Negasyonist Roger Garaudy'nin Ardından... Türkiye'de Holokost Eğitimi

Geçtiğimiz Haziran ayında Fransız felsefeci, siyaset adamı ve yazarı Roger Garaudy vefat etti. Garaudy’nin ölümü Türk basınında ve devlet adamlarının mesajlarında da yer buldu. 1970’lere kadar Fransa Komünist Partisi’nin resmi ideologlarından biri olan Garaudy, birkaç kez Fransız Parlementosu’na seçilmiş, senatör olmuş, Moskova’dan felsefe doktorası almış ve 1960 yılında Paris’teki Marksist Araştırmalar Merkezi’nin ilk müdürü olmuştur. Ancak 1968 Mayıs hareketiyle Fransa’da altınçağını yaşayan kendiliğindenlikçi (autogestionnaire) ultra-sol akımı desteklemesi, 1968’te Çekoslavakya’nın işgaliyle Stalinizme karşı daha da eleştirel bir tavır takınması[1] ve 1970’te “Fransız modeli bir Sosyalizm İçin” adında bir kitap yayınlaması sonucu Fransız Komünist Partisi’nin resmi çizgisinden giderek uzaklaşmış ve ihraç edilmiştir.[2]

13 yaşında Protestan olan Garaudy, sonraki dönemde, önce Katolik Hristiyanlığı, ardından da 1982’de Müslümanlığı benimsemiştir. İlerki yıllarda İslamla ilgili eserler yayınlamıştır. 1995’te yayınlanan Les Mythes fondateurs de la politique israélienne[3] adlı kitabında ise, Yahudiler’in Naziler tarafından katlinin, İsrail’in, Nazilerinkiyle kıyaslanabilecek yayılmacı siyasetlerini doğrulama amacı güden siyonist bir mit olduğunu iddia etmiştir. Öldürülen Yahudi sayısının abartıldığını, imha edilen 6 milyon Yahudi’nin, İsrail’in Filistin’deki, tüm Orta Doğu Bölgesi’ndeki, Amerika’daki ve Amerika eliyle tüm dünya politikasındaki suiistimallerini meşrulaştıran bir dogma haline geldiğini, Yahudiler’in imha edilmesinin planlanmış olmadığını, Naziler’in sadece Avrupa’yı Yahudisizleştirmek ve onları başka bir yere götürmek istediklerini, gaz odalarının olmadığını, ölen Yahudiler’in zorunlu çalışmadan ve tifüsten öldüğünü ileri sürerek Garaudy bu kitapla Holokost inkarcıları arasına katılmıştır. Bunun üzerine, Fransa’da insanlığa karşı işlenmiş suçları reddetmek ve ırkçı iftiralarda bulunma suçundan hapis ve para cezasına çarptırılır ve kitabı yasaklanır. Her ne kadar Garaudy kitabının antisemit değil, antisiyonist olduğunu ileri sürse de[4] davasını temyize götürme isteği kabul edilmez ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki adilce yargılanma talebine yer verecek bir durum olmadığı kararı verilir. Bu gelişmeler nedeniyle Garaudy, başta Fransa 'da olmak üzere, Avrupa ve ABD'de entelektüel hayattan ve medyadan tamamiyle yokoldu. Müslümanlığı benimsemesinden itibaren Garaudy’nin Batı’da “kurban” durumuna düştüğünü savunan Arap dünyasının ona desteği, yukarıda sözettiğim kitabının 1996’da yayınlanması ve sonrasında Fransa’daki yargılanma sürecinde tavan yaptı. Filistin halkının savunuculuğuna soyunan Garaudy İslâm aleminde kahramanlaştı.[5] Mahkeme sürerken Arap ve Müslüman ülkelerinin aydınlarının verdiği destek Holokost’un inkarından çok Garaudy’nin antisiyonist tutumu için olmuş gibi gözükse de, bu bir negasyonisti destekledikleri gerçeğini değiştirmez.

Benzer bir desteğin Türkiye’den de geldiğini ekleyelim. Muhafazakar basında birçok gazetede Garaudy ölümünün ardından saygıyla anıldı. Ama resmi açıklama AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’ten geldi. Çelik, yaptığı yazılı açıklamada, “İnsanlık büyük öğretmenlerinden birini kaybetti. Merhum Garaudy yorulmak bilmez bir gayret ile ömrünü hakikati aramaya adadı. En olumsuz koşulları aşarak hakikat yolunda yürümenin eşsiz bir örneği oldu. Batı düşüncesi ve İslam medeniyetine katkıları her zaman saygıyla anılacaktır” dedi.[6] Ömer Çelik ya da onun şahsiyetinde hükümet Garaudy’nin İslamla ilgili çalışmalarına değer verebilir, felsefeye katkıları olduğunu düşünebilir. Ancak burada bahsedilen “hakikati arama” Tanrı’yı aramak mı yoksa tarihin gerçeklerini aydınlatmak mı pek net değil... Negasyonist kişiliğiyle tanınan biri ardından hakikati aramak söz konusu olduğunda ister istemez kafalar karışıyor. Bu açıklama ille yapılmak isteniyorduysa hükümetin Garaudy’nin Holokost’u inkar eden pozisyonlarıyla arasına mesafe koyması, bunu dile getirmesi gerekirdi. Özellikle de aynı hükümet buna paralel olarak Holokostu Türk okullarında öğretebilmek için yoğun bir kampanyaya giriştiyse.[7]

