Altılı Masa’nın Anayasa Değişikliği Önerisinde Basın Özgürlüğünü “Özgürleştirme” Meselesi

Altı siyasi partinin (CHP, DEVA, DP, Gelecek Partisi, İYİ Parti, SP) bir araya gelerek oluşturduğu siyasi işbirliği ve anayasal müzakere mecrası “Altılı Masa”; kurucu nedeni olan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi’ni geçen ay kamuoyuna sundu.[1] İlk emaresi 28 Şubat 2022’de yine altı partinin mutabakat metni[2] olarak kamuoyuna yansıyan hükümet sistemi değişikliği önerisi, böylece en somut formunu bulmuş oldu. Öneri, taşıdığı başlıktan da anlaşılacağı üzere, esas itibarıyla mevcut cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş amacıyla yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkileri düzenlemeye odaklanıyor. Ancak, bununla sınırlı değil.

Altılı Masa, kendi ifadeleriyle “Yasama, yürütme ve yargı, temel hak ve özgürlükler, kamu yönetimi başlıkları altında” belirlenen ilkeleri “84 madde ve 9 başlıkta değişiklikle anayasal güvenceye kavuşturmayı” amaçlıyor.[3] Bu bakımdan, hükümet sistemi değişikliğini merkeze alan bu girişim, aynı zamanda siyasal sistemin bütünüyle ilişkili kimi değişiklikler de öneriyor. Nihayetinde hükümet sisteminin işlerliği için ilişkilendiği diğer sistemlerle ve normlarla bir demokratik insicam oluşturma ihtiyacı hesaba katıldığında, böyle bir yaklaşım doğal, hatta kaçınılmaz sayılabilir. Ancak bunun, sunulan öneride, temel hak ve özgürlüklere ilişkin anayasal güvence bağlamında ne derece somutlaştığı çeşitli açılardan sorguya muhtaç.

Aslında, öneri çeşitli açılardan tartışıldı. Anayasa hukukçuları ve siyaset bilimciler, taslağı özellikle yasama-yürütme yargı ilişkisi bakımından diyalojik bir biçimde tartıştı.[4] Temel hak ve özgürlüklerle ilgili maddelere dair görüşlerini ve usul yönünden değerlendirmelerini paylaştılar. Yine, temel hak ve özgürlükler kapsamında, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve önerinin kör kaldığı Kürt sorunu gibi meselelere yönelik eleştirel değerlendirmeler yapıldı.[5] Ancak, öneriyi Kılıçdaroğlu’nun vizyon toplantısı ve İmamoğlu’na yönelik siyasi yasak kararı gibi gelişmeler izleyince, herhalde bunların da etkisiyle, makro meseleler bağlamında konuya ilgi azaldı.

Gerçi, genel olarak “kritik-seçim” ve “mesih-aday” bahsi dışında bir siyasi ilginin zaten kolay kolay toparlanmadığı malum. Hal böyle olunca, öneriye ilişkin olarak, toplumsal düzeyde “ortada anayasa mı kaldı sanki” diye başlayan; kanaatperverler, STK’lar ve elitler düzeyinde “hele seçim kazanılsın sonrası Allah kerim, şimdilik fazla kurcalamamak lazım” diye devam eden; bir yanıyla sinik, bir yanıyla seçime yönelik acilci; meselelere yönelik ertelemeci nitelikte bir kayıtsızlığın baskın geldiğini tahmin etmek zor değil. Oysa, kendini iktidar alternatifi olarak sunan ve “demokrasiye geçiş” iddiasında olan Altılı Masa’nın ortaya koyduğu en somut çıktının etraflıca irdelenmesi pek çok açıdan anlamlı olsa gerek. Bu yönüyle, mesele belki de ortaya konan metnin “ne denli ideal bir anayasa değişikliği önerisi” olduğundan ziyade, “Altılı Masa ne söylüyor, nerelerde dolaşıyor, zihin ve eylem dünyasının sınırları neler vb.” gibi sorulara yanıt bulmak için bir “röntgen” fırsatı yakalanmış olması.

