Irkçı Söylemin Gündelik Dilde Yeniden Üretimi Üzerine Birkaç Söz

Bazen araçlar yön değiştirir. Yönü değişse de araç aynı araç değil midir?”

Gazze’deki İsrail işgalini kınamanın ötesinde işi Yahudi düşmanlığına vardıranlar için kullandığım bu cümleyi “ırkçılık” hakareti içeriyor şeklinde niteleyen, hatta bunun hümanist bir duruşa işaret ettiğini söyleyenler oldu. Peşinen söyleyeyim o zaman sadece “insan” olmak üzerinden kurulan özdeşimi, ortaklığı kabul etmem ben. Çünkü bu türden bir yaklaşım sanki insanların “sadece” insan olmak üzerinden ortaklık kurabileceğini varsayar. Oysa bir Ermeni, bir Türk, bir Yahudi olarak acı duyabilmeliyiz dünyada yaşananlara. Eğer etnik kimliklerimizi kendimize “yücelik” atfeden bir şekilde tanımlamıyor ve diğer kimliklere de “aşağılayıcı” bir üslup geliştirmiyorsak. Yoksa etnik temelli bir yaklaşımın tersi kimliklerden azade bir tavır değil. Öte yandan hoşgörü kisvesi altında geliştirilen “tarafsızlık” dili de kendi içinde hegemonik bir tavır barındırır. Diğer deyişle insan olmak üzerinden kurulan hassasiyetler kimliklerin görünmez kılınmasına neden olan ve “belli bir kimliğin” görünürlüğüne imkân veren bir “insanlık” halidir.

Yukarıdaki cümleyle söylemeye çalıştığım şuydu aslında, bazen insan eleştirirken aracı tersine çevirerek tam da eleştirdiği anlatıyı yeniden ürettir. Bu çelişkili tutum bilinçli/bilinçsiz bir şekilde dillerine yansır. Acaba diyorum münazaa içeren değer yargılarını -ki bunların farkına varmak görece daha kolay- değiştirmeye çalışırken bu değerleri içselleştirmiş ve hala eleştirdiğimizin bize “sunduğu” kalıplar üzerinden düşünüyor olabilir miyiz? "Büyük anlatılar" üzerinden konuşurken ve bu anlatıları idealize ederken gündelik deneyimlerimiz, kullandığımız kelimeler, ifadelerimiz, davranışlarımız kısacası baktığımız yer tam da eleştirdiğimiz şeyi değiştirmek yerine yeniden üretiyor olabilir mi?

Kimlik öyle bir şey ki, bazen karşısında durduğunun araçlarını, söylemlerini sahipleniveriyor ve onun diliyle konuşuyorsun. Bir nevi sen dahil olmadığın her türlü dini, ırki, cinsiyetçi, sınıfsal kimliğin mensuplarınca en çok eleştirildiğin ve yargılandığın "değer, kimlik, özellik" adı ne ise tam da onun üzerinden aynı yargıyı onlara yansıtıyorsun. Yani karşındakinin senin sahip olduğun kimlikler üzerinden eleştirmesine veya bir kimliğe mensup kişilere sırf kimliklerinden dolayı yapılan muamelelere karşı çıkarken karşındaki kişiyi de aynı kimlik tanımı üzerinden yargılamak... Örneğin, bir siyahî bir beyazın onu sırf teninin renginden dolayı dışlamasına karşı çıkarken ten renginden dolayı bir beyazı dışlıyor olabilir. Bir homoseksüel, homoseksüelliği yüzünden dışlanmasına karşı çıkarken bir heteroseksüeli yine sırf sadece heteroseksüel olduğu için homofobik olmakla suçluyor olabilir. Bir Yahudi bir Almanı sırf Yahudi olduğu için Yahudileri öldürmesini kınarken her hangi bir Alman'a da sırf Alman olduğu için kinle bakıyor olabilir. İşin özü, bizden önce kimliklerimiz girerken kapıdan içeri ve bu kimlikler üzerinden yargılanmaya karşı çıkarken biz, karşımızdakini de yine kimlikleri üzerinden yargılıyor olabiliriz. Bu noktada devlet pratiklerini eleştirirken bu pratikler bir kimlik adına yapılıyor olsa bile yaptığımız eleştirinin bir ırka yönelik olup olmadığı konusunda düşünmek gerekir. Bunu yapmadığını iddia ederken bile başvurduğumuz söylem üzerine durup düşünmeli sanki.

