Yine bu mecrada Evren Balta işaret etmişti.[1] Dünya üzerindeki birçok otoriter rejim yalnızca çıplak baskıyla inşa edilmemekte, yalnızca zor aygıtlarıyla sürdürülmemekte. Havaleci demokrasilerde ya da seçimsel otoriterliklerde ortaya çıkan hegemonik partiler çoğu zaman seçmenleri çoklu ekonomik ve siyasal açmazların içine hapsederek ayakta kalmakta. Bu tarz otoriter rejimlerin “trajik zekâsı” hem devlet iktidarı üzerinden ekonomik kaynakların kontrolü hem de muhalif partileri siyasal sistemin içinde tutacak ancak iktidara gelmelerini de etkili bir şekilde engelleyecek düzeneklerin inşası yoluyla hegemonik partilerin uzun yıllar süren iktidarlarını tesis etmiştir. Bu kısa yorumda Balta’nın yeniden dağıtımcı taktikler ve siyasal alanın sınırlanması üzerinden işleyişini ortaya serdiği trajik zekâ kavramını, AKP popülizmi ve özel olarak da sol ve demokrat nitelikleriyle temayüz etmiş akademisyenleri ve akademik kurumları hedef alan son KHK çerçevesinde daha kapsamlı ve uzun vadeli bir stratejik rasyonel olarak anlamayı önereceğim.
Beatriz Magaloni trajik zekâ kavramını Meksika’da 1929 ve 2000 yılları arasında yetmiş yılın üzerinde iktidarda kalmayı başarmış hegemonik bir parti olan PRI’yi (Kurumsal Devrim Partisi) anlamak için kullanmaktadır.[2] Magaloni, Otokrasiyi Oylamak kitabında PRI iktidarını bu kadar dayanıklı kılan etmenleri ekonomik büyüme ve kalkınma ilişkisi üzerinden anlamaya çalışır. Magaloni’ye göre PRI, ekonomik büyümeden seçimlerde hep istifade etmiş ancak ekonomik gelişme 1990’larda belirli bir seviyenin üstüne çıktığında ve yurttaşlar kendilerini ekonomi temelli olmayan ve demokratikleşme yanlısı siyasal tercihler yapmaya muktedir hissettiklerinde Meksika’da rüzgârın yönü değişmeye başlamıştır. Magaloni’ye göre “ekonomik büyüme” ve refahı toplumsal, ekonomik ve kültürel açıdan kalıcı bir şekilde arttıran “kalkınma” süreci arasında bir gerilim bulunmaktadır. Bu gerilimin su yüzüne çıktığı anlarda rejimin trajik zekâsı ekonominin yerinde saymasına yol açmakta, toplumsal, ekonomik ve kültürel refahın kritik bir eşiğin üstüne kalıcı bir şekilde yükselmesini engellemektedir. Dolayısıyla hegemonik partinin iktidarda kalmasını sağlayan zekâ yurttaşların geneli açısından içinden çıkılmaz trajik bir durum yaratmaktadır.
Türkiye’nin yakın zamanlı siyasi, ekonomik ve toplumsal tartışmalarını bu kavram üzerinden düşünmek son derece faydalı olacaktır. Trajik zekâ kavramı açısından bakıldığında, bazı iktisatçıların orta gelir tuzağı olarak kavramsallaştırdığı ve Türkiye ekonomisinin son beş senedir büyüme rakamları açısından yerinde saymasını basitçe küresel trendlerin bir yansıması olarak görmek zorlaşmaktadır. Yine benzer şekilde konunun uzmanları tarafından dördüncü sanayi devriminin kaçırılması olarak nitelenen ve bilişim endüstrisi bakımından Türkiye’nin geri kalmışlığına ilişkin tartışmaları da basitçe ve yalnızca Türkiye’nin yapısal geri kalmışlığının bir yan etkisi olarak göremeyiz. Bu alanlarda yapılacak atılımların toplumsal ve kültürel habitatlarını (en genel hatlarıyla çokseslilik, özgür tartışma ortamı, çağdaş bilimsel yaklaşımların eğitim alanında egemen kılınması ve hukukun üstünlüğü) üretmekten son derece uzak müdahaleler (imam hatiplerin egemen eğitim kurumu haline getirilmesine yönelik girişimler, verdikleri eğitimin yüksek niteliğiyle ün yapmış bazı ortaöğretim kurumlarına pilot okul uygulamalarıyla yapılan müdahaleler, eğitim müfredatının değişmesine ilişkin reform önerilerinin çağdaş bilimden gösterdiği sapmalar ve genel olarak hukuksal kurumların tarafsızlığının ve bağımsızlığının ortadan kaldırılması) trajik zekâ kavramı çerçevesinde düşünülebilir. Türkiye’nin AKP iktidarı altında gerçekleştirdiği ekonomik büyüme ile, yakın zamanlı PISA sınavlarının da işaret ettiği, eğitim alanındaki utanç verici başarısızlığı arasındaki tuhaf tezat da trajik zekâ kavramıyla daha anlaşılır hale gelmektedir.