Bunlardan hareketle bu yazıda, önerinin bütününden ve ana odağı olan hükümet sistemi meselesinden ziyade, anayasada temel hak ve özgürlükler ekseninde basın özgürlüğünü düzenleyen maddeye (28. madde) dair değişiklik önerisini değerlendireceğim. Ancak bu değerlendirmeyi öylesi bir yetkinliğe sahip olmadığım için bir “hukukçu gözüyle” değil, gazetecilik araştırmacısı olarak hak ve özgürlükler perspektifinden ele alacağım. Temel hareket noktam, basın özgürlüğüyle ilgili maddede hak ve özgürlüklere ilişkin güvencelerin dar ve genel; sınırlamaların ise hacmen geniş ve esnek olduğu. Bunun yerine, teklifte temel hak ve özgürlüklere ilişkin önerilen hükme koşut şekilde, basın özgürlüğü maddesinde lafzen ve ruhen “hürriyetin esas, sınırlamanın istisna olduğu[6] bir yaklaşımın daha somut bir şekilde öne çıkması gerektiğini ifade edeceğim.

1982’nin “Doğal” Sınırları

Anayasaların, iki yolla değişebileceği malum. Bir seçenek, mevcut anayasanın kısmen değiştirilmesi, diğeri ise büsbütün yeni bir anayasa yapmak.[7] Bu yollardan ilkini tercih eden Altılı Masa’nın önerisi, Türkiye’nin “bitmeyen arayışı[8]; erilemeyen muradı olarak yeni anayasa yapmaya niyetlenmektense, alışılageldiği üzere 1982 Anayasası’na yeni bir yama girişiminden ibaret. 2023 genel seçimi ve cumhurbaşkanlığı seçimi sonucunun belli olmadığı; mevcut haliyle bu önerinin dahi hayata geçirilme koşullarının şimdilik spekülasyondan ibaret kaldığı hesaba katılırsa, bu tercih, siyaseten anlaşılır elbette. Ancak kısmi değişiklik, ister istemez, 1982 Anayasası’nın küfesini sırtlanmak anlamına geldiğinden, handikaplara açık.

Öyle ki, öneride, temel hak ve özgürlükler başlığı altında sunulan değişikliklerde genel itibarıyla ilk etapta mümkün olduğunca lafzen ve kapsam olarak mevcuda bağlı kalındığı göze çarpıyor. Tercih edilen bu yol, çoğunlukla, mevcuda kısmi değişiklikler (çıkarma ya da eklemeler) yapmayı gerekli kılarken, ilga yoluna gitmek ve maddeyi tümden değiştirmek istisna halini alıyor. Anayasa değişikliği bahsinde, anayasal süreklilik ve iç tutarlılık açısından, teknik olarak bu eğilim elbette olağan kabul edilebilir. Fakat bu usulün, anayasanın mevcut ruhunun değişiklik önerisi üzerinde bir hayalet gibi dolaşmasına yol açtığı da bir gerçek. Oysa reelpolitik gerekçelerle, tümden yeni bir anayasa yapmaya niyetlenmek şimdilik mümkün değilse bile, değişiklik önerilen kimi maddelerin ruhen ve kapsam olarak yeni baştan inşası yönünde cömert davranmak bir lütuf olarak görülmemeliydi. Bu anlamıyla 1982’nin lafzı ve çerçevesi ile 2023’e mana ve içgörü biçme çabası, önerinin genel sınırlılığı. Koşut şekilde bu durum, basın özgürlüğünü düzenleyen 28. maddeye ilişkin değişiklik önerisinin de temel handikabı olarak kaydedilebilir.

Basın Özgürlüğüne Anayasal Güvence

28. madde bahsinde önce şunu hatırlatmak gerek: Anayasada basın özgürlüğü maddesi, kendisi ile ilgili diğer hak ve özgürlüklerle bütünlüklü bir değerlendirmenin nesnesidir. Bağlantılı hükümler içeren bu maddeler özellikle, haberleşme hürriyeti (madde 22), düşünce ve kanaat hürriyeti (madde 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (madde 26), bilim ve sanat hürriyeti (madde 27), süreli ve süresiz yayın hakkı (madde 29), basın araçlarının korunması (madde 20), kamu tüzelkişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı (madde 31), düzeltme ve cevap hakkı (madde 32) şeklinde sıralanabilir. Ancak bu yazıda, tek tek her bir maddeye değinmek yerine, 28. madde tek başına değerlendirme konusu. Bunun nedeni, ilkin yazının doğal sınırları. Ancak esas neden, 28. maddenin basın özgürlüğüne dair kendinde anlam arz eden bir madde olarak başlı başına incelenmeye değer olması. Bu, “basın özgürlüğü” dendiğinde, hukuki güvence açısından ne anlaşılması gerektiği ile ilgili esasen. Kabaca iki farklı yaklaşım ortaya konabilir.

