“Kadın, Yaşam ve Özgürlük"ün Dışavurumu Olarak İran’daki Ayaklanmalar

Mahsa Amini’nin Ahlâk Polisi Devriyeleri tarafından öldürülmesi ile Tahran’ın Kasra Hastanesi önünde başlayan protestolar yedinci gününde kapsam ve şiddet kazanmış bir biçimde İran’ın dört bir yanında devam ediyor. 2017’den itibaren vuku bulan üç “Genel Halk İsyanı” deneyimini kendinde barındıran bu ayaklanmanın dinamikleri ve nevi şahsına münhasır özelliklerinin anlaşılması için iki bağlamsal olgunun altının çizilmesi gerekir. Birincisi, İran İslâm Cumhuriyeti’nin derin bir yolsuzluk ve meşruiyet krizi içinde olması ile birlikte özellikle son sekiz yıl içerisinde toplumun büyük bir bölümünün sert bir biçimde yoksullaştığıdır. “Mezarların içinde yaşayan insanlar”, “organ satışlarının yaygınlaşması” ve orta alt sınıfın proleterleşmesi gibi olgular bir taraftan, fabrika işçileri başta olmak üzere birçok sektörde kapsamlı grevlerin gerçekleşmesi diğer taraftan İran toplumunun yoksullaştığının göstergeleridir. İşçi sınıfı başta olmak üzere farklı toplumsal fayların hareketliliğine neden olan derin yoksullaşma sürecine İran rejiminin ideolojik ve baskı aygıtlarının toplum üzerinde yarattığı baskı eklemlendiğinde, radikal sokak protestolarına dönüşen patlama momentleri ortaya çıkar.[1] Bu bağlamda, Mahsa Amini’nin katledilişi ve patlak veren protestolar ile doğrudan ilişkili olarak ikinci olgu ise İran rejiminin son dönemde kadınlar ve LGBTQ+’lara karşı tabiri caizse bir savaş açarak oldukça zayıflamış ideolojik yapılarını yeniden üretme çabasında olmasıdır. Bu husus, Ahlâk Polisi Devriyeleri’nin genişletilmesi ve sertleşmesi, kadınların çalışma hayatlarının önüne engellerin çıkarılması, LGBTQ+’lara idam cezalarının verilmesi[2] gibi örneklendirilebilir. Bu genel tasvirden hareketle Mahsa Amini’nin öldürülmesi ile patlak veren ve giderek şiddet kazanan protestoların benzeri pek deneyimlenmemiş özellikleri üzerinde duracağım.

“Kadın, Yaşam, Özgürlük”

İran’da cereyan eden ayaklanmanın ilk temel özelliği kadınların “Kadın, Yaşam, Özgürlük” ve “Kız Kardeşimi Öldürenleri, Öldüreceğim” sloganları eşliğinde öncü ve yöneten konumunda olmalarıdır. Bu anlamda, İranlı kadınlar 1979 İran Devrimi’nden itibaren kendilerine yöneltilen ataerkil baskılara karşı farklı biçimlerde direniyorlar ve mücadele veriyorlar. Fakat, bu ayaklanma İranlı kadınların tüm baskıcı yapılara karşı verdikleri mücadele sürecinde bir dönüm noktasına işaret ediyor. Zira, kadınlar kendi taleplerini yıllar sonra ilk kez radikal sokak protestolarına dönüştürerek İran rejiminin kendisini hedef alıyorlar. Burada belirtmek gerekir ki kadınların bu ayaklanmada öncü bir rol oynayabilmesinde Mahsa Amini’nin kadın olmasının yanı sıra Kürt olması sebebiyle Kürt kadın hareketinin deneyiminden faydalanılması etkili olmuştur. Bu deneyimin etkili olduğunu gösteren hususlardan birisi ise “Kadın, Yaşam, Özgürlük” gibi ilerici sloganların hegemonya kurması ile saltanat yanlısı gerici sloganların neredeyse yok olmasıdır. Ayrıca, Mahsa Amini’nin öldürülmesi ile protestoların Kürdistan kentlerinde başlaması ve bu bölgedeki esnafın geniş çaplı kepenk kapatması, ayaklanmanın diğer kentlere geniş çaplı bir şekilde hızla yayılmasında önemli bir etki alanına sahip olmuştur.

Tebriz’in Ayaklanması Neden Önemli?

İran’ın modern tarihine bakıldığında, Tebriz kenti hem 1905 Meşrutiyet Devrimi hem de 1979 İran Devrimi sürecinde ilerici bir rol oynamıştır. Fakat 1979 İran Devrimi’nden sonraki süreçte özellikle sol hareketlerin İran rejimi tarafından bastırılması ile Tebriz’de iki gerici hareket olarak Türkçülük (Pantürkizm) ve İslâmcılık egemen olmuştur. Bunun en belirgin göstergesi ise Tebriz’de gerçekleşen önceki protestolarda “Kürt, Fars, Ermeni, Türk'ün Düşmanı”, “Azerbaycan Bir olsun, Başkenti Tebriz Olsun” gibi ırkçı ve milliyetçi sloganların sık sık duyulması ve İran’ın diğer bölgelerinde gerçekleşen protestolara “Farslar önde savaşarak ölsün, sonra biz Türk olduğumuzu belirterek katılırız” minvalinde olan argümanının hâkim olmasıdır. Tam da bu noktada, Mahsa Amini’nin öldürülmesi üzerine Tebriz halkının “Azerbaycan Uyanıktır, Kürdistan’ın Arkasındadır” sloganı ile ayaklanması, kimliğe dayalı ideolojinin aşıldığını ve kadın meselesi üzerinden bir kimlik üstü dayanışmanın ortaya çıktığını göstermesi açısından ehemmiyet arz ediyor.

