Kürt Açılımı kapsamında Kandil ve Mahmur’dan 34 kişilik grubun gelişi üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Süreç, milliyetçi çevrelerden linç girişimlerine varan ciddi tepki gördü, ertelendi. Bu sırada PKK ateşkes kararını bozdu, çatışma ortamı gittikçe yükseldi ve “doksanlı yıllara geri mi dönüyoruz” tartışmaları başladı. Referandum sonrası, PKK’nın eylemsizliği uzatması, Öcalanla görüşmeler derken açılıma kaldığımız yerden devam etmeye yönelik girişimler yeniden gündemde. Habur’da başlayan açılım hamlesinin medyadaki temsili, medyanın ideolojik gerekçeler doğrultusunda uzlaşmacı değil, kutuplaşmayı derinleştiren söylemler ürettiğine işaret etmişti. Açılımın “ikinci baharında” ibret alınması ve barış dilinin kurulması umuduyla, o sürece yakından bakalım.
Giriş
İletişim çalışmaları önemli ölçüde medya kuruluşları tarafından neyin haber olacağının seçimi ve bu haberin nasıl işlendiğine odaklanmıştır. Medyayı özerk bir dördüncü güç kabul eden liberal yaklaşımlar, haberin gerçeği yansıttığı kabulüne dayanır ve izleyicinin mesajları ihtiyaç ve eğilimleri doğrultusunda yönetebileceğini savunur. Buna karşın eleştirel yaklaşımlar, medya kuruluşlarının ekonomi-politik yapısı gereği iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceğini temel alır. Medya kuruluşları mevcut egemenlik ilişkilerinden bağımsız değildir dolayısıyla gerçeği olduğu gibi yansıtmasından değil, gerçeği ideolojik eğilimi doğrultusunda yeniden üretmesinden söz etmek gerekir. Bu anlamda incelenmesi gereken haber metinlerinde açığa çıkan farklı dil kullanımlarıdır ve özellikle aynı olaya dair farklı söylemlere bakıldığında, metnin gerçeğin ideolojik temsilleri olarak anlam(lar)ı nasıl oluşturduğunu çözümlememiz kolaylaşacaktır.
Kültürel Çalışmalar, medya bağlamında anlam oluşturma mücadelesinin, taraflarının toplumsal güç ilişkilerine yerleşik kesimler olarak ve “biz” ve “onlar” şeklinde bir çıkar mücadelesi içinde[1] olduğu koşullarda ele alınması gerektiğini söylemektedir; çünkü anlam, belli bir kültürel sistemdeki iktidar yapıları etrafında üretilmektedir ve haber metinleri bu sürecin toplumsal olarak gerçekleştiği alanlardan biridir.[2] Bu anlamda haber metinlerinin eleştirel analizlerinden hareketle, baskın grupların ve ideolojilerin yeniden üretiminde medyanın ne kadar etkin bir rol üstlenebileceği ve hakim ideolojinin giderek doğallaşan yapısına ne yönde katkıda bulunabileceğine yakından bakmak gerekecektir.
Bu çalışma, AKP’nin önce “Kürt Açılımı”, “Demokratik Açılım” ve nihayet “Milli Birlik ve Beraberlik” projesi kapsamında19 Ekim 2009’da Kandil ve Mahmur’dan gelen 34 kişilik grubun karşılanmasıyla başlayan ve sürecin ertelenmesine varan (26 Ekim) altı gün boyunca dört gazetede yayınlanan ilgili haberlerin söylemlerini incelemeyi amaçlamaktadır.