Bunlardan ilki, basın özgürlüğünü büyük ölçüde ifade özgürlüğünün bir parçası, türevi olarak daha dar bir eksende tanımlayan bakış açısı. Buna göre, basına özel/imtiyazlı bir hak ve özgürlük alanı açılmasından ziyade, ifade özgürlüğünün gücü ve güvencesiyle aslında basın özgürlüğünün de tesis ve temin edilebileceği varsayılır. Diğer yaklaşımda ise, normatif olarak medyayı demokratik toplumun temel kurumlarından biri kabul ederek, basın özgürlüğünün başlı başına bir “temel hak”, “insan hakkı”, “anayasal hak” olarak somut bir şekilde karşılık bulması gerektiğinden hareketle; daha geniş bir hak ve özgürlük çerçevesi tasavvur edilir. Buna, basın özgürlüğü ekseninde belirli imtiyazların (örneğin gazetecinin haber kaynağını açıklamama hakkı gibi) hukuki güvence altına alınması fikri dahildir. Yani hakkın öznesi olarak kurum olarak haber medyası ve gazeteciler, doğrudan “yayının” kendisi ve “ifade” ile ilgili olmayan hususlarda da devlet müdahalesine karşı korunmalıdır. Bu hususlar, haber yapım sürecinde gazetecinin araştırma süreçlerine ilişkin korunması, haber kaynaklarının korunması, gazetecilik faaliyetinin gözetime karşı korunması gibi gazeteciliğin temel faaliyetlerine ilişkindir. O halde, esasen ifade özgürlüğü kapsamında sağlanmayan bazı hakların haber medyası/gazeteciler ve gazetecilik faaliyetine özgü sağlanması ve güvence altına alınması gerekir. Bu anlamıyla, basın özgürlüğünün sağlanması için ifade özgürlüğü şarttır ancak basın özgürlüğü, ifade özgürlüğüne indirgenemez.[9]

Bu noktada akla ilk gelen soru, Altılı Masa’nın basın özgürlüğüne ilişkin hangi yaklaşıma yakın durduğu. Öneriden anlaşılan o ki, basın özgürlüğünü, anayasanın genelinde özgürlükçü düzenlemelere atıfla ve düşünce ve ifade özgürlüğünün temel çerçevesi içinde tanımlama eğilimi hâkim. Bu yaklaşım, bir örnekle, Genel Gerekçe başlığı altında şu ifade ile somutlaşıyor:

13. maddeye ‘Hürriyet esas, sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır.’ hükmü eklenerek anayasa düzenine hürriyetçi bir felsefenin hâkim olması amaçlanmıştır. Benzer şekilde, demokratik bir anayasa düzeninin olmazsa olmazı olan ifade hürriyetiyle bu hürriyetten doğan basın hürriyeti gibi hürriyetler daha güçlü güvencelere kavuşturulmuştur.

Bu genel yaklaşıma, 28. maddedeki sınırlamaların bir kısmını kaldırarak kendiliğinden bir özgürlük alanı açtığını varsayma eğilimi eşlik ediyor. Bunda ne denli gelişme kaydedildiği ayrı bahis olsa da negatif özgürlükler perspektifinden bu düzenlemelerin basın özgürlüğüne anayasal güvence için olumlu açılımlar olduğunu teslim etmek gerek. Ancak anayasal güvence açısından bu yaklaşımın yeterli olup olmadığı ise başlı başına tartışma konusu.

Mevcut Madde ve Değişiklikler

Yürürlükteki 1982 Anayasası’nda “basın özgürlüğü” maddesi, deyim yerindeyse “basının sınırlanması” maddesi gibidir. Sekiz fıkradan oluşan maddenin ilk iki fıkrası dışındaki fıkralar, neredeyse basın “özgürlüğünü” değil, “sınırlanmasını” ve “müdahale usulünü” düzenler. Bu haliyle madde, anayasanın genelinde olduğu gibi, özgürlükler-sınırlamalar geriliminde ağırlığını açık bir şekilde sınırlamalardan yana koyar. İlk iki fıkra özgürlüklere ilişkin olsa da bunlar daha ziyade genel ilkeler niteliğindedir. Oysa aynı maddede (bir diğer maddeye atıfla) sıralanan sınırlama hükümleri, kimi özellikle muğlak ve ucu açık olmak üzere detaylı ve uzun uzadıya, somut bir şekilde ifade bulur ve maddenin ruhunu belirler. Takip eden fıkralarda da yine müdahale usulleri bahsi ile bu ruhun kasveti sarar. Burada hemen, “Altılı Masa’nın önerisinde bu tablo değişiyor mu?” sorusu akla geliyor. Olumlu, olumsuz ve yetersiz yanlarını değerlendirdikten sonra, daha net şekilde görüleceği üzere, bu soruya bütünüyle olumlu bir yanıt vermek kolay değil.