Zorunlu Örtünme Hangi Sınıfın Meselesidir?

İran rejimi, 1980 ile 1982 yılları arasında gerçekleştirdiği Kültür Devrimi ile beraber tüm toplumsal kurumların İslâmi değerler üzerine inşa edilmesini hedeflemiştir. Bu ideolojik inşa sürecini gerçekleştirmek ve yeniden üretebilmek için büyük bütçeler ayıran ve en baskıcı şekliyle uygulayan İran rejimi, toplumun bütün kesimlerine hem ideolojik hem de baskı aygıtları ile doğrudan müdahalelerde bulunur. Yıllarca orta sınıf üzerinden tanımlanan ve sanki sadece bu sınıfı etkiliyormuş gibi öne sürülen zorunlu örtünme meselesi de bu sürecin bir ürünüdür. Bu bağlamda, İranlı kadınların simgesel mücadelelerinden biri haline gelen bu ayaklanma, zorunlu örtünmenin sadece orta sınıfların sorunu olmadığını, tam aksine tüm toplumsal kesimleri etkilemesi ile beraber özellikle alt ve orta alt sınıfları derinden etkilediğini açığa çıkarmıştır. Somutlaştırırsak, örneğin, araba sahibi olmaları dolayısıyla Ahlâk Polisleri’nin daha az devriyeye çıktığı zengin bölgelerde zaman geçiren üst sınıfların zorunlu örtünme dayatmasından etkileniş biçimleri Ahlâk Polisleri’nin hep bulunduğu şehrin merkezi ve kalabalık bölgelerinde zaman geçirmek zorunda olan alt ve orta alt sınıflardan önemli ölçüde farklıdır. Dolayısıyla, bu ayaklanmanın şimdiye kadar kazanımlarından birisi zorunlu örtünmenin sadece orta sınıf üzerinden tanımlanmasının bir yanılgı olduğudur. Buna paralel olarak farklı işçi örgütleri ve sendikaların bu ayaklanmanın ilk gününden itibaren dayanışma gösteren açıklamaları ve kadınların sokaklardaki mücadelesine katılım göstermeleri bu yanılgıyı ortaya çıkarır. Ayrıca bu ayaklanmanın ikinci gününden itibaren Tahran ve diğer kentlerde olan yoksul mahallelerin de ayaklanmaya hızlı bir biçimde katılması bu olguya işaret eder.

Madunların Kendiliğinden Birleşimi

Bu ayaklanmanın mahiyetine dair gözlemlenen önemli bir diğer etken ise İran rejiminin kırk dört yıl içerisinde madunlaştırdığı farklı toplumsal kesimlerin ortak bir zeminde, yani baskıya ve zulme karşı kendiliğinden birleşmesidir. Sınıfsal, toplumsal cinsiyet, etnik ve mezhepsel boyutları olan bu maduniyet durumu farklı toplumsal sınıflardan olan “sıradan” insanların politikleşmesine neden olmuştur. Kadınların devam eden isyanları ise tam olarak bu maduniyetin giderilmesi için verdikleri mücadeleye tekabül eder. Ayrıca belirtmek gerekir ki kadınların öncülüğünde gerçekleşen bu ayaklanmada sınıfsal, etnik ve mezhepsel anlamda madunlaştırılan kesimler de yer alıyor. Radikal eylemlerinin geniş çaplı olarak Batı Azerbaycan, Kürdistan, Gilan, Tahran, Qazvin, İsfahan gibi farklı mezhepsel ve etnik aidiyetleri olan kentlerin özellikle yoksul mahallelerinde başlaması ve İran İslâm Cumhuriyeti’nin ideolojik kaleleri olan Kum ve Meşhed gibi stratejik kentlere de hızlıca sıçraması madunların dayanışma ve bir araya gelmeye çalıştıklarını gösteriyor. Bu ayaklanmada gözlemlenen madunların aynı mücadelede yer almaya çalıştıkları olgusu ise aslında 2017’den itibaren ekonomik, ekolojik ve toplumsal taleplerle vuku bulan üç “Genel Halk İsyanı”nın bir neticesi olarak da değerlendirilmelidir. Sonuç itibarıyla, gelinen bu noktada, her isyanın bir diğerinden daha radikal olması ve bununla beraber halk kitlelerinin baskıya karşı birleşerek daha güçlü bir ses çıkarabilmeleri, İran rejiminin ideolojik yapıtaşlarını derinden sarsarak değişime yönelik hiç olmadığı kadar bir umudun yeşerebildiğini gösteriyor.


[1] 2017 yılından itibaren gerçekleşen üç “Genel Halk İsyanı” şiddetli geçen sokak protestolarının örnekleridir.

[2] Şu an dört kişi bu suçlama ile idam cezası almıştır.


Fotoğraf: Murat Bergi