Güncel bir olay olarak İsrail’in Gazze saldırısı ve devamında kullanılan söylem yukarıda anlatmaya çalıştığımı çok güzel yansıtıyor. Faşizm nerede başlar? Bugünden geriye dönüp baktığımızda Hitler'i kimsenin haklı çıkaracağını zannetmiyorum; hatta çoğu kişiye göre onun "mantığı" ne kadar akıl almaz, ne kadar insanlık dışıdır. Sadece Yahudileri değil eşcinselleri, sosyalistleri, delileri, engellileri kısaca Aryan ırkına “uygun olmadığını” düşündüğü herkesi ortadan kaldırmak amacı güden vahşice bir yaklaşımdı bu. Bu faşizmin/ırkçılığın esasında en “görünür” olanı. Oysa bugün yaşadığımız toplum delileri akıl hastanelerine yolluyor, sosyalistleri hapishanelerde çürütüyor, engellileri toplumda görünmez kılmak adına tüm sosyal düzeni “engelsizler” için oluşturuyor. Şimdi kimse bir Aryan ırkın peşine düşmüyor belki ama toplum “Aryanlaştırılmaya” çalışılıyor ve tüm farklılıklar -neye ve kime göre farklı o ayrı bir tartışma konusu- “normallik” sınırları içinde görünürlüklerini yitiriyor ya da dışlanıyorlar.

Dolayısıyla bugün Hitleri ırkçı diye işaretlemek ya da güncel bir olay olarak sadece bir iki “fotoğrafa” bakıp Gazze’deki insanlık ayıbını görmek kolay, çünkü “bariz” bir şekilde ölüme tanık oluyoruz. Öte yandan Filistin meselesi söz konusu olduğunda anti-semitizme savrulmalar gösteren düşmanlık dilini yani ırkçı bir söylem içeren bu Yahudi karşıtlığını işaretlemek o kadar kolay mı?

Üstelik hepimiz kendimizi masum sanıyorken…

Kusura baksın isterse herkes ama ırkçılık yapmak ve/veya düşmanca bir tavır geliştirmek için illa birilerinin üstüne bombalar yağdırmak, kafatasçılık yapmak ya da insanları toplama kamplarına doldurmanız gerekmiyor. Devlet politikalarının aynı zamanda asimile etmek, dilini ve kültürünü unutturmak, dışlamak gibi daha az görünür olan ırkçı politikaları var. Bir de bunun gündelik halleri… Bu hallerde devletlerin ırkçı politikaları bireylerin düşmanlık içeren diliyle yeniden yeniden üretilir. Ya da bireyler nu dili tüm doğallıyla kullanır. Ve tam da bu nedenle faşizm iki kişinin arasında başlar.

