Önce adını koyalım: Dilsel azınlıklar söz konusu olduğunda anadilde eğitimle ya da anadilde eğitim talebiyle kastedilen tek dilli bir eğitim programı değildir / olmamalıdır. Elbette burada dilsel azınlıklar derken hem anadiline (aile diline) hem de çoğunluk (toplum) diline farklı alanlarda da olsa ihtiyaç duyan, her iki dili de kullanan, topluluklardan söz ediyoruz. Tıpkı Türkiye’de yaşayan Kürtlerin çoğu gibi. Dolayısıyla, herhangi bir ülkedeki herhangi bir dilsel azınlık grubu gibi, Türkiye’de yaşayan ve büyüdükleri evde Kürtçe (de) konuşulan Kürt çocukların da esas ihtiyacı ne sadece Türkçe ne de Kürtçe eğitimdir. Bu çocuklar için gerekli olan, devletin dil politikalarıyla öteden beri mahrum bırakılmış oldukları, etkin ve doğru yapılandırılmış bir çiftdilli eğitim programıdır.
Nedenine geçmeden önce malumu yinelemekte fayda var: Çiftdilli eğitim bir ikinci dil ya da yabancı dil eğitimi değildir. Çiftdilli (ya da çok dilli) eğitim programından kasıt birden fazla dilin eğitim dili olarak kullanılmasıdır. Başka bir deyişle, tartışma konusu olan dilin var olan müfredata tek bir ders olarak konulması çiftdilli eğitim gerekliliklerini karşılamaktan uzaktır.
Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması gerekliliğinin nedenleri niçinleri tartışılırken konuya çoklukla sosyolojik, siyasi ve / veya normatif açılardan yaklaşıldığını biliyoruz. Mesut Yeğen, “Kürtçe Eğitim: Olmazsa Olmaz” başlıklı yazısında konuyu bu bağlamda çok kıymetli bir şekilde ele alıyor. Ancak meselenin hiçbir şekilde dışarıda bırakılmaması gereken, aksine belki de artık tartışmaların merkezine alınmasının hayırlı olacağı, bir yanı daha var: Eğitim dilinin doğurduğu pedagojik sonuçlar. Evet, çiftdilli eğitimin sadece eğitimle ilgili bir mesele olmadığı ve fakat ekonomik, sosyo-kültürel, politik ve ideolojik kollara ayrılmış güç dengeleriyle doğrudan ilişkili olduğu malum; yine de bu girift hal içinde esas olanın ‘evinde konuştuğu dil toplum dilinden farklı olan bir çocuk, kısaca dilsel azınlığa mensup bir birey, için çiftdilli eğitim neden elzemdir, eksikliği ne gibi sonuçlar doğurur?’ sorusuna verilecek cevapta yattığını unutmamak gerekir.
Çiftdilli eğitim üzerine şimdiye kadar yapılmış sayısız araştırma ve bu konu üzerinde uzun yıllardır çalışan değerli bilim insanları var. Bu araştırmalar ve yapılan çalışmalar şu temel noktayı vurguluyor: Çiftdilli olmak, anadili toplum dilinden farklı olan çocukların çoğu için doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtur ve ideal bir çiftdillilik derecesinin (içinde çift taraflı kültürel ve eleştirel okuma yetisini de barındıran nispeten dengeli bir çiftdillilik hali) dilsel azınlık mensubu çocukların bilişsel, sosyal ve psikolojik gelişimleri üzerindeki olumlu etkisi yadsınamayacak ölçüde büyüktür. Ancak bu etkinin görülebilmesi için temel olan, doğru yapılandırılmış bir çiftdilli eğitim programıdır. Aksi takdirde, mecbur bırakılan tek dilli (egemen dil) eğitim, yarım dillilik -iki dile de tam hakim olamama- riskini, dolayısıyla da sonuçlarını hayat boyu çekmek zorunda kalacakları bilişsel eksiklik ve akademik başarısızlığı da beraberinde getirir. Öte yandan, bir azınlık grubun dili ve kültürünün müfredata dahil edilmesiyle sadece bilişsel gelişim ve akademik başarı olumlu yönde etkilemekle kalmaz, aynı zamanda öğrencinin kimlik ve öz-saygısı da güçlenir ki bunun öğrenmeye karşı çok daha pozitif bir tutum yaratması kaçınılmazdır.
