Beşir'le Vals!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (International Criminal Court – ICC) Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir hakkında uzun süredir beklenen kararını 4 Mart 2009 günü açıkladı. Buna göre halen ‘görevinin başında’ bulunan Beşir hakkında ‘insanlığa karşı suç’ ve ‘savaş suçu’ işlemesi nedeniyle verilmesi öngörülen tutuklama kararı kesinleşmiş oldu.

ICC tarafından konuya ilişkin yapılan açıklamada, devlet veya hükümet başkanlarının mahkeme önünde yargılanmaktan muaf olmadıkları ve bu çerçevede Sudan hükümetinin Beşir’i uluslararası hukukun gerektirdiği şekilde adalete teslim etmekle mükellef olduğu ifade edildi. Açıklamada Slobodan Milosevic ve Charles Taylor örneklerine atıfla, iki ay ya da iki yıl dahi sürse Beşir’in kaderinin yargının karşısına çıkmak olacağı vurgulandı.

ICC’nin Beşir hakkındaki kararında öne çıkan önemli bir husus Sudan Devlet Başkanı’nın ‘soykırım’ ile suçlanmaması oldu. Beşir’in insanlığa karşı beş ayrı suç (cinayet, tecavüz, zorla yerinden etme, işkence, yok etme) ile iki savaş suçu (çatışmanın tarafı olmayan sivillere bilinçli bir biçimde saldırmak ve yağma) işlediği mahkeme kararı ile tespit edilmiş oldu.

ICC’nin kararı hukuki ve siyasi açıdan ciddi tartışmaları da beraberinde getirdi. Tutuklama kararının ICC’yi kuran Roma Statüsü’ne taraf olmayan bir ülkenin görev başında bulunan devlet başkanını hedef alması, soykırım ve insanlığa karşı suç gibi zorlu konular açısından emsal teşkil edecek oluşu ve mahkemenin siyasi etki altında kaldığı iddiaları bu tartışmaların sadece birkaç başlığı.

Öte yandan, özel olarak ICC kararı ve daha genel olarak Darfur sorunu hakkında yaşanan tartışmaların ahlaki boyutunu da ıskalamamak gerekiyor. Dünya bu konuda kabaca iki gruba ayrılmış durumda: İlki başını ABD ve İngiltere’nin çektiği, tutuklama kararını onaylayan ve Darfur’da yaşanan vahşetin sorumlularının adalet önüne çıkması gerektiğini söyleyen Batı kampı; diğeri ise çeşitli nedenlerle (örneğin Çin için ekonomik, Rusya için jeopolitik, Arap Ligi üyesi ülkeler için dinî-etnik-politik vb.) Sudan yönetimine yönelik yaklaşımın daha ılımlı olması gerektiğini düşünen ve diyalog yolunu savunan grup.

ABD’nin başını çektiği ilk grup esasen başından beri Darfur’da yaşananları ‘soykırım’ olarak nitelemekte herhangi bir sakınca görmemekteydi. Bu bakımdan ICC kararı sonrasında yaptıkları açıklamalar sürpriz olmadı. Sudan’a yönelik çıkar ve algıları farklı olan -aralarında Türkiye’nin de bulunduğu - bazı ülkeler ise Sudan yönetiminin diplomatik yollar kanalıyla çözüme ikna edilmesi çabalarının yoğunlaştırılması gerektiğini ifade ettiler. Özellikle Mısır, Cezayir ve Katar gibi Arap Ligi üyesi ülkeler ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimi üyesi Çin, Roma Statüsü’nün 16. Maddesinin işletilerek tutuklama kararının BMGK tarafından bir yıl süreyle dondurulmasını savunuyorlar.

Ocak ayı içerisinde Doha’da önde gelen Darfurlu milis gruplarından Adalet ve Eşitlik Hareketi (JEM) ve Sudan hükümeti arasında doğrudan görüşmeleri başlatan Katar başkanlığındaki Arap Ligi Darfur Komitesi, tarafların bir iyi niyet belgesi imzalanmasını sağlamış ve kapsamlı görüşmelere geçilebilmesi yönünde adımlar atmıştı. Bu çerçevede ICC kararı bir noktada bu çabaların da boşa gitmesi anlamına gelebilir. Her ne kadar Beşir kapsamlı çözüm yönünde görüşmelere devam edileceği mesajını verdiyse de, ICC kararı sonrasında Sudan’da oluşan hava barış görüşmelerine pek müsaade edecek gibi değil.