Bu topraklar Varlık vergisi, 6–7 Eylül olayları, Maraş, Çorum, Madımak olaylarına tanık olurken sırf “farklılıkları” nedeniyle insanların katledildiği, yakıldığı, sürgüne gönderildiği bir coğrafya olmuştur. Oysa dünyanın her hangi bir yerinde insanlık dışı olaylar yaşandığında -bu olaylara maruz kalanlar Türk veya Müslümansa daha da artan bir hassasiyetle- bu ülkede de “herkesin” söyleyeceği vardır. Suçlu hazırdır: "Rum” Vahşeti, "Ermeni” Mezalimi, "Sırp” Katliamı”... Topyekûn bir kimlik düşmanlığı… Kâh sayılar konuşulur acının karşılaştırılmasını yapmak adına, bir insanın ömrü istatistik verisine dönüşür. Kâh “ama” bunlar münferit olaylar, genellenmesin denilir. En “doğrusu” kendinden yana… “Ama” “onlar” da bunu yaptı ya da “önce onlar” ve “daha “çok onlar” cümlesi sığınak olur bazen. Birbirimize yaralarımızı gösterir gibi ben en çok acı çekenim demenin anlamı da ne ola ki? Sanki bu acının merhemi başka bir acı, öldürmenin- hem de ne adına- “haklı” bir gerekçesi olabilirmiş gibi… Örneğin Almanya’da Türkler yakılırken vurgu özellikle Türklüğe olsa da haklı bir şekilde bu ne insanlık ayıbıdır diyenler, aynı “insani” kaygıyı 35 kişi yakılırken Madımak’ta gösteremiyor. Hatta bu olay ne zaman gündeme taşınsa Başbağlar’ı ortaya koyuyor.

Bu noktada bu ülkede Ermeni olmanın hem geçmiş, hem de günümüz açısından nasıl yok sayılmak, horlanmak ve katledilmekle eş değer bulduğunu belirten bir kişi “bile” farklılıkları dışlayıcı bir ulusal kimlik etrafında şekillenmiş ulus-devlet anlayışının diğer kimliklere de benzer bir tavır içinde olmayacağını düşünecek kadar “saf” bir tutum sergileyebiliyor. Beri yandan Filistinlilerin acısını paylaşıp bir “devlet” olarak İsrail’i kınamak yerine Yahudiliğe karşı topyekûn bir düşmanca tutum sergileyip, işi Türkiye’deki Yahudiler için “ne acısı, Yahudiler bu ülkede acı çekmediler” demeye vardırabiliyor. Aynı mantıkla bir Türk milliyetçisi de “ne acısı (!), Ermeniler bu ülkede gül gibi yaşayıp gitmektedirler. Beğenmiyorlarsa buyurun orada Ermenistan var, onlara destek olan ABD var.” dediğinde bu kişinin tavrı elbette bu dışlayıcı üslubu kınamak olacaktır. Beri yandan Ermenilere adres göstermekte sakınca görmeyenler bazı Türk veya Müslümanlara adres gösterilmesini dünyanın başka bir yerinde eleştiriyor, bununla yetinmeyip tüm nefretlerini kusuyorlar.

Oysa kimlikler arası ayrım gözetmeksizin bir etnik/dini kimliği hedef alan tüm yaklaşımlar, tüm ölmeler ve öldürmeler rahatsız edici, yakıcı, acı verici olmalı…

Olmalı.

Peki; ama neden bu ikircikli, bu çifte standart yaklaşım?

Ayna kendini gösterir insana… Bir aynadan yoksun olduğu için inandıklarının doğru olmaya yeteceğini zanneder insan, yansımasını göremez ve bunu inandıkları ile karıştırır. İşte asıl kendini bulamadığı, göremediği için inandığı gibi olamıyor ya da olup olmadığını bile bilmiyor. Herkes hayatın iyi yerinde durduğunu düşünüyor, barış yanlısı bundan. Öyle “görünüyor.” Herkes bunca “doğruyken” neden bu kadar yanlışlık o zaman? Oysa “ama”lara sığınmadan bir cümledeki yanlışlığı eleştirirken karşısına koyduğumuz da başka bir yanlışlık olmamalı. İki yanlış bir doğru yapmıyor ki! Bu durumda ırkçı olduğunu kabul etmemek ya da bunu hakaret olarak almak çok da manalı gelmiyor. Bir gerçek var ki ortada gündelik dilimiz farklı kimliklere yönelik düşmanlık cümleleri içeriyor ve bu en alasından ırkçı söylemin tezahürüdür.

