O Yönetmen Gitti

Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün görevini bırakmak zorunda kalması, Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan’ın görevi (bir süre önce TÜSİAD Başkanlığı’nı bırakmak zorunda kalan) kızı Arzuhan Doğan Yalçındağ’a devretmesi ve Holding’de üst yönetimin 6 ay içinde profesyonel CEO’lara devredileceğinin ilan edilmesi hiç kuşkusuz medya, siyaset ve ekonomide kritik önemi haiz gelişmeler. AKP Hükümeti laik elit cephe ile yürüttüğü savaşta kritik bir mevzi daha kazanmıştır, buna hiç şüphe yok.

Devletin ve laik elitizmin ceberrutluğundan, suçlayıcılığından, kibrinden mustarip birisi olarak bu gelişmeye üzülecek değilim. Ancak sevinecek de değilim. Maliye tarafından Doğan Holding’e devasa vergi borçları çıkarılarak sağlanan bu gelişme, medya-siyaset ilişkilerinin özünü değiştirmiyor oluşu açısından dikkat değer. Özkök’ün temsil ettiği ve tüm medyaya sirayet eden kibirin süregidiyor oluşu da bir başka ilginç ayrıntı.

Doğan grubunun başını çektiği laik elitlerin Ergenekon soruşturmasına, türban sorununa, türbanla ilgili anayasa değişikliğine, Kürt açılımına nasıl baktığı malum. AKP’ye mevzi kazandıracak her gelişmeyi sulandırmak, bu grubun ana yayın ilkesi oldu. Dolayısıyla AKP’nin hışmını üzerine çekmesi bir açıdan doğal. (Her şeyi bir kenara bırakalım. CHP’li Onur Öymen’in Türk demokrasi tarihine büyük katkı niteliği taşıyan Dersim çıkışından sonra Tunceli’nin adının tekrar Dersim yapılması gündeme gelmişti hatırlarsanız. Hürriyet’in -her gazetenin “en önemli yazarı” pozisyonundaki- 3. sayfaya layık gördüğü Yılmaz Özdil’in ne yazdığını hatırlayan var mı? Efendim Tunceli Dersim olursa bütün il plaka numaraları kayacakmış, Diyarbakır 27 olacakmış, İzmir de artık 35 olmayacakmış, bu büyük bir sorun yaratırmış vs vs. Yazının sonunda bunları şaka yollu yazdığını söylese de öyle bir dönemde böyle bir yazının yayınlanabilmiş olması, ne demeli bilmem ki... Laik elitizmin kibri ve liberal faşizmi değil de nedir?)

AKP-Doğan grubu ilişkisinde kırılma anlarını Bekir Coşkun’un göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalılar yazıları ile üniversitelerde türbana serbesti sağlayan Anayasa Değişikliği için atılan “411 el kaosa kalktı” manşetleri olarak düşünebiliriz. Bir de Doğan grubunun Koç Sabancı ile birlikte Hükümeti kriz boyunca ekonomik tedbirleri almadığı gerekçesiyle sert şekilde eleştiren laik burjuva cephesinde yer alması var. Ve hiç şüphesiz AKP’yi ve tabanını küçümseyen yayın çizgisi. Ve Deniz Feneri soruşturması meselesi. Erdoğan’ın en çok bu konuya takıldığı belli olmuştu. Özetle bu gerilimin uzun sürmeyeceği belliydi. Vergi cezaları bu tablonun bir sonucu olarak “kesildi”. Başka türlü tarif etmeye imkan yok: Cezalar apaçık bir politik cezalandırma vasfı taşıyor.

AKP’ye yakın medyanın bu dönemde Aydın Doğan’a açık açık gönderdiği “Sen iyisin yazarların kötü” mesajları, ilk sonucunu Özkök’ün umreye gitmesiyle gösterdi. Erdoğan’ın çevresi Doğan’a bir çıkış yolu gösteriyor, gibi algılandı bu mesajlar. Ancak vergi cezasında bir türlü istenen gelişme sağlanamadı. Hükümet esnemedi. Doğan grubu ise uzun sürecek bir mahkeme ile sonuç alma yoluna gitti. Hesap herhalde AKP’nin ilanihaye hükümet etmeyeceği görüşünden kaynaklanıyordu. Ancak süreç içinde Doğan grubunun hisseleri kaydadeğer düşüşler gerçekleştirdi ve şirketlerin piyasa değerleri ciddi biçimde indi. Grup böyle devam edemeyeceğini anlamış olmalı ki ilk önce bazı gazeteleri satışa çıkardığını duyurdu. Ancak bu küçülme operasyonunun da grubu kurtarmaya yetmeyeceği anlaşıldı, anlaşılan. Aydın Doğan mali gidişatı beğenmemiş olacak ki son adımını da attı. Ne derler, bekleyip göreceğiz. Ancak Özkök’ün AKP-Doğan gerilimi dışında da vasıfları vardı. Onlara biraz değinmek gerekecek herhalde.