Kürt sorunu bağlamında grubun gelişini, projenin iktidar partisinin yönetiminde olması tartışmalı bir zemin yaratsa da, barış sürecinin bir ilk adımı olarak değerlendirmek mümkündür. Bu bağlamda farklı ideolojik eğilimlere sahip Hürriyet, Zaman, Taraf ve Tercüman gazetelerinin, şiddet dilini barış diline çevirmek yönünde bir fırsat potansiyeli barındıran böyle bir olaya ilişkin haber üretiminde ne tür söylemler ürettiklerini ve bu söylemlerin, hakim Kemalist ideolojiye dayalı ulus-devlet anlayışı ve Kürt sorununu “terör-güvenlik devleti” ikiliğine hapseden hâkim kavrayışa ne ölçüde uygunluk gösterdiğini açıklamaya çalışmak anlamlı gözükmektedir.
Van Dijk’ın eleştirel söylem analizi yöntemine bağlı kalarak incelenen dönemde, Kürt Açılımı’nın gündemde olması sebebiyle gazetelerin ilk sayfalarında yer alan ilgili haberlerle bütünü yansıtan bir vitrin gözüyle incelenmiş ve özellikle haberle ilgili ilk ipucunu veren manşet ve spotlar ele alınmıştır. Bunun yanı sıra, yorum ve köşe yazılarını dışarıda bırakmak şartıyla, incelenen döneme ilişkin yayınlanan tüm haberleri kapsayan bir içerik analizinden faydalanılmıştır.
Veriler
19-26 Ekim tarihleri arasında grubun gelişine ilişkin haberler, Tercüman’da aralıksız manşetten verilmiş, Taraf’ta bir gün arayla (24 Ekim) manşette yer bulmuşken, Hürriyet ve Zaman ilk dört gün sonrasında olayı gündemden uzaklaştırmış, manşete yansıtmamıştır. Yayımlanan haber sayılarına bakıldığında en fazla haber Zaman’da yayınlanırken (66), bu haberlerin ilk sayfadan görülme oranı Zaman’da en düşük (%21), Tercüman’da en yüksektir (%77). Bu anlamda Tercüman’ın, yoğun haber üretiminde bulunmasa da kendi gündeminde ağırlığı bu konuya verdiğini söyleyebiliriz.
Haberlerde söz hakkı verilen başat aktörler olarak meclisteki siyasi partilerin yanı sıra şehit aileleri ve 34 kişilik PKK grubu belirlenmiştir. Haberleştirilme bakımından, tüm gazetelerde en sık söz hakkı verilen AKP’dir (Hürriyet 12, Zaman 9, Taraf 9, Tercüman 8). CHP ve MHP’nin söylemleri ortalama eşit oranda haberleştirilmiştir, buna karşın Tercüman gazetesi DTP’ye hiçbir biçimde söz hakkı vermemiş, partiyi siyasi bir aktör olarak tanımlamamıştır.
Siyasal partiler dışındaki iki aktör için, Hürriyet ve Tercüman gazetelerinin konumu ilgi çekicidir. Kandil ve Mahmur’dan gelen grup üyelerine, haberi oluşturan temelde bulunmalarına rağmen, olayın tarafı olarak söz hakkı verilmemiştir. Bunu yerine şehit aileleri muhatap kabul edilmiş ve grubun gelişine karşıtlıkları öne çıkarılmıştır. Bu anlamda bu iki gazetenin, gazetecilik ilkeleri bakımından gerçekliği tüm boyutlarıyla yansıtmaktan kaçındığını ve söylemini tek tarafın karşıtlığı üzerine oturttuğunu söylemek mümkündür.
Öte yandan, gazeteler tabloda belirtilmeyen, Genelkurmay Başkanı (Hürriyet, 24 Ekim-Tercüman, 23 Ekim) gibi kurumsal aktörlerin yanı sıra Vedat Türkali (19 Ekim, Taraf), Seher Dilovan (21 Ekim, Zaman) gibi kurumsal olmayan aktörlere de söz hakkı vermiştir fakat başat aktörler tabloda yer alanlardan oluşmaktadır ve daha çok söylem analizi bölümünde inceleneceği üzere, söz hakkı verilen diğer aktörler de her zaman gazetenin söylemini destekleyici yönde yer bulmuştur.