Yahudilere yönelik “sen Musa’nın torunu olamazsın” afişlerinin sokakları süslediği bu ülkede hâşâ anti-semitizm yok! Peki ya İnternette kısa bir tarama yapınca karşılaşacağımız şu cümleleri ne yapacağız?

Yahudileri Allah lanetlemiştir, bereketsiz millettir.

Defol git ülkene siyonist!.. Ülkemizde Yahudi görmek istemiyoruz! Ülkemizi yağmaladınız! Paralarımızı, zenginliklerimizi, vergilerimizi bize değil; İsrail'e transfer ettiniz!

Yahudilik din değildir, sapkınlığın, sapmışların yoludur. Bunu artık bilin!

Bunlar bu gün lanet edilmekten başka bir şey hak etmeyen rezil ve aşağılık adamlardır.

Şunu unutmayın İsrailoğulları Allah (cc) sizleri Firavunun elinden kurtardı. Siz yine içi boş putlara taptınız. Sizden insan olmaz lanetlenmiş pis Yahudiler.

Önce sapık hahamların yazdığı o kitabı ve kippaları bıraksınlar ellerinden, illaki de bir ülke istiyorlarsa sanırım, Rusya-Mançurya sınırında, Birobidzhan'a yerleşsinler?

Ya gündelik dilimizde pek sık rastladığımız şu cümleler.

Benim kişisel olarak her hangi bir Ermeni’ye, Yahudi’ye, Kürt’e karşı düşmanlığım yok. “Hatta” benim de Yahudi/Kürt/ Ermeni arkadaşlarım var. Birbirimize gidip geliyoruz. Aynı masada oturmuşluğumuz, birlikte yemek yemişliğimiz var. Çok iyi insanlar. “Ama” böyle şeyler yapmıyorlar.

Aleviler güzel insanlar, çok güzel kültürleri var. Bıraksınlar artık biz/siz ayrımını ve hep beraber güzel bir şekilde yaşayalım.

Kürtlere ne olmuş ki, bu ülkede Kürtler cumhurbaşkanı bile oluyor. Senden benden daha iyi yaşıyor bazısı.

Senin Alevi/Kürt/Ermeni olduğuna asla inanmam, “çünkü” sen çok iyi birisin.

Örnekler çoğaltılabilir. Bu cümlelerdeki “hoşgörü” kisvesi altına saklanmış dışlayıcı/hegemonik anlamı görebiliyor muyuz? Örneğin bir Alevinin iyi olmayacağını düşünen olmadı mı hiç çevrenizde? Biz/siz ayrımı yapmakla suçlanan bir Kürt, bir Alevi, bir Ermeni bu ülkede her zaman kimliklerinden vazgeçmeye davet edilmiyor mu? Bir Ermeniyle aynı masada oturulabilir, yemek yenilebilir ancak onun sizce “tasvip” edilmeyen davranışları yoksa. Bu tasvibin sınırının nasıl çizildiğini tahmin etmekte zorlanmıyor musunuz? Sosyo-politik yaşamın her an her şeye ve herkese yönlenebilen düşmanlık dilini fark edebiliyor musunuz?

Hala ırkçı söylemin dilinize “hiç” yansımadığını mı düşünüyorsunuz? Emin misiniz?

Irkçı olmanın “bariz” hallerini herkes işaretleyebilir. İş içimize nüfuz etmiş düşmanlık ve nefreti yani ırkçılığın gündelik hallerini görünür kılmak... Kinik özne bilmiyor, farkında değil ama yine de yapıyor; Sinik özne ise “ne yaptığını gayet iyi bilip, ama yine de yapıyor.” Bilinen şu, ortada bir “düşmanlık” hali var –adına ne derse densin. Bu farkında olunarak mı, yoksa olmayarak mı yaşanıyor?

Bence fark etmiyor.