Bütün bunların ötesinde, ikinci bir dilde okur yazarlığın en temel ön koşullarından birinin ana dilde okur yazarlık olduğu gerçeğinin altını çizmek gerekir; yani, Kürt çocuklara örgün eğitim düzeyinde verilecek Kürtçe okur yazarlık şansı sadece derslerdeki, akademik alandaki başarı artışını değil Türkçe dil becerilerinin gelişmesini de beraberinde getirecek ve bu çocukları nispeten dengeli çiftdilli –iki dile de hakim- bireyler haline getirecektir. Bu özellikle üstünde durulması gereken bir nokta; zira, Kanadalı dilbilimci James Cummins’in ‘eşik kuramı’nda ortaya koyduğu gibi, çiftdilli bir çocuğun çiftdillilik halinin bilişsel gelişimi üzerindeki olumlu etkilerinden faydalanabilmesi, dilsel becerilerinin belirli bir eşiğe -ne yarım dilli (semilingual), ne baskın (dominant) çiftdilli ama dengeli (balanced) çiftdilli olma hali- ulaşmasına bağlıdır. Başka bir deyişle, bilişsel kapasite ve dil(ler)e hakimiyet doğru orantılıdır ve her ikisinin de istenilen seviyeye ulaşması ancak çiftdilli bir eğitim modelinin uygulamada olmasıyla mümkündür.
Yarım dilliliği, yine Cummins’i referans alarak, biraz daha açalım: Bir çocuk tam hakim olmadığı bir dilde okuma yazma öğrenmek ve yine sadece bu dilde eğitim almak mecburiyetinde bırakıldığında, zaman içinde anadilinde gerileme başlar. Anadil geriledikçe eğitim (toplum) dili de ideal seviyeye ulaşamaz ve çocuk, bu kısır döngü içinde, iki dilde de eksik kalır; yani yarım dilli olur. Yarım dilliliğin sadece dil becerilerini değil, çocuğun bilişsel becerilerini –basitçe, düşünme becerisini- de olumsuz yönde etkilemesi, okuldaki başarısızlığı da beraberinde getirir.
Akademik başarının temeli bilişsel becerilerin gelişimine, bilişsel becerilerin gelişimi de dilsel becerilerin gelişimine bu denli bağlı olduğuna göre ve anadilde edinilen beceriler çoklukla ikinci dile transfer edilebildiğine –yani iki dil birbirini beslediğine- göre dilsel azınlık mensubu çocukları doğru yapılandırılmış bir çiftdilli eğitim programından mahrum etmenin, en basit ifadeyle, iyilik olmadığı ortadadır.
Dilsel azınlıkların çiftdilli eğitimden mahrumiyeti, kısaca submersiyon programlar, dilsel azınlıklar için uygulanan tek dilli eğitim tiplerinden biridir. Bu eğitim modelinde, anadil tamamen göz ardı edilir ve çocuklar, eğitimlerini sadece çoğunluk dilinde ve anadili eğitim diliyle aynı olan akranlarıyla aynı sınıflarda alırlar. Görünen o ki, bu modelin uygulandığı durumlarda, dilsel azınlık mensubu bir çocuk için örgün eğitim içinde yer almak ancak benliğinden / kimliğinden feragat etmekle mümkün olabilmektedir. İşte çocuğun bilişsel, psikolojik, sosyal ve dilsel kapasitesine zarar veren durum basitçe budur. Daha ilkokula başlamadan önce zaten tek dilli (Türkçe) olmuş olanlar hariç, Kürt çocukların çoğu –Türkçe dil seviyeleri ne olursa olsun- mecbur bırakıldıkları submersiyon (yüz ya da boğul) programındaki eksiltici eğitimin bu olumsuz etkilerini yaşar.