Haber kaynaklarına baktığımızda ise, resmi iktidarı simgeleyen TBMM dolayısıyla Ankara’nın kaynak olarak kullanılma oranı Hürriyet’te %27, Zaman’da %16, Taraf’ta %26 ve Tercüman’da %10’dur. Muhabir kaynaklı haber üretimi Zaman’da en yoğunken (33), sıralama Taraf (19), Hürriyet (13) ve Tercüman (5) şeklinde devam etmektedir. Tercüman’da yayımlanan haberlerin %75’inde kaynak gösterilmediğini hatırlatmak gerekir. Diğer kaynaklar ise haber ajansları ve gazetelerin haber merkezleri olarak gösterilmiştir ve toplamda en yüksek payı bu iki kaynaktan hazırlanan haberler oluşturmaktadır. (Hürriyet %37, Zaman %40, Taraf %41)
Son olarak, ne tür görseller kullanıldığına baktığımızda, içeriğe uygun olarak, görsellerin dağılımında da ağırlık siyasilerdedir. Diyarbakır’daki coşkulu karşılama ve grubun gerilla kıyafetli görselleri yarattığı tartışma bağlamında gazetelerin söylemlerini destekleyici yönde kullanılmıştır. Hürriyet ve Zaman’da karşılama görsellerinin yarısı oranında şehit ailelerinin görsellerine yer verilirken, Tercüman’da bu oran neredeyse eşittir. Taraf ise, şehit ailesi görseline yer vermemiştir.
Grubun gelişiyle ilgili haberlerin eleştirel söylem analizi
Manşetlerde “biz” söylemi ve alıntılar
İncelenen altı gün boyunca gazetelerin ilk sayfalarında ve manşetlerinde öne çıkan, siyasilerin konuşmalarından alıntılar olmuştur. Van Dijk, söylem analizinde “Bunu kim söyledi? Neden şu veya bu kontekste, bunu söyledi de şunu söylemedi?” soruları üzerinde ısrarla durmak gerektiğini söylemektedir. Bu anlamda sadece siyasilerin söylediklerinin dağılımı değil, aktarılacak olan mesajın bütünden çıkarılarak seçilmesi de önem kazanmaktadır.
Bu kapsamda Hürriyet ve Zaman’ın Tayyip Erdoğan’dan (21-23 Ekim), Taraf’ın Erdoğan (23 Ekim) ve Ahmet Türk’ten (22 Ekim) ve Tercüman’ın Devlet Bahçeli’den (21 Ekim) alıntı-manşet yaptığını görüyoruz. Bu noktada, gazetenin söylemiyle alıntılanan aktörün söyleminin aynılaşmasını sağlayan “tırnak işaretinin unutulması” sık karşımıza çıkmaktadır. Bu temel gazetecilik hatasının kimi durumlarda unutulmaması, “hata”nın bilinçli ve yerleşik olduğunu düşündürmektedir.
Bu çerçevede, Hürriyet iki defa Tayyip Erdoğan’dan alıntı-manşet yaparken, DTP (eski) başkanı Ahmet Türk’ün sözlerine dikkat çekmek istediği halde alıntı yapmamış ve “Bu sözlere kulak verin” (22 Ekim) manşetini seçmiştir. Buna karşın Erdoğan’ın “Sil baştan yaparız” (23 Ekim) sözlerini manşete taşımayı tercih etmiştir. Gazetenin seslendiği “biz” öznesi burada Türkleri temsil etmektedir ve DTP’nin Kürtleri temsil etmesi, gazetenin parti başkanıyla özdeşlik kurmaktan özenle kaçındığına işaret etmektedir. Kaldı ki, spotta Türk’ten alıntılan sözler “Eğer Türkiye kamuoyunda oluşan tepkileri önemsemezsek, sürecin önünü tıkarız” şeklindedir, dolayısıyla gazetenin kulak vermesini istediği kesim yine Kürtlerdir ve konuşan özne yine “Türk tarafını” temsil etmektedir.
