Deprem Felaketinin İçinden Notlar (III): Yaşama Hakkı ve Devlet

Depremden sağ kurtulmuş bir kadın, sığındığı çadırın kapsının önünde, o ilk günleri anlatırken “Oturduğumuz evin merdivenlerinden düşe kalka kendimizi çocuklarla dışarı attık, dışarıda karla karışık yağmur yağıyordu. Sabaha karşı aydınlanıyordu yer gök, bizim gibi kendilerini dışarı atabilenler, bağırışlar, yıkılan bina gürültüleri, çatırdayan duvarlar arasında öylesine bir başımıza, yapayalnız kalakaldık. Kimseler gelmedi enkazlar altında bağıranların sesine, bağıra bağıra can verdiler. İlk gün ancak kendimizin, çocuklarımızın, bacımızın, kardeşimizin, yani yakınlarımızın derdine düştük. İkinci gün ancak yardım bekleyen seslere yettik, ses vermeyenleri bıraktık yağmur altında, ölüp gittiler, yetmedi kimse, ucuzmuş insan canı bu memlekette,” dedi ve sonra da ekledi: “Çaresizlikten bıraktık, evlerin içinde, duvarların altında kalan, hâlâ yaşayanların bağırtılarına, inlemelerine yetelim diye bıraktık, çaresizlikten kaldı ölülerimiz orada orta yerde, taşın duvarın, yağmurun altında, yıkıntılar içinde. Üçüncü gün geldiler ama onlar da bizim gibi çaresizdiler, el verdiler, onlarla erişebildiğimiz ölülerimizi aldık. O ilk anda yıkımla ölen öldü, ölmeyen de ya soğuktan öldü ya kan kaybından öldü. İlk iki gün kimse el uzatmadığı için acı içinde, umutsuzluktan öldü. İnsan hayatı bu kadar mı ucuz bu memlekette?” Gözyaşlarını sildi başörtüsünün ucuyla. “Kimse bana bu yaşananların doğal bir felaket, Allah’tan gelen bir felaket olduğunu söylemesin, bu felaketti biz kendi elimizle yaratmışız, kendi elimizle yaratmasak, (yol boyunca yıkılan, yan yatmış, duvarları parçalanmış sıra sıra binaları gösterip), buraya bu sekiz-dokuz katlı binaları kim yaptı, kim izin verdi şu betondan mezarlığa?” dedi. Sonra da ekledi: “Bu yıkımın, onca ölümün ardından ders aldılar mı, alacaklar mı?” “Sanmam,” dedi ve çadırın karanlığında kayboldu.

6 Şubat depreminden alınabilecek en büyük ders nedir? Bu soruya herhalde verilebilecek en önemli cevap, deprem/sel gibi doğal afetlerin önlemleri önceden alınmazsa bunların felakette dönüşebileceği gerçeğini son kırk beş günde görmemiz oldu. Elbette buna eklenecek daha onlarca ders sayabiliriz. Örneğin asıl işi bu doğa ya da insan kaynaklı afetlerin oluşmasından önce, gerekli tedbirleri alan, düzenlemeleri ve denetimleri yapan kurumlar ve bu afetler olduktan sonra bunların felaketlere dönüşmesini engellemek için kurulan kurum ve kuruluşların görevlerini layıkıyla yapmayıp, asli işleri dışında işlerle iştigal etmeleri, buraların yozlaştırılıp belli grup ve çıkar çevrelerinin maddi ve manevi rant alanları haline getirilmesinin ne denli tehlikeli olduğu gerçeğidir. Çünkü bu yaşadıklarımız bize gösterdi ki afetler gibi olağanüstü durumlarda ilk seferber olması gereken bu kurumlar harekete geçme imkânlarını kaybetmiş.

