Bu ay ‘sahaf’ta bile zor bulunur bir kitaptan söz edeceğim. Altmışları yaşayanlar Faruk Güventürk adını hemen hatırlar; acar Atatürkçü, hızlı anti-komünist bir generaldi. Ama onların çoğu da Güventürk’ün “Kore’de Türk Yıldızı” (1954) adında bir roman yazdığını bilmez. “... küçükten beri içimi yakan kitap yazmak arzusunu tahakkuk ettireceğim” demiş, “Giriş”inde.
Romanın bizim bildiğimiz estetikle herhangi bir ilişkisi yok. Ama bizimkinden bilinçli olarak farklı, ‘milliyetçi-militarist bir es- tetik’ kurmaya çalıştığı da söylenebilir. Böyle bir zihniyetin bütün öğeleri gözümüzün önünden sırayla geçiyor. İlginç olan da zihniyet.
Üsteğmen Şahin’in nişanlısı Semra’nın ağabeyi Yavuz, Kore’de şehit düşmüş. Bununla başlıyoruz. Semra’nın babası müstakbel damadına, “Semra’nın yanına git oğlum, çok ağlıyor” diyor; “Kadın olduğu için iradesi zayıf.” Daha sonra Japonya’yı da gören Şahin, ora kadınlarını şöyle övecek: “Bu bakımdan kocasına böyle huzur sağlamayan kadın da tereddütsüz vatan hainidir.” Bereket Japon kadını sorumluluğunu biliyor, ‘erkeğine hürmet’te hiç aksamıyor, kavga çıkarmıyor, “vazifesinin bütün dikkatiyle erkeğini mesut etmek, yuvasını tam bir saadet ocağı haline getirmek ve yavrusunu çok iyi yetiştirmek...” olduğunu bellemiş durumda.
İRADESİ ZAYIF KADIN
Güventürk bu ideolojisinin bir kısmını bugünkü koşullarda, revize etmek zorunda kalabilirdi. Kore’de “Avrupakâri giyinen kadınlar, hayatlarını kötü yoldan kazananlardır. Ondan gayrı bütün Koreli kadınlar milli geleneklerini aynen tatbik ederler.” Tabii Kore Müslüman olmadığı için bu ‘milli gelenekler’ arasında başörtüsü yok. Oradan kurtarıyor. Semra kadın olduğu için ‘iradesi zayıf.’ Gene de bir celadet gösteriyor. Nişanlısına, “Ağabeyimin intikamını sen almalısın,” diyor, “Ben de hasta bakıcı olarak gelmeğe çalışacağım.”
Ama, ne olsa kadın, zayıf. Şahin’in tayini çıkınca “Gitmeni istemiyorum” diyor; sonunda kadere razı oluyor.
Militarizm, askerlikle ilgili klişeleri, kişisel hayatın tepesinde oturup ona hükmeden değerler haline getirmesiyle kendini belli eder. Bir kadın âşık olduğu adama “Git, savaşta öl,” diyorsa, (ya da bir anne oğluna “Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana” diyorsa) bunun adı militarizmdir. Herhalde Güventürk de bunu görüyor ki “Gitme” dedir- tiyor. Ama kitabın gerisinde öbür teraneyi sık sık görüyoruz: “Bu Cevat nişanlıdır ve tabii bilirsin ki nişanlılık hayatında herkes âşıktır. Fakat son anda dudaklarından dökülen kelime ne Ayşe’dir ne de Fatma, sadece bayraktır.” Bundan Ayşe ile Fatma da kıvanç duymalı. “Fakat bil ki sevgilim, ne senin aşkın, ne anamın sevgisi, hiçbir şey milletime karşı duyduğum sevginin karşısında bir kıymet ifade etmiyor.”
Şahin’in sevgisi cömert olmakla birlikte nefreti de bundan aşağı kalmıyor. Önce komünizm: Mısır’da “motöre binmiş 15-20 komünist köpeği”... Ama komünizmin yanına ‘millet’ de eklenince nefret daha da somutlaşıyor: “...damarlarındaki aşağılığı ve kalleşliği meydana vuran Bulgarlar...”; Koreliler “...sureti umumiyede kısa boylu ve çirkin mahluklardır...” Çok zaman ırkçı bir tınıyla birlikte gidiyor bu nefret. NATO çerçevesinde İngilizler henüz iyi, Mısırlı Araplar berbat: Süveyş’te “Bir taraf İngiliz kamplariyle dolu, medeniyet ve refah. Diğer taraf çöl”... Yemen’in “halkı akıl alamıyacak kadar pis ve çok ahlaksız”... Seylan halkının “Renkleri zenciler gibi iğrenç değil”... Ne mutlu onlara! SARMISAKTAN DÜŞMAN TEŞHİSİ
Üstelik komünist olan Ruslar ve Çinliler için söyleyecek laf yok. Çinliler “Adetleri olduğu veçhile birer köpek gibi dört ayak üstünde sürüne sürüne tepeye yaklaşıyorlar.” (Sürünmek, askerlikte evrensel olarak vardır ve iki ya da altı ayak üstünde yapılmaz.) Çinlilerin bu gece baskınını fark edip önlüyoruz. Anlayana yüzbaşı soruyor: “Nereden anladın?” “Sarmısak kokusundan, diyor ve telefonu kapatıyor.”
Yani Türkün koku alma yetisi de insan-ötesi gelişmiş...
Ya Türkler? Anlaşılıyor ki, bir Türk için ‘ölmek’ kadar büyük bir zevk bulunamaz: “Daha asırlarca yine milyonlarca Türk o hilalin gölgesinde ölecek ve onun için ölmekten mütevellit bir saadetle ve en büyük haşmetle Allah’ın huzuruna çıkacaklardır.”
“Haddizatında çok merhametli olan Türk, muharebe meydanında korkunç derecede atılgan ve o nisbette de öldürücüdür.” “Parçalanan cesetlerin üzerinden atlanarak baba oğlunun ölüsüne basarak, oğul babasının anasının yaralanmasına aldırış etmeden Allah Allah diyerek düşman üzerine saldırıyor.”
Böyle olduğu içindir ki “Ebediyetin mahiyeti nedir bilinmez, ama Türk ezelden evvel vardı ve ebediyetten sonra da olacaktır.” Amin.
Milliyet Kitap, 14.5.2008