Geçtiğimiz Ocak ayında Avusturya’da zorunlu askerlik uygulamasından profesyonel orduya geçiş için yapılan referandum, yaklaşık 200 yıllık zorunlu askerlik tartışmalarını bir kez daha gündeme getirdi. Enformasyon Çağı kitabının yazarı Manuel Castells’e göre savaş ve savaşa başvurma yönünde inandırıcı tehditlerde bulunmak, devletlerin gücünün özünü oluşturmakta. Ancak özellikle Cezayir ve Vietnam Savaşları’ndan sonra savaş karşıtı hareketlerin artması ve toplumların, hükümetlerin yurttaşlardan nihai bir fedakârlıkta bulunma çağrılarına direnç göstermeye başlamasıyla günümüzde hükümetler savaşı toplum nezdinde daha kabul edilebilir kılmak için yeni stratejiler geliştirme yoluna gidiyor. Castells, savaşın sıradan yurttaşları kapsamamasını, profesyonel bir ordu tarafından yürütülmesini ve zorunlu askerliğin gerçekten istisnai koşullarda uygulanmasını bu stratejilerden biri olarak saymakta.[1] Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Temmuz 2011’de vicdani reddi tanıyan kararı[2] ve Avrupa Birliği devletlerinin ordularında yaptıkları reformlar da, 18. yüzyıl sonlarından bu yana sürmekte olan ulus-devlet ve yurttaş-ordu anlayışlarında büyük değişikliklere işaret ediyor. Günümüzde vicdani ret hakkı AB üyesi tüm devletlerce tanınırken, yurttaş-orduların başat özelliği olan zorunlu askerlik hizmeti Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Yunanistan, Kıbrıs ve Estonya dışında ortadan kalkmış durumda. Castells’in ülke yararına hayatını tehlikeye atmaya karşı çıkan yaygın muhalefeti vurgulayarak zorunlu askerlik hizmetine dayanan orduların savaşa girme olasılığının düşük olacağı tespitine[3] paralel biçimde 2000’li yıllarla birlikte profesyonel orduya geçiş yönündeki çalışmalar hız kazandı ve 17 Avrupa ülkesi profesyonel orduya geçiş yaptı. Hâlihazırda Avrupa kıtasında yer alan 43 devletin üçte ikisi profesyonel ordulara sahip. AB kapsamında ise en son iki yıl önce Almanya zorunlu askerlik uygulamasından vazgeçmişti. Yunanistan’ın da bu yıl içinde zorunlu askerliğin kaldırılmasıyla ilgili çalışmalar yapacağı konuşulmakta. Bütün bunlara rağmen 20 Ocak’ta Avusturya’da profesyonel orduya geçiş için yapılan referandumda çoğunluk zorunlu askerlikten yana oy kullandı.
Sekiz milyon nüfuslu Avusturya’da Silahlı Kuvvetler (Bundesheer) personel kaynağının büyük bölümünü zorunlu askerlikten sağlıyor. Ülkede 18 yaşını doldurmuş ve askerliğe elverişli görülen her erkek altı ay askerlik hizmeti ya da vicdani ret durumunda dokuz ay sivil hizmet vermek zorunda. Savunma Bakanlığı’nın 2010 verilerine göre Avusturya ordusu, profesyoneller ve zorunlu askerlik görevini yerine getirenlerle birlikte toplam 45 bin kişiden oluşmakta. Bunların beşte üçünü de zorunlu askerlik yapanlar oluşturuyor.
Avusturya 1955’te sürekli tarafsızlık statüsünü ilan etti ve bunu anayasal bir ilke haline getirdi. Avusturya ordusuysa Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve özellikle de Doğu Bloku komşuları Macaristan ve Çekoslavakya’nın parçası olduğu “Demir Perde” kalktıktan sonra kaçak göçmenlerin sınır ihlallerinin önlenmesi amacıyla sınır muhafızlarına destek vermeye başladı. Fakat Macaristan ve Slovakya’nın 2008’de Schengen Bölgesi’ne katılımıyla bu destek vazifesi anlamını yitirdi. Günümüzde Avusturya ordusunun Anayasayla tanımlanmış üç temel görevi bulunuyor: Anayasal kurumları ve halkın demokratik özgürlüklerini korumak, ülke düzenini ve güvenliğini sağlamak, doğal afet gibi olağanüstü durumlarda yardım etmek. Özellikle bu son görevle ilgili olarak ordu bünyesinde oluşturulan Avusturya Kuvvetleri Afet Yardım Birliği (AFDRU), hızlı ve etkin bir arama kurtarma birliği olarak ün yapmış durumda. Avusturya Silahlı Kuvvetleri, öte yandan, BM, AB ve NATO gibi uluslararası örgütler bünyesinde oluşturulan askeri misyonlarda da rol alıyor.