2000 yılı Ocak ayında, Uluslararası Stockholm Forumu resmi olarak Holokost Anma, Eğitim ve Araştırması için uluslararası bir Task Force’un kurulmasını sağladı (Task Force for international cooperation on Holocaust Education, Remembrance and ResearchITF). Bugün 31 üye devletten ve uluslararası örgütlerin katılımından oluşan ITF tamamıyla Holokost anısına adanmış, siyasi ve diplomatik özelliği ağır basan, tek uluslararası örgüttür. Türkiye’nin şu anda ITF’in gözlemci üye kategorisinde olduğunu, tam üye olmak istediğini ve bu maksatla Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Musevi Cemaatinden, Milli Eğitim Bakanlığı Temsilcileri’nden ve bilim adamlarından oluşan bir heyet kurduğunu ve sıkı bir kampanya başlattığını belirtelim. Türkiye’nin ITF üyeliği gerçekleşirse Holokost eğitimi de Türk ilköğretim ve lise düzeyindeki müfredata girmiş olacak.

Türkiye’nin Holokost eğitimi konusundaki girişimlerine geçmeden önce bu sürecin diğer ülkelerde nasıl işlediğine, böyle bir eğitimin niye gerekli olduğuna ve Türkiye’de böyle bir eğitim konusunda dikkat edilmesi gereken noktalar üzerinde duracağız.

Uluslararası Ortamda Holokost Eğitimine Giden Süreç

Türkçe’ye “Soykırım” olarak çevrilen “Genocide” tabirini bulan ve 1944 yılında bu kavramı ilk kez bir makalesinde kullanan Raphaël Lemkine oldu.[8] Bu kavram, Ekim 1945 'te, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği'nin açtığı ve Almanya'nın Nürnberg şehrinde görülen Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi davasında Nazi Partisi ve sorumluları "insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak" suçlarından yargılanmalarında işlev gördü. Bu davada ilk kez soykırım suçuna birkaç kez gönderme yapıldı. Mahkemede soykırım suçuna yapılan bu referanslar sayesinde, Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1946 yılında ilk oturumunda “soykırım suçu” üzerine bir rapor hazırlanması talep edildi. Böylece 9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler, Raphael Lemkine tarafından kaleme alınan “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”ni kabul etti. Holokost, savaştan önce yaygın olan ve sıradan bir fikir olarak kabul edilen antisemitizmin Batı’da yasaklanmasını da beraberinde getirdi.

Nazi Almanyasının Yahudilerin gettolara ve toplama kamplarına naklinden sorumlu Nazi subayı, Adolf Eichmann’ın, 1961’deki davası ve akabinde duruşmayı takip eden Hannah Arendt’in ünlü kitabı Kötülüğün Sırandanlığı’nın[9] yayınlanması, Primo Levi’nin Auschwitz toplama kampındaki deneyimini aktardığı Se Questo è un Uomo (1947)[Eğer Bu Bir İnsansa[10]] adlı eserin Amerika’da (1958), Almanya’da (1959) ve Fransa’da (1987) basılması, Avrupa’da tarihçilerin Yahudi Soykırımının insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir olay olduğunu anlamalarına ve kitlelere duyurmalarına yol açtı. 1960’lardan itibaren Almanya ve daha sonraki yıllarda Batı Avrupa ülkeleri geçmişlerini yeniden gözden geçirmeye ve bunu mümkün kılan kendi sorumluluklarını keşfetmeye ve onunla yüzleşmeye başladılar. Aslında Fabienne Regard’ın ifadesiyle,

Yahudi Soykırımı tarihte bir parantez değildir. […] Gerçekleşmesini mümkün kılan kültürel ve toplumsal dayanağın ürünüdür. […] Hristiyan antijudaizmi, 1492’de Yahudilerin İspanya’dan kovulması, giyotinin ve makineli tüfeğin icadı, […] Aydınlanma-karşıtı [anti-lumières] fikir akımı, Millenaristler, ırk teorileri, sömürgecilik ve sömürge savaşları, sanayileşme, Birinci Dünya Savaşı ve yarattığı kıyım… Tüm bunlar XX. yüzyılın soykırımının öngörüldüğü, planlandığı zihinsel ve toplumsal ortamı şekillendirdi. […] Holokost, Batı tarihinde farklı zaman ve yerlerde daha önce uygulanmış hâkimiyet ve yok etme şekillerinin benzeri görülmemiş bir sentezidir”.[11]

Bu açıklama aslında Nazizm şiddetinin ve suçlarının Batı kültürünün ortak paydasına ait olduğunu gösteriyor. Bu bakış açısına göre aslında Nazilerin Avrupa’da kurmak istedikleri “Yeni Düzen” belli bir Avrupa projesiydi ve bu anlamda belki de Avrupa’nın bir bütün olarak öngörülüp ekonomik, sosyal ve hatta ırksal olarak topyekün planlanıp, hayata geçirilmeye çalışıldığı ilk projeydi.[12] 1945’ten sonra Avrupa siyasi olarak, savaşın ve Holokostun yıkıntıları üzerinde kuruldu. Artık amaç XX. yüzyılın ilk yarısında otoriteler rejimlerin salık verdiği değerlere karşı gelen demokrasinin hüküm sürdüğü, insan haklarına saygının esas olduğu ve farklılıkların değerli addedildiği bir Avrupa toplumu oluşturmaktı.