Zaman gazetesi, Erdoğan’ın “Provokasyona gelmeyeceğiz, geri adım atmayacağız” ve “Kanın durması için bu şans” sözlerini manşetten aktarmıştır ve başka bir liderin sözlerini manşete taşımamıştır. Taraf gazetesi ise hem Erdoğan (Sizin hiç babanız öldü mü?) hem Türk’ün (Minnettarız) sözlerini manşetten aktararak, bu anlamda iki karşıt kutbun “biz” tanımlarıyla okuyucularına seslenebilmiştir. Tercüman gazetesi ise, sadece Devlet Bahçeli’den alıntı-manşet (Hepsinin eli kanlı) yapmakla yetinmiş ve gelen gruba yönelik tavrını dolaysız olarak “onlar” algısı üzerinden kurmuştur.
İlk sayfalarda retorik ve kontekst
İncelenen dönemle ilgili olarak, teslim olmak ifadesine dikkat çekmek yerinde olacaktır. Grup, Öcalan’ın çağrısıyla geldiği ve teslim olmadığına vurgu yapmasına rağmen genelde gazeteler söylemlerini grubun teslim olduğu yönünde kurmuştur. Bu durumun ise, karşı tarafı zayıf ve “biz”i güçlü göstermeyi amaçladığı açıktır.
Diğer yandan “Terör örgütü” ya da “teröristler” ifadelerinin kullanımı gazetenin retoriğinde belirleyici rol oynamaktadır. Dolaysız biçimde “teröristler” geldi ifadesi kullanılmasa da genel eğilim, Taraf gazetesi dışında, “terör örgütü lideri Öcalan’ın çağrısıyla teslim olan grup” şeklinde dolaylı tanımlamadır.
İlk etapta dikkat çeken, “barış”ın Hürriyet ve Tercüman’da hiç yer almaması olarak okunabilir. Taraf gazetesi, “şehit, terörist” gibi biz-onlar ayrımı yaratabilecek ifadelerden kaçınırken, diğer tüm gazeteler bu ifadelere yer vermiştir. Bu ikiliğin, hakim anlayışın da bir parçası olduğu hesaba katıldığında, üç gazetenin bu anlayış dışına çıkmaktan imtina ettiği söylenebilir. Diğer yandan görülüyor ki terörist ifadesinin en sık kullanıldığı gazete Tercüman’dır. (Hürriyet 2, Zaman 3, Taraf 0, Tercüman 13) Zaman gazetesinde ise grubun teslim olduğu vurgusu öne çıkmıştır. (Hürriyet 2, Zaman 13, Taraf 0, Tercüman 7)
Gösteri, şov ifadelerinin Erdoğan’ın Diyarbakır’daki karşılanışı eleştirmek için kullandığı bir argüman olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu anlamda, kuşkusuz haberde nasıl yer aldığına bakmak önemli fakat kullanım sıklığı da fikir vericidir. Zaman ve Tercüman’ın bu ifadeye daha sık başvurduğunu söylemek mümkün. (Hürriyet 3, Zaman 5, Taraf 3, Tercüman 10)
Şehit/Şehit ailesi sözcükleri genel anlamda sürece karşı çıkan grubu temsil etmektedir fakat Zaman gazetesi, süreci destekleyen bir şehit babasına ve bir şehit ve gerilla annesine söz hakkı vererek durumu tersine çevirmiştir. Hürriyet ve Tercüman’da ise şehit aileleri sürece karşıtlıklarıyla yer bulmuştur ve diğer gazetelere göre sıklıkla kullanılmıştır. (Hürriyet 5, Zaman 2, Taraf 0, Tercüman 4)
Bölücü, alçak, rezil gibi hakaret içeren ifadeler ise, sadece Tercüman gazetesinde yer almıştır. Gazetenin, “düşman” algısının boyutu hakkında fikir vermekle birlikte bu ifadelerin gazetecilik kapsamında değerlendirilemeyeceğini eklemek gerekir.