Hâkim Batı yaklaşımını sorgulayan görüşün vurgu yaptığı ana hususlardan biri çifte standart olgusu. Bu bağlamda Darfur sorununa çözüm bulunmasına yönelik aktif çaba gösteren kimi Arap ülkeleri uluslararası toplumun İsrail’in Gazze saldırıları karşısında utanç verici bir atalete düştüğü bir ortamda ICC kararının bir çifte standart teşkil ettiğini, Gazze’de dünyanın gözleri önünde vuku bulan ‘insanlığa karşı suç’ eylemleri cezalandırılmazken barış müzakerelerinin yapıldığı bir ortamda böylesi bir karar alınmasını kınadılar.

Türkiye’de esasen benzer bir pozisyonu savunuyor. Mete Çubukçu’nun da belirttiği gibi ‘dışarıda bırakılanların’ sesini duyurma iddiasındaki Türkiye, Beşir hakkındaki tutuklama kararının ‘Sudan’ın geçmekte olduğu şu sıkıntılı günlerde ve birlik beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde’ çözüm yönündeki çabalara sekte vurmasından kaygı duyduğu fikrini işliyor.

Sudan ve özellikle Darfur’daki durum hakkında kaygılanmamak mümkün değil elbette. Darfur’daki çatışmalar sırasında üç yüz bini aşkın kişinin öldürüldüğü, milyonlarca insanın yerlerinden olduğu, ülke içinde kurulan mülteci kamplarının dahi vahşi saldırılara maruz kaldığı, tecavüz ve yağma dâhil sayısız suçun düzenli bir biçimde işlendiği düşünülecek olursa kaygı duymamak başlı başına sorunlu.

Diğer taraftan, komplo teorilerinin kolaycılığına karşı dikkatli olmakla birlikte, ABD ve Batı âleminin ‘demokratikleştirme’ geçmişine bakarak, bu ülkelerin Darfur’a ilişkin tepkilerini Sudan hükümetinin iddia ettiği gibi ‘neo-kolonyal’ veya ‘emperyalist’ saiklerle ve Sudan’a bir rejim değişikliği dayatma maksadıyla formüle ettikleri de ciddiye alınması gereken bir iddia.

Bu düşünme biçimi tabii ki bizi Sudan hükümetiyle kol kola girmek zorunda bırakmıyor. Sudan hükümeti ile birlikte çalışılarak Darfur sorununa çözüm bulunabileceği fikri esasen sağlam temellere oturmuyor, çünkü Beşir yönetiminin ülkede tesis ettiği korkunç rejimin bakiyesi kan ve şiddet. Bugüne kadar uzlaşı ve diyalog çağrıları karşısında en ufak olumlu adım atmamış bir yönetimin önümüzdeki bir yıl içinde bu adımları atacağı konusunda nasıl umutlu olabiliriz ki?

Kabaca özetlemeye çalışırsak, Sudan’a kesilecek cezanın uluslararası toplumun egemen aktörleri ve bloklar arasındaki mücadele dinamikleri çevresinde belirleneceğini söyleyebiliriz. Beşir’in ICC’ye teslim edilip edilmeyeceği, teslim edilecekse bunun ne şekilde olacağı konuları da bu saflaşmaların alacağı şekle göre biçimlenecek. Bugünden bilebildiğimiz tek husus, olup bitenlerin bedelinin sadece Darfurlu gruplar tarafından değil milyonlarca Sudanlı tarafından ödenmeye devam edeceği.

Beşir hakkındaki tutuklama kararının nasıl uygulanacağı ise hukuki ve siyasi açıdan zihnimizi epey bir meşgul edeceğe benziyor. Yani görünen o ki önümüzdeki dönemde ‘Beşir’le vals’ devam edecek. Tabii aniden son tangoya geçilmezse!