere, harama bulanmış kapitalist ekonomi ve laikliği teşvik edip koruyan devlet, toplumsal uzamda Müslümanca yaşamaya müsade etmiyordu. Dahası devlet zorunlu eğitim vasıtasıyla taşıyıcısı oldukları sosyal sermayenin yeniden üretimini güçleştiriyordu. Eski muhafazakarlar, bu durumla siyaset alanında ‘çifte yabancılık[3]’larının içselleştirdikleri nesnel koşullarından kollektif temsiller üretmek suretiyle mücadele ettiler. Özellikle iktidar alanını ilgilendiren ekonomi, eğitim ve siyaset alanlarında mevcut düzenin ilkelerinden bazılarını seçici bir gözle eleyip, yerlerine yeni, kendi ilkelerini koyarak tüm alanlarda muhafazakar bir konum inşa etmeye çalıştılar (örneğin faizli bankacılık yerine kar ortaklığına dayanan bankalar kurdular). Aslında oldukça başarılı işleyen bu strateji siyaset alanında mevcut düzenin ‘sosyodise[4]’sine çarptı; anayasaya aykırılıkları nedeniyle kapatıldılar. Siyaset alanındaki ekonomik maliyeti yüksek bu kısır döngü, AKP’nin kurulmasıyla somutlaşan ve çifte yabancılığın muhafazakarların gözünden kaynaklanan eşinin reddedilmesine dayanan bir stratejiyle aşıldı: Gömlek çıkarıldı, siyaset alanının mevcut illusio[5]’su benimsendi[6]. Yeni dönemde muhafazakar strateji repertuarı, mevcut düzenle (seçiciliği giderek azalan)bir seçici uyum geliştirmeye, bu süreci kolaylaştırmak için, kendilerini yabancı konumuna koyan düzenle, iktidar alanını muhafazakarlaştırarak mücadele etmeye ve böylelikle tahakkümün iş bölümünde tabi olandan hakim olan konumuna yerleşerek muhafazakarlığı kutsayan bir yeniden üretim sistemi kurmaya dayandı (dayanıyor).
Bugünün muhafazakarları, devletin kendi varlıklarına bir tehdit olmaktan çıkıp tam tersine garanti ve teşvik unsuru olduğu durumda bile dış dünya ile yaşadıkları çatışmanın sürdüğü gerçeğiyle yüzleşiyorlar. Ekonomi alanında sergiledikleri kusursuza yakın uyum ya da iktidar alanını kuşatarak kurulan uyum henüz kültür alanında (özellikle de kültürel üretim alanında) görülmüyor. Bu kez karşılarında burjuva kültürü gibi yaygın ve kendileri için çok kaynaklı bir yabancılık üretim fabrikası bulunuyor. Muhafazakarlar, özellikle de eğitimli genç kuşaklar, bugün modern kent kültürüyle geleneği el yordamıyla bir arada yürütmenin güvensizliğini yaşıyorlar. Muhafazakarlığın gelenekle örtüştüğü, özellikle alt sınıflarda ve muhafazakar olmayan kesimlerde yaygın olan, toplumsal tanımının kuvveti karşısında, bu melez muhafazakar konum, kamusal temsilde doğru-yanlış ölçütünü, genelleşmiş yabancılığa özgü utangaç bir tutumla, acemice icat etmeye çabalıyor. Sözünü ettiğimiz bu yabancılık, henüz geleneksel kültürün (hat, tezhip, ebru, dini müzik gibi geleneksel sanatların) modern yorumlarını ürtemenin pek ötesine geçemedikeri kültürel üretimin resim, heykel, sinema, tiyatro ve karikatür gibi alt birimlerinde daha da artıyor. Muhafazakarlar, modern tüketim kalıplarına özel alanlarının (en başta evlerinin) kapısını açmakta tereddüt etmediler. Fakat kültürel üretimin ve kültür ürünleri tüketiminin kamusal temsil içeren birimlerinde yabancılıkları devam ediyor. Muhafazakarlığın gelecekteki olası yörünge değişimleri, biraz da muhafazakarların kültür alanında sözünü ettiğimiz yabancılıklarıyla baş etme stratejileriyle ilintili.
[1] İslamcılık, muhafazakarlıktan farklı bir kategori olmaktan ziyade bir muhafazakarlık türüdür. Yazının bütünlüğü açısından İslamcılar yerine eski kuşak muhafazakarlar tabirini kullanıyorum.
[2] Bu kavramı kullanmaktaki niyetim, muhafazakarlara taşımadıkları bir özü atfetmek değil. Tam tersine amacım, belirli bir tarihsel durumda geliştirilmiş, muhafazakar benlikle ilgili bir söylemsel inşanın mevcut düzenle kurduğu keskin reddiye ilişkisini vurgulamak.
[3] Çifte yabancılığı, muhafazakarlığın hem zamanın mevcut düzeninin gözündeki yabancılığını hem de muhafazakarların gözünden düzene olan yabancılığını vurgulamak için kullanıyorum.
[4] Bourdieu’nün theodicy kavramına atıfla kullandığı, mevcut düzenin meşruiyeti sorgulanamaz kılan haklılaştırıcı temelleri ifade eden kavramdır.
[5] Illusio, bir alanda oynanan oyunun oynanmaya değer olduğuna dair inancı ifade eder. Dolayısıyla muhafazakarlığın mevcut konumu iddia edildiği gibi sınırları belirsiz bir sistem tarafından massedilmesinin değil, en az onun kadar ekonomi alanında oyuna inançlarının ve oyun oynama isteklerinin ürünüdür.
[6] Yaygın kanaatin aksine, muhafazakar siyasetin gelenekçilikten reformistliğe bu dönüşümü habitusla uyumsuz değildir. Muhafazakar habitus (özellikle siyaset alanında etkin faillerde), mevcut düzenin etkilerinden arındırılmış siyasal sosyalleşmeden edinilmiş eğilimlerden ziyade, mevcut düzenle kurulan zorunlu ilişkilerle, özellikle eğitim ve ekonomi alanlarının gereklilikleriyle uyumlulaştırılmış eğilimlere dayanır.