İlk sayfalarda muhalefetin konumlandırılması
Hürriyet gazetesinde, CHP, MHP, TSK ve şehit ailelerinin muhalif sesler olarak konumlandırıldığı söylenebilir. İlk etapta sürece daha ılımlı yaklaşsa da, gazetenin Erdoğan’ın “Sil baştan yaparız” (23 Ekim) yönünde açıklamalarından sonra CHP (eski) başkanı Deniz Baykal’ın “PKK’lı olmak artık suç değil” ya da MHP başkanı Bahçeli’nin “Toplumsal öfke sınıra sayandı” şeklinde açıklamalara yer vererek muhalefet dozunu artırdığını söylemek mümkündür. Şehit ailelerinin gazetedeki temsili de, öne çıkan muhalif söylemlere eşlik etmektedir ve “grubun karşılanması şehit ailelerinde büyük tepkilere neden oldu” ifadeleriyle toplumsal kutuplaşmayı artırırken sürecin kesintiye uğramasını teşvik edecek yönde bir çizgi izlenmektedir. TSK’nın “Habur’da yaşananlar kabul edilemez” (24 Ekim) şeklinde açıklaması da, yine muhalif söylemler kapsamında değerlendirilebilir.
Zaman gazetesi, ne CHP, ne MHP muhalif seslere yer vermemiştir. Başlangıçta vurgu sürecin başarısına yapılırken, Erdoğan’ın tehditkar açıklamasında sonra gazete, meselenin kan ve gözyaşı boyutlarını vurgulamış, insani çelişkiyi temsil etmesi bakımından bir oğlu şehit, bir oğlu dağda olan bir anneye (Hangisine yanayım?, 25 Ekim) söz hakkı vermiştir. Böylece muhalif olduğu düşünülen bir kesime yönelik algıyı değiştirmenin yanında gazetenin kendi argümanını destekleyici yöntemler geliştirdiği düşünülebilir.
Barış fikrinin öne çıktığı Taraf gazetesinde de sürece muhalif sesler yer bulmamıştır, muhalefet partileri sürece destek vermemeleri dolayısıyla “Muhalefet 30 yıl geride kaldı” (21 Ekim) şeklinde eleştirilmiştir. Şehit aileleriyse hiçbir şekilde gazetede temsil edilmemiştir.
DTP’yi küçümseme ekseni üzerine oturan Tercüman gazetesi ise, karşıt bir aktöre ihtiyaç duymaksızın kendisi muhalifliğe soyunmuştur (Haddini bil Ayna, 24 Ekim), (Kaşınmayın, Kaşımayın, 24 Ekim), hatta Erdoğan’ın sözlerini içeriğinde yer almadığı halde “DTP’ye rezilliği bırakın uyarısı” olarak manşete taşımıştır. Bu anlamda AKP tarafından hayata geçirilen bir proje konusunda, AKP’yi dahi muhalif konuma taşımayı başarmıştır denilebilir. Şehit aileleri ve TSK’nın açıklamaları da muhalif konumda değerlendirilmiştir.
Sonuç
Hürriyet gazetesi, Erdoğan’ın DTP’yi Diyarbakır’daki karşılama nedeniyle siyasi rant sağlama politikası izlemekle suçlaması ve başa dönme tehdidine (Sil baştan yaparız, 23 Ekim) kadar tepkici olmayan fakat temkinli bir yaklaşım benimsemiştir. Sonrasında ise DTP’yi dışlayan bu noktayı vurgulayarak, “terör örgütüyle uzlaşma” ve “şehit ailelerinin öfkesine” dayanan söylemleriyle muhalif tüm aktörler öne çıkarılmıştır. Bu anlamda gazetenin sürece yönelik tavrının, açılımın iptaline odaklanmış bir biz-onlar söylemiyle şekillendiğini söyleyebiliriz. DTP’nin “şov yapması”na ilişkin tartışmalar kapsamında, Hürriyet “ulusal kaygılar” ve “düşman” imgesine seslenen muhalefet yöntemiyle hakim devlet çizgisini benimseyen bir tutum takınmıştır.