Türkiye’de akademik bakımdan kurum sıfatını almaya layık birçok üniversitenin ve çoğu saygınlıklarıyla ve meslekî başarılarıyla tanınmış birçok önemli sosyal bilimcinin ve genç akademisyenin son KHK ile tasfiyesini de trajik zekâ kavramı üzerinden anlamak durumundayız.[3] 686 sayılı KHK ile Mülkiye, İLEF, Yıldız Teknik ve Marmara gibi köklü eğitim kurumlarından sol ve demokrat görüşleriyle tanınan ve bir kısmı da barış bildirisi imzacısı olan akademisyenlerin tasfiyesi basitçe AKP’nin siyasal muarızlarına yönelik OHAL şartlarında gerçekleşen fırsatçı bir temizlik girişimi olarak görülemez.[4] Bu son müdahaleyi bir hegemonik parti olarak AKP’nin iktidarda kalmasını ilerideki on yıllarda da garanti altına alacak bir toplumsal yapının oluşumunu kültürel yeniden üretim alanına irili ufaklı ancak düzenli müdahaleler yoluyla tesis eden daha uzun vadeli bir stratejik rasyonelin çerçevesinde anlamalıyız. Burada özel olarak dikkat çekmek istediğim nokta şu olacak: trajik zekâ hegemonik partinin bilincinde olduğu stratejik bir plan olarak kavranamaz. Trajik zekâ öznesi çoğu zaman anonim kalan fakat aynı istikamette işleyen ve birçok merkezden kaynaklanan birçok küçük tasarrufun yaygın bir stratejik rasyonele dönüşmesi olarak kavranmalıdır. Daha somutlaştırarak ifade etmek gerekirse, hegemonik partinin ve Türkiye vakasında AKP’nin yarattığı şahısçıllaşmış iktidar ilişkilerinin dinamikleri icra konumlarını işgal edenleri rejimin trajik zekâsını tahkim eden kararlar almaya yöneltmektedir.
Bütün bunlarla birlikte Türkiye’de AKP iktidarının trajik zekâsının kendine has bir işleyiş tarzı olduğunu ve bu bakımdan hegemonik partilerin repertuarına “yenilikçi” bir katkı olarak görülmesi gerektiğini de düşünüyorum. Bu da bir hegemonik parti olarak AKP’nin yükselişini sağlayan trajik zekânın yerleşmesinde ve işleyişinde popülizmin oynadığı özel işlevden kaynaklanmaktadır.[5] Türkiye vakasında AKP’nin trajik zekâsı, PRI’ninkinden farklı olarak, yalnızca ekonomik yeniden dağıtım açısından kısa vadeli müdahalelerle değil, AKP’yi destekleyen popüler sektörlerin ekonomik ve toplumsal dönüşümünü kültürel yeniden üretim alanına uzun vadeli tesirleri olacak müdahalelerle engelleyerek de işlemektedir.[6] Diğer bir söyleyişle trajik zekâ Türkiye’de ve AKP örneğinde “popülizmin trajik zekâsı”na dönüşmekte, parti uzun iktidarını garantiye alacak olan anti-entelektüelizmini, köklü kurumlara ve genel olarak kurumsal denetleme mekanizmalarına yönelik husumetini ve ülkenin uzun vadeli kalkınma sürecinin üzerine yaslanmak zorunda olduğu beşeri sermayenin güdükleştirilmesini kendisini destekleyen kitlelere sözde “kaymak tabaka”nın temsilcileriyle tutuştukları bir mücadele olarak takdim etmektedir.[7] Türkiye’de başkanlık rejimine geçme çabasını ve kanlı darbe girişimi sonrası süreklileştirilmiş OHAL uygulamasını da popülizmin trajik zekâsının işleyişinin son noktasına varması, Türkiye’deki hegemonik parti iktidarının, özellikle son senelerde daha çok hissettiğimiz ekonomik, toplumsal ve kültürel kalkın(ama)ma patinajını kalıcılaştırma eğiliminin önemli bir aşaması olarak görmek gerekmektedir.
[1] Balta, “Rejimin trajik zekası”, Birikim Haftalık, 11 Kasım 2014, http://www.birikimdergisi.com/haftalik/1273/rejimin-trajik-zekasi#.WJs4KGbasy5 , erişim: 8 Şubat 2017.