Değişikliklere bakıldığında, maddenin ilk fıkrası aynen korunuyor: “Basın hürdür, sansür edilemez.” Ne var ki, 1876 tarihli Kanuni Esasi’den beri lafzen “matbuat, kanun dairesinde serbesttir”[10] dense de kanun dairesinin nasıl biçimlendiği apayrı bir mesele olageldi. Uygulama bir yana, anayasadaki ilgili sınırlama hükümleri, Basın İş Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Basın Yoluyla İşlenen Suçlar Kanunu, Radyo ve Televizyonların Kuruluş Kanunu, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Küçükleri Muzir Neşriyattan Koruma Kanunu, Basın İlan Kurumu Kanunu, Basın Kartları Yönetmeliği olmak üzere mevzuatın bütününde özgürlüğün tonlarına bakıldığında, bu hükmün hangi özgürlüğü, bugüne dek nasıl anayasal güvence altına aldığını anlamak hayli zordur. Bu yönüyle aslında belki de basın tarihindeki yeri açısından bu fıkra “manasını kaybettiğinden hükümsüzdür” denerek, lafzen yenilenebilirdi(!) Ama tek derdimiz bu olsun.

Pozitif Özgürlüklere Sınırlı, Negatif Özgürlüklere Yerinde Müdahaleler

İkinci fıkra için bir değişiklik öneriliyor. Bu, Altılı Masa’nın bir anlamıyla pozitif özgürlükler bağlamında attığı tek adım. Mevcut 28. maddenin 2. fıkrası “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” şeklinde iken, öneride bu fıkra, “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerinin kullanılmasını, kamuoyunun serbestçe oluşmasını ve medyada çoğulculuğu sağlayacak tedbirleri alır” halini alıyor. Fıkraya “hakkın kullanılması” vurgusu eklenirken; esas olarak devlete “kamuoyunun serbestçe oluşmasını”, “medyada çoğulculuğu sağlayacak tedbirler almak” görevi yüklenmiş oluyor. Bu fıkra, yürürlükteki anayasa maddesi ile öneri arasındaki en temel farkı oluşturuyor. Çünkü sınırlamaların ilgası dışında, öneride basın özgürlüğünü güçlendirme iddiasındaki en somut adım.

Kuşkusuz bu, olumlu ve anlamlı bir yenilik. Bu hüküm, metne eklenen ifadelere atıfla, en azından anayasada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında da somutlaşan ifadeyle haber medyasının “kamunun bekçi köpeği rolünü ifa ettiği[11] yorumunu yapmaya imkân sağlayabilir. Ancak, bu fıkranın basın özgürlüğüne anayasal güvence konusunda, kapsam olarak ne denli somut olduğu tartışmaya açık. Gerçi öneride, bu metinden “somutlaştırma” vurgusu ile sitayişle bahsediliyor. İddia o ki, “2. fıkranın ilk metni, devlete basın ve haber alma hürriyetleriyle ilgili olarak tedbir alma ödevi yüklemiştir. Yeni 2. fıkra ise bu tedbirleri somutlaştırmıştır.” Bu noktada, “somutlaştırma” iddiasının neden tartışmaya açık olduğuna bir örnekle kıyaslamalı olarak değinmek faydalı olabilir. Bu bağlamda önerilen metin, Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) 2007 tarihli anayasa taslağında[12] çok benzer bir içerikte karşımıza çıkar. Ancak önemli bir farkla:

Tablo 1: TBB'nin 2007 tarihli önerisi ile Altılı Masa'nın önerisi arasında somutlaştırma farkı

Görüldüğü gibi, iki metin birbirine çok benzer. Ancak, TBB’nin “somutlaştırma” açısından koyduğu hüküm “... tekel oluşmasını önler” ifadesinde görüldüğü üzere somut ve nettir. Altılı Masa’nın önerisinde, bu ifade ya da bir benzerine yer vermek tercih edilmemiş. Oysa, TBB’nin taslağında görüldüğü gibi hükme somutluk kazandırmak, ancak böylesi bir bağlam kurarak mümkün olabilirdi. Hal böyle olunca, mevcut öneride “kamuoyunun serbestçe oluşmasını” ve “medyada çoğulculuğu” sağlayacak “tedbirleri almak” sözleriyle kastedilen nedir, yoruma açık görünür ve iddia edildiği gibi pek de “somut” sayılmaz.