Zaman gazetesi, muhalif hiçbir görüşe yer vermeyerek adeta projenin reklam kampanyasını yürütmüştür. İlk günden itibaren “DTP’nin şov yaptığını” ilan eden gazete, bunu partinin “sorumsuzluğu” olarak ve süreci provoke etmeye yönelik bir girişim söylemiyle yansıtmıştır. (Provokasyona gelmeyeceğiz, geri adım atmayacağız, 22 Ekim) Dolayısıyla AKP bu provokasyonlara direnen taraf olarak güçlü bir konumda resmedilmiş, DTP ise milliyetçi hassasiyetler bahane edilerek sorumsuzlukla yargılanmıştır. Gazetenin açılım sürecini bir AKP projesi olarak desteklediğini söylemek mümkündür. Öyle ki Erdoğan’ın sürecin ertelendiğine yönelik açıklamasını duyurmamış, ertesi gün bir şehit ve bir gerilla annesinin sözlerine (Hangisine yanayım?, 25 Ekim) yer vermiştir.
Taraf gazetesi, açılım sürecinde söylemini “Kürt sorununa demokratik çözüm” ve “barış” ekseninde üretmiştir. “Kürt sorunu” ve “demokratik çözüm” ifadeleri bile baştan gazetenin hakim anlayıştan ayrıldığına işaret olarak okunabilir. DTP’ye ilişkin temsiller, uzlaşmacı bir tonda verilmiştir (Minnettarız, 22 Ekim) ki bu da DTP’yi farklı gerekçelerle dışlayan diğer gazetelerin söylemleriyle kıyaslandığında önemlidir. Buna karşın, gazetenin Erdoğan’a yönelik kahramansı bir imaj yarattığını da (Biji Tayyip Erdoğan, 21 Ekim) eklemek gerekir. Erdoğan’ın sürecin ertelendiğine yönelik açıklamalarına yer vermek yerine, “Sizin hiç babanız öldü mü?” (23 Ekim) manşetli haberinde Erdoğan’ın duygusal ve barışa çağrı yapan sözlerine yer vermiştir ve sürecin ertelenmesini “Eve dönüşte itidal molası” şeklinde bir gün gecikmeyle duyurmuştur. Neticede gazetenin hakim kodların dışında bir söylem ürettiği, çatışmacı değil uzlaşmacı temsillere yer verdiği ve barış vurgusunu öne çıkardığı söylenmelidir.
Tercüman gazetesinde açığa çıkan söylem ise, PKK ve DTP’yi özdeşleştiren “terörist” anlayışıyla biz-onlar anlayışını yansıtmanın yanında DTP’ye yönelik şiddeti meşrulaştıracak noktada aşağılayıcıdır ve ağılıklı argo ifadeler, hakaretlerden oluşmaktadır (Kaşınmayın, Kaşımayın, 24 Ekim). Şehit ailelerinin temsilleri, öfke ya da duygusal sömürüye dayalı olarak (Şehidim bizi affet, katillerini affettik, 22 Ekim) gerçekleşmiştir. Erdoğan’ın sürecin iptali açıklaması sonrasında gazete, Avrupa’dan 28 Ekim’de gelmesi beklenen grup için, “Neden 28 Ekim?”(23 Ekim) manşetini atmış, meseleyi 29 Ekimle ilişkilendirerek bölünme paranoyasına taşımıştır. Sürecin ertelenmesinin ardından, Baykal’dan alıntı yapan gazetenin manşeti ise “Frene halk bastı” olmuştur.
