Maliye’nin geçtiğimiz hafta Doğan Yayın Holding’e kestiği 862 milyon TL tutarındaki vergi cezasına çeşitli açılardan bakmak mümkün. Doğan Yayın Grubu’nun yıllardır sürdüregeldiği ekonomide alabildiğine liberal ancak devlet yapısı açısından yine alabildiğine monolitik yayın politikasından muzdarip olanlar bile bu cezada bir tuhaflık olduğunu düşünmüş olsalar gerek. Üstelik sadece bu grubun yayın politikasını beğenmemek, bu politikanın mağdurları arasında yer almak (ki bu ülkedeki –kısaca ve çok kabaca MGK siyaset belgelerinde özetlenebilecek- resmi çerçevenin dışında kalan her türlü etnik gruplar, azınlıklar, siyasi gruplar, bireyler bu yayın politikasının mağdurları arasında sayılmalıdırlar) kriterinin de ötesinde; mevcut AKP iktidarına yakın oldukları için en büyük düşmanlarına bir darbe vurulmasından sevinç duyacak belli yayın gruplarında toplaşmış kesimler dahi, bu cezanın haklı olabileceğini perde önünde telaffuz ederken herhalde içlerinden “galiba biraz kantarın topuzu kaçtı” diyor olmalıdırlar. Evet, sonuçta bir vergi cezasından bahsediyoruz, dosyanın ayrıntılarını bilmemize olanak yok, ve tabii ki teknik bir konu, uzaktan bakarak net bir hüküm vermek hiç de kolay değil. Ancak tabloya şöyle bir soğukkanlı bakmak gerekiyor.
Evet şunu da biliyoruz doğrusu: Doğan grubu Hürriyet, Milliyet, Vatan, Posta, Radikal, Referans gibi gazetelerle mevcut tirajın, en kaba bir hesapla yarıya yakınını kontrol etmektedir. Yine sahip olduğu Kanal D, Star, CNN Türk gibi kanallarla da mevcut rating pastasının yarıya yakını kadar olmasa da önemlice bir kısmını kontrol etmektedir. Ve zaten bu kanallar ayrıca kamuoyu oluşturucu güce de sahipler. Grup ayrıca Petrol Ofisi’ni kontrol etmekte, çeşitli gayrimenkul yatırımlarına girmekte, rafineri tahsisleri için Hükümet nezdinde kulisler yürütmekte. (Bu son saydıklarımı geçen yaz patlak veren Erdoğan-Aydın Doğan tartışması sırasında bizzat Aydın Doğan’ın ve Erdoğan’ın ağzından duyduk.) Bu tablo hukuki açıdan ya da tekelleşme ve rekabet kanunları açısından kitabına uygun/uydurulmuş olabilir. Ki bu konularda sayısız tartışma ve iddiaya tanık olmuştuk geçtiğimiz yıllarda. Bütün bunlar AKP iktidarda değilken de tartışma konusu olmuştu. Ve o zamanlar sorulan sorular artık sorulamıyor. Çünkü Doğan Grubu “muhalefet”te, yani “muhalif”..Peki neydi o sorular? Bir işadamı neden bu kadar büyümek ister? Kapitalizmin kanunları yüzünden mi? Yani o çok basit ve alışmış “Bir şirket daima büyümek zorundadır, durursa düşer” kanunu yüzünden mi? Buna inanmamız beklenemez.
Gayet açık ki, bu grubun Türkiye’de bir şeyleri (yani, hükümetleri) kontrol etme gibi bir niyeti, amacı vardı. Yoksa bu kadar gazete ve televizyon sadece kâr etmek için alınmaz, kanunlar bu kadar esnetilmez. Pekala, nereye gelmeye çalışıyoruz? Şöyle bir yere: Bu grubun en az AKP iktidarı kadar güç heveslisi, Türkiye’yi yönetme/yönlendirme meraklısı olduğunu, en az AKP kadar otoriter ve hatta bu otoriterliğine de bir sevimsiz bir elitizm katarak hayli ezici bir iktidar odağı olduğunu da biliyoruz. Holding menfaatleri için zamanında Hükümetleri tehdit ettiğini duyduk, okuduk. Zamanında Hükümet yıpratma kampanyalarına da katıldıklarını gördük. Ve şu da ortada. Maliye’nin yaptığı araştırmalarda elde edilen bulguların bir cezayı gerektirdiği ortaya çıksa dahi, cezanın alışılmamış bir ceza olduğunu kabul etmek gerekir. Bu cezayı tetikleyen gelişmenin AKP ile Doğan grubu şahsında cisimleşen laik/otoriter elitizm arasındaki gerilim olduğunu da biliyoruz.
Diyeceğim şudur: AKP’nin bu hamlesini Türkiye’de medya hükümet ilişkilerinde artık bir normalleşme yoluna gidildiği, Ankara koridorlarında yürütülen lobilerle imtiyazlar kazanan medya grupları çağının sonuna gelindiği şeklinde yorumlamak mümkün değil. Zira, AKP açısından iktidarı tam olarak devralma, laik/otoriter elitizm açısından ise iktidarı tam olarak devretmeme mücadelesidir bu. Ve bu mücadele hiç şüphesiz aynı zamanda ülkede hakim olacak sermayenin paylaşımı için de veriliyor. Bu da gerilimin bir başka yönü. Peki ne yapalım, güç odakları savaşıyor işte, ne yapalım diye seyir mi edelim? Maalesef tablo daha karmaşık. Zira şunu da akılda tutmak gerekiyor ki, “imtiyazlara son veriyoruz” şiarıyla yola çıkmış gibi bir kıyafet kuşanan AKP iktidarı Sabah-ATV satışında da görüldüğü gibi hiç de bu cins hesaplardan/ilişkilerden muaf değildir. Ve sahip olduğu iktidarı Türkiye’de çok uzun yıllardır alışageldiğimiz o rant bölüştürme geleneğine uygun biçimde sürdürdüğünün de kanıtlarını pervasızca sunmaktadır.
Ve bu çarpık tablonun bir başka ayrıntısı: En basitinden şu Deniz Feneri davasında bile ne AKP iktidarı ne de Doğan grubunun -yazının başında tarif etmeye çalıştığımız- felsefesini paylaşmamakla övünen medya, iyi bir sınav vermemektedir. Özetle şu soru bütün sevimsizliğiyle karşımızda duruyor. Bu ülkenin Doğan grubunda cisimleşmiş o otoriter/elitist/lobici güç odağının muhalefetine ihtiyacı var mı? Ne acı ki, gönül rahatlığıyla yok demek zor. İlginç olan şu ki, bu tablonun mimarı da bizzat AKP Hükümeti. Ve bu yazıda tarif etmeye çalıştığımız mücadelenin galibi kim olursa olsun, medya-hükümet ilişkilerinde daha ileri bir noktaya doğru evrildiğimizi söylemek hayli zor.
Agos, 27.2.2009