Fakültede öğrenciyken ne Ankara'yı seviyordum ne fakülteyi. Sürekli kaçamak yapıp soluğu memlekette alıyordum. İsmet Özel okuyup, sabahlara kadar tarih konuşup bekâr evlerinde demleniyorduk. O gecelerin birinde dediler ki bir vatandaş gelmiş İstanbul'dan ve bize bir şeyler anlatmak istermiş. Anlatacağı ne ise çabuk söylesin, bozkır çocuğu sıkıya gelemez, tez sıkılır diyerek yola düştük. Gideceğimiz yer sıcak olsun, ikram bol, laf az olsun diye de dua ettik. Sonunda sıcacık bir evde çaylar, kestaneler eşliğinde bir tombul vatandaş beyaz tahtaya bir şeyler çizerek anlatmaya başladı. Anlattığı şeyi kişisel gelişim teknikleriyle güçlendirmeye çalışıyordu ama ben sevmediğim fakültem sayesinde iletişimle ilgili manevralarını çözüyordum. Mesele bir firmanın saadet zincirine benzer pazarlama tekniğiyle yaptığı satışlarda temsilci olmaktı. Firmanın sattığı temizlik malzemesinden bir miktar alarak sisteme dahil oluyordunuz. Sonra diğer alışlarınızda indirimli almak ve kendi adınıza satış yapacak temsilci buldukça kâr etmek nimetine mazhar oluyordunuz. O tarihler, ki yirmi sene evveline denk düşer, bu topraklara, eşini dostunu müşterin ve temsilcin yapma sisteminin ilk girişiydi. Sunum yapan kişi, insanın eşi, arkadaşı, ahbabı nasıl temsilci yapılır anlatıyordu uzun uzun. O anlatırken ben arkadaşlarımı düşündüm ve hiçbirine kıyamadım. Benim gibi düşünen ahbaplarımla ikramların dibini bulunca izin isteyip ayrıldık. Zaten modern dünya ile aramız hoş değildi, adam bir de bize pazarlama hünerleri sergiliyordu. Ben nasıl derim komşuma ki “gel benim temsilcim ol da hem benim hem kendin için deterjan sat” diye. Adamın teklifiyle dalga geçerek bekar evimize ve tarih, şiir gecelerine geri döndük. Ama adam bizden cevap bekliyordu, yarın bana kararınızı bildirin demişti. Ben fakültede okuyan genç adam olarak afili bir cevap hazırladım. Ertesi gün adama dedim ki hani kutuplarda kızak çeken köpekler vardır. İşte o köpeklerin ayakları donmasın diye zaman zaman keçe ile sararlar ve hayvancıklar güçten düşmesin diye balık yağı verilir. Ama burada önemli olan maalesef hayvanlar değil, kızaktır. Kızağın yoluna devam etmesi lazımdır. İşte sizin Amerika’daki firmanız da o kızak gibidir. Önemli olan firmanın kâr etmesidir. Bu kâr yolculuğunda da bizim birazcık kâr etmemize, yani balık yağı alıp ayağımıza keçe bağlamamıza gibi izin verilir ve kusura bakmayın biz firmanızın kâr etmesi adına bu yolculuğa çıkmaya razı değiliz, dedim. Uyduruk seminerlerde konuşa konuşa mimikleri de naylonlaşmış adam çok şaşırdı. “Aman estağrifullah, ne köpeği ne kızağı, biz size iş teklif ettik, tamamen yanlış anlamışsınız,” dedi. Ama ben çok afili bir örnek verdiğime hâlâ emindim. “Kıymetini bilirseniz çok işinize yarar bu örnek,” dedim. Adam kafasını salladı, “Hayret,” dedi. Hem benim hem arkadaşlarımın kararı budur diyerek ayrıldım. Biz kızağınıza köle olmayacağız diyerek...
