Sokağa çıkmanın, “durmanın”, kısaca politik alanda bireylerin (ısrarla apolitik olmak üzerine vurgu yapılsa da oldukça politiktir) duygu durumu ve inancı arasındaki ilişki son on senede duygu durum teorilerinde keskin değişimler ile inceleniyor. Gezi’de inanç, ancak eylemle kendini belli eder. Tomaların ırmağında yıkanmak, özsuyundan beslenmek, park forumlarında Mustafa Kemal’in askerlerini tartışmak inanca işaret eder. Fakat düşünmemiz gereken noktalardan biri de eylem ve inancın lineer olmadığı; üçüncü bir değişken ya da kimi zaman katalizör görevi gören duygu durumun rolü olmalı.
Öncelikli olarak bu değişimlerde inancın gücünün duygu durum üzerindeki etkisine, nedenselliğine odaklanan bilişsel duygu teorilerinin yeri yadsınamaz. En fazla bilinen teorilerden birisi, appraisal theory (Scherer, 1999), fikrimizin ince gülü eylemi, kişinin dünyanın nasıl bir yer olması, olayların nasıl şekillenmesi gerektiği inancından doğan duygu duruma odaklanarak inceler. Ne var ki bu bilişsel bilimler ve duygu durum arasında kurulan ilişki, çift taraflı olma özelliğiyle ilginç bir yönü gösteriyor: inançların belirlenmesinde duygu durumun rolü.
Duygu durum dolayısı ile inançlar üzerindeki etkisiyle, inançlı olanın değişimine, gücüne, zayıflığına da karar veren etmenlerden biri haline geliyor (Frijda, N., Manstead, A. & Bem, S., 2000). Spinoza (1677/ 1989) duyguyu tanımlarken şuna vurgu yapar: duygu, zihnin biri yerine diğerini düşünmeye yatkınlığı; eğilimli olma durumu haline gelmesidir. Duygu ile donatılmış inançlar, insanı harekete geçiren, gerekirse tomaya karşı dimdik durmasına, gerekirse sadece “durmasına” neden olan ana etken oluyor. Fakat inançlarda duygu durumun rolü düşünürken dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var. Bir tanesi inançların bilgi edimine karşı edindiği direnç, koruyucu bir kalkan görevi görmesidir. İnançlar bilgi ile değişime bu kadar dirençliyken duygu durumun birinin bakış açısını, inançlarını değiştirmeye ikna etmedeki rolü de ümitsizleşiyor. “En iyisini biz yaptık” da olduğu gibi. Politik ve dinsel konularda ortak anlayış çabasının neredeyse imkânsızlaşması birazdan buradan kaynaklanıyor.
İNANMANIN KARAKTERİSTİĞİ
Gezi’de başlayan direnişi hayatının ana motiflerini haline getiren ve bu motifleri eylemle renklendirenler inanç ve duygu durum vurgusunda önemli bir konumdaÖncelikli olarak eylemlilik halinin inanç sistemini anlamaya çalışırken duygu durum ve inanç kavramları arasındaki farkı anlamakta fayda var. En nihayetinde iki kavram da bireyin halet-i ruhiyesine işaret etse de ikisi birbirine yakından bağlı fakat ayrı kavramlar. O zaman daha açık olmak adına tanımlamayı baştan yapalım. Duygu durum; eylem haline geçmeye yatkınlık, hissetmek ve psikoloji değişimlerdir. “Bilinç” haline gelen duygunun yardımcı olduğu görünür hallerimiz Gezi’de eylem yapmanın, forum düzenlemenin karar mekanizmalarının, polis şiddetine karşın dimdik durmanın, pankartlarda bilincimizi yerleştirdiğimiz yazılarımızın ta kendisindedir. İnanç ise inanan tarafından doğru kabul edilen iktidar ve birey arasında veya bir park ve birey arasında kurulan köprülerdir. İnanç ise Gezi eylemlerimize, park forumlarımıza yol gösteren kimi derinde kimi yeni filizlenmiş köklerdir. Ruh halleri birbirini etkileyen kavramlar olunca aralarındaki farklılıklar belirsizleşebilir. İnsanı Gezi’de eylem yapmaya iten inancı ve eylemlerinin ilişkisi doğrudan değil elbette; arada katalizör görevi üstlenen duygu durum da akılda tutulmalı. Kısaca bu yazıda edinilen konum duygu durumun inançları şekillendirdiği, evirip çevirebildiği hatta yenilerini yarattığıdır.