31 Aralık gece yarısı adettir, yeni yılın ilk anlarına doğan bebeklerin haberleri yapılır. Son yıllarda teknolojinin ve sosyal medyanın maharetiyle senenin ilk bebeklerinden hemen haberdar oluyoruz. Bu yıl Mahir Deniz ve annesinin fotoğrafı ilk saatlerden itibaren büyük ilgi gördü. Hayatımıza büyük oranda Gezi Direnişi’yle giren genç sol mizah, “Mahir Deniz bebek” için hemen devreye girdi; Marx, Lenin, orak-çekiç, kızıl bayrak, yeşil parka vs. sosyalizme dair ne kadar imaj varsa Mahir Deniz’le yan yana geldi.
1 Ocak’taki yürüyüşte “İsrail’e Silah Satan Katil ZIM Katil MAERSK Türkiye’den Defol” pankartına bile tahammül gösterilmedi. Pankartı hazırlayanlar yürüyüşe sokulmadığı gibi gözaltına da alındılar. Eylemi düzenleyen yüzlerce STK korunaklı ve konforlu bir alanda ABD ve İsrail için lanetler okurken dişe dokunur somut adımlara dair konuşmamayı ya da yerli işbirlikçiler aleyhine “hiçbir şey söylememeyi” tercih ettiler. Dünyanın uzak bir köşesinde belki bu tutum sivilliğin neye dönüştüğü konusunda net bir görüntü vermeyebilirdi. Ancak Filistin’le komşu coğrafyada, ümmet olmanın ortak hafızası içinde Türkiye’nin NATO ve ABD ortaklığında ısrar ederek işgalcileri doğrudan zora sokacak kesintisiz ve tam bir ambargodan bile isteye kaçınması takkeyi düşürmüş oldu.
“Teröristlerle görüşmeye gittiği” için “onların tutsağı haline gelmekle” eleştirildiğini, ama barış zeminini oluşturmak için bu güven duygusunun gerektiğini söyleyen Powell, o dönemdeki asıl sorununun “IRA’yla herhangi bir görüşmenin tamamen yasaklanmış” olması olduğunu ve o sırada kimsenin diyalog düşüncesiyle ilgilenmediğini ekliyor. Powell’ın; kariyerini, hatta hayatını tehlikeye atarak gizlice başlattığı görüşmeler daha sonra Blair’in onayını almış ve bu iletişim kanalı aracılığıyla IRA içindeki güvercinlerle yakalanan diyalog, yıllar boyunca hükümet ve IRA arasındaki iletişim olanağının temelini teşkil etmişti.
Demokrasinin ve yayıncılığın temel değerleri olan ifade, yayınlama ve basın özgürlüklerini kararlılıkla savunmak için Charlie Hebdo’ya yapılan canice saldırıyı tüm varlığımızla kınıyor, hayatını kaybedenleri saygıyla anıyor, yayın camiasının ve ailelerinin acısını paylaşıyoruz.
Yeni bir yıla girmiş bulunuyoruz. Ancak yeni bir yıla girdiğimizi idrak edebildik mi? Bilemiyorum. Yeni bir yılın gelişi kimisi için bir şeyleri değiştirmeyecek belki, ya da kimisi için yeni kapılar aralayacak. Ancak hissettiğimiz daha çok bir şeyin değişmeyeceği, bir farkın ortaya çıkamayacağı yönünde sanki. Diğer bir deyişle yeni bir yıla girmek için ya hazır değiliz ya da onun hemen geçip gitmesini, daha güzel yıllara ulaşmak üzere atlanması gerektiğini düşünüyoruz. Kısacası yeni yıl için ya çok geç ya da çok erken.