/

Soykırımın 1960-70’lerden itibaren ahlaki, tarihi, kültürel ve dini alanlarda Avrupa’da kalıcı etkileri oldu. Holokost çağdaş tarih araştırmalarının en çok araştırılan konularından biri haline geldi, Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da Sosyal Bilimleri derinden etkiledi.[13] 1970’lerden itibaren bu çalışmaların artmasına “soykırımı inkâr edenler”e karşı mücadele etme iradesi de sebep oldu. Bu yazıda söz etme fırsatı bulamayacaksak da bu gelişmede antifaşist hareketin de itici bir güç olduğunu belirtelim.

Böylece 1990’larda İsviçre Yahudi sığınmacıları kabul etmediğini ve kamplardan toplanan altınları muhafaza ettiğini; Fransa, Robert Paxton’ın çalışmalarıyla[14] Vichy iktidarı süresinde Alman baskısı olmaksızın çıkardığı Yahudi karşıtı yasaları ve işbirlikçiliği “yeniden” keşfetti. Önce tarihçiler sonra da siyasi liderler ve kraliyet aile mensupları soykırımı kınadılar ve kimileri ülkelerinin soykırıma katıldıklarını teslim ettiler. 18 Ekim 2002’de Strasburg’da toplanan Avrupa Devletleri Eğitim bakanları okullarda Holokostu Anma ve İnsanlığa Karşı Suçların Önlemesi konulu bir gün düzenlenmesi konusunda karar aldılar. Bu kapsamda her üye devletin kendi ulusal tarihi kapsamında bir gün belirlemesi kararlaştırıldı.

Görüldüğü gibi, Yahudi Soykırımı, Avrupa kimliğinin oluşturulmasında önemli bir unsur oldu. Ancak Holokostun etkisi gerçekleştiği bölgelerin ötesine geçti ve kitlesel şiddet konusunda uluslararası bir referans ve “paradigma” haline geldi. Bu gelişmede AGİT[15], Birleşmiş Milletler ve UNESCO gibi uluslararası örgütlerin çok önemli bir rolü oldu. “Holokost’un tarihte benzeri görülmemiş bir olay olarak “istisnai” bir olay yapan şey aslında bu olaydan alınacak derslerin de evrensel olmasından kaynaklanıyor: bu olay oldu, demek ki yine herhangi bir yerde herhangi birinin başına gelebilir”.[16]

2000 yılı Ocak ayında, Uluslararası Stockholm Forumu’nun Holokost Bildirgesi[17], 60 hükümeti, Birleşmiş Milletler, UNESCO, Avrupa Konseyi, AGİT ve Avrupa Birliği delegasyonlarını bir araya getirdi. ITF bu forum tarafından kuruldu. ITF’nin kuruluş amacı üye ülkelerin soykırım, etnik temizlik, ırkçılık, antisemitizm ve yabancı düşmanlığı gibi kötülüklere karşı savaşma isteğini paylaşmaları ve bunu da gelecek nesillerin Holokostun nedenlerini ve sonuçlarını anlamalarıyla mümkün olacağına olan inançlarıdır.

Bu uluslararası örgütlerin aldıkları kararlar doğrultusunda Holokost Avrupa ülkelerinde önce ortaokul ve lise düzeyinde daha sonra da ilkokul düzeyinde ders programlarına girdi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki tüm Avrupa’da, sadece İkinci Dünya Savaşı ya da genel olarak Naziler’in işledikleri suçları, cinayetleri değil ama özel olarak Holokostu öğretme kaygısı oldukça geç ortaya çıktı. Örneğin Fransa’da daha önceleri hem okul programlarında hem de araştırma alanı olarak bu konu işlenmişse de, Holokost’un başlı başına bir eğitim konusu haline gelmesi 1980’lerin başında ve önce ortaokul ve lise, daha sonra da ilkokulda mecburi hale gelmesi 1995 yılında Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın Vichy rejiminin Nazi Almanyası ile işbirliği yaptığını resmi olarak tanımasından sonra olmuştur.[18] Hollanda, Belçika, İtalya gibi diğer Avrupa ülkelerinde oldukça benzer bir süreç izlenmiştir. Elbetteki Almanya ve Avusturya’da süreç farklı işlemiştir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise Berlin duvarının yıkılması ve demir perdenin sona ermesiyle ve bu bölgedeki ülkelerin NATO’ya ve Avrupa Birliği çatısı altına girmeleriyle bu konu üzerine düşünülmesi mümkün oldu. Eski Sosyalist ülkelerin Batı dünyasına katılmaları konusunda Holokost önemli bir etap oldu: arşivlerin açılması, araştırmaların desteklenmesi, ders programlarına girmesi, hafıza mekânlarının korunması, Yahudilerden zorla alınan malların iade edilebilmesi için gerekli yasaların oluşturulması gibi.

Bahsettiğimiz uluslararası örgütlerin dışında gerek Avrupa’da gerekse dünya çapında bir takım sivil toplum örgütleri Holokost’un anılması, bu konuda farkındalığın arttırılması, ilköğretim, lise ve üniversite eğitim programları, pedagojik programların hazırlanması, okul öğretmenlerinin eğitilmesi, Holokost konusunda araştırmaların desteklenmesi gibi konularda çok faal çalışmaktalar.