Peki, o zaman şöyle yapalım: Bırakalım Kürt çocuklar Kürtçe okuma yazma öğrensin - hem zaten isterlerse bunu yapabilirler; kurslar, kitaplar, vs. mevcut. Ya da hatta bir adım daha ileri gidelim; ilköğretime Kürtçeyi seçmeli dil dersi olarak koyalım. Yetmez mi? Hayır, yetmez. Nedeni basit: Gündelik hayatın dili ve akademik dil aynı değildir; akademik dil farklı bir dil becerisi ve bilişsel beceri gerektirir. Dolayısıyla, temel ihtiyaç dili öğrenmekten öte o dilde eğitim görmektir. Bilişsel gelişimin tek belirleyicisinin dil becerileri olmadığı ve fakat bireyin yaşam alanının toplamının (kültür düzeyi, sosyal aktiviteler, motivasyon, içinde bulunduğu toplum, yaşadığı ev, vs.) rol oynadığı malum. Yine de, gündelik hayat dili ve akademik dil arasındaki bu ayırım, eksiltici eğitim modeline maruz bırakılan dilsel azınlıkların başarı oranındaki düşüklüğün temel sebeplerinden birini daha ortaya çıkardığı için not etmeye değer.
Çiftdilli eğitimin farklı amaçlara yönelik pek çok farklı modeli mevcut. Bu yazıda şu temel ayırımı yapmakla yetinelim: Bazı modeller –genellikle dilsel çoğunluklar için uygulanan programlar- eklemeli (additive) çiftdilliliği teşvik ederken bazıları eksiltici (subtractive) çiftdilliliğin peşindedir. Başka bir deyişle, ilki iki dili de korumayı hedeflerken ikincisi dillerden birini yok sayar; hatta yok etmeye çalışır. Bu noktada eklemeli ve eksiltici çiftdillilik arasındaki farka değinmek gerekir: Eklemeli çiftdillilikte ikinci dil kişinin dil repertuarına eklenir. Bu olurken anadil prestijli dil olduğundan ve medya, eğitim, sosyal hayat, yazılı ve görsel yayılar, vs. gibi farklı kollardan desteklendiği için gerilemesi ya da öğrenilen dil tarafından yerinden edilmesi gibi bir tehlike doğmaz. Örnekse, Türkiye’de İngilizce eğitim veren okullarda İngilizce öğrenen ve bu dilde ders gören Türk çocuklar için böyle bir risk yoktur. Eksiltici çiftdillilikte olan ise dil değiştirimi (language shift), yani ikinci dilin anadili baskılaması ve zaman içinde zayıflatması hatta ortadan kaldırması, olarak tanımlanabilir –ki bu durum çoğunlukla hem göçmen hem de yurdunda olan dilsel azınlıklar için geçerlidir: Almanya’daki Türk öğrenciler ya da Türkiye’deki Kürt öğrenciler toplum dilini (egemen dili) edinirken, ulusal eğitim politikaları ve var olan toplumsal baskılarla, anadil becerilerini yavaş yavaş kaybederler.
Anlaşılacağı üzere, eklemeli ve eksiltici çiftdillilik büyük ölçüde sosyo-kültürel ortam ya da dillerin statüsüyle ilintilidir. Toplumsal ve politik tutumun fazla negatif olduğu bir ortam içinde, bu tutumu olduğu gibi bırakıp, yanına çiftdilli bir eğitim modeli iliştirivermek elbette ki ideal bir durum değildir; aksine, var olandan daha vahim sonuçlar yaratması bile mümkündür. Dolayısıyla, elzem olan öncelikle zihniyetin değişmesi, dile (Kürtçeye) karşı olan olumsuz önyargılardan vazgeçilmesidir; yani, eklemeli çiftdilliliği hedefleyen bir çiftdilli eğitim modelini başlatmadan önce ya da eş zamanlı olarak, Kürtçenin içinde bulunduğu sosyo-kültürel ortamda yeterli değeri görmesi sağlanmalıdır.