Özkök, öncelikle Hürriyet’in azınlık, sol, etnik kimlikler, demokrasi, çoğulluk konusundaki devletçi politikasını tüm liberal çizgisine rağmen hayli çiğ bir biçimde sürdürdü. İlginç olan, bunu “devlet böyle istiyor ben de böyle yapıyorum” mantığı içinde yapmamasıydı. Gerçekten buna inanıyordu. Evet Ermenileri, Rumları, Kürtleri, dindarları, solcuları kişisel olarak seviyordu belki ama iş Türkiye’nin çıkarlarına gelince hem liberal hem de çiğ bir milliyetçi olabiliyordu. PKK saldırılarından sonra F-16’ların Kuzey Irak’ta alçaktan uçuş yapıp sivil halkın oturduğu evlerin camlarını kırmasını önerebiliyordu mesela. Ermenistan ile yapılan protokoller konusunda her türlü muhalif diaspora sesi Hürriyet’te geniş yer bulabildi. (Biraz önceye gidelim. Yıl 2005. Mavi Kitap’ın yazarı Toynbee, kitabı propaganda için yazdıklarını söylüyor. Bu sözler tabii ki “Mavi Kitap’ın yazarından itiraf” başlığıyla, olabilecek en büyük şekilde manşet oluyor. Ancak Toynbee’nin kitabın propaganda için yazıldığını söylemesi başka, kitabın içeriğinin doğru olup olmadığı başka. Fakat bu ayrıntı Hürriyet’in umurunda değildi tabii. Hiçbir zaman da umurunda olmadı. Hürriyet’in daha doğrusu Özkök’ün derdi hep, popüler milliyetçiliğin tarafında olmaktı. Bilerek, isteyerek, severek. Bir başka örnek. Erdoğan 2005 yılında Danimarka’ya gidiyor. Basın toplantısına Roj TV’nin de katıldığını öğrenince toplantıya katılmaktan vazgeçiyor. Bunun üzerine Tempo Dergisi dönemin Danimarka Başbakanı Rasmussen ile Abdullah Öcalan’ı aynı yatakta çıplak gösteren bir karikatür yayınlıyor. Espri, “Roj tv’le yayın izni veriyorsan Öcalan’la eşcinsel bir ilişkiye giriyor olmalısın” gibi iğrençce bir şey.. Hürriyet de bu karikatürü nal kadar manşete taşıyor ve “sınıfta kaldılar” diyor. Neymiş efendim Danimarka gazeteleri bu karikatürü “Türkiye Danimarka’ya baskı uyguluyor” yorumuyla vermiş. Fakat haberi okuyunca gördük ki, karikatür Danimarka’da yayınlanmış, hiç de öyle infial filan uyanmamış. Neyse örnekleri çoğaltmaya kalksak içinden çıkamayız.)

Kibirlidir yani Özkök ve Hürriyet. Popüler milliyetçiliğin her zaman yanındadır. Çok satmak zorunda olmasıyla açıklayamayız bunu. Burada olmayı sever, çünkü. O yüzden cephesini hemen seçer, hiç tereddüt yaşamaz. (Ali Babacan’ın üstünü arayan Danimarkalı polisler, manşetten “Viking Müsveddesi” oluverir. Haber şöyledir: “Viking torunlarının Devlet Bakanı Babacan’ın üzerini havalimanında aramak istemesi Danimarka ile Türkiye arasında yeni kriz çıkardı. Devlet Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Ali Babacan’ın önceki akşam Danimarka’ya girişi sırasında Kopenhag Havalimanı’nda Viking müsveddesi sınır polisi tarafından üzerinin aranmak istenmesinin ardından, yanındaki heyete "Türkiye’ye dönüyoruz" dediği ancak krizin son anda aşılması üzerine bundan vazgeçtiği öğrenildi. Kuzey Avrupa’yı kana bulayan vahşi Vikingler’in torunları olan Danimarkalı görevlilerin Türk bakana karşı takındıkları tutum, atalarını aratmadı. Türk Dışişleri’nden üst düzey bir yetkili, "Danimarka polisinin öncelikli görevi terör örgütünün sesi Roj TV’yi susturmak olmalı" diye tepki gösterdi..”