Metnin bu elastikiyeti, belki hukuk sistemi demokratik işlerliğe sahip bir siyasal sistemde, bağlamı geniş kurması itibarıyla özgürlükler lehine yorumlanma bakımından olumlu potansiyel arz edecekse de Türkiye’nin yasama pratiği ve hukuk sistemi ekseninde düşünüldüğünde, maddenin “çok şey söylerken hiçbir şey söylememe” ihtimalinin baskın geleceğini iddia etmek için herhalde kâhin olmaya gerek yoktur. Burada getirilen yeniliklere somutluk kazandırmak üzere tekel oluşmasını önleme, gazetecilerin bilgiye erişim hakkı, kamu yararı taşıyan gizli bilgileri ifşa etme hakkı, haber kaynaklarını saklı tutma hakkı gibi haklar açıkça zikredilerek güvence altına alınmadığı sürece, bu haliyle “medyada çoğulculuk”, “kamuoyunun serbestçe oluşumu” gibi ifadeler belki zevahiri kurtarmak için işlevsel olabilir. Ancak pozitif özgürlüklerin somutluk kazanması açısından aynı işlevi üstlenebileceklerini söylemek pek kolay sayılmaz.

Negatif özgürlükler bağlamında ise öneride olumlu değişiklikler var. Dağıtımın önlenmesini düzenleyen 4. fıkranın yürürlükteki halinde “Tedbir yolu ile dağıtım hâkim kararıyla; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir” derken, öneride bunun yerine; “… gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla önlenebilir” şeklinde değişiklik söz konusu. Yayın yasağını düzenleyen 5. fıkrada dil sadeleşmesi dışında bir değişiklik öngörülmezken, 6. fıkrada, süreli ve süresiz yayınların toplatılmasında yine “yetkili mercii” yerine toplatma kararının “Cumhuriyet Başsavcısı” tarafından verilebileceği düzenlenmiş. 7. fıkrada ise zapt ve müsadereye ilişkin düzenlemeye yönelik olarak son derece isabetli bir değişiklik önerisiyle, “Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez; işletilmekten alıkonulamaz” hükmü öneriliyor. Son olarak, maddenin 8. fıkrasında ise mevcutta sınırlama hükümleri gereği süreli yayınlara verilecek geçici kapatma halinde, kapatılan yayının devamı niteliğindeki yayının yasak olduğu ve hâkim kararıyla toplatılabileceği hükmü mevcut iken; 12 Eylül zihniyetinin tipik yansıması olan bu fıkranın da ilgası öneriliyor.

Sınırlamaların Sınırsızlığı

Yukarıda değinilmeyen tek fıkra olarak, yürürlükteki anayasanın 28. maddesinin 3. fıkrası, basın özgürlüğünün sınırlanmasını düzenliyor. Bu o kadar geniş bir sınırlama listesi ki, özgürlük bahsinde sınırlamalardan geriye sadece bir parmak bal kalıyor. Zaten onun da ağzımıza çalınabildiği henüz vaki değil. Altılı Masa, bu tablonun ne kadar problemli olduğunun farkında olduğundan, sınırlama hükümlerini azaltarak özgürlük alanını genişletme iddiasında. Bu kapsamda, mevcut 3. fıkranın ilgası öneriliyor. Böylece, basın özgürlüğünü; 3. fıkrada atıf yapılan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (madde 26), bilim ve sanat hürriyeti (madde 27) maddelerindeki sınırlama hükümlerinden kurtarmak mümkün olabilecek. Bu şekliyle sonuçta 13 sınırlama hükmü kaldırılıp, 7 sınırlama hükmü getirilmesi öneriliyor. Buraya dek olumlu bir müdahale gibi görünse de 3. fıkra olarak önerilen yeni düzenlemede sayılan sınırlama hükümleri, hacmen görece az ancak, muğlaklık ve ucu açıklık yönünden eskisini aratmayacak nitelikte. Önerilen metin şu şekilde:

Basın hürriyetinin kullanılması; millî güvenlik, kamu düzeni, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, Devlet sırrı olarak kanunla düzenlenmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının korunması sebepleriyle sınırlanabilir.