Türkiye’nin Holokostu Anma ve Öğretme Konusuna Yaklaşımı

Türkiye son yıllarda Yahudi Soykırımı’nın anılması konusunda son derece olumlu adımlar attı. Projet Aladin[19] kapsamında gerçekleştirilen birçok projeye Türkiye’den devlet düzeyinde ciddi katılım oldu.

27 Ocak 2011’de, “Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü” günü töreni Türkiye’de ilk kez kamusal bir alanda Neve Şalom Sinagogu'nda, Türkiye Hahambaşılığı ve Türk Musevi cemaatince düzenlendi ve Türkiye’den resmi görevlilerin katılımıyla yapıldı. Burada Holokost öğretiminin gerekliliği üzerine konuşma da yapıldı.[20] 1 Şubat’ta Türkiye dahil 40 ülkeden 200 kişilik bir heyet, Aladin Projesi kapsamında Auschwitz toplama kampını ziyaret etti.[21] 27 Ocak 2012’de “Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü” aynı şekilde devlet görevlilerinin katıldığı bir törenle hatırlandı. Claude Lanzmann’ın Holokost’u anlattığı dünyaca ünlü belgesel filmi Shoah Nisan 2011’de, İstanbul Film Festivali kapsamında Beyoğlu Sineması'nda gösterilmiş ve Claude Lanzmann gösterime katılarak bir konuşma yapmıştı. Aladin Projesi kapsamında ilk kez Türkçe, Arapça ve Farsça altyazılı olarak hazırlanan film Ocak 2012’de TRT televizyonunda birkaç gün boyunca gösterildi ve böylece ilk kez çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede devlet televizyonunda bir Holokost filmi gösterilmiş oldu.

Daha önce de söylediğimiz gibi Türkiye’nin ITF üyeliği gerçekleşirse Holokost eğitimi de Türk ilköğretim ve lise düzeyindeki müfredata girmiş olacak. Bu girişimlerden hiç haberi olmayanlar Türkiye niye böyle bir işe kalkıştı diye sorabilirler? Belki Avrupa Birliği’ne giden yolda Holokost’u tanımak, anmak, öğretmek ve araştırmak Türkiye için hayata geçirmesi gereken bir maddeydi. Ve/ya, 2004’te Birikim’in antisemitizm ve siyonizm üzerine yayınladığı sayıda Ümit Kıvanç’ın sorduğu “Yahudi düşmanı olmadan İsrail devleti ile mücadele edilmez mi?” [22] sorusuna hükümetin yanıtı Holokost eğitimi verdiğini dünyaya göstermektir. Niyetten ziyade sonuca odaklanırsak, bu eğitimin gerçekten Türkiye’de barış ve birlikte uyum içinde yaşama hedefine katkıda bulunması isteniyorsa, bunun ülkenin dinamikleri, tarihi, etnik, kültürel ve dini farklılıkları/zenginlikleri göz önünde bulundurularak yapılması gerektiğinin altını çizmeden de geçmeyelim.

“Holokost eğitimiyle tahammülsüzlük, dışlama ve şiddetle mücadele”[23]

Holokost eğitiminin gerekliliği çoğunlukla gelecekte her türlü etnik, din, cinsiyet, cinsel tercih ya da fiziksel engellere dayalı insan hakları ihlallerinin tekrarlanmasını engelleme niyetiyle açıklanmakta. Amaç, sadece tarihi öğretmek için Holokost tarihinin hatırlanması değil, soykırımın gerçekleşmesini sağlayan mekanizmaların devreden çıkarılması ve öğrencilerin güncel hayatlarında “dışlama” tavırlarını daha ilk belirtilerinden fark etmelerini, buna karşı gelip, sorumlu ve eleştirel bir tavır takınmalarını ve gelecekte insanlığa karşı suç işlenmesinin bu şekilde önüne geçilmesini sağlamaktır.[24] Holokost eğitimi günümüzde yaşanan insanlık suçları ve soykırımlara da hitap edebilir ve bu nedenle aynı zamanda da bir vatandaşlık eğitimidir.[25] Farklı gruplardan insanların bir arada yaşadığı, toplumların çok çeşitlendiği günümüzde milliyetçilik ve yabancı düşmanlığıyla ilgili konular daha düşündürücü ve korkutucu bir hal alıyor. İşte böyle bir ortamda Holokost eğitiminin karşılıklı anlayış ve saygıyı sağlayabileceği umut ediliyor. Ayrıca bu eğitimle, demokratik kurumların başarısızlıkları, ırkçılığın nedenleri ve sonuçları, diktatörlüklerin ve totaliter rejimlerin nasıl ortaya çıktıklarının da anlaşılması bekleniyor. Bunların yanında soykırımı analiz etmeye, farklı kitlesel şiddet türlerini anlamaya ve bunların gelecekte yinelenmesini engellemeye katkıda bulunuyor.

