Bina Yenileme Uygulamaları ve Deprem Gerçeği: 2025 Perspektifi

Türkiye, 2025’te hâlâ aynı gerçekle karşı karşıya: Deprem. Üstelik bu, yalnızca “olasılık” olarak gündemde değil; yaşanmış acılarla, yıkılmış şehirlerle, geride kalan binlerce hikâyeyle hâlâ canlı. 6 Şubat 2023’teki Kahramanmaraş merkezli felaketin üzerinden iki yıl geçti ama etkisi, hem şehirlerin siluetinde hem de insanların hafızasında hâlâ taze. O günden bu yana “binalarımız güvenli mi?” sorusu artık soyut bir tartışma değil; herkesin kapısını çalabilecek bir gerçek.

Fakat sahaya bakıldığında, bina yenileme hızımız ile deprem riski arasındaki yarışta kazanan taraf hâlâ biz değiliz. Ve bu yarışı kaybetmenin bedelini, sadece mühendislik hataları ya da beton kalitesi belirlemiyor; ekonomi, bürokrasi ve toplumsal alışkanlıklar da bu sürecin en kritik oyuncuları.

Kentsel Dönüşüm: Rakamlar mı, İnsanlar mı?

Bina yenileme denildiğinde akla ilk gelen kavram “kentsel dönüşüm”. Kâğıt üzerinde çok güçlü bir çözüm gibi duran bu mekanizma, pratikte ciddi aksaklıklarla ilerliyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre, son iki yılda 400 bini aşkın bağımsız bölüm yenilendi. Ancak bu sayı, mevcut riskli bina stoku düşünüldüğünde yeterli değil.

Dahası, yenileme projelerinin önemli bir kısmı ekonomik olarak güçlü bölgelerde hayata geçiriliyor. İstanbul’un merkezi semtlerinde ya da kıyı bölgelerde, apartmanlar hızla yıkılıp yeniden yapılırken, deprem riski yüksek, dar gelirli mahallelerde süreç çok yavaş ilerliyor. Bir inşaat firması yöneticisi, durumu şöyle özetliyor:

“Kentsel dönüşümde önce ödeme gücü olan yerlerden başlıyoruz. Çünkü orada finansman sorunu daha az. Riskli bölgelerde maliyetleri karşılayacak yatırımcı bulmak zor.”

Bu yaklaşım, deprem riskinin haritada homojen şekilde azalmadığı anlamına geliyor. Bazı bölgeler hızla güçlenirken, diğerleri hâlâ 1990’ların betonuna güvenmek zorunda kalıyor.

Bürokrasi Duvarı: İmza, İzin, Bekleyiş

Bir apartmanda riskli bina tespiti yaptırmak, sanıldığı kadar basit değil. Mevzuata göre, binanın yenilenmesi için maliklerin en az üçte ikisinin onayı gerekiyor. Ancak tek bir daire sahibinin bile “ben istemiyorum” demesi, süreci aylarca durdurabiliyor.

İstanbul’un Küçükçekmece ilçesinde yaşayan 65 yaşındaki emekli öğretmen Ayşe Hanım, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Binamız 1987 yapımı. Deprem testinde riskli çıktı ama iki komşu ‘bizim paramız yok, yenilemeyelim’ deyince dosya kapandı. Ben her gece uyumadan önce tavana bakıp ‘acaba bu gece mi olacak?’ diye düşünüyorum.”

Bürokratik engeller yalnızca komşu anlaşmazlıklarından ibaret değil. İmar izinleri, ruhsat süreçleri, müteahhit seçimleri, proje onayları derken, bazı projelerin başlaması bir yılı buluyor. Bu da deprem riski karşısında zaman kaybı anlamına geliyor.

Yenilemenin Bedeli: Milyonluk Hesaplar

2025 itibarıyla inşaat maliyetleri, 2023’e göre yaklaşık yüzde 80 artmış durumda. Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği verilerine göre, 100 metrekarelik bir dairenin yeniden inşası —arsa hariç— ortalama 2,7 milyon TL’ye mal oluyor. Bu maliyet, özellikle dar gelirli vatandaşlar için neredeyse ulaşılamaz seviyede.

Devlet, kentsel dönüşüm kredileri ve kira yardımları sağlıyor. Ancak, örneğin İstanbul’da verilen kira yardımı 5.500 TL civarında. Bu rakam, şehirdeki ortalama kiraların altında kalıyor. Yani bina yenilenirken vatandaşın başka bir eve taşınması, çoğu zaman ciddi bir ekonomik yük getiriyor.

Geçici barınma sorunu da büyük bir engel. TOKİ’nin ve bazı belediyelerin sunduğu geçici konutlar sınırlı sayıda. Pek çok aile, “ya kirada zorlanırım ya da eski evimde oturmaya devam ederim” ikilemiyle karşı karşıya kalıyor.

Depremle Yarışan Zaman

Türkiye’nin deprem haritası, aslında bina yenileme hızımızı ölçmek için acı bir kronometre. Kandilli Rasathanesi’nden bilim insanları, Marmara Bölgesi başta olmak üzere ülkenin birçok noktasında büyük depremlerin olasılığının önümüzdeki 20 yıl içinde çok yüksek olduğunu vurguluyor.

Ancak yenilenen bina sayısı ile riskli bina sayısını karşılaştırdığımızda tablo endişe verici: İstanbul’da 1,5 milyon civarında riskli konut olduğu tahmin ediliyor. Yıllık yenileme hızımız mevcut seviyede kalırsa, tümünün yenilenmesi 15–20 yıl sürecek. Oysa deprem, bu takvimi beklemek zorunda değil.

Bu nedenle uzmanlar sık sık “depremle yarışıyoruz” ifadesini kullanıyor. Ancak yarışta koşu temposu bizde, depremde ise ne zaman hızlanacağını bilmediğimiz bir yürüyüş var. Ve o yürüyüşün adımlarını bizden önce duymamız mümkün değil.

Umut Nerede?

Tüm bu karamsar tabloya rağmen, 2023 sonrası deprem bilinci hiç olmadığı kadar arttı. Belediyeler, riskli binaların tespiti için mobil ekipler kuruyor. Bazı şehirlerde, bina yenileme süreçlerini hızlandırmak için “tek durak” hizmet noktaları oluşturuldu; vatandaş, proje onayından kredi başvurusuna kadar tüm işlemleri tek yerde yapabiliyor.

Ayrıca inşaat sektöründe dijital denetim sistemleri devreye alındı. Beton numuneleri, demir kullanımı ve proje detayları artık anlık olarak denetlenebiliyor. Bu sayede, kâğıt üzerindeki yönetmeliklerin sahada uygulanması kolaylaşıyor.

Bireysel çabalar da dikkate değer. Sosyal medyada, apartmanını yenileyen site sakinleri sürecin tüm aşamalarını paylaşıyor. Böylece başka vatandaşlara hem moral hem de pratik bilgi sağlanıyor.

Son Söz: Hafızayı Korumak, Hızlanmak

2025’in bize gösterdiği en net gerçek şu: Depremi durduramayız, ama etkisini azaltabiliriz. Bunun yolu, bina yenileme sürecini hızlandırmak, finansman modellerini çeşitlendirmek ve bürokratik engelleri azaltmaktan geçiyor.

Eğer hafızamızı canlı tutabilirsek, 6 Şubat 2023’ün acısı sadece matem değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm için bir milat olabilir. Aksi halde, bugünkü yavaş tempomuzla, bir sonraki büyük depremde yine aynı soruyu soracağız: “Bu yıkım önlenebilir miydi?”