Zaten 12 Eylül cömertliğiyle bol keseden sıralanmış olan sınırlamaların bir kısmından kurtulmak başlı başına yetmeyeceği gibi, fıkranın önerilen halindeki sınırlama sebeplerinin özellikle uygulamada çok geniş yorumlanacağı kuvvetle muhtemel. Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, kaldırılan hükümler aslında önerilen hükümler içerisinde kendisine yer bulan cinsten. Bu haliyle madde, sınırlamaların gölgesinde kalmaya devam ediyor.

Tablo 2: Yürürlükteki 1982 Anayasası ve Altılı Masa'nın önerisinde basın özgürlüğünün sınırlanmasına dair hükümler

Temel hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlamalara dair eleştiri yapıldığında, genel olarak hukukun, özel olarak anayasaların temel hak ve özgürlükler kadar belli durumlar ve çelişkilerde işleyecek şekilde “sınırlamaların” da düzenlendiği metinler olduğu hatırlatılır. Bu hatırlatma, hukuki bir şerh olarak sunulduğu sürece anlamlı ve yerindedir. Ancak bu, aynı zamanda, sınırlamaların türü ve kapsamı üzerine yürütülen tartışmayı manipüle etmek üzere siyaseten kullanışlı bir enstrümandır. Basın özgürlüğü bahsinde buna, yine özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik girişimlerin pek çoğunda olduğu gibi, “medeni dünyadan” gerekçe getirme alışkanlığı eşlik eder. Yani denir ki, basın özgürlüğü “mutlak” hak değildir, sınırlanabilir. Ardından, bunu kuvvetlendiren bir somut delil olarak “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinin 2. fıkrası” işaret edilir. AİHS’in ifade özgürlüğünün sınırlanmasını düzenleyen fıkrası şöyledir:

Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

Gerçekten de görüldüğü üzere, sözleşmenin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin 2. fıkrası, ifade özgürlüğünün sınırlanmasına yönelik bir çerçeve çizer. Hatta bu çerçeve, insan hakları felsefesi ve sınırlamanın istisna olduğu ilkesi hesaba katılmazsa, lafzen sınırlamalar lehine yorumlanabilecek bir çerçeve olarak yorumlanıp özgürlüğe kastedenler için kullanışlı bir malzemeye dönüşebilir. Oysa, AİHS’in ifade özgürlüğünün sınırlamasıyla ilgili düzenlemesini basın özgürlüğünün sınırlanması lehine argüman olarak sunanlar, yine sözleşmenin temel başvuru kaynağı olduğu AİHM içtihatlarına nedense pek değinmek istemezler. Nitekim AİHM içtihatları, sözleşmedeki sınırlama hükümlerinin uygulamada “Sınırlama demokratik bir toplumda gerekli miydi?,Amaç araçlarla orantılı mıydı?” sorularına cevap arar ve ifade özgürlüğüne müdahalenin amaçlarının meşruluğunu sorgular. Bu bağlamda özellikle, davaya konu yayının koşulları, kamu yararının varlığı meselesi ve yaptırımın ciddiyeti inceleme konusu olur. Nihayetinde bu emsal kararlar vasıtasıyla ifade özgürlüğü en çok ihlal edilen kimseler olarak gazetecilere, ifade özgürlüğünden yararlanma hususunda “özel bir statü tanıyan ilke ve kurallar grubu geliştirildiğini[13] hesaba katmak gerekir.

Ancak bu noktada, önerdikleri sınırlama hükümlerine dair eleştiri ile karşılaştıklarında, muhtemelen bir ölçüt olarak AİHS’e işaret edecek olan Altılı Masa'nın önerisine ilişkin bazı sorular sorulabilir: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlar yolu ile özgürlükler-sınırlamalar geriliminde basın özgürlüğü lehine aldığı bir dizi karar söz konusu iken günümüz koşullarında hazırlanan bir sınırlama metninde bu içtihatlardan özgürlükler lehine ve sınırlamalar aleyhine neden yeterince beslenilmedi, neden yeni bir yaklaşım getirilmedi? Eğer, ölçüt AİHS ise en azından 12 Mart ve 12 Eylül mirası birtakım “bize özgü” kullanışlı enstrümanlardan neden vazgeçilmedi? Bu sorular yanıta muhtaç; önerilen haliyle sınırlamaların kapsamı geniş ve sonuç olarak hak ve özgürlüklerin etrafı halen çevrili görünüyor.