Holokost eğitimi kişilerde kimlikleri ve geçmişleriyle ilgili farklı duygu ve tutumlar uyandırarak, gerek bireyleri, gerekse toplumları derinden etkileyen, “hatırlama süreçlerini” tetikleyen ve o zamana kadar saklı kalmış tarihsel anlatılarla yüzleşmeye iten bir süreç olarak tanımlanıyor.[26] Her tarihsel olayın kendi özel şartları ve önemi, özellikleri olduğu yadsınmamakla birlikte karşılaştırmalı yaklaşım sayesinde bu eğitim, farklı ulusal çerçevelerde geçmişin zorlu problemleriyle, tarihlerinde tabu olarak kalmış konularla baş etmeyi kolaylaştırabilir.

Türkiye’de 1990’lardan itibaren özellikle de farklı etnik, dini grupların bir arada barış ortamında yaşayabilmesi için ders kitaplarında ve özellikle de insan hakları konusunda nasıl değişiklikler yapılması gerektiğiyle, azınlıktaki gruplara ve farklılıklara nasıl yer veril(me)diğiyle ilgili çok değerli çalışmalar yapıldı. yapıldı. Ülkede farklı grupların bir arada yaşadığını görmezden gelerek egemen “tek kimlik” altında (Müslüman (Sünni) Türk) yurttaşlar yetiştirmeye çalışan ulus-devletin okullarının ve kitaplarının bu yolda başarılı olamadıkları ve farklılıkları yok etmeye çalışan bu sistemin çatırdadığı çok söylendi.[27] Kürt meselesi, Alevilerin, Ermenilerin ve Romanların eşit yurttaşlık hakkı talep etmeleri ve bunun siyasal düzlemde tartışılmaya başlanması[28] yeni anayasa oluşturma sürecinde bu konudaki tartışmaların hergün karşımıza gelmesini beraberinde getirdi.

Bu süreç resmi belleğin sorgulanmasına ve Türkiye’deki aydınların ve sivil toplum örgütlerinin verdiği ivmeyle bir “tarihle yüzleşme” sürecine girilmesine ön ayak oldu.[29] Son yıllarda 1915 Olayları, 6-7 Eylül Olayları, 1938 Dersim Olayları, 1934 Trakya Olayları, 1942 Varlık Vergisi, Holokost ve Türkiye’nin sorumluluğu gibi Türk tarihinin sorunlu konuları üzerindeki perde aralandı ve toplantı, yayın, sergi gibi çok sayıda etkinlikle bu konularda sesli olarak düşünmek ve paylaşmak mümkün hale geldi. Yukarıda sözünü ettiğimiz ve Holokost eğitiminin ülkelerin kendi tarihleriyle yüzleşmeleri konusunda yardımcı olabileceği yaklaşımı, Türkiye’deki konjonktüre de bu nedenle son derece uygun. Böyle bir eğitim insan hakları ve ihlalleri, hoşgörü/hoşgörüsüzlük, ırkçılık, farklılıklara saygı, geçmişle yüzleşme, antisemitizm gibi konularla başetmekte Türkiye’ye faydalı olabilir.

Elbetteki çizmeye çalıştığımız tablo Holokost’u öğretmenin her derde deva bir ilaç olduğu değil. Eğer bu o kadar harika bir ilaçsa Avrupa ırkçılık, yabancı düşmanlığı, islamafobi gibi sorunlarını niye çözemedi diye sormak son derece akla yatkın. Holokost eğitimi konusunda en deneyimli ülke olan Almanya’da[30] 1970’lerde “Türkler günümüz Yahudileri’dir” benzetmesi özellikle “Sol”un Batı Alman toplumunda devam ettiğini düşündüğü faşist tutumları eleştirmek için sık sık başvurduğu bir slogandı.[31] Bu Almanya’daki misafir Türk işçilerin Nazi geçmişindeki Yahudiler yerine konmasıydı. O günlerden bugünlere Türkler ve Yahudiler arasındaki benzetmeler özellikle de asimilasyon ve ayrımcılık gibi konular gündeme geldiğinde tekrarlanmaya devam etti.[32] Alman edebiyatında kurban pozisyonundaki Yahudiler’in ve Türkler’in yollarının kesiştiği hikâyeler çoğaldı.[33]

Antisemitizm ve yabancı düşmanlığının birbirlerinden çok farklı iki kavram oldukları ve Yahudileri ve Türkler’i kıyaslamanın son derece yanlış olduğu açıktır. Ne var ki ırkçılık bu iki ideolojinin de formülünde yer alan bir unsur. Yapılan birçok araştırma Almanya’da günümüzde Türkleri ve diğer “yabancılar”ı dışlama davranışlarının kökeninde ekonomikten ziyade milliyetçi ve ırkçı nedenler olduğunu gösteriyor.[34] Aynı şekilde Fransa’da ve aslında Avrupa’nın birçok ülkesinde artan yabancı düşmanlığı ve islamofobi davranışları sadece Türkler’in değil farklı grupların karşı karşıya kaldıkları problemler.

O halde Avrupa’da da Holokost eğitimi ve ders kitapları konusunda daha yapılacak şeyler olduğu söylenebilir.[35] Özellikle de, aynı Türkiye’deki eksik gibi bu ülkelerdeki ders kitaplarında da farklı gruplara ve kültürlerine, tarihlerine yer verilmediği göz önünde bulundurulursa.