Dilsel azınlıkların akademik başarısızlıkları ve toplumsal dışlanmalarının sebebinin tek dilli eğitim tipi olduğunun kabul edilmesi 60ların ilk yıllarına kadar uzanıyor. O tarih itibariyle azınlıklar için tek dilli eğitimde ısrarcı ülkelerin bile çiftdilli eğitim uygulamasına geçtiklerini görüyoruz. Bugün onlarca ülke -kimi göçmen kimi yerinde dilsel azınlıkları için olmak üzere- farklı modellerde çiftdilli eğitim olanağı sunuyor: Norveç, Hollanda, Çin, İsveç, Avustralya, İspanya, Kanada, Peru, Belçika, Danimarka, Yeni Zelanda, Finlandiya, Fransa, Galler, Amerika ve Hindistan bunlardan bazıları. Kısaca, dilsel azınlıklar için çiftdilli eğitim farklı modelleriyle pek çok ülkede halihazırda uygulanmakta. Uluslararası modelleri incelemek, nerede ne sebeple hangi modelin uygulandığını anlamaya çalışmak elbette önemli; ancak unutmamak gerekir ki her dilsel azınlığın durumu kendine özgüdür. Farklı ülkelerdeki her tek grubun içinde bulunduğu dilsel, toplumsal, ekonomik ve politik faktörler gibi belirleyicileri birebir karşılaştırmak ya da içlerinden birini birebir örnek almak doğru sonuçlar doğurmayabilir. Her örneği kendi toplumsal bağlamı içinde değerlendirmek gerekir. Türkiye’de yaşayan Kürt çocukların durumu için de aynı şey geçerli. Bu da bizi, bu çocuklar için en uygun modeli kaliteli bir altyapıyla hazırlamanın ne kadar uzun soluklu ve titiz bir çalışma gerektirdiği gerçeğine götürüyor. Bu süreç içinde karar alıcıların göz önünde bulundurması gereken pek çok önemli nokta var: Var olan çiftdilli eğitim modellerinden doğru olanı seçtikten ya da yeni bir model geliştirdikten sonra çiftdilli ve nitelikli eğitmenlerin tahsisi ile gerekli eğitim materyallerinin, metodların ve müfredatların hazırlaması yeni ve etkili bir dil planlaması için düşünülmesi gereken başlıca noktalar. Bunun kolay olmayacağını, önünde ciddi engellerin olduğunu da biliyoruz: Gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, görece yazı dili olmayan bir dilde materyal oluşturmanın zorluğu ve maliyeti, eğitim fakültelerinde bu iş için özel eğitmen yetiştiren bölümlerin açılması ve, hepsinin ötesinde, bu programın ayırımcı sonuçlar doğmadan uygulanacağının garanti edilmesi ilk akla gelenler.
Bütün bunların sonunda, kimilerinin ısrarla dile getirdiği gibi, bazı aileler yine de çocuklarını bu programlara dahil etmek istemeyebilirler. Ancak bu ihtimali bir karşı argüman olarak kullanmanın ne kadar yerinde olduğu tartışılır; zira mesele kimin neyi tercih edip etmeyeceği değil, bu seçeneğin bir eğitim hakkı olarak sunulmasıdır.
Bu ülkede 21. yüzyılda olduğumuzu hissederek yaşayabilmemiz için uzun bir olmazsa olmazlar listemiz var; çiftdilli eğitim meselesini çözüme ulaştırmak bu listeyi oluşturan maddelerden biri. Sırtımızı, eldeki derme çatma bilgiye ya da başkalarının söylemeyi tercih ettiği cümlelere dayamaktan vazgeçip, fikir sahibi olmadan önce meseleleri her yönüyle anlamaya çalışmamız gerektiği malum. Ama özellikle de bu meselede doğru ve tarafsız bilgi edinme sorumluluğunu tek tek hepimizin hissetmesi gerekiyor. Yeni ve aydınlık cümlelere ihtiyaç duyuyoruz, bu kesin; ama daha da önemlisi bu cümleleribireyler olarak bizim kurabilmemiz ve bunu birlikte yapabilmemiz. Bunun için de bilgiye, var olan aklımızı kullanmaya ve yüzümüzü geleceğe dönmeye ihtiyacımız var. Aksi takdirde, başımızı kuma gömmeye devam ettiğimiz sürece, görüp görebileceğimiz tek şey ‘karanlık’.