Modern duygu durum teorileri inançların karakteristiğinde tutkunun ve nedenselliğin rolü üzerine tartışmayı sürdürüyor. David Hume inanmanın kökenini tamamen içsel dürtülere bağlayarak karakteristiklerini nedenselliktense tutkunun rolü üzerine kurmuştu (Hume, 1739/1969: 509). Burada dürtü aslında dürten cinsten değil. İçgüdü halinde davranışı belirleyen sinir ağlarındaki güdülenmelerdir. Yani dolaylı olarak duygu durumu tayin eden, davranışları etkileyen güdülerdir. Bu duygu durum ve bilişsel arasındaki ilişkiyi takiben bugünün teorileri ile ortaklaşılan önemli bir nokta var; düşüncenin, ne biçimde olursa olsun (rasyonel, irrasyonel) eylem için yeterli olmayacağı (Brand, 1984). Yani üzerinde durulan aslında düşüncenin eylem haline dökülmesi için duygusal bir dürtününün gerekliliği. Bu noktada duygu durumun etkisi akademik kaygılardan da öte eylemin kendisini anlamak için de önemli bir nokta haline geliyor. Eylem haline bürünme, sokağa çıkma, polis ile her türlü etkileşim hali ve bütün bunları motivasyonu ülkenin/parkın gidişatı üzerine oluşmuş inanç sistemi üzerinden besleniyor. Bu inançların katılığı ve ülkenin/parkın gidişatı arasındaki köprü ise daha önce de belirtildiği gibi inanç sistemini besleyen duygu durum üzerinden kuruluyor.
FREUD VE YAZBOZ TAHTASI
Freud psişik aygıtları sınıflandırırken birbirine bağlı iki kategoriden bahseder. Biri hayatında ilk defa “duran”, sokağa çıkan insanın tabula rasa misali algısal bilincidir. Yani her yeni deneyim bu algısal bilinçte yer edecektir. Diğer aygıt ise, hafıza sistemi, kalıcı izleri taşır. Bu iki aygıtın birlikteliğini anlamak, bellek mekanizmalarının selüloit tabakaya yazılanların yağlı kâğıt üzerindeki etkisinde bitiyor.
1900lerde Freud’un bellek mekanizmalarında metafor olarak kullandığı yazboz tahtası belleğin eylemi yeniden üretimi üzerine düşünmekte oldukça yararlı. Yazboz tahtası balmumu bir tabaka, onun üstünde yağlı kağıt ve selüloit bir tabakadan oluşur. Siz hafızanızı selüloit tabaka üzerine yazarak kurduğunuzda kalıcılık yağlı kağıt üzerine yazılanlardan oluşur. Fakat yazboz tahtasının can alıcı özelliği, yağlı kağıdın üzerindekiler silindiğinde balmumunda korunacak olan kalıcı bir izdir. Bir de tabii insan belleğinin silinmiş metni kalıcı izden yeniden üretebilmesi gibi bir muazzamlığı var. Bu nedenledir ki kısa dönemli bellek eylemi başka mekanlarda/parklarda yeniden üretebilme ve değiştirebilme gibi bir özelliğe sahip.
ÇEKME İTME İÇGÜDÜLERİ; İRADE
Bir maymunun eylem halindeki insan gibi savunma anında coşkuya kapıldığı biliniyor. Bizim içinse savunma anında atıldığımız, hissettiğimiz duygu toplumsal bir karaktere bürünüyor. Şu sıralar birçok alanda/parkta/şehirde devam eden eylemin/”durma”nın coşku hali insanın otonom içgüdüsüdür. Sosyal saldırılar karşısında ritmik ses çıkaran şempanzeler toplumsal savunma refleksimizde bir noktayı vurguluyor: Birlikte slogan atmak, coşkulu duygu durumdan temellenen inançları şekillendirmek, türkü söylemek demek insanlıktan çıkmak, şiddete meyil etmek demek değildir.
Kesişme ve örtüşme alanları geniş olan iki kavram, duygu durum ve inanç, iktidarın ilk günlerde aklının basitleşmesiyle ortaya koyduğu tutumla bir iradenin üretilmesine neden oldu. Sokağa dökülen herkesin duygu durum ve inançtan gelen eylem hali, eylem halinden de öte mesela medyanın gerçekliğinin devlet gerçekliğine tekabülü gibi motivasyon parçaları Freud’un yazboz tahtası misali kalıcı bir izle değişmeye direnç gösterecektir.
Kaynakça
Brand, M. (1984). Intending and Acting: Towards a naturalized action theory. Cambridge, MA: MIT Press.
Frijda, N., Manstead, A. & Bem, S. (2000). Emotions and Beliefs: How Feelings Influence Thoughts, University Press, Cambridge, 1-9.
Hume, D. (1739/1969). A treatise of human nature. (Ed. E. C. Mossner) Harmondsworth: Penguin.
Scherer, K. R. (1999). Appraisal Theory . In T. Dalgleish & M. Power (Eds.), Handbook of cognition and emotion (pp. 637-663). Chichester: Wiley.
Spinoza, B. (1677/1989). Ethica. (transl. G. H. R. Parkinson) London: Everyman.