Biz o gün hayır demiştik ama firma durmadı tabii. Memleketimde ev ev dolaşıp seminer vererek zinciri genişletti. Ev hanımlarının ilgisini görseydiniz şaşar kalırdınız. En çok ev hanımları sahip çıktılar bu işe. Çalışan hanımlar hem deterjan satmayı izzeti nefis meselesi yaptılar hem de mesai arkadaşlarını temsilci yapmaya yanaşmadılar pek. Ev hanımları birbirlerini temsilci yapa yapa yol aldılar. Kaynanasını kendine müşteri edip kaynanam artık bana çalışıyor diyen gelinler, hocasını kendine temsilci yapan dikiş nakış kursu talebeleri, ustasını kendi halkasına dahil eden kalfalar sayesinde daha evvel bilinen pazarlama teknikleri tepetaklak oldu. İnsan kayınbabasına nasıl deterjan satabilir? Ama Amerikalı firma zoru başardı. Gelinler kayınbabalarına satış semineri verecek kadar cesaretlendiler. Çünkü firmanın herkese ve her keseye uygun bir malzeme listesi vardı. Ve hanımlar az da olsa kazanmaya başladılar. Akşam oturmalarının ve bahçe muhabbetlerinin konusu varsa yoksa bu firmanın ürünleri idi. Çiçek dibine dökülse bile kurutmayan deterjan, kirlenmeyen bezler, bir gıdımcık ile dağ gibi bulaşıkları bitiren sıvılar, arabaların çiziklerini yok eden cilalar, daha nice ürünleri millet birbirine satmaya başladı. Sistemde esas kâr ürün satarak değil de sizin adınıza ürün satacak temsilci bularak olduğu için millet gözünü akrabalara dikti. Çünkü memleket küçük idi -hâlâ öyle ya- ve küçük memlekette hatra binaen iş yapacak kişi listesinde ilk olarak akrabalar gelir. Akrabalar birbirilerine temsilci olunca sıra komşulara geldi. Amerika’daki firma sırra malik bir tüccar edasıyla habire anlatıyordu. Komşunuza bir imkân sunduğunuzu düşünün. Ama komşuluk ilişkimi müşteri ilişkisine tahvil ediyorum diye düşünürseniz motivasyonunuz düşer, yapmayın öyle. Akrabanız da bu sisteme dahil olsun, satış yapamasa da indirimli ürün almış olur. Kimse sormuyordu, yahu ürün indirimli de olsa bu kadar temizlik malzemesini ne yapacağım? Evler, dolaplar askerlerin levazım depoları gibi oldu. İşte o zaman uyanık olanlar dediler ki yahu adamlar işin sonunda hepimize bu malı sattılar iyi mi? Herkes satıcı, herkes müşteri olunca sistem durdu. Sonunda dolaplar dolusu organik deterjan ile kalakaldı ev hanımları. Ama sistem alacağını almıştı.
Ve bu sistemin tuttuğunu gören diğer firmalar da geldiler. Taşrada can sıkıntısı ile alakalı tezler yazan akademisyenler bir de can sıkıntısını aşmak için saklama kabı satmaya çalışan müdür hanımını görseler ne derler acaba? Okumuş yazmış, türlü fakültelerden lisans diploması olan kadınlar mail kutularına gelen kampanya haberini gözeterek yollara düşüyorlar ve gözlere lens yapılan plastikten mamul saklama kaplarını satmaya çalışıyorlar. Saklama kabı satan firmamız bir tek dolma biber için bile kap yapmış. Görünce çok şaşırmıştım, yahu bir tek dolma biber için kap mı olur? Ne için saklayacaksın, pişir gitsin işte demiştim. Ama firmanın ne kadar gözünü kararttığını anlayın, ki bir dolma biberin bile dışarıda kalmasına gönülleri razı değil.