Sola karşı düşmanlığı da bitmez aslında Hürriyet’in. Mesela haber şöyledir: “Belçika adaleti tarafından ağır hapis cezalarına çarptırılan terör örgütü DHKP-C üyeleri, kaldıkları hapishanelerin koşullarından yakınarak işkence gördüklerini iddia ediyor.” Manşet tabii ki şöyle olacaktır: “F tipini arar oldular..” Sıradan faşizmin sesidir, Özkök ve Hürriyet, anlayacağınız..

Mesela ana fikri şu olan bir haber: “Piyasaya yeni sürülen ‘Operation Nemesis’ adlı kitapta, Berlin’de Talat Paşa’yı sokak ortasında öldüren Ermeni tetikçisi Teilirian’ın Alman mahkemesini kandırdığı ortaya çıktı. Teilirian ne 1915 yılında Türkiye’de bulunmuş, ne de ailesi kurşuna dizilmiş.”

Bu haberin başlığı ne olabilir? Doğru tahmin ettiniz. 1. sayfadan: “Bir Ermeni yalanı daha açığa çıktı..” Yani sayısız Ermeni yalanı var. Bu da onlardan biri, anladınız herhalde. Özkök milliyetçiliği budur..

Sadece siyasette değil her konuda kendini iktidarda görür. Parmakla gösterir Özkök ve Hürriyet, mesela. “İşte o” kalıbını bulmuştur. Tekme vurmanın serbest olduğu bir suçlu bulursa, hemen “İşte o” manşetiyle teşhir eder. İşte o belge, işte o adam, işte o mahalle, işte o kadın, işte o insanlar. Kimdir onlar diye sorduğunuzda cevap aslında bellidir. Hani o işte. Saçmalayan, şuç işleyen ya da beğenmediğimiz var ya. İşte o. Ayırır, gettolaştırır ve suçlar Özkök’ün Hürriyet’i.. Dalga geçer mesela.. Beğenmediği biri görevden alınırsa, sürülürse “O ... gitti” der. O vali, o müdür, o yönetici, o müsteşar ya gider, ya soruşturma açılır, ya istifa eder, ya gönderilir. Bildiğimiz günlük hayattaki kaba iktidarın dilidir bu. Hürriyet’in ve Hürriyet’le birlikte tüm ana akım medyanın ve işin aslı gitgide tüm medyanın benimsediği o üstten konuşan dilin mucididir, velhasıl Özkök. Ve bu konumunu tamamen benimsemiştir. Yazıları fikirleri eleştirilir. Hem AKP’ye yakın hem de sol basın tarafından. O bundan haz alır. Çünkü bu tip yazılar o makamın gücünü teyit etmektedir aslında ona göre. Ama bunları kişisel olarak alır. Ve makamın gücünü kendine tahvil eder. Sonlara doğru bu tip yazıları aşağılama yoluna gitmeyi tercih etmesi de bunun göstergesi.. Şu yazı onun:

“Dün empati yaptım.Kendimi, hayatını bana küfrederek geçiren, benim yazdıklarım üzerinden asalak biçimde yaşayan insanların yerine koydum.Onları, onların zavallı küçük ruhlarını anlamaya çalıştım. Acaba bir balinanın üzerinde küçük balık olarak yaşamak nedir? Bir filin kulağının arkasındaki sinek olmak nasıl bir duygudur? Tabii bunu yapmak için egomu da biraz, hatta müsaadenizle biraz değil, haddinden fazla şişirdim.Hani o tuhaf balık var ya, ona benzedim.

Türk medyasında benim üzerimden geçinen yazar ve yazarcık sayısına bakınca bunu hak ettiğimi de düşündüm.”

Bağlayalım. İktidar içi itişmeler sayesinde Özkök gitti. Aydın Doğan kendini pasifize eder gibi duruyor. Bu, AKP iktidarının gücünü kırmak için yürütülen mücadele çerçevesinde oldu. Bundan sonra Hürriyet gazetesinin ve laik elit cephenin ne tür bir tavır takınacağını henüz kestiremiyoruz. Ancak Hürriyet’in, her durumda kendini toplumun üzerinde gören, suçlayan, popüler milliyetçiliği okşayan tavrında bir değişim gözlenmiyor. Oysa asıl mesele kanımca buydu. Ve zaten AKP’ye ve tabanına yönelik suçlayıcılığın altında bu da vardı. Hürriyet ve Özkök karşıtlığını şu günlerde daha da bir zevkle yapan sağ medyanın tablonun şu tarif etmeye çalıştığım geri kalan kısmını da hatırda tutmasında fayda var.