Mesela geniş yorumlanmaya ve basın özgürlüğünü keyfî kısıtlamaya müsait, en kullanışlı enstrümanlardan biri olan “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” ifadesi öneride aynen korunuyor. Hatırlayalım, 1961 Anayasası’nın özgün halinde basın özgürlüğü maddesinde olmayan bu ifade, 12 Mart 1971 Muhtırası ardından yapılan anayasa değişiklikleri ile “basın hürriyetinin kötüye kullanımı” gerekçesiyle[14] anayasaya konmuştu. Darbecilerin mirası olarak, ardından 12 Eylül Rejimi’nin sıkı sıkıya sahiplendiği bu söz, 1982 Anayasası’nın özgün halinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlamasını düzenleyen 13. maddeye konarak, yargının durumdan vazife çıkardığı her momentte başvurduğu kullanışlı bir araca dönüştü. Altılı Masa’nın önerisinde, bu hükmün aynen korunmasında bir beis görülmemiş.

Yine aynı fıkrada “devlet sırrı olarak kanunla düzenlenmiş bilgilerin açıklanmaması” hükmü ile devlet sırrı niteliğinde olup açıklanması durumunda kamu yararı oluşturacak bilgilerin gazetecilik faaliyeti kapsamında elde edilmesi ve açıklanmasına yönelik hiçbir güvence olmadığı gibi, sınırlama hükmüyle sınır keskin bir şekilde çiziliyor. Oysa, gazeteciliğin, bir yönüyle, tıpkı insan haklarının kendisinde olduğu gibi, devlete rağmen elde edilen, devletin kontrolündeki bilgileri, devlete karşı ileri sürme faaliyeti olduğunu burada hatırlamak ve basın özgürlüğüne anayasal güvenceyi tam da bu yönden genişletmek gerekirdi. Bunun için hiç olmazsa AİHM içtihatlarından yararlanmak yeterli olabilirdi. Ancak öneride, basın özgürlüğüne dair AİHM’in özgürlük-sınırlama geriliminde içtihatlar yoluyla güçlendirdiği özgürlüklere ilişkin güvenceyi kuvvetlendirecek hükümler konma ihtiyacı hissedilmemiş. Bunun yerine bağlantılı olarak 13. maddeye önerilen “Hürriyet esas, sınırlama istisnadır” hükmü yeterli görülmüş. Bu hükmün varlığı anlamlı olsa da basın özgürlüğünün özel olarak hedef alındığı bir siyasal sistemde, yeterliliği tartışmaya açık.

Gazetecilik Suç Değildir

Elbette anayasaların demokrasiyi kendi başlarına ihya etme gibi bir kerametleri yok. Ancak bireysel ve kolektif düzeyde insan hakları ve demokrasi mücadelesinin anlamlı birer referans noktasına dönüşme potansiyelleri saklı. Basın özgürlüğü açısından da benzer bir durum söz konusu. Bu anlamıyla, basın özgürlüğünün sağlanmasında anayasa bir sihirli değnek değilse de gazetecilik mesleği ve basın özgürlüğü mücadelesi açısından önemli bir dayanak noktası. Bunun içinse ifade özgürlüğünün güçlendirilmesi ekseninde genel yaklaşımla yetinmek yerine, basın özgürlüğünü spesifik olarak güçlendirmenin yolu olarak, gazetecilerin haber yapmak için bilgiye erişimleri, haber toplama süreçleri ve bu haberlerin yayın ve dağıtım ekseni dahil olmak üzere, gazetecilik faaliyetlerinin basın özgürlüğünün temeli olduğu açık ve net bir şekilde ifade edilmeli ve açıkça anayasal güvence altına alınmalıydı. Basın özgürlüğünü ifade özgürlüğünün genelinden ya da sıradan yurttaşlarla ilişkili haberleşme özgürlüğünden ayrı bir madde olarak değerli kılacak olan, bu tür bir yaklaşım olurdu. Ancak Altılı Masa’nın önerisinde, “basın özgürlüğünü özgürleştirmek” için sahici bir inisiyatif almak yerine 12 Eylül zihniyetinin bolca serpiştirdiği “aşırılıkları törpülemekle” yetinildiği görülüyor. Bu en iyi ihtimalle, ilan ettikleri ifadeyle “basın özgürlüğünü vesayetten kurtarmak”[15] için belki bir ölçüde yararlı olur ama basını özgürleştirmeye yetmiyor.