[2] Magaloni, Voting for Autocracy – Hegemonic Party Survival and its Demise in Mexico, Cambridge University Press, Cambridge, 2006.
[3] Son KHK ile belli başlı üniversitelere ve fakültelere gelen tasfiyelerin toptancılığının da ayrı bir önemi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla eğilim basitçe seçici tasfiyelerle gözdağı vermek değil, AKP iktidarının, aşağıda da değineceğim genel popülist ve şahısçıl niteliğiyle de tutarlı bir şekilde, toplu tasfiyelerle kurumların çökertilmesi yönündedir. Kurumlara yönelik bu husumeti ise yalnızca itibarlı ve muhalif yükseköğretim kurumlarına yönelik bir öfke olarak değil, “millet iradesi”ni zedelediği düşünülen her türlü kurumsal denge ve denetleme mekanizmasına karşı popülist bir refleks olarak anlamak gerekir. Türkiye’de AKP döneminde Anayasa Mahkemesi’nin AKP siyaseti açısından makul bulunmayan bazı kararları bazı AKP’lilerce yüksek mahkemenin kapatılması talebiyle karşılanabilmiştir.
[4] Burada sol ve demokrat nitelikleri ile temayüz etmiş akademisyenlerin tasfiyesinin yaptığı tahribatın, muhafazakâr-mütedeyyin dayanışma ağlarından aldıkları destek olmaksızın ve kişisel liyakatleri ile bulundukları konumlara gelmeleri bakımdan, özel bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
[5] AKP’nin popülizmine ilişkin İngilizce ve Türkçe birçok araştırma yayınlanmış ve sosyal bilimciler arasında partinin bu niteliği üzerine geniş bir uzlaşma oluşmuş bulunmaktadır. Burada uzun bir tartışmaya girmeden AKP’nin popülizminin şu anda yaygın bir şekilde kullanılan Cas Mudde’nin (2004) yaklaşımıyla bir ideoloji olarak ya da yine sıkça başvurulan Kurt Weyland’ın (2001) yaklaşımıyla bir strateji olarak anlaşılamayacağını düşünüyorum. AKP’nin popülizmi yalnızca patronaja ve genel olarak yeniden dağıtımcı tekniklere başvuran bir ekonomik taktik olarak da görülemez. Bu açıdan AKP’nin popülizmini, Latin Amerika siyaseti ve popülizm üzerine araştırmaları olan Pierre Ostiguy’in kavramsallaştırmasıyla, bir siyasi çağrı/tarz olarak anlamayı tercih ediyorum. Ostiguy’e göre popülizm “karar verme biçiminin ana ilkesi şahısçıllık olan ve kültürel olarak popüler ve ‘yerli’ olana çatışmacı ve mobilizasyonel biçimde gösterişçi/övünç dolu bir sahip çıkmadır”. Bu bakımdan popülizmin şahıslar ve partiler üzerinden şeyleştirilmesinden kaçınılmalı; kavram partiler, liderler, seçmenler ve bir parti sistemi içerisindeki diğer siyasi aktörler arasında çok yönlü bir sosyokültürel ve siyasal kültürel ilişki olarak düşünülmelidir.
[6] Buna karşın ekonomik büyümenin yol açtığı kaçınılmaz bir kültürel ve toplumsal dönüşüm olduğu ve bu dönüşümün zamanla hegemonik partinin egemenliğini gerileten sonuçlar doğurabileceğini vurgulamak lazım. Türkiye’de ekonomik gelişme ile birlikte seyreden otoriterleşmeye, biraz da II. Abdülhamit dönemi açısından Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma’da tarif ettiği dönüşümleri andıran, toplumsal ve kültürel dip dalgaları eşlik etmektedir. Yayıncılık ve genel olarak kültür endüstrisi alanındaki genişlemeler bu bakımdan çok kayda değerdir.
[7] Son KHK AKP yanlısı medyada da bazı eleştirilere maruz kalmış ancak bu kısmi eleştiriler sosyal medya ortamında popülizmin etkisini teyit eden öfkeli tepkilerle karşılanmıştır: “Demokraside halkın ekseriyetinin tepkili olduğu bir zihniyetin devlet kadrolarından nemalanmasını siyasi iradenin engellemesi niçin adaletsizlik oluyor. Milyonlar tepkilerini nasıl gösterir? Kendi adalet anlayışlarını kendileri mi gerçekleştirsinler?” Bkz. https://twitter.com/yildarado/status/829080513902174208, erişim: 8 Şubat 2017. Diğer taraftan başkanlık tartışmalarında bu değişimin “bürokratik vesayetin” gücünü kırmak için gerekli olduğunu söyleyen AKP yanlısı gazetecilere ve AKP’li siyasetçilere de sıklıkla rastlamaktayız.