Saklama kabı satan bu firmanın pazarlama işini yapanların profili biraz farklı. Daha evvel deterjan satan ev hanımlarının motivasyonu çok kazanmaktan ziyade, bir kenara üç beş kuruş koyayım, erkeğin eline bakmak zorunda olmayayım idi. Ama saklama kabı satan firmadakiler bildiğiniz para kazanma hırsıyla coşarak satış derdindeler. Bu firma deterjan satanlara göre birazcık daha teknolojik olduğundan mıdır nedir? Daha çok gençler pazarlıyorlar ve teknikleri daha çok Amerikanvari. Deterjan satan ev hanımları belki de ilk oldukları için ev ev gezmek yerine börek çörek günlerinde ve yakın akraba toplantılarında marifet sergiliyorlardı. Ama saklama kabı satıcıları iki kişi bir araya gelse propaganda yapan hevesli komitacılar gibi kimi bulsalar anlatıyorlar. Bana bile suluk sattılar. Çünkü suluğu satan dayımın kızı öyle bir anlattı ki sanki plastik şişe değil de içine konan suyu zemzeme çeviren bir afet-i devran idi bu şişe. Varın anlayın para insanı ne hale koyuyor. Dayımın kızının gönlü olsun diye aldım ve bir dolapta bekçi gibi duruyor şişe. Saklama kabı satanların toplantılarına gitmek nasip olmadı ama hırsından ağlayanlar, para para diye yerinde duramayanlar varmış. Para para diye çırpınan Napolyon’un ellili yaşlarında öldüğünü bilseydiler keşke…
Bir de makyaj malzemesi satanlar var. Onlarla konuştuğumda taşranın kadınları daha çok medikal kozmetiğe meraklılarmış, öğrendim. Yani çatlamış eller, kurumuş dudaklar için ürün soruyorlar. Çünkü en cesur makyajla sokağa çıkanlar bile bir yerden sonra ayağını gazdan çekiyor. Makyaj işi buralarda aheste gider ancak. Ama bakım ürünleri dedin mi düğünü haricinde makyaj malzemesi görmemiş hanımlar bile alıyor. Ama saklama kabı ve her şeyi silen bezler kadar yaygın değil. Zaten temsilci olan kızlar da ucuz ürün alabilmek için temsilci oluyorlarmış. Bir de erkek parfümü de satan firmadan abileri ve kocaları için “testır” alıyorlarmış. İlginç bir nokta tespit ettim. Tüm bu pazarlama numaralarında ortak olan ise satıcı ve alıcıların yerli olması. Üniversitede on beş bin öğrenci ağırlayan bu küçük şehirde üniversite öğrencisi kızlardan alışveriş yapan çok az. Onları konup göçer olarak görüyorlar. Ve o kızlar ne satarsa satsın pek rağbet etmiyorlar. Yıllar öncesinde kapı kapı dolaşarak tencere, dünya klasikleri, elektrikli eşya satanlardan ağzı yanan milletimiz için en kral ürünü de satsa yaz tatilinde burada olmayacak bir öğrenci “bayan”dan alışveriş yapmak istemiyor.
Hülasa-i meal (dikkat isterim, yazar eski Türkçeye de hakim) kökü dışarıda olan bu firmalar taşradaki insan ilişkilerinin sıkı ve hatta birbirini tarassut altında tutacak kadar iç içe olmasını kâra çevirmeyi başardılar. Artık herkes herkese müşteri, herkes herkese temsilci oldu. Ama işte bilmedikleri bir şey var. Sıkı fıkı olanlar olumlu şeyleri de, olumsuz şeyleri de çabuk yayıyorlar. Birbirine deterjan satmış hanımlar artık bu işin tuzak olduğunu yeni başlayanlara hemen anlatıyorlar. İşin sonunda elinde çantalar dolusu saklama kabıyla, çiçek dibine dökülebilen sıvı deterjanla, makyaj malzemesiyle ortada kalırsın anam bacım diyerek firmanın stratejisini fısıltıyla çökertiyorlar.
Umudum o fısıltılarda...