Sonuç olarak, aynı olaya ilişkin haberlerin farklı ideolojilere sahip gazeteler tarafından farklı söylemlerle üretildiği, dolayısıyla gerçekliğin inşa edilen ideolojik bir temsil olduğu yaklaşımına uygun verilere ulaşılmıştır. Bu çalışmada söylemlerin farklılaştırılmasının ağırlıklı olarak, bilginin gazetenin tavrına uygun kısmının kullanılması ve ideolojik çağrışımları olan sözcüklerin (terörist, şehit) seçimi ve kullanılmasıyla oluştuğunu, bu kelimelerin de daha ziyade manşet ve spotlarda öne çıkarıldığını söyleyebiliriz.
İncelenen süreçte, anlam mücadelesi, PKK ve DTP’yi birbiriyle ilişkilendirerek dışlayan hakim söyleme uygun biçimde DTP’nin dışlanmasıyla sonuçlanmıştır. Hürriyet bunu “biz” söylemiyle yaparken, Tercüman “terörist” algısıyla, Zaman ise resmi söyleme bağlı kalmasına rağmen “siyasi rakip” mantığıyla yapmıştır. Hakim çizgiye karşıt biçimde barış ve demokratik çözümü Taraf gazetesi gündemine taşıyabilmiştir. Bu anlamda bu sürecin temsilinin, DTP imajına olumsuz etkide bulunacak yönde üretildiğini söyleyebiliriz. AKP’nin tüm iyi niyetine rağmen, DTP’nin “uslu çocuk” olmaması, onu süreçten politik anlamda dışlayarak cezalandırmaya denk gelmektedir. Bu da DTP karşıtlarının elini güçlendirmesi bakımından resmi söylemin bir tür yeniden üretimi olarak değerlendirilebilir.
Bütün bunlar etrafında, tarafların kamplaştığı böyle bir konu etrafında ve silahlarını bırakan grup dolayısıyla çatışmasızlığın başlangıcı olarak okunabilecek böyle bir dönemde, muhalefeti sansürleyerek, iktidarın barış projesini desteklemek mümkün olabilir mi? Barış gazeteciliği, medyanın çatışma karşısında, barıştan yana tarafsız kalamayacağını söylemektedir. Bu çalışma çerçevesinde, medyanın hakim kodlara boyun eğerek, çatışma dilinin barış ve uzlaşma diline dönüşmesinde inisiyatif alamayacağını söylemek yeterli olacaktır.
KAYNAKÇA
DURSUN Çiler, Tv haberlerinde İdeoloji, İmge, Ankara, 2001
MARX K., ENGELS F., Alman ideolojisi (Feuerbach), Sol, Ankara, 1976
ŞEKER Mustafa, ŞEKER Tülay (Derleyenler), Terör ve Haber Söylemi, Literatürk, İstanbul, 2009
YEĞEN Mesut, Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa, İletişim, İstanbul, 2009
HALL Stuart, “Codage, Décodage”, Réseaux, Année 1994, Volume 12, Numéro 68
ÇOBAN B., ÖZARSLAN Z., Söylem ve İdeoloji, Su, 2003
SCHLESINGER Philiph, Sociologie du journalisme, Réseaux, Année 1992, Volume 10, Numéro 51
KÜÇÜK Mehmet (der), Medya, İktidar, İdeoloji, Bilim ve Sanat, Ankara 2005
VAN DİJK Teun, News As Discourse, London, Lawrence Earlbaum Associates, 1988
EAGLETON Terry, İdeoloji, Ayrıntı, İstanbul, 2005
ALTHUSSER L., İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İthaki, İstanbul, 2003
[1] Teun Van Dijk, “Söylem ve İdeoloji: Çokalanlı Bir Yaklaşım”, Söylem ve İdeoloji, derleyen B.Çoban, Z.Özarslan, Su, 2003
[2] Stuart Hall, “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, Medya, İktidar, İdeoloji, Bilim ve Sanat, Ankara, 2005