Günümüzde Holokost eğitimine güncel siyasi anlaşmazlıklar, İsrail Devleti’nin ve Filistin halkının algılanışı gibi konular yüzünden şüpheyle yaklaşılmakta. Özellikle de Türkiye gibi Müslümanlar’ın çoğunluk olduğu ve dindar/İslami eğilimlerini ortaya koyan bir hükümetin iktidarda olduğu bir ülkede, bu eğitim konusunda karşılaşılabilecek en büyük sorun bu ayrımın doğru yapılamamasından kaynaklanabilir. Türkiye’de daha önce de yazılıp, çizildiği gibi konu İsrail olunca, Yahudilik, Siyonizm/Antisiyonizm, Antisemitizm, Holokost/ve inkarı gibi her türlü kavram birbirine karışıyor.

Burada bu kavramların detaylarına girmeden altı çizilmesi gereken en önemli nokta belki de şu, Holokost’tan bahsedildiğinde “ama bugün İsrail’in Filistinliler’e yaptıkları da Nazizm kadar korkunç” gibi söylemlere başvurmak, bugünkü İsrail devletini Nazi Almanyası ile kıyaslamalara girmek mantıken yanlış. Bunlardan İsrail’in eleştirilemeyeceği anlamı çıkmaz, Türkiyede İsrail’in bugün takip ettiği politikayı onaylayacak haklı gösterecek çok az kişi vardır. Ama nasıl ki İsrail devletini eleştirince antisemit addedilmek yanlışsa, İsrail’i eleştirmek için Holokost gerçeğini ve bundan çıkarılacak dersleri küçümsemek de son derece yanlış ve problemlidir. “Türkiye’de antisemitizm yoktur”u tartışmaya gerek bile yok[36] ama şunu söylemeden de geçmeyelim İsrail ve Türkiye’nin karşı karşıya geldiği “Mavi Marmara olayı”ndan sonra kendinizi hangi tarafta konumlandırırsanız konumlandırın, İsrail’i eleştirmek için yürüyüş yapmanız, konsolosluk önüne gitmeniz antisemitizm değildir ancak Türkiye’deki Yahudi mezarlarının taşlanması, mezar taşlarının kırılması tipik bir antisemit davranıştır.

Holokost bugünkü İsrail zulmünün meşrulaştırıcısı değildir, olamaz. Elbetteki bu kavram karmaşasında İsrail’in kendisinin de büyük payı var: İsrail devletinin kendisini dünyadaki bütün Yahudiler’in devleti sayması ve böylece İsrail devletinin siyasetlerini eleştirmeyi Yahudi düşmanlığı olarak tanımlaması, bundan da Filistinliler’e yapılanlardan tüm Yahudiler’in sorumlu olduğu gibi bir sonuca varılmasına katkıda bulunduğu kesin.[37] Ama İsrail’in bu kavram karmaşasına katkıda bulunması bizim bununla mücadele etmemiz gerekmediği anlamına gelmiyor, İsrail devletinin eleştirisi antisemitizmin ya da Holokost inkarının gerekçesi olamaz.[38] Bu nedenle de Garaudy gibi bir ideologun inkarcı kişiliğini göz ardı eden ve mazur gösteren bir tavır da kabul edilebilir değil. Holokost eğitiminin bu konudaki hassasiyeti arttıracağını ümit edelim.


[1] Bu konuda yazdığı kitap Türkçeye de çevrilmiştir, Roger Garaudy ve diğerleri; Prag 1968-Doğmayan Hürriyet, İstanbul: E Yayınları, 1968.

[2] Luc Cédelle, “Roger Garaudy, figure du négationnisme, est mort”, Le Monde, 15 Haziran 2012.

[3] Kitabın başlığının Türkçesi “İsrail politikasının temelindeki mitler” olarak çevrilebilir. Ancak Türkçe baskılarında önce 1997 yılında, sonra da 2005 yılında İsrail Mitler ve Terör başlığıyla çevrilerek yayınlanmıştır.

[4] Negasyonistlerin çoğu zaman tezlerini meşrulaştırmak için antisiyonizmi paravan olarak kullandıklarını söyleyebiliriz, tersini söylemek de mümkün. Şöyle ki “İnkarcılar sadece Yahudi Soykırımının olmadığını söylemekle yetinmez ama bu “yalanın” siyasi bir işlevi olduğunu da söylerler: siyonizmi meşrulaştırmak. Aynı şekilde her ne kadar Holokost İsrail Devleti’nin kurulmasının nedeni ve tarihi dayanağı olmasa da bu devletin kuruluşuna ahlaki bir meşruiyet kazandırmıştır. İşte inkarcı-antisemit söylem de Yahudi Devleti’nin meşruiyetini ortadan kaldırmak için Holokost’un önemini ve kapsamını, hatta varlığını reddetmek gerektiğini anladı”, bkz. Georges Bensoussan, “Négationnisme et antisonnisme: récurrences et convergences des discours de rejet”, Revue d’histoire de la Shoah, n˚166, Mayıs-Ağustos 1999. Şunu da eklemek gerekir ki 1945’ten sonra inkarcılığın temellerinden biri de antisemitizm oldu.

