Başbakan Erdoğan’ın tam bir hafta önce Davos zirvesinde gerçekleştirilen Ortadoğu konulu panelde gerek İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e, gerekse paneli düzenleyen Washington Post yazarı David Ignatius’a gösterdiği sert tepkiyle patlak veren kriz, ilginçleşiyor. İlginçleşeceği de belliydi zaten. Öncelikle İsrail devletinin son Gazze marifetleri dolayısıyla bu ülkeye sert bir tepki gösterilmesi -hükümetler dışında- insanlıktan nasibini almış genel dünya kamuoyu tarafından zaten beklenmekte, istenmekteydi. Keza panelde Erdoğan’a hakkaniyetli davranıldığını söylemek de mümkün değil. Dolayısıyla durum, ilk günlerde AKP’ye hayli mesafeli bakan Kemalist çevrelerin ve laik burjuvazinin ihtiyat payları/temele ilişkin olmayan itirazları dışında tüm Türkiye, bölge ve hatta Avrupa’daki kimi çevrelerce dozları değişmekle birlikte makul karşılanmıştı. Olaydan bir hafta sonra ise az önce saydığım Kemalist/modernist çevrelerle laik burjuvazi cephesinde, bu olayın Erdoğan’ın lehine çok güçlü bir hava yaratacağının görülmesiyle birlikte daha kuvvetli itirazlar yükseliyor. Gerek bu çıkışın oy getireceğinin apaçık belli olması açısından, gerek bu son gelişmenin Türkiye’de ne zamandır meydanlarda görünmeyen ve Gazze vesilesiyle kuvvetli kalabalıklar toplamaya başlayan İslamcılığı yeniden sertleştirme potansiyeli taşıması açısından, gerekse bölge dengelerinde AKP’nin yeni bir mevzi kazanacağının işaretlerini vermesi dolayısıyla; bu kesimlerde oluşan tepki havası normal karşılanmalıdır. Oy, siyasi atmosfer, bölge dengeleri meseleleri ve tartışmaları, uzun süre gündemi meşgul edeceğe benzer. Dolayısıyla bu konulara ileriki haftalarda da değinmek mümkün olacak.
Bu durumda burada işin bir başka yanına bakma imkanı doğuyor, oradan devam edelim. Hemen yukarıda bu çıkıştan pek hazzetmeyen çevreleri saymıştım. Bu çevreler arasında sol-demokrat kamuoyunu saymadım. Şimdi de oraya gelelim. Şu notu düşmek lazım ki, bu cephede de bir ikirciklenme söz konusudur. Evet İsrail devleti bütün geçmişi bir yana bırakalım, şu son iki üç aydaki performansı nedeniyle sert bir tepkiyi hak etmekteydi. Dolayısıyla genel bir “Eh, fena olmadı” havası varsa da meseleye biraz yakından bakınca kuvvetli şüpheler duymak mümkündür. Birincisi Erdoğan’ın bu tepkisinin tutarlı bir dünya görüşü ile bağlantılı ilkesel bir çıkış olmadığı şüphesi var. AKP çizgisinin Gazze’de yaşanana benzer kimi dramlarla bu kadar yakından ilgili olmadığı biliniyor. Dolayısıyla bu “insani” görünümlü çıkışın ardında çok katmanlı bazı reel politik hesapların yattığından şüphelenmek, hatta emin olmak bile mümkün. Danışman Ahmet Davutoğlu’na atfedilen “Yeni Osmanlıcı” politikanın somut emaraleri olarak görülüyor bu çıkış. Dolayısıyla her yönüyle sindirilmiş ilkesel bir insani müdahaleci politikayla mı karşı karşıyayız yoksa bölgedeki her ihtilaftan kendine pay çıkarmaya çalışan “biz de buraların patronu sayılırız” tandanslı bir “büyük ülke olma” özlemi ile mi karşı karşıyayız, bilinmiyor. Bilinmiyor derken biraz kibarlık yapıyoruz tabii burada. İkincisi, biraz İsrail ile arayı soğutma çabasının payıyla da olsa moderatöre yönelik söylem (“Omzuma dokunma edepsizliğini gösterdi” argümanı) kabul edelim ki pek de ilkesel bir çıkış havası taşımıyor. Tam tersine kabadayılaşan toplumun nabzına şerbet verecek, hayli sığ, sağ ve kaba bir söylem bu. Ki Erdoğan’ın son olarak “Eğer ben orada diplomat gibi davranmamış olsaydım, farklı bir şey yapmam gerekirdi, onu yapmadım” sözleri, bu konuda aslında –yeniden!- ciddi bir problemle karşı karşıya olduğumuzun da habercisi. Herhalde sille tokat girişmeyi kastediyor olsa gerek Erdoğan, şahsen aklıma başka bir seçenek gelmedi.
Ve son madde… Eğer Başbakan Erdoğan Hamas örneğinde sık sık dile getirdiği gibi halkın seçimine, halkın iradesine bu kadar saygılı ise herhalde Türkiye’de de sandıktan çıkan partilere, halkın bilhassa Güneydoğu’da teveccüh ettiği partilere –şartlar birebir aynı olmasa da- şu Hamas’ın yarısı kadar bile olsa saygı göstermelidir diye düşünüyorum. Hani, bu çıkış bir ilkenin ürünüyse eğer..
Agos, 6.2.2009