Bu ve benzeri sistem sorunlarının düzelmesi için öncelikle şu bilinmelidir ki “yaşama hakkının” korunması devletin ve onun kurumlarının görevidir. Yapılması gereken bu sistemi oluşturan kurumların tümüyle yeniden inşa edileceği süreçte, yaşamın kutsallığı ilkesinden hareketle insanların “yaşama hakkını” en öne alan bir anlayışı benimsemektir. Çünkü, yaşama hakkının varlık nedeni, insanları doğal olmayan ölümlere karşı koruma ve insanların yaşamlarını sürdürmesini güvence altına almaktır. Unutulmamalıdır ki diğer insan hakları gibi yaşama hakkı da devlete yükümlülükler verir. Elbette deprem gibi doğal afetler devletlerin ve kurumlarının kontrolünde değildir ama yaşama hakkının korunması için afetle meydana gelen yıkımın sonuçlarını en aza indirmek, etkilerini azaltmak için gerekli tüm tedbirleri almak devletin yükümlülüğündedir. Yaşama hakkını korumak için devlet önleme yükümlülüklerini gerekli imar planlarını yapmakla ve yapıların imar uygulamalarını kontrol etmekle yükümlüdür. Yapılar inşa edilirken, bölgenin deprem riski göz önüne alınarak arazi kullanımı, projelerin kontrol edilmesi, kat izinleri, uygun inşaat teknikleri ve malzemeleri kullanılıp kullanılmadığı, depreme dayanaklılıklarını belirleyen şartların sağlanıp sağlanmadığını denetleyip, kontrol edip, tüm binaları belirli inşaat standartlarına göre yapmak ve ruhsatlandırmak devletin görevidir. Çünkü, devlet afetlerin felakete dönüşmesinin önlenmesi konusunda ve insanları felaketin sonuçlarından korunması konusunda gerekli tedbirleri almaktan sorumludur. Ayrıca, bu yükümlülükler sadece yapılar için değil, bu tür afetlerin olması durumunda görev alacak tüm ilgili kurumların görevlerini yapıp yapmadıklarıyla da ilgilidir.

Deprem sonrası bir araya geldiğimiz insanların, isyandan öte, öfke ve kızgınlıkla anlattıkları hikâyelerini dinledikçe yitirdiklerinin yasını tutmamaları, ömürleri boyunca bin bir emekle kazandıkları her şeylerini kaybetmeleri, bir gece ansızın yaşadıkları şoktan kurtulmadan belirsizliklerle dolu bir yaşamın onları beklediği hissinin gün geçtikçe güçlendiğini ve yalnızlaştıklarını düşündüm. Yitirdikleri ve hâlâ yasını tutmadıkları kayıplarının yaşama hakkına sahip çıkmayan bu sistem için kendilerinin de bir değerinin olmadığını, bugün, hâlâ, o gece yaşadıkları korkunç yıkımdan sağ çıkıp yaşıyorlarsa bunun şans eseri olduğunu biliyorlar, biliyoruz. Kısacası sistemin insanların yaşama hakkını korumadığını hepimiz büyük kayıplar vererek gördük. Bu yüzden, biz depremin olduğu illerde yaşayanlar, kendimizi güvensiz hissediyoruz. Evlerimize verilen hasarsız raporlarına kuşkuyla yaklaşıyoruz, evlerimizde tedirginiz, hemen hepimiz ev değiştirmek, buralardan gitmek gibi arayışlardayız.

Bu yüzden, deprem ve sonrası dönemde yaşananların ve hâlâ yaşadıklarımızın kayıt altına alınması, hafıza çalışmaları açısından olduğu kadar “yaşama hakkının” güvenceye alınması mücadelesinin açısından da oldukça önelidir. Unutulmalıdır ki ölüler konuşamadığından, ölenlerin yaşama hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi görevi yaşayanlara düşüyor. Yaşadığımız coğrafyanın deprem kuşağı olduğunu bilerek biz yaşayanların gelecekte yeniden benzer bir felaketi yaşamamız ve yaşamdan yoksun kalmamamız için “yaşama hakkına” sahip çıkmamız gerekiyor. Seçimlerin yaklaştığı bu dönemde yaşama hakkını temel bir talep olarak gündeme getirmeyeceksek, yaşadığımız felaketten hiç ders almamışız demektir.


Fotoğraflar: Kemal Vural Tarlan