[5] “1999'da Ürdün'den '20. yüzyılın en önemli uluslararası kültür insanı' ünvanını aldı. Suriye eski devlet başkanı Abdul Halim Haddam Garaudy'yi "Batının en büyük çağdaş felsefecisi" ilan etti. Libya'nın eski lideri Muammer Kaddafi, Garaudy'i Platon ve Aristo'dan sonraki en büyük felsefeci ilan etti. 1986'da Kral Faysal Uluslararası İslama Hizmet Ödülü'nü kazananlardan biri Garaudy oldu. 2006'da Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Garaudy için "Büyük Fransız filozofu" yorumunu yaptı”, bkz., Deniz Zeyrek, Radikal, 16.06.2012.

[6] http://www.haber7.com/guncel/haber/891819-omer-celikten-garaudy-icin-mesaj; http://yenisafak.com.tr/Politika/Default.aspx?i=389155&t=15.06.2012

[7] Bu makaleyi yazma fikri Le Monde Gazetesi Türkiye temsilcisi Guillaume Perrier’nin ( ve blog yazarı Au fil du Bosphore, bkz. http://istanbul.blog.lemonde.fr/) yazdığı bir tweet üzerine şekillenmiştir. “La presse conservatrice turque rend hommage à Roger Garaudy, mort à 98 ans et dont les ouvrages négationnistes ont été publiés en #turquie”[Muhafazakar basın 98 yaşında ölen ve negasyonist kitapları Türkiye’de yayınlanan Roger Garaudy’yi anıyor], bkz. https://twitter.com/Aufildubosphore/status/213504832919707650

[8] Raphael Lemkin, Axis Rule In Occupied Europe: Laws Of Occupation, Analysis Of Government, Proposals For Redress, Washington: Carnegie Endowment for International Peace, Division of International Law, 1944.

[9] Bu kitap Türkiye’de, yaklaşık 40 yıl sonra 2009 yılında yayınlanmıştır. Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem. A Report on the Banality of Evil, 1963, Kötülüğün Sıradanlığı. Adolf Eichmann Kudüs’te, Metis Yayınları, İstanbul 2009 (1. Basım), 2012.

[10] Türkçeye 50 yıl sonra çevrilmiştir. Primo Levi, Bunlar da mı İnsan, Can Yayınları, İstanbul, 1996.

[11] Fabienne Regard (Avrupa Konseyi), “La mémoire de l’Holocauste et la construction d’une identité européenne : le rôle du Conseil de l’Europe” [ Holokostu Anma ve bir Avrupa kimliğinin oluşturulması : Avrupa Konseyi’nin rolü] in Combating Intolerance, Exclusion and Violence through Holocaust Education,UNESCO, 27-29 Mayıs 2009, Paris.

[12] Mark Mazower, Hitler’s Empire: Nazi Rule in Occupied Europe. London, Penguin, 2008.

[13] Zygmunt Bauman, Modernity and The Holocaust, Ithaca, N.Y.: Cornell University Press, 1989.

[14] Robert O. Paxton, Parades and Politics at Vichy, 1966; Vichy France, Old Guard and New Order, 1940-1944, 1972, Michael Marrus’le birlikte, Vichy France and the Jews, 1981.

[15] Orijinal adı: Organization for Security and Co-operation in Europe - OSCE

[16] UNESCO Uzmanlar Toplantısı, Building a Pluralistic Culture of Remembrance: The Role of Holocaust Education, Toplantı Konsept Taslağı, 27 Nisan 2012, Paris.

[17] ITF’nin internet sitesinden bu bildirge metnine ulaşılabilir: http://www.holocausttaskforce.org/about-the-itf/stockholm-declaration.html

[18] Karel Fracapane (Mémorial de la Shoah, Paris), Combating Intolerance, Exclusion and Violence through Holocaust Education, UNESCO, 27-29 Mayıs 2009, Paris.

[19] Projet Aladin, Müslüman ülkelerde Holokost konusundaki farkındalığı arttırma, öğretme, inkârıyla mücadele etme, Müslümanları Yahudilik hakkında, Yahudileri de Müslümanlık ve İslam hakkında doğru olarak bilgilendirme ve karşılıklı anlayışı ve hoşgörüyü geliştirme gibi hedeflerle ortaya çıkarak, 2009 yılında Fransa’da UNESCO’nun himayesinde kurulmuş sivil toplum örgütüdür: http://www.projetaladin.org/tr/ana-sayfa.html Örgütün sitesinden etkinliklerine, Holokost, Yahudilik ve Müslümanlıkla ilgili bilgilere, kitaplara, İngilizce, Fransızca, Türkçe ve Arapça ulaşılabilir.

[20] http://www.haberler.com/yahudi-soykirimi-kurbanlari-icin-ilk-resmi-toren-2500034-haberi/

[21] Bu ziyarete Türkiye’den Cumhurbaşkanını temsilen Yaşar Yakış, Başbakan’ı temsilen AB işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi başkanı AK Parti milletvekili Mevlût Çavuşoğlu ve on kadar sivil temsilci, üniversite mensupları ve gazeteci katıldı, bkz. Cengiz Aktar, “Auschwitz’i ziyaret etmek!”, Vatan, 02.02.2011.

[22] Ümit Kıvanç, “Politik Doğruluk Hakikate Karşı”, Birikim, n˚186, Ekim 2004, s.31.

[23] Bu UNESCO’nun 2009 yılında gerçekleştirdiği toplantının başlığıdır.

[24] Fabienne Regard, a.y.