Altılı Masa’nın bir siyasal proje olarak ortaya koyduğu öneri, elbette toplumsallaştığı ölçüde geniş bir demokratikleşme programının anlamı bir unsuruna dönüşebilir ancak bu haliyle, basın özgürlüğü bağlamında, demokratikleşme ekseninde alabildiğine ihtiyatlı, cesaretten büyük ölçüde uzak ve müesses nizamın söylem bagajı ile mümkün mertebe uyumlu bir yaklaşım ortaya konuyor. Düzenlemeler açısından vitrine koyduğu modeller şık, ancak kumaşın 12 Eylül dokuması, modelinse 1982’den kalma olduğu gerçeği değişmiyor. Bu haliyle önerilen değişiklik ne öldürüyor ne güldürüyor. Anayasal güvence açısından basın özgürlüğünü özgürleştirme sorunu devam ediyor.

Herhalde dün olduğu gibi yarın da iş başa düşecek. Basın özgürlüğünün kaderini 1876’dan beri çeşitli ifadelerle anayasalarda altı doldurulmadan zikredilen “basın hürdür, sansür edilemez” sözünü anayasa metnine koymayı lütuf sayanlar değil ama “gazetecilik suç değildir” mottosunu toplumsal hafızaya nakşedenlerin kolektif mücadelesi belirleyecek.


Kaynakça ve Notlar

[1] Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi, 28 Kasım 2022, https://chp.org.tr/yayin/guclendirilmis-parlamenter-sistem-anayasa-degisikligi-onerisi/Open (Erişim Tarihi: 16 Aralık 2022)

[2] Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, 28 Şubat 2022, https://altilimasa.biz/media/523pxaib/28-subat-metin-konusma-sunum.pdf (Erişim Tarihi: 16 Aralık 2022)

[3] “Altılı Masa, 156 Sayfalık Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisini Açıkladı”, https://chp.org.tr/haberler/altili-masa-156-sayfalik-guclendirilmis-parlamenter-sistem-anayasa-degisikligi-onerisini-acikladi (Erişim Tarihi: 16 Aralık 2022)

[4] Murat Sevinç ile Kemal Gözler ve Tolga Şirin hem öneriyi değerlendirdi hem de bu değerlendirmelere üzerinden karşılıklı tartıştı:

[5] Cuma Çiçek, konuyu “Kürt meselesi merceğinden” eleştirel bir şekilde ele aldı. Fikret İlkiz, meseleyi özgürlükler-sınırlamalar meselesi ve düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında tartıştı. Her iki yazar da basın özgürlüğü bahsine de değindiler. Yine, Ceren Sözeri ve Can Ertuna, doğrudan basın özgürlüğü ile ilgili düzenlemeleri sözlü olarak değerlendirdi:

[6] Öneride, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” maddesi (13. madde); “Temel hak ve hürriyetlerin üstünlüğü” olarak değiştirilerek maddenin ilk fıkrasına “Hürriyet esas, sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır” hükmü eklenerek, temel hak ve özgürlüklere anayasanın ruhuna ilişkin özgürlükçü bir yaklaşımın benimsendiği vurgulanmaktadır.

[7] Ergun Özbudun, “Anayasa Yapımında Yöntem Sorunları”, Anayasa Yapımı ve Anayasal Değişim, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, 2011.  http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/ayad-2010-383.pdf

[8] Gülgün Erdoğan Tosun, “Türkiye’nin Yeni Anayasa Arayışı”, Politik Yol, https://www.politikyol.com/turkiyenin-yeni-anayasa-arayisi/ (Yayın Tarihi: 25 Kasım 2022).

[9] Jan Oster, Media Freedom as a Fundamental Right, Cambridge University Press, 2015.

[10] Ferhat Yılmaz, “Türk Anayasal Tarihi Çerçevesinde Basın Özgürlüğü Üzerine Bir İnceleme”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, 4, 2014, s. 434.

[11] Dominika Bychawska-Sınıarska, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması (çev. Tuğçe Duygu Köksal), Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Sisteminin Desteklenmesi Ortak Projesi Uygulamacılar İçin El Kitabı, Avrupa Konseyi, 2018, s. 99.

[12] Türkiye Barolar Birliği, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi (2007)”. Geliştirilniş Gerekçeli Yeni Metin, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 5. Baskı, 2011.

[13] Dominika Bychawska-Sınıarska, a.g.e.

[14] Özkan Tikveş, “Anayasada Onbeş Yıllık Dönemde (1961—1976) Yapılan Değişiklikler ve Ekler”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 34(1).

[15] CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek’in önerinin lansman konuşmasından. Bkz. “Altılı Masa, 156 Sayfalık Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisini Açıkladı”, https://chp.org.tr/haberler/altili-masa-156-sayfalik-guclendirilmis-parlamenter-sistem-anayasa-degisikligi-onerisini-acikladi (Erişim Tarihi: 16 Aralık 2022)