[25] Aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki yüzleşme süreçlerinin Türkiye’de daha iyi bilinmesi, Türkiye’deki insanlık suçlarının önlenmesine katkıda bulunmaya ya da cezalandırılmaması karşısındaki tepkinin daha büyük olmasına katkıda bulunabilir, bkz. Nora Şeni, “Vahşetin Sıradanlaşması”, Radikal, 18.03.2012.

[26] UNESCO Uzmanlar Toplantısı, Building a Pluralistic Culture of Remembrance: The Role of Holocaust Education, Toplantı Konsept Taslağı, 27 Nisan 2012, Paris.

[27] Kenan Çayır, “Yeni Bir ‘Biz’ Anlayışı Geliştirme Yolunda Eğitim, Ders Kitapları ve Okullar”, Eğitim, Çatışma Ve Toplumsal Barış: Türkiye’den Ve Dünyadan Örnekler, Tarih Vakfı, 2010, İstanbul.

[28] A.y.

[29] A.y.

[30]Almanlar için Holokost geçmişte uzak bir yerlerde yaşanmış bir olay değil ama yakın dönem tarihlerinin bir parçasıdır. Nazi diktatörlüğü ve ardında bıraktığı travmatik anılar, II. Dünya Savaşı sonundan beri Alman politikalarına yön vermekte. Almanya’da savaş sonrası eğitime, Nazi diktatörlüğünün vahşetini anlama ve böyle bir trajedinin yeniden yaşanmasını engelleme isteği egemen oldu. II. Dünya Savaşı ve Hitler diktatörlüğü daha 1950’li yılların başlarından itibaren Almanya’da (Batı) öğretilmeye başlandı. 1960’lardan itibaren Holokost’un vahşeti üzerinde özel olarak durulmaya başlandı ve bu eğitim 1990’da birleşmeden sonra Doğu Almanya’da da müfredata eklendi. Sonuç olarak bu eğitim sadece tarih dersleriyle sınırlı kalmayıp çok farklı derslerde, çeşitli şekillerde ele alınarak işlenmeye devam ediyor, bkz. Gunter Wehrmann, “Holocaust Education in Germany”: http://www.iearn.org/hgp/aeti/aeti-1998-no-frames/holocaust-ed-in-germany.htm

[31] Leslie A. Adelson, “Touching Tales of Turks, Germans, and Jews: Cultural Alterity, Historical Narrative, and Literary Riddles for the 1990s, New German Critique, no. 80, Special Issue on the Holocaust, Spring-Summer, 2000, p. 100.

[32] See Jeffrey Peck, “Turks and Jews: Comparing Minorities in Germany after the Holocaust," German Cultures/Foreign Cultures: The Politics of Belonging, ed. Jeffrey Peck, Harry & Helen Gray Humanities Program Series, Vol. 3, Washington, D.C.:American Institute for Contemporary German Studies, 1997, p. 1-16; Jerome S. Legge Jr, Jews, Turks, and Other Strangers: Roots of Prejudice in Modern Germany, University of Wisconsin Press, August 2003; Uli Linke, “Murderous Fantaisies: Violence, Memory, and Selfhood in Germany”, New German Critique, no 64, 1995; Zafer Şenocak, Atlas of a Tropical Germany: Essays on Politics and Culture, 1990-1998, trans. and ed. By Leslie A. Adelson, University of Nebraska Press, 2010. 2008 yılında Türk-Alman ilişkileri uzmanı Frauk Şen bir Türk gazetesinde yazdığı yazıda bu benzetmeyi yaptığı için Essen Center for Turkish Studies’deki görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

[33] Leslie A. Adelson, op. cit., p. 102.

[34] Jerome S. Legge Jr., “ Antiforeign Sentiment in Germany: Power Theory versus Symbolic Explanations of Prejudice, Journal of Politics, vol. 58, no. 2, May 1996; John A. Clark and Jerome S. Legge Jr., “Economics, Racism, and Attitudes tor-ward Immigration in the New Germany”, Political Research Quarterly, vol. 50, no. 4, December 1997.

[35] Bu da bir gazete haberi : “A new study on anti-Semitism, commissioned by the German Parliament, came to the distressing, widely publicized conclusion that 20% of Germans are “latent” anti-Semites. But buried deep in the report is an assertion that might be even more troubling: Holocaust education is inadvertently fueling German anti-Semitism, making it worse”, bkz. http://www.forward.com/articles/151531/does-education-fuel-anti-semitism/#ixzz1uGHM2njf

[36]Sadece yazılı basındaki antisemit söylemler için sizi Yunus Emre Kocabaşoğlu’nun Bianet’teki yazılarını okumaya davet ediyorum. Aynı şekilde Ayşe Hür’ün makalesi “Küreselleşen Anti-Semitizm ve Türkiye”, Birikim, 18.10.2005: http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=62 ve Milli Görüş’ün ırkçı retoriği konusunda bkz. Nora Şeni, “Rhétorique de l’Islam Politique”, La Turquie entre tois mondes, IFEA&Harmattan, 1998, s. 435-440.

[37] Roni Margulies, “Yahudi düşmanlığı ve İslam/Arap düşmanlığı”, Birikim, n˚186, Ekim 2004, s.45.

[38] Nuray Mert, “İsyanın ahlakı”, 03.